| Konu: | TÜRK PETROL KANUNU TASARISI |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 111 |
| Tarih: | 28.05.2013 |
MHP GRUBU ADINA MÜNİR KUTLUATA (Sakarya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türk Petrol Kanunu Tasarısı'nın birinci bölümü hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum, yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.
Türkiye, dünya enerji rezervlerinin âdeta ortasında büyük enerji sorunları yaşayan bir ülke durumundadır, ciddi enerji açığı sorunu vardır. Bunu ithalatla karşılıyor olsa bile aynı zamanda önemli enerji arzı güvenliği sorunlarıyla karşı karşıyadır. Önümüze gelmiş bulunan bu tasarıyı doğru değerlendirebilmek için, Hükûmetin bir enerji politikasının olup olmadığının, varsa ne olduğunun ve on buçuk yılda ne sonuçlar verdiğinin bilinmesi gerekmektedir.
Ülkemiz, enerji ihtiyacının yüzde 72'sini ithalatla karşılar durumdadır. Bu bağımlılık 2002'de yüzde 69 idi, yani bağımlılık azalmıyor, artıyor. Bu olumsuz gidişi doğrulayan bir başka gösterge, 2002-2012 arasında 43 milyon ton petrol eş değerinde enerji tüketimi artışı olurken yerli üretimdeki artış, sadece 7 milyon tondan ibaret kalmıştır. 43'e karşı 7; yani sadece altıda 1'i dâhilî üretimle karşılanabilmiş durumdadır. Sonuçta, 2002 yılında 9 milyar dolar olan enerji ithalatı, 2012 yılında 60 milyar doları aşmış bulunuyor.
İktidarın enerji politikası adına gündemde tuttuğu politikalara, konulara bir göz atalım. "Terminal ülke mi olacağız, üretici ülke mi olacağız?" tartışmalarıyla bir süre vakit geçirilmişti sanki bunlar birbirine rakipmiş gibi. Yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelme konusu tartışma gündeminde tutulmuş, güneş ve rüzgâr enerjisi âdeta yeni keşfedilmiş gibi birçok tartışma yapılmış ama buralarda bir arpa boyu yol alınamamış idi. Sık sık keşfedilen milyarlarca tonluk kömür rezervleri devamlı gündeme gelmiş ama arkası gelmemişti.
Nükleer enerji santralleri üzerinde yürütülen tartışmalar işin bir başka tarafıydı. Nükleer teknolojiye ulaşmak üzere nükleer santral edinme yerine nükleer santral müşterisi olmakla övünmek gibi, konunun uzmanlarını ümitsizliğe sevk eden pesimist yaklaşımlar söz konusu oldu. Bu yetmezmiş gibi doğal gaz ve petrolde Türkiye'nin bağımlı kılındığı Rusya'ya nükleer enerjimizde de teslim olma yoluna gidilmiştir, üstelik teknolojisi Çernobil'de patlamış ve Türkiye'de de kanser vakalarını patlatmış bir ülkeye.
Örnekleri uzatmadan şunu söyleyebiliyoruz: On yılı aşkın süredir iktidarın sonuca yönelik bir enerji politikası olmamıştır, ithalat yaptığımız ülkelerle yürütülen günlük ilişkiler ve kamuoyuna tekrarlanan genel açıklamalardan öteye gidilememiştir. İktidarın bir enerji politikasının olmadığını göstermesi ve çıkarılacak olan bu yasanın durumunun anlaşılması için Kıbrıs çevresindeki zengin petrol ve doğal gaz yatakları üzerinde yürütülen çalışmaları ve Türkiye'nin durumunu sizlere hatırlatmak istiyorum: Hatırlanacağı üzere Kıbrıs Rum kesimi, İsrail ve ABD şirketleriyle Güney Kıbrıs münhasır ekonomik bölgesinde arama faaliyetleri başlatmış ve zengin gaz kaynaklarına ulaşmışlardı. Bu olay ortaya çıktığı zaman Hükûmet her konuda olduğu gibi esmiş, gürlemiş sadece konuşmakla yetinmiş ve yerine oturmuştu. Şimdi, iş geldi, İsrail'in taşıyacağı bu petrolün Türkiye'den geçirilmesini sağlayarak Türkiye'ye bir fayda sağlanır mı, İsrail'e jest yapılabilir mi noktasına. Bu olay Türkiye'nin bir enerji politikasının olmadığını gösterdiği gibi aynı zamanda dış politikasının kökten iflas ettiğinin örneklerinden birisidir.
Kıbrıs Rum kesimi ve İsrail'in Kıbrıs Adası münhasır bölgesinde doğal gaz ve petrol bulma ihtimali ciddiye binince ortaya çıkan tabloya dikkatinizi çekmek istiyorum. Kıbrıs Rum kesimi, bölgesinde 13 petrol ve doğal gaz arama parseli oluşturmuştu. Hükûmet önce 12'nci parselde Türkiye'nin de hakkı bulunduğunu söylemiş, ardından bu petrollerde Kıbrıs Türk kesiminin hakkı olduğunu da ifade etmiş ve sonuç alamamıştı. Bu ifadesiyle de diğer taraftan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin varlığını reddeder pozisyona düşmüştü. Denizcilik Müzesine gönderilmesi gereken Piri Reis Gemisi'ni "Bölgede petrol aramaya gönderdik." diyerek batmaktan zor kurtulan bir gemiyle Türkiye, kendi iddialarını kendisinin ciddiye almadığını göstermişti. Bu olay ortaya koymuştur ki son on yıl içinde bir petrol arama gemisi edinme ihtiyacı bile duyulmamış. Buradaki fiyaskodan sonra 130 milyon dolara bir gemi alınabilmişti.
Bunların hepsinden daha önemli olmak üzere, Rum kesimi kendi münhasır ekonomik bölgesinde yeni zengin enerji kaynakları arayıp bulurken Hükûmet on yılını Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin varlığını reddetmeye çalışmakla geçirmiş, dolayısıyla Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin münhasır ekonomik bölgesinde petrol arayıp bulmak gibi bir hesabı olamamış, Rumların kendi bölgelerinde yaptığı gibi. Rauf Denktaş'ı etkisiz kılmak ve kendi devletini reddeden gayrimillî bir şahsı cumhurbaşkanı yapmak üzere mesaisini Kıbrıs'ta sarf etmişti. Türkiye'ye zemin kaybettiren Annan Planı'nı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti vatandaşlarına dayatmakla meşguldü. Kıbrıs millî kahramanı Rauf Denktaş kahrından ölmüş, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kenara itilmiş, AKP muradına ermiş ama Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti devleti ve Türkiye Doğu Akdeniz'den âdeta çıkarılmıştı.
Herkesin Türkiye'nin Doğu Akdeniz petrol ve enerji kaynaklarından koparılması ve bölgeden püskürtülmesi sonucunu doğuran Mavi Marmara olayını önüne koyup ciddi şekilde düşünmesi gerekmektedir. Sayın Başbakanın "savaş sebebi" dediği bir planlı olayla Türkiye'nin hakarete uğramasına kimler nasıl ve neden alet olmuşlardır? Millî politikası olmayan ile olanın, enerji politikası olmayan ile olanın karşı karşıya gelmesi hâlinde ortaya çıkan tablonun ne olduğunu gösteren en ciddi örneklerden biridir bu.
Bir ülkenin enerji talebini kökten çözebilmesi için önünde üç yol vardır sayın milletvekilleri. Bunlar, sırasıyla, bir: Zengin enerji kaynaklarına sahip ülkelerde olduğu gibi, ihtiyacı kendi kaynaklarından karşılamak. İkincisi: Millî büyük petrol şirketlerine sahip olarak bunların diğer bölgelerde yaptığı aramalarda elde ettiği petrollerle ihtiyacı karşılamak. Üçüncüsü: Uygun ekonomik politikalar ve gelişmiş ekonomik yapılarla, kendisi rezerve sahip olsun olmasın ihtiyacını cari açık vermeden ithalatla karşılamak. Bunların hangisinde bu iktidarın on yıldır mesafe aldığını ve başarılı olduğunu sormak gerekmektedir. Bu açıdan baktığımız zaman, bu tasarının bu üç çareden hangisini ön plana çıkardığına ve hangisine çözüm getirdiğine bakmak ve bu yasayı o açıdan değerlendirmek gerekecektir. O yüzden, bu açıdan baktığımız zaman, önümüzdeki yasanın Türkiye'nin enerjideki ciddi açığını ciddi şekilde çözecek bir yasa olmadığını ortaya koymaktadır.
Şu soruyu sormak lazımdır: Kendi millî servetimizi, yabancıya büyük kolaylıklar sunarak sekizde 1'ini alıp 7'sini vermek mi enerji bağımlılığını çözmektir, yoksa sizin de başka ülkelerin millî serveti olan enerji kaynaklarına rızaları ile ulaşıp sekizde 1'ini verip 7'sini almak mı ekonomiktir veya sorunu çözmeye yöneliktir? Buna bir bakmak gerekir ve bu açıdan da Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığının durumunu değerlendirmek gerekmektedir. Türkiye'de büyük tecrübe kazanmış ve kendimizce büyük petrol şirketlerinden sayılan bir millî kuruluşu bu maksatla kullanıp ve Türkiye'nin enerji açığını telafide bundan faydalanmak yerine onu özelleştirmeye açmak ve elden çıkarmanın bir kanuna gerekçe yapılması pek de bu kanunun maksada uygun bir kanun olmadığını göstermektedir.
Bu açıdan, bu yasanın bu şekilde geçmesi yerine, önce Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığının dediğimiz istikamette kuvvetlendirilmesi ve bu açıdan da yeni, ciddi bir millî petrol kanununa zemin hazırlanması gerekir kanaatindeyiz.
Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)