| Konu: | BAZI KANUN VE KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA KANUN TEKLİFİ |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 109 |
| Tarih: | 23.05.2013 |
CHP GRUBU ADINA KAZIM KURT (Eskişehir) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın milletvekilleri, on iki buçuk saatten bu yana kesintisiz devam eden çalışmamız sonucunda 463 sıra sayılı Kanun Teklifi'ni herhâlde sabaha karşı geçirmiş olacağız.
Bugün, parlamenter demokrasinin nasıl çoğulcu diktatörlüğe dönüştüğünün göstergesidir. Parmak sayınız çoktur. Parmak sayınıza göre, hem komisyonlarda doğru dürüst tartışamadığımız yasaları, bekleme süresini dahi göze almadan Meclis Genel Kuruluna getiriyorsunuz hem de burada sabaha kadar bu işi tartışacağız ve bitireceğiz diyorsunuz. Ama bu tartışmaları uygun bir ortamda yapamıyoruz çünkü önergeler sadece grup başkan vekillerine veriliyor, diğer milletvekillerine böyle bir kolaylık, inceleme ve değerlendirme şansı tanınmıyor.
Şimdi, aslında bir hükûmet tasarısı olan ve bir hükûmet tasarısı olarak gelmesi gereken bir nitelikteki bu torba yasanın niçin teklif olarak geldiğini anlayabilmiş değilim. Herhâlde, ya Hükûmet bu konuda anlaşamıyor, uzlaşamıyor, bazı bakanlar bu torbadaki bazı maddelere itiraz ediyor, o nedenle teklif geliyor ya da Hükûmet "Bak, ben bu yasakları getirmiyorum, milletvekilleri getiriyor." diyerek böyle bir yolu izliyor. Bunun ikisi de doğru değildir, ikisi de uygun değildir. Mahcup bir tasarı teklif hâline dönüştürülüyor ve toplumdan gelecek tepkileri güya engellemeye çalışıyorsunuz ama maalesef bunu engelleme şansımız ve durumumuz söz konusu değil.
AKP 3Y'yi engelleyeceğim diye iktidara geldi: "Yolsuzluğu bitireceğim, yoksulluğu ortadan kaldıracağım ve yasakları sona erdireceğim." diye... Ama bugün gördük ki çok ciddi anlamda bir yasak rejimini oturtuyoruz Türkiye'nin gündemine. İnsanların yaşam tarzını değiştiriyoruz, insanların düşünme tarzını değiştiriyoruz ve insanların bireysel hak ve özgürlüklerine saygı göstermeden "Ben çoğunluğum, böyle yaşamanızı istiyorum." diyerek kanun yapıyoruz. Hiç kimsenin içki içmesini, alkol almasını engellemek hakkımız yoktur ama hiç kimsenin de alkolizmin batağına batmasını sağlamak gibi bir görevimiz yoktur. Anayasa bu konuda devlete, koruyucu olmak gibi bir görev yüklemiştir. Koruyucu olmak demek bu işi temelli yasaklamak anlamına gelmez, gelmemelidir. Bu konuda "Ben çoğunluğum, canım ne istiyorsa onu yaparım, yaptırırım." demekten vazgeçmek zorunludur. Bu mantıkla bu yasayı değerlendirmek lazım.
Şimdi, öyle bir mantık ki, yerelleşmeyi savunurken, demokrasiyi savunurken, "Yerel demokrasiyi birinci plana çıkaracağız." derken, belediye meclislerinin yapacağı işleri Bakanlar Kuruluna yüklüyoruz. Bakanlar Kurulu, artık ilçelerdeki barların, pavyonların fiyatlarını belirleyecek. Böyle bir yaklaşım, böyle bir değerlendirme asla olmaz. Pazar günü çalışacak bakkalın, pazar günü çalışacak fırının harcını Bakanlar Kurulu belirleyecek. Bu da asla uygulanabilir ve düzeltilebilir demek değildir.
Bu yasaklarla neleri devam ettiriyoruz? Bakın, Anayasa Mahkemesinin yanlış diye iptal ettiği kanunların tamamını arkadan dolanarak yeniden getiriyoruz. Oysa Anayasa Mahkemesinin kararlarına karşı hile yoluna giderek yeni bir yasa yapmak doğru ve hukuki bir iş değildir, işlem değildir.
Yeminli mali müşavirlik sınavı, Toprak Reformu Kanunu hükümlerine aykırı uygulamalar ve en önemlisi kamulaştırmasız el atma ve kamulaştırmada tescil davalarıyla ilgili insanların mülkiyet haklarına saldırı, mülkiyet haklarını ihlal edici düzenlemeler getiriyoruz ve bunu yaparken ne diye yapıyoruz? "Ben çoğunluğum, ben ne dersem o olur." Böyle bir mantıkla, böyle bir anlayışla insanların en doğal, en korunması gereken mülkiyet hakkı temel hak olmaktan çıkarılıyor. Avrupa insan hakları sözleşmelerine de aykırı hareket etmek suretiyle ciddi anlamda ülkeyi gelecekte zarara sokacak ihlallerle karşı karşıya kalacağız.
Tescil davalarında mahkeme kararlarına karşı itiraz yolunu ortadan kaldırıyoruz ve bu itirazı yapma şansını hukuk devletinde, hukukun üstün olduğu bir yerde nasıl uygulamaya geçireceğiz, uluslararası sözleşmelerle yükümlendiğimiz konularda nasıl hesap vereceğiz, bunu da zamanla ortaya koyacağız.
Değerli arkadaşlarım, alkollü araç kullanılması, ehliyetsiz araç kullanılması yine bu torbanın içinde ve bununla ilgili bazı yaptırımları, bazı cezaları artırarak ortaya koyuyoruz. Ama, bir nokta var ki, teknik cihaz ile alkol tespitini kabul etmeyenlerle ilgili çok farklı bir uygulama. Peşin peşin "Evet, sen şu kadar promil alkollüsündür." mantığıyla bir ceza uygulaması yanlıştır. Devlet, vatandaşını bu muayeneye götürebilecek kapasitededir, çaptadır ve bu olgunluğu o idarecinin göstermesi gereklidir. Bu konuda da yine, değerli bir katkı sunmak için çalışma yapılmasında yarar vardır. Bu, abartılmış ve aşırıya kaçmış "Ben ne dersem o olur." mantığıyla hareket eden bir durumdur.
Raylı sistemlerle ilgili devirleri KDV'den müstesna kılmak, belki kısa vadede, çok yakın AKP'li belediyelere Ulaştırma Bakanlığı tarafından yapılan raylı sistemlerin devriyle ilgili konuda bir avantaj sağlar ama diğer belediyelerle bu konuda bir eşitlik söz konusu olmayacağı için bir haksızlıktır, yanlışlıktır; bunun yaygınlaştırılmasında, geliştirilmesinde yarar vardır.
Cep telefonlarına uygulanan vergilerin düşürülmesi, bu cep telefonlarının daha çok kullanılabilir hâle getirilmesi için çalışma yapılması gerekirken bunun korunması ve artırılması adaletle bağdaşır bir durum değildir. Bunun devamını sağlamanın doğru olmadığını düşünüyorum.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarıyla ilgili ya da uygulamalarıyla ilgili, belge ve bilgilerle ilgili bir yükümlülük getirilirken buraya bir süre konulmaması yanlıştır, bu süre konulmalıdır. Kaç gün içinde, kaç ay içinde bu evraklar, belgeler verilecektir, bu konulmalıdır ve belki bu yasanın yine, "Ben yaptım oldu, ben ne dersem olur." çerçevesindeki bir uygulaması Yeşilay Vakfının kurulması. Oysa Yeşilay Tüzüğü'ne göre bu cemiyetin organları var, Genel Kurulu var. Tüzük'ün 12'nci maddesine göre, derneğin vakıf kurmasına Genel Kurulun karar vermesi gerekiyor ama siz diyorsunuz ki: "Biz çoğunluğuz, biz sizin yerinize bu vakfı kurarız." Böyle bir mantık olmaz. Bu, ciddi anlamda sizin statükocu olduğunuzu, muhafazakâr olduğunuzu ve sistem artık sizden yana olduğu için, bu işlerle ilgili hiçbir yeniliği, hiçbir demokratikleşmeyi kabul etmediğinizin tescilidir. Hiçbir derneğin, hiçbir organın genel kurulunun yerine Meclisi koyarak bu işi çözemeyiz.
Hepinize saygılar sunuyorum, teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)