| Konu: | TÜRK PETROL KANUNU TASARISI |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 108 |
| Tarih: | 22.05.2013 |
CHP GRUBU ADINA ÜMİT ÖZGÜMÜŞ (Adana) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan Türk Petrol Kanunu Tasarısı üzerine söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Yine, burada görüştüğümüz çok önemli kanunlardan bir tanesi. Yakın bir zamanda Elektrik Piyasası Kanunu'nu görüştük, şimdi petrol kanununu görüşüyoruz.
Birkaç yıl önce bir kitap yayımlanmıştı, adı: "Futbol Asla Sadece Futbol Değildir" Futbolun, futbol yöneticilerinin devletle ilişkisini, ihale ilişkilerini, çıkar ilişkilerini de ortaya koyan bir kitaptı. Bu kanun geldiği zaman ilk aklıma gelen şey, petrol sadece petrol değildir, petrol sadece bir enerji ham maddesi değildir, bir meta değildir; petrol, bugünkü konjonktürde, dünyanın geldiği bu süreçte enerji kaynağı olmanın yanında, aynı zamanda uluslararası ilişkileri de etkileyen, siyaseti de etkileyen, ulusal güvenliği de etkileyen başlı başına bir konu. Onun için, Elektrik Piyasası geldiği zaman söylediğimiz sözün bugün de aynısını söylüyoruz.
Türkiye'de kamu kaynaklarına dönülmesi, Türkiye'de var olan ya da ileride var olacağı varsayılan -benim de varsaydığım- petrolün millî kuruluşlar tarafından işlenmesi ve Türkiye'nin çıkarına hizmet etmesi için getirilecek her türlü kanuna; "her türlü" yanlış oldu, doğru kanuna muhalefet olarak destek vereceğimizi söyledik çünkü oraya vereceğimiz destek, doğru yasaya vereceğimiz destek sonuç olarak bize ve çocuklarımıza dönecekti. Ne yazık ki, bugün getirilen petrol yasası Türkiye'nin millî çıkarlarına hizmet etmeyen, tam tersine, uluslararası tekellerin dayattığı bir yasa olarak karşımıza geliyor.
Ekonomik olarak bizi çok etkiliyor çünkü Türkiye'nin başına bela olan cari açığın, dış ticaret açığının ve onu tetikleyen cari açığın en önemli sebeplerinden bir tanesi petrol.
Değerli arkadaşlar, 2002'de AKP iktidara geldiği zaman cari açığımız 626 milyon dolardı, 2012 yılı sonu itibarıyla 47 milyar dolar. Tabii bu ara zaman zaman oradan laf atıldığında şu söyleniyor, deniyor ki: "Peki, gayrisafi millî hasılayı da konuşuyor musunuz? Gayrisafi millî hasıla da büyüdü." Her ne kadar gayrisafi millî hasılanın büyümesinde, kişi başı millî gelirin 10 bin dolara çıkmasında ya da son birkaç ay önce cari açığın düşürülmesinde bazı hesap değişiklikleri, seri değişiklikleri yapılsa da ama yine de cari açık 2002'de gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 0,3'ü iken 2012 yılı sonunda yüzde 7,3'e geldi. Aslında bu oran gerçekte yüzde 10 civarında ama bir süre önce enflasyonda yapılan ya da gayrisafi kişi başı yurt içi hasıla rakamında yapılan seri değişikliği yani hesap değişikliğinden dolayı yüzde 7,3'e indi, altı ay öncesine kadar yüzde 10'lar civarındaydı.
Cari açık tehlikesi devam ediyor, büyüyerek devam ediyor ama öte yandan Türkiye ekonomisi günlük güneşlik gösterilmeye çalışılıyor. Bakın, birkaç gün önce âlây-ı vâlâ ile basının önünde, ekonomiden sorumlu Devlet Bakanımızın parmağını uzatmasıyla IMF borcu kapatıldı. Gerek yağcı, yalaka basın gerekse yağcılığı abartan, Ankara'nın sokaklarına, billboard'larına afişler asan bazı kurumlar bunu düğün, bayram olarak göstermeye başladılar.
Değerli arkadaşlar, on yıllık AKP iktidarı döneminde IMF'ye ödenen toplam para, toplam borç, kapatılan borç 23,5 milyar dolar. Türkiye'nin toplam borcunu bir yana bırakalım, bu süre içerisinde sadece 38 milyar dolarlık özelleştirme yapıldı. Türkiye'nin değerleri satıldı, limanları satıldı, bankaları satıldı, fabrikaları satıldı, finans kurumları satıldı.
MUSA ÇAM (İzmir) - Demiryolları satıldı.
ÜMİT ÖZGÜMÜŞ (Devamla) - Demiryolları satıldı, yabancılara gözlükçü satıldı, gözlükçü, Fahri Kuz Optik yabancılara satıldı, sinemalar yabancılara satıldı. 38 milyar dolarlık yabancıya satışın karşılığında 23,5 milyar dolarlık bir IMF borcunun kapatılmasıyla övünülmez.
Başka bir şey daha var, o da şu: Türkiye'nin toplam dış borcu 2002'de AKP iktidara geldiği zaman 130 milyar dolardı, 2012 sonunda 330 milyar dolara çıktı. Değerli arkadaşlar, 130 milyardan 337 milyar dolara çıktı borç. Toplam bu borç içerisinde 23,5 milyarlık IMF'nin borcunu ödemekle övünülmez, bu sıkıntı devam ediyor.
Başka bir tehlike daha var, o da özel sektörün borcu. Yani kamu giderek az borçlandı ama Türkiye de döviz kurunu baskıyla düşük tutarak özel sektörün dışarıdan borçlanmasını sağladı. Yine, 2002 yılında özel sektörün dış borcu 183 milyar dolarken 2012 yılında 226 milyar dolara çıktı, 43 milyar dolar arttı. Bundan daha önemlisi ve daha tehlikelisi -yani özel sektörün dış borcu olabilir ama dış borcunun karşılığında varlıkları da olabilir ama- döviz pozisyonu açığı denilen, varlıklarla yükümlülükler arasındaki fark Türkiye ekonomisini bıçak sırtına getirdi. Bugün, özel sektörün döviz pozisyon açığı, yani varlıkları, alacakları veya ihracat yapacağı mal ve borcunun arasındaki fark 126 milyar dolar ve önümüzdeki günlerde, herhangi bir şekilde, bir bomba patlaması sonucu, bir ekonomik sıkıntı sonucu, Soros'un Türkiye ekonomisine müdahalesi sonucu kurlar eğer biraz yükselirse Türkiye ekonomisinin gidişi, bu kadar çok yüksek borçtan dolayı 2001'deki krizden çok daha kötü olur.
Zaten ekonominin kötü gittiğinin, Hükûmet tarafından, AKP tarafından itirafı da dün akşam buradan geçen, kısaca adına "varlık barışı" dediğimiz, yurt dışındaki paraların buraya yüzde 2 gibi küçük bir vergi ödenerek getirilmesi. Nereden getirirsen getir, nasıl götürdüysen götür... O kaynak nereden oluştu, nasıl oluştu? Uyuşturucu parası mı, PKK'nın parası mı?
MUSA ÇAM (İzmir) - Kara para mı?
ÜMİT ÖZGÜMÜŞ (Devamla) - Kara para mı?
Ne olursa olsun yüzde 2'yi öde, buraya getir. Bu, ekonominin iflasının bizzat Hükûmet tarafından itiraf edilmesinin sonucudur değerli arkadaşlar.
"Petrol sadece petrol değil." dedim konuşmamın başında. Türkiye, enerji ve özellikle enerjinin en büyük kaynağı olan petrol konusunda çok kırılgan bir yapı, çok kırılgan bir yapıda gidiyor. Dünyadaki bütün petrol rezervlerinin yaklaşık yüzde 47'si Orta Doğu'da. Eğer buna Kuzey Afrika'yı ve Asya'yı da alırsak yüzde 70'leri buluyor. Böyle bir stratejik bölge üzerinde Türkiye.
Orta Doğu ülkelerinde petrol var. Zaman zaman Orta Doğu ülkelerindeki bu petrol zenginliği başka ülkelerin ağzını sulandırmakta ve çok büyük şans gibi görünmekte ama son yüzyıla baktığınız zaman da -aslında daha eskisine dayanır ama- Orta Doğu ülkeleri için, Orta Doğu'da yaşayan halklar için, Orta Doğu'nun çocukları için bir kâbus olmuş durumda.
Değerli arkadaşlar, yakın bir zamanda, dünyadaki uluslararası tekellerin, uluslararası güçlerin ve emperyalistlerin ağzının suyunu akıtan bölgedeki en zengin petrol yataklarına el koymak için Türkiye'nin de yardımıyla Irak'a girildi ve Irak'ın geldiği noktayı bugün uzun uzun anlatmaya gerek yok, perişan bir hâlde. Batılı emperyalistler, uluslararası tekeller ve onun iş birlikçileri Irak'ta sürekli olarak bir yalan söylediler, dediler ki: "Kitle imha silahları var ve kitle imha silahlarından dolayı biz oraya girip orada da barışı kuracağız." Bugün Irak'ta nasıl barışın kurulduğunu ve bundan sonra da barışın nerelere geleceğini hepimiz çok net biçimde görmekteyiz.
Bugün aynı senaryo binbir türlü yalanla Suriye'de oynanmaktadır. Düne kadar "sıfır sorun" politikası olan Suriye ile yine Türkiye halkına, Türk insanına binbir yalan söyleyerek Türkiye bugün fiilî bir savaşın içerisindedir değerli arkadaşlar.
Batılıların ve Amerikalıların, özellikle bu tür konularda yalanlar söyleyerek, yalanlar ortaya koyarak bu tür ülkelere müdahale etme konusunda tarihleri sabıkalarla doludur. Bakın, bir tane Tonkin Körfezi Çıkarması vardır, Tonkin Körfezi meselesi vardır. 1964 yılında, Güney Vietnam'la Kuzey Vietnam arasındaki sorunlar uluslararası camia tarafından uzlaşmayla çözüleceği aşamada, Amerika Birleşik Devletleri'nin işine gelmediği için, orada bir savaş çıkarması gerektiği için bütün dünya kamuoyuna bir yalan söyledi. Önce, oraya bir tane silahsız, casusluk yapacak küçük bir gemi gönderdi ve bu, Kuzey Kore'nin kara sularına girdiği için, uzaktan, kendi kara sularını koruyan Kuzey Kore silahlı kuvvetleri tarafından ateş açıldı, gemi birkaç yerine isabet aldı ve kara suların dışına çıktı. Aynı anda bütün dünya basını, Amerika Birleşik Devletleri'nin gemilerinin uluslararası kara sularında Kuzey Vietnam güçleri tarafından saldırıya uğradığını, yandığını, geminin batırıldığını, ondaki insanların nasıl vahşice katledildiğini yazmaya başladı. Geminin kaptanı Amerika Birleşik Devletleri'ne mesaj çekip "Ey ahali, ABD, devletim, büyüklerim, kamuoyum; siz ne diyorsunuz? Günlük güneşlik, burada hava güzel. Biz dolaşıyoruz, herhangi bir sıkıntımız yok." demesine rağmen dünya basınında bu yer almadı, yıllar sonra bütün bunlar ortaya çıktı.
Bugün "Suriye'de Esad halkı katlediyor." yalanı, yine aynı şekilde, daha önce Batılı emperyalistlerin oynadığı oyunlardan bir tanesidir ve baştan aşağı yalandır. Bugün Suriye'deki mücadele, tamamıyla Amerika Birleşik Devletleri'nin tekrar İsrail merkezli bir siyasete, uluslararası siyasete, Orta Doğu siyasetine dönmesi ve İsrail'in petrol yollarının açılmasına yöneliktir. Ve burada büyük bir öngörüsüzlük vardır -ve daha önceki yarım kalan konuşmamda söylemiştim- burnunun ucunu göremeyen, öngörüsüz ve çapsız bir Dışişleri Bakanının Türkiye'yi durup dururken böyle bir bataklığa sokmasının sonucunu doğurmuştur değerli arkadaşlar.
Ve başka bir faktör, Soros faktörüdür. Soros'u, dağılan Sovyetler Birliği ülkelerinde, Kafkasya'da, Türkiye'de, Orta Doğu'da dikkatli biçimde araştırmadan buradaki sorun doğru biçimde anlaşılamaz. Pembe devrimler vardı Gürcistan'da, Ukrayna'da, altından Soros çıktı. Libya'da, Cezayir'de ayaklanmalar oldu, altından Soros çıktı.
Bakın, dört beş sene önce Soros Türkiye'ye geldi. Türkiye'nin cici beyleri, İstanbul'daki cici beyleri Soros'u dinlemek için ciddi biçimde para ödeyerek onun öğlen yemeğine gittiler. Yanlış aklımda kalmadıysa, 1.500 dolar verdiler ve Soros o yemekte bir şey söyledi, öğlen yemeğinde, dedi ki: "Değerli arkadaşlar, ben idealist bir insanım. Ben ideallerim için servetimi harcarım ve Türkiye'de son beş yıl içerisinde 8 milyar dolar para harcadım." Değerli arkadaşlar, normal koşullarda, demokrasi olan bir ülkede yer yerinden oynar. Macar asıllı bir Amerikan Yahudisi'nin -burada etnik yapıyı asla ve asla aşağılayıcı anlamda kullanmıyorum, sadece ideallerini söylemek için kullanıyorum- Türkiye'de nasıl bir ideali olabilir ki, 2001 krizinde Türkiye'nin borçlanmak için ta ABD'ye gittiği, 1,5 milyar doları bulabilmek için ABD'ye gittiği bir rakamı Türkiye'de her yıl harcayabilir? Yer yerinden oynaması gerekirdi; basının, televizyonların bunun üzerine gitmesi gerekirdi; sivil toplum örgütlerinin gitmesi gerekirdi, görünen ve derin devletin de bunun üzerine gitmesi gerekirdi. Yılda yaklaşık 1 milyar 600 milyon doları hangi idealler adına Türkiye'de harcıyordu Soros? Bir adam çıktı, Açık Toplum Enstitüsü Başkanı, dedi ki: "2 milyon dolarını ben alıyorum." Peki, geriye kalan 1 milyar 598 milyon doları kim alıyordu? Hangi basın kuruluşları, hangi sivil toplum örgütleri ve yoksa bugün Suriye'de o karartmayı yapan, o Türk halkına sürekli olarak oradaki yalanları söyleyen ve orada yurtsever Suriye halkının emperyalizme karşı direnişini katliam olarak göstermeye çalışan basın kuruluşları mı? Bugünler için mi aldılar o paraları?
Değerli arkadaşlar, Türkiye petrol konusunda çok tehlikeli oynuyor. Bir Çin atasözü var, der ki: "Uçurumu sevenin kanatları olmalı." Eğer bu bölgede sizin teknolojiniz yoksa, savaş teknolojiniz yoksa, petrolünüz yoksa, yeterli finansmanınız yoksa o zaman kendi içinizdeki karışıklığı bırakıp başka bir ülkenin iç işlerine karışıp düzen vermeye kalkışmayacaksınız, bir süre sonra rüzgâr döndüğü zaman o şemsiye kafanıza geçer.
Şimdi yeni bir tehlikeli oyun daha var, o da şu: Türkiye Cumhuriyeti devleti Irak'ta petrol kaçakçılığı yapıyor, resmen petrol kaçakçılığı yapıyor. Egemen bir devlet olan Irak devletinin kuzeyinde bir bölge, yerel yönetim bölgesi. İsterseniz adına özerk bölge deyin ama Merkezî Irak Hükûmetine bağlı olan bir bölgede Irak devletini baypas yaparak Kuzey Irak yerel yönetiminden petrol alıp, onu Mersin'e getirip satmaya kalkıyor. Emperyalistler burada Türkiye'yi maşa olarak kullanıp üçlü amaç güdüyor:
Bir tanesi: İleride ayrılacak olan, bağımsızlığını ilan edecek olan Kuzey Irak bölgesinin ekonomisini bugünden güçlendirmeye başlıyor.
İkincisi: Türkiye devletinin Irak devletiyle olan ilişkilerini bozup, onun arasını açıyor.
Üçüncüsü: Önümüzdeki süreçte Türkiye'de özerklik verilecek olan bir bölgede bir içtihat oluşturuluyor. Eğer bugün sen oradaki özerk bölgeden merkezî devleti baypas ederek petrol alabiliyorsan, yarın da burada güneydoğuda özerklik verilecek olan bölgede çıkacak olan petrolleri oradakiler senden bağımsız olarak sattığı zaman uluslararası camiada yalnız kalacaksın.
Şimdi, böyle bir durumda bir petrol kanunu çıkıyor. Çok uğraştık bu petrol kanununun doğru çıkması için. Çok önerge verdik, özellikle millî bir petrol yasasının çıkması için çok önerge verdik ama olmadı. Talimat nereden geldiyse, nasıl geldiyse, bu petrol yasası, özellikle Türk Petrolleri Anonim Ortaklığının gücünü ortadan kaldırıp uluslararası tekellerin burada gelip yerleşmesi ve var olan ve -yine tırnak içerisinde, tarihe geçsin diye, altını çizerek söylüyorum- ileride var olacak olan petrolü uluslararası tekeller kullansın diye ortaya çıkarılan bir yasadır bu ve kesinlikle ve kesinlikle reddedilmesi ya da çekilmesi gereken bir yasadır.
Değerli arkadaşlar, bakın, dünyada kamu veya özel petrol şirketleri dikey yapılanma içerisinde, dikey entegrasyon içerisinde. Yani, kuyudan başlayarak pompaya kadar geçen süreç içerisinde örgütlenmiş ve çok ciddi kârlar eden kuruluşlardır. Bunlardan sadece Suudi Arabistan'daki, ağırlığı kamuda olan şirketin günlük kârı 1 milyar dolardır, günlük kârı ve dikey bir örgütlenmedir. Yine, aynı şekilde, Rus Gazprom da tamamıyla kuyudan çıkıp pompaya kadar geçen süreç içerisinde dikey örgütlenmiş bir yapıda ve yıllık kârı 40 milyar dolar üzerindedir. Biz mevcut dikey örgütlenmesi olan Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığını geçmişteki yasalarla dağıttık. Şimdi, var olan, geriye kalan parçasının da kamu imtiyazını ortadan kaldırarak yabancı şirketlerle eş duruma getirmeye çalışıyoruz.
Mevcut yasamızda diyor ki, mevcut Petrol Kanunu'na göre: "Petrol işletme lisanslarının süresi kırk yıldır. Kırk yıl sonra da TPAO'ya devredilir." Şimdi, kırk yıl çalıştırılmış olan bir petrol şirketinde bir yatırım var, kuyu var, şu var, bu var. Çok az bir yatırımla, çok az bir öz kaynakla bu kuyular tekrar çalıştırılacakken, işletmeye devam edecekken mevcut yasa diyor ki: "Hayır, TPAO'nun kamu özelliği, pozitif ayrımcılığı ortadan kaldırılmıştır. Kırk sene sonra diğer şirketler gibi ihaleye girer, kazanırsa alır oraları işletir. Aksi takdirde, yabancı şirketler bu kırk yıldan beri işletilen, petrol çıkaran şirketleri alabilirler." Değerli arkadaşlar, TPAO kamu parası kullanan bir şirket ve emir komuta zinciri içerisinde çalışan bir şirket. Kamu parasıyla nasıl özel sektörle rekabet edebilecek?
Çocukluğumuzdan beri konuşulan bir konu var: "Amerikalılar zamanında geldiler, güneyde petrol kuyularının üzerini betonla kapattılar." Evet, tamam, o zaman petrolün varil fiyatı 25 dolar civarındaydı, buraların ekonomik değeri yoktu. Bugün petrolün 100 doların üzerine çıktığı dönemde, önümüzdeki dönemde o petrol kuyuları açıldığı zaman, yine TPAO'nun orada kamu özelliği, yine kamu imtiyazı olmak zorundaydı ama ne yazık ki bu yasada onlar da yok. Bu yasada temel hedef, TPAO'nun ayrıcalığını ortadan kaldırmak, TPAO'yu özel bir şirket hâline getirmek ve Türkiye'de TPAO'nun petrol arayacak yapısını, petrol aratacak bir yapıya döndürmektir. Tamamıyla millî çıkarlarımızın dışındadır. Var olan, var olacak petrollerimizi uluslararası tekellere açmaktır.
Onun için bu yasaya ret oyu vereceğimizi bildiriyor, tekrar saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)