| Konu: | TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ UNSURLARININ, IRAK'IN KUZEYİNDEN ÜLKEMİZE YÖNELİK TERÖR TEHDİDİNİN VE SALDIRILARININ BERTARAF EDİLMESİ AMACIYLA SINIR ÖTESİ HAREKÂT VE MÜDAHALEDE BULUNMAK ÜZERE IRAK'IN PKK TERÖRİSTLERİNİN YUVALANDIKLARI KUZEY BÖLGESİ İLE MÜCAVİR ALANLARA GÖNDERİLMESİ VE GÖREVLENDİRİLMESİ İÇİN TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİNİN 17/10/2007 TARİHLİ VE 903 SAYILI KARARIYLA HÜKÜMETE VERİLEN VE SON OLARAK 12/10/2010 TARİHLİ VE 975 SAYILI KARARI İLE BİR YIL UZATILAN İZİN SÜRESİNİN, 17/10/2011 TARİHİNDEN İTİBAREN BİR YIL DAHA UZATILMASINA İLİŞKİN BAŞBAKANLIK TEZKERESİ (3/539) |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 3 |
| Tarih: | 05.10.2011 |
BDP GRUBU ADINA SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli üyeler; sınır ötesi tezkere hakkında BDP Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, bu kürsüyü ilk kullanışım, bu Meclise de ilk gelişim. Burada ilk karşılaştığım şeyin aleyhte söz alıp lehte konuşmak gibi bir hukuk zorlaması olması biraz gelecek adına umutlandırdı beni. Güzel oluyormuş böyle. İşin etiği bu tür küçük detaylarda gizlidir. Bu konuda gerçekten daha özenli bir Meclis bekliyorduk.
Sözlerime, büyük bilim insanı Einstein'ın ülkemizin büyük derbederliğine ve savrulmuşluğuna çok denk düşen bir sözüyle başlamak istiyorum. Diyor ki Einstein: "Ahmaklığın en büyük kanıtı aynı şeyi defalarca yapıp farklı sonuçlar beklemektir." Şu an yeniden uzatılmasını görüştüğümüz savaş tezkeresi tam da böyle bir bilmezliğin ya da bilip de bilmezden gelmekliğin ürünüdür. Bilinseydi eğer şu rakamlar üzerinde bir miktar tefekkür edilmeliydi. Sadece 1992 ve 1997 yılları arasında gerçekleştirilen dört sınır ötesi harekâtın bilançosunu sizlerle paylaşmak istiyorum:
PKK toplam 5.701 kayıp vermiş, 1.697 PKK'li de yaralı olarak ele geçmiş. Bu dört harekâtın toplam bilançosu. Aynı harekâtlarda 22 subay, 12 astsubay, 176 erbaş ve er, 27 korucu olmak üzere 237 asker hayatını kaybetmiş. Yine aynı harekâtta 739 asker de yaralanmış. Bu sadece dört harekâtın raporu. Bunun gibi irili ufaklı onlarca harekât yapıldı ve bu rakamlar yaklaşık 10'a katlandı. Elimizde bunların sarih raporları yok. Saygı Öztürk'ün kitabından alınma şeyler bunlar. Genelkurmay sitesine girdiğinizde bunlarla ilgili bir bilgiye ya da Başbakanlık sitelerine girdiğinizde halkla paylaşılan, kamuya açık böyle bilgilere ulaşmak mümkün değil.
Yalnız, bizim işimiz toplam rakamlarla ilgilenmek değildir, bizim işimiz toplam acılara bir ışık tutmak olmalıdır. Eğer bu rakamların ardındaki acılar bilinmezse kuru bir sayı olarak kalmaya mahkûm olurlar. İşinizi kolaylaştırayım. Bu Meclis gibi yaklaşık 100 tane Meclis düşünün. Allah hepinize uzun ve sağlıklı ömür nasip etsin. İşte, 80-100 dönemin tüm vekillerinin toplamı kadar insan hayatını kaybetmiş. Yaralı sayısı bu rakamın katbekat üstünde. Yaralı deyince, yaralanmış da iyileşmiş, şifa bulmuş saymayın, bunların çoğu gözünü, kolunu, bacağını, yaşama sevincini kaybetmiş.
İnsandan bahsediyoruz burada, bu rakamların hepsini bir de 2'yle çarpın. Sizlerin muhterem anne babalarınız gibi 100 binin üzerinde anne ve babanın yüreğine kor ateşler düşmüş, ta haşre kadar hiçbir suyun söndüremeyeceği, hiçbir yelin serinletemeyeceği kor ateşler.
Peki, bütün bunlar oldu da ne değişti? Kocaman bir hiç. Değişen tek şey hükûmetler ve artan kayıplar. Aslında değişen birkaç şey daha var, haksızlık etmeyelim ve meselenin can alıcı yönü de burada. Bu ülke emperyalist güçlerin destursuz cirit attığı bir bostana dönmüştür, değişen bir şey budur. Bu destursuzluk ve bu cirit atma hâli artık iyice pervasız bir hâle gelmiştir. Çocuklarımızın geleceği, savaş sanayisinin ve kan emicilerinin cüzdanlarını şişirmeye, daha fazla şişirmeye devam etmektedir, değişen ve artan en önemli rakam onların kârlarıdır.
Bir de değişmeyen şeyler var. Onların en önemlisi tezkereyi sunan hükûmetlerin ve ona destek verenlerin yaptıkları konuşmalar. Ben Meclis tutanaklarına baktım, her birinin aynı gerekçeler, her birinin aynı vaatler, neredeyse "copypaste" olarak birbirine yapıştırılmış hedefler.
Sayın üyeler, aramızda ilk tezkereden bu yana Mecliste olan vekiller var. Aynı gerekçeleri dinlemiş, aynı vaatlere inanmış ve gelen tüm tezkerelere "Evet." oyu vermiş vekiller var. Ölenlerin geri gelme şansı yok, ama kolunu bacağını kaptırmış, gözünü kaybetmiş, yaralanmış, hayata normal olarak devam edemeyecek bir insan?
Her seferinde "Bu sefer son.', `Bu sefer şöyle oldu.', `BBG evi yaptık.', `Heron aldık.', `Aktı, koktu.', `Yeniden, daha güçlü.', `Bu sefer artık girince çıkmayacağız." gibi vaatlerle aldığınız her tezkereye bu şartla destek veren insanlar, sizden, bir yıl sonra tekrar aynı vaatleri daha güç koşullarda dinlemek zorunda kalmışlar.
Şimdi, maazallah yüce Meclisin değerli vekillerinden birisi ezkaza söylemiş olsa Terörle Mücadele Kanunu'nun suç ve suçluyu övmekle ilgili gül gibi bir fezlekesi olacak. Bizim grubumuzu her gün tehdit eden, 400'e yakın, başımızdaDemoklesin kılıcı gibi sallanan, adına ileri demokrasi denilen bir yerde halkın temsilcilerini bekleyen değil, somut olarak önümüzde olan, Başkanlık arşivlerinde olan bir tehditten söz ediyorum. Biz bunu söylesek hakkımızda onlarca fezleke gelirdi, Genelkurmay Başkanı söyledi, birtakım güçler, meçhul güçler dinledi. Anladık ki kazın ayağı öyle değilmiş, perdeliymiş, öyle, şanlı ordumuz, manlı ordumuz edebiyatıyla açıklanamayacak kadar vahimmiş mesele. Bu ortaya çıktığında adına "özeleştiri" dediler, herkes başka bir tarafa baktı. Bunun yarısını biz söylesek dara çekerlerdi. Yani tamamen Allah'a emanet bir durumda savaşıyormuşuz, unutanlar için yeniden hatırlatayım. Madem durumumuz Allah'a emanet, bu komutanlara, bu kabineye, bu kararlara ne gerek var?
Sayın üyeler, başta Einstein'ın bir lafıyla meseleye girmiştim: "Ahmaklığa delil olarak aynı şeyleri aynı yöntemlerle defalarca yapıp farklı bir sonuç çıkmasını beklemek." demiştir. Şimdi, Einstein'ın canı rahmet istemiş mi bir bakalım. Bunu öğrenmenin yolu eski Meclis tutanaklarıdır. Bundan önce defalarca Meclisten onay istenen tezkereleri iktidar nasıl savunmuş, muhalefet partileri ne demişler kısaca bir hatırlayalım. Muhalefete de kıyağım olsun, geçen sefer söylediklerini bir de ben burada tekrar edeyim.
Milliyetçi bir muhalefet sözcüsü "Terörle mücadele ve Irak'ın kuzeyine askerî müdahale konusunun içinde bulunduğumuz siyasi ortam ve şartlardan soyutlanarak ele alınamayacağı bir vakıadır." demiş.
"Bu açıdan bakıldığında, yetki süresinin ikinci kez uzatılması tezkeresi, Türk Silahlı Kuvvetleriyle terör örgütünün aynı denklemin içine konularak askerî operasyonların durdurulması çağrılarının yapıldığı, teröristlere örtülü af hazırlıklarının sürdürüldüğü, terör örgütü taleplerinin Hükûmet eliyle siyasi gündeme taşındığı ve Türkiye'nin bölünmesi modellerinin tartışıldığı puslu bir ortamda, bu tehlikeli görüşmelerin gölgesinde yapılmaktadır." demiş.
"Meclisten istenen yetkinin amacı tezkerede açıkça belirlenmiştir." diye devam etmiş. "Terör saldırılarının önlenmesi için TSK'nın Kuzey Irak'a gönderilmesi ve görevlendirilmesi olarak. Amaç budur. İstenen yetki budur." demiş.
"Bir önceki, 2007-2008 döneminde bu amaçla 29 hava harekâtı yapılmış, süre, bölge ve kapsam itibarıyla sınırlı bir kara harekâtı icra edilmiştir." demiş. Bu yıla, 2009 yılına ilişkin resme baktığında ise çok farklı bir tablo bulunduğunu söylemiş bu değerli muhalefet sözcüsü.
O tezkereye, "Yani bakın, bunu, neredeyse -mealen- son defa veriyoruz ama siz kıymetini bilmiyorsunuz. Bunları yapmadıkça da bir daha bizim karşımıza gelmeyin." demiş. Oradaki, neredeyse "Hafazanallah siz böyle yapıyorsunuz." dediğinde iktidarın reddettiği şeyler yine meçhul kişi ya da kurumlar tarafından sızdırılmış ki, bu muhalefet sözcüsü, tamamen haklı, terör örgütüyle -tırnak içinde- görüşülüyormuş meğerse ve bundan da kıyamet kopmuyormuş ama bunu, tezkereye "Evet." oyu vermesinin önünde bir tereddüt olarak belirtmiş. Bu oturumda ne yapacaklar bilmiyorum.
Şimdi, bu mesele askerî bir mesele değildir. Böyle olmaktan çıkalı, sayın üyeler, çok uzun yıllar olmuştur. Bunu böyle söylemek, birinin bunu size böyle söylemesi, sizin zekânıza hakarettir. İdeolojik bir şeyden bahsetmiyoruz. Bir insanlık hâlinden bahsediyoruz. Fotoğrafını görüp analizini yapamadıkları şey budur.
Kürtler, uzun bir geçmişi olan ve bugünkü iktidar tarafından da değişik yöntemlerle sürdürülen inkâr ve imha politikalarına karşı kendi hak bilinçleri ve statü talepleriyle karşı durmaya devam etmektedirler. Sizin gibi, Âdem'in güzel çocuklarıdır onlar da, hiçbir farkı yok sizden, eksikleri, fazlaları yok. Bu statünün, Allah'ın doğuştan verdiği şeylerin anayasal güvence altına alınmasını istiyorlar, hepsi bu ama işin çığırından çıktığı, "Kavgada yumruğunuz sayılmaz." dediği noktaya geldiği şeyleri ayrıca konuşacağız.
Burada Kürtlerden daha vahim noktaya itilen bir halk vardır, o da Türklerdir. Türkler -ben de bir Türk'üm- hacir altındadır. Türk'ün önüne Kürt'e düşmanlık etmekten başka hiçbir alan bırakılmamıştır. (BDP sıralarından alkışlar) Kredi kartlarıyla, sistemin yoksullaştırmasıyla, ideolojik pompaların manipülasyonlarıyla Türk'e düşen tek şey "Sen Kürt'e düşmanlık edeceksin kardeşim." Sabah akşam pompalanan budur. Sabah akşam zerk edilen budur. Türkler bunu böyle bilmek zorundadır çünkü dünyanın hiçbir yerinde halklar birbirine düşman olamaz. Bu kan emiciler, bu güvercin kasapları, bundan bezirgânlık yapanların ürettikleri ve her daim ateşini diri tuttukları bir kazandır bu, bu kazanın içinde kaynamayı reddetmelidir gönlü barıştan yana, insanlıktan, kardeşlikten, ortaklaşmadan yana olan herkes.
Bu anlamda, muhalefet partileri işgal ve bağımsızlık tedirginliği yaşarken dönüp ülkenin hâline bakmayı akıl etmemektirler. Anadolu'da bir söz var: "Değirmen gitmiş, şakşağını aramakla meşguller."
Bir başka muhalefet sözcüsü, sosyal demokrat: "Şimdi, Sayın Cumhurbaşkanı, bu kürsüde birkaç gün önce, Meclisin açılışında ne dedi?" diyor. Aynen okuyorum: "Bugün gelinen noktada Türkiye daha fazla şehitler vermeden, daha fazla mali kaynak ve enerji harcamadan, terör sorununu geride bırakmaya yarayacak yeni yöntemleri devreye sokma kapasitesine ulaşmıştır." Diyor ki: "Bunun yolunu bulduk." Lütfen bize de söyleyin, sizi tebrik edelim, hep birlikte sevinelim. Evet, gerçekten bir zamanlar Cumhurbaşkanı böyle konuşuyordu ve Kürtlerin rikkat kalbi bu sözlere yüksek bir anlam biçiyordu. Bugün o günleri, "Güzel şeyler olacak." günlerini mumla arıyoruz.
"Değerli arkadaşlar, biz bu tezkereye olumlu oy vereceğiz ama uygulamasını da yakından izleyeceğiz. Bu ülke sahipsiz değildir. Bu ülke yabancıların güdümüyle idare edilecek bir ülke de değildir. Bu ülke terörle mücadeleyi mutlaka sonuna kadar sürdürecektir ve başarıyla sonuçlandıracaktır." diyor. Acaba ana muhalefet bu süreci ne kadar izledi, izledi mi? Artan asker ölümleri, Kuzey Irak'ta ve sınır içindeki asker ölümlerinde artış askerî bir başarı mıdır, başarısızlık mıdır? Sonu başarısızlık gibi gözüken bir tezkereye ana muhalefet ne gibi bir akılla olumlu yaklaşmaktadır?
Bir sosyal demokrat milletvekili akşam evine gittiğinde, evladı "Anne, baba, siz bugün Mecliste ne yaptınız?" diye sorduğunda "Kardeş bir halka savaş kararı çıkarttık evladım.", "Aferin baba." Böyle bir şey. Bunu söyleme utancına hiçbir sosyal demokrat vekil dâhil olmamalıdır. Evladınız tutar size "Peki, o kadar insan, meseleyi siyaseten çözecek bir zekâ, bir vicdan bulamadınız mı?" diye sorar. Verilecek onurlu bir cevabınız olsun. Bu anlamda Sayın KemalKılıçdaroğlu'nun "akil insanlar" önerisi geliştirilmeli ve hayata geçirilmelidir. Çözümün başlangıç noktası bu türden çabalarda gizlidir. Sosyal demokrat arkadaşlarımızın içinde emek hareketinden gelenler vardır, sosyalist mücadele geleneğinden gelenler vardır, Kürtlerin insan hakları mücadelesinde önemli katkısı ve bilgisi olan vekiller vardır. Sosyal demokrat vekil olmak, sadece seçilmek ve yemin etmek değildir, tam da böyle savaş çığırtkanlığında barışın sesini yükseltmekle anlamlıdır.
SIRRI SAKIK (Muş) - Birazdan göreceğiz.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - İktidar sözcüleri daha vahim şeyler söylemişler: "Çok uzun zamandır biliyoruz ki sorun, tek başına bir asayiş sorunu değildir; ekonomik, siyasi, sosyal, kültürel ve güvenlik gibi parametreleri olan çok bilinmeyenli bir denklemdir. Otuz yıldır her şey denendi. Bu sürede görev almış tüm hükûmetler, terörü ortadan kaldırmak ve ülkenin her köşesinde huzur, güveni sağlayabilmek için emek ve gayret sarf ettiler. Farklı partilere mensup olarak bu koltuklarda oturan bizden önceki birçok milletvekili de hükûmetlerin sunduğu mücadele programlarının oylamalarına katıldı. Oluşturulan çözüm önerilerine terör belasından kurtulmak için ümitle destek verdi. Bu süre içinde millet olarak birçok şey öğrendik." diyor. "Bunlara tecrübemizi de ekleyerek yeni politikalar, yeni stratejiler ürettik. Belki Türkiye olarak netice alabilirdik fakat şu parametreler AK PARTİ Hükûmeti dönemine kadar bir bütün olarak alınıp bu denklemin tam anlamıyla çözülmesini maalesef uygulamaya koyamadığımız için sonuç elde edemedik." diyor. Gayet doğru, insanın katılası geliyor. Aynı konuşmanın?
Şimdi AK PARTİ'li vekillerin düşünmeleri lazım. PKK'nin ortaya çıkışından sonraki ölüm rakamlarına ve örgütün 2002 sonrası eylemlerine bakıldığında, tezkere konusunda her daim cömert davranan AK PARTİ Hükûmetinin savaş politikalarının yetersizliği çok göz önünde değil mi? Buna bağlı olarak, AK PARTİ'nin Türkiye Cumhuriyeti'nin en uzun süre iktidarda kalan hükûmetlerinden biri olduğu ve Meclisteki sandalye sayısı göz önüne alındığında 2009'da söylenen bu sözler 2011'de aynı tabloyu hatta daha büyük bir askerî başarısızlık çerçevesinde çiziyorsa bir sorun yok mudur sizce?
Hatırlatmak istemiyorum, daha önce de böyle bir savaş tellalları çıkmıştı, ordumuz planlanandan önce geri dönmüştü, sadece bu kadarını söylemekle yetiniyorum.
Şimdi, iktidar partisinin sözcüsü devam ediyor, diyor ki: "Demokratik açılımlardan korkmamalıyız, ürkmemeliyiz ve uzaklaşmamalıyız. Hiçbir gerekçe bu konuda elzem olan açılımları geçiştirmeyi meşru kılmaz." Buna da katılıyorum. Fakat acemi olduğum için süreyi iyi kullanamadım.
Herkesi, soyadı kadar sahip çıkması gereken bir şeye davet ediyorum; tutarlı olmaya. Dün söylediğinizi bugün yadsımayın, hesabını veremezsiniz. Şehitlik meselesi? Ortada dini mübin uğruna gidilen bir şey yoktur...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - ?böyle, cihatla bu iş olacak gibi değildir. İki tarafta aynı şekilde bir vatan tasavvuru vardır. Askerliğin zorunlu olduğu yerde şehitlikten bahsedilemez.
Vicdani ret hakkının tanınmadığı yerde şehadet diye bir kurum olamaz; ulema arkadaşlar var, en iyi onlar bilirler.
Vicdani retçi İnan Süver "İdamımı istiyorum." diye Başbakana bir mektup yazmış, bunu iletmeniz ricasıyla buraya bırakıyorum, siz alırsınız. (BDP sıralarından alkışlar)