GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: BAZI KANUN VE KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA KANUN TEKLİFİ
Yasama Yılı:3
Birleşim:109
Tarih:23.05.2013

MUSA ÇAM (İzmir) - Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin saygıdeğer üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

36 madde, 23 kanun ve kanun hükmündeki kararname değişikliğini yapan 463 sıra sayılı torba kanununu görüşüyoruz. Tabii ki torba kanun olunca, 23 kanun ve kanun hükmündeki kararnamede değişik konular var. Ben, daha çok bir yaşam biçimini dayatan maddelerle ilgili konuşmak istiyorum.

Muhafazakârlık, millî, manevi değerleri, kurumları, düşünceleri, âdet ve gelenekleri, devrini tamamlamış, köhnemiş de olsalar olduğu gibi koruma, yaşatma çabası ve zihniyetidir. Ancak, din kökenli muhafazakârlık, insanların inanç dünyasının derinliklerine kök saldığı ve Tanrı korkusuna da dayandığı için muhafazakârlığın aşılması en zor, bağnazlığa en yatkın olanıdır. Bu, sadece İslamiyet açısından değil, bütün semavi dinler açısından da böyledir. AKP, 2002'de iktidara geldiğinde kendisini muhafazakâr demokrat olarak tanımladı. Aslında, Müslüman demokrat sıfatını kullanmak da isterdi. Ama gerek dünya gerekse Türkiye konjonktürü henüz elverişli değildi. Başbakan Erdoğan her defasında "Millî görüş gömleğimizi çıkardık." dese de bunun bir aldatmaca olduğu aşikârdır.

AKP, şikâyet edip lanetlediği sözde Kemalist toplum mühendisliğini ve tek tipleştirmeyi şiddetle eleştirirken önce usul usul, şimdilerde zücaciye dükkânına girmiş fil kabalığıyla Sünni muhafazakârlık temelinde toplum mühendisliğine girişti. AKP'nin önde gelen kadrolarının kültürel, ideolojik, sınıfsal temelleri, dinin ve inancın derin dünyasına nüfuz edemeyen, yüzeysel, kalıplaşmış biçimsel yorum ve pratiklerle sınırlı taşra, kasaba muhafazakârlığından başkasına olanak tanımıyor.

Kadınla, insan bedeniyle, hazla, neşeyle, rengarenk, çok sesli bir yaşamla barışmayan, mezarlıkların kapısına "Her fâni bir gün ölümü tadacaktır." ürkütücü cümlesinden başka yazacak söz bulamayan, inancı, Tanrı'yı, yaşamı, ölümü umut ve aydınlık olarak değil, korku olarak yaşatan zihniyet buradaki zihniyettir.

AKP, açık açık "Alkollü içkiyi yasaklıyorum." diyemediğinden çıkarmaya çalıştığı yasalarla, düzenlemelerle, uygulamalarla, -mesela Türk Hava Yollarındaki içkinin yasaklanması dâhil olmak üzere- içki içmeyi gizli saklı yapılacak ayıplı, günahlı bir iş hâline getiriyor. AKP, içki içenleri kötü alışkanlıkları olan düşkün insanlar olarak gösterip aşağılıyor ve hedef gösteriyor. Öte yandan, sadece belli yerlerde, lüks otellerde, restoranlarda, turistik tesislerde içilebilmesine imkân tanıyarak, olağanüstü vergilerle pahalaştırarak küçük bir mutlu azınlığı ayrıcalıklı kılıyor.

"Meyhaneleri mi savunuyorsunuz, gençliği alkolle zehirlemeye mi çalışıyorsunuz, halkın sağlığını hiçe mi sayıyorsun?" diyorsunuz belki şimdi bana. Ama biz bu söylemlere pabuç bırakmayacağız. Evet, meyhaneleri ve içkiyi savunuyorum çünkü içki sadece içki değildir. Dünyevi olandan haz alan, onu sanatsal yaratıcılığa dönüştüren, kadın-erkek eşit düzlemde toplumsallaşmayı, kadınla erkeğin her alanda birlikteliğini öngören, rengarenk, cıvıl cıvıl, çok sesli yaratıcılığa açık bir yaşam kültürünün parçasıdır. Benim de dâhil olduğum bu yaşam kültüründe tabii ki isteyen içer, isteyen içmez, bu kişisel bir tercihtir. Üstelik, bu ülkede içmeyen içenden çoktur. Kimse içmeye zorlanamaz ama içmesi de yasaklanamaz. İçki, dinî muhafazakâr yoruma göre ise haramdır. Bu yüzden de yasaklanması caizdir. Kimse takiyeye, arkadan dolaşma yöntemlerine farklı gerekçelerle sığınmaya yeltenmesin.

Bu konudaki kısıtlama ve yasaklar tartışma kabul etmez biçimde dinî ideolojik bir dayatmadır. Alkolizmle içki ve yemek kültürünü birbirinden ayırmaktan âciz olan muhafazakâr beylerin ve hanımların burada yapmak istedikleri gençliği ve halk sağlığını alkolden korumak veya alkolizmle mücadele değil, düpedüz kendi inançları ve muhafazakâr yaşam kültürleri çerçevesinde toplumu yeniden dizayn etmektir. Amaç, sağlığı korumak olsaydı yasaklama önceliğinin çok daha fazla zararlı olduğu bilinen kola türü asitli ve katkı maddeli içeceklerdir. Üstelik, Türkiye bazı kuzey ülkeleri, İsveç, Norveç, Danimarka, Rusya veyahut da İrlanda gibi içki problemi yaşayan bir ülke değil. Kişi başına alkollü içki tüketimi yılda 1,5 litreyi geçmiyor. Alkolün neden olduğu trafik kazalarının oranı bütün trafik kazalarında yüzde 4,5 ama on bir yıllık AKP iktidarı döneminde Türkiye'de iş cinayetleri 12 bin sayısını buldu, ortalama her yıl 1.100 kişi iş cinayetlerinden hayatlarını kaybediyor ama buna karşılık, hiçbir düzenleme, hiçbir yasa teklifi maalesef karşımızda değil. Üstelik, hem gözlem hem de tespit, genç kuşaklar ağırlıklı olarak alkol değil, kola, asitli ve katkı maddeli içecekler ve fast food bağımlısı olduğu için obezite tehlikesi var. Bunun için düzenleme ne yazık ki yok.

Uzun lafa hiç gerek yok, sadece alkol meselesinde değil, yaşamı ilgilendiren pek çok konuda atılmaya çalışılan adımlar, bugün iktidara geldiklerinde toplumu kendi inanç, ideoloji ve yaşam kültürleri çerçevesinde dizayn etme çabasıdır. Özellikle Başbakan Erdoğan'da belirginleşen bu yeni toplum mühendisliği ve vesayet anlayışı -Başbakan Erdoğan toplumu güdülmesi gereken sürü, kendini de bu sürüden sorumlu başkan veya çoban gören bir anlayışta- "Çağdaş devlet yönetimi", "paylaşımcı demokrasi", "inanç özgürlüğü", "başkalarının yaşam biçimlerine saygı" gibi kavramlarla alakası olmayan, dinî muhafazakârlığın imam anlayışı, padişahların kulluk anlayışıdır. Padişah başkan, tabii ki bizim iyiliğimizi gözeterek bize nasıl yaşamamız, nasıl düşünmemiz, nasıl davranmamız gerektiğini vaaz edecektir; en doğru inanç, en doğru yol onunkidir, herkesin bu yolu izlemesi gerekir! Nasıl yaşayacağımıza, bizlere neyin yararlı, neyin zararlı olduğuna, kadının kaç çocuk doğurması gerektiğine, nasıl davranmamız gerektiğine, ne yiyip içeceğimize karar veren odur! Kısacası, "Başbakan uludur, millet onun kuludur." anlayışı topluma dayattırılıyor ve egemen kılınıyor. Buna şiddetle karşıyız.

Sayın milletvekilleri, Anayasa'ya vicdan hürriyeti, inanç hürriyeti yazmakla bitmiyor bu işler. İnanç ve vicdan hürriyeti demek, kişinin inancı doğrultusundaki yaşam biçimine müdahale edilmemesi demektir. İsteyenin rakı, isteyenin ayran içmesine, isteyenin örtünüp isteyenin açılmasına, isteyenin istediği cinsel tercihte bulunup bedenini istediği gibi kullanmasına devletin karışması değil, karışılmaması için müdahil olması demektir. Sizin inancınız içkiyi haram sayabilir, kadınların örtünmesini emredebilir, kadınla erkeğin toplum yaşamında eşit olmasını, birlikte görünmelerini, birlikte eğlenmelerini sakıncalı görebilir. İnancınızı, yaşamınızı, ahlak anlayışınızı doğru bulmasam da saygılıyım, karışma hakkını kendimde görmem ama sizin inançlarınızın gereklerini, yasaklarını kabul etmeye, sizin tasavvurunuza göre yaşamaya hiç mecbur değilim, kimseyi de mecbur kılamazsınız. Topluma karşı bir suç işlersem, cezası mevcut yasalarda yazılıdır. Çevreyi rahatsız edecek kadar aykırı davranışlarım olursa toplumun ayıplaması veya dışlaması ile karşı karşıya kalırım. Devletin, iktidarın görevi kamu düzenini, herkesin özgürlüğünü, herkesin kendi doğru bulduğu şekilde yaşamasını sağlayarak korumaktır. Bunun için belli konularda özendirici olunabilir ama yasaklayıcı olunamaz. Yasaklayıcı olunduğunda da rejimin adı değişir, bunun adı faşizmdir. "Ben, ben" diye konuştuğuma da bakmayın, size haber vereyim ki bu milyonların sesidir. Bu toplumun en az yarısı sufî geleneğinin derin izlerini barındıran, neoliberal urba kuşanmış muhafazakâr siyasal İslamcılığın değil, gönül Müslümanlığının yurdu olan bu topraklarda, insanlar toplum mühendislerinin kendi projeleri çerçevesinde biçtikleri gömlekleri giymekten bıkıp usandılar.

Bu toplumun çoğunluğu, inançlısı, inançsızı, artık huzur içinde özgürce yaşamak istiyor. Ben inançlı dostumun iftar masasını, o benim çilingir soframı aynı yürek genişliğiyle hazırlayabildiğimizde ben inananların inanç özgürlüğü için, onlar benim inanmama özgürlüğüm için bütün muktedirlere ve diktatörlere karşı ortak mücadele edebildiğimizde, işte o zaman bu ülkeye gerçek barış gelecektir.

İçki, alkol tabii ki sadece sembol, sadece mecaz. Anlayana bayram, anlamayana ayran. Bu topraklarda yaşayanlar yüzyıllardır suyu yoğurda katıp ayran yapmayı da rakıya katıp bayram yapmayı da bildiler, yine bilecekler.

Bütün dayatmalara rağmen özgür ve demokratik bir ülkede yaşamak dileğiyle hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)