GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: BDP GRUBUNUN, TOPLU MEZARLAR GERÇEĞİNİN ARAŞTIRILMASI, SORUNLARIN TESPİT EDİLMESİ VE ÇÖZÜM YOLLARININ BELİRLENMESİ AMACIYLA VERİLEN (10/595) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI AÇILMASINA İLİŞKİN ÖNERGESİNİN GÖRÜŞMELERİNİN GENEL KURULUN 29 MAYIS 2013 ÇARŞAMBA GÜNKÜ BİRLEŞİMİNDE YAPILMASINA İLİŞKİN
Yasama Yılı:3
Birleşim:112
Tarih:29.05.2013

HÜSEYİN AYGÜN (Tunceli) - Çok teşekkürler.

Bugün, esasen, üçüncü köprünün temeli atılmakla tarihi bazı hadiseler yeniden canlandı. Az evvel, Yusuf Halaçoğlu'nun bile Yavuz Sultan Selim'in adının büyük bir köprüye, Avrupa ve Anadolu'yu, Asya'yı birleştirecek bir köprüye, Yavuz Sultan Selim'in adının verilmesine itiraz ettiğini duyunca pek memnun oldum. Şöyle ki: "Hiç beklemeden ve bulduğunuz her yerde, 3 atasına dek, Kızılbaş taifesinden her kim ve nerede olursa olsun kökü kazıla." diye 1512'de ferman vermiş bir padişahtır Yavuz Sultan Selim. Dahası var, 1839 Fatih Kanunnamesi'ne göre, nizamıâlem için kardeşlerini katletmeyi meşru sayan bir imparatorluğun devamcısı ve Memlûklardan halifeliği alan büyük bir sultan olarak, kendi kardeşlerini, babasını ve bir veziri hariç bütün vezirlerini öldürtmüştür.

Şimdi, bugün, Sayın Gül ve Erdoğan'ın yeni açılacak köprüye, Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'nden sonra üçüncü köprüye, "Yavuz Sultan Selim" adını verdiğini okuyunca, bu tarihî anılar aklıma geldi. Sürekli buradan "Alevi-Sünni çatışması yaratmayalım. Alevi kardeşlerimiz kışkırtılıyor, bir mezhebi bazı örgütler kullanıyor." diye özellikle AKP sıralarından eleştiriler yapan arkadaşların söylediklerinde, bu manzara karşısında samimi olmadığı gözümün önüne geldi. Zira, Yavuz Sultan Selim büyük bir padişah, Memlûkları yenmiş, Şah İsmail'i yok etmiş ve İslam birliğini sağlamış, sonra da Avrupa'ya dayanmış bir padişah olabilir ama unutmayın ki onun İran seferinden evvel "defterleri yazıla" ve "defterleri dürüle" diyerek fişlettiği 45 bin kişinin cenazesi de tartışılmadan, konuşulmadan önümüzde duruyor. Türkçeye "defterleri dürülsün", "defterleri dürüle" diye giren deyim Yavuz Sultan Selim'in kadılara gönderdiği fermanların içinden çıkmıştır, bunu da unutmayalım. Dolayısıyla, Yavuz Sultan Selim adını büyük bir köprüyü vermek yalnızca Türkiye'de Alevi, Sünni kardeşliğini, dayanışmasını dinamitlemektir. 15-20 milyonluk bir topluma biz açıkça ve bundan sonra yapabildiğimiz kadar ayrımcılık yapacağız, size tarihteki en kötü şeyleri yaşatacağız demektir, niyet ve iradeniz ne olursa olsun.

Değerli milletvekilleri, benden önce söz alan hatip, İzmir milletvekili, aynı zamanda İnsan Hakları Komisyonu üyesi, on dakikalık süresinin yarısını kullandı ve şöyle dedi: "Bizim dönemimizde hiç faili meçhul cinayet olmadı." Ben sadece Tunceli'den 3 tane faili meçhul cinayet size söyleyeyim: 2004'te İmam Boztaş, 2005'te Hasan Şeyh, 2007'de Bülent Karataş öldürüldü. Bunların failleri belli değil, faili meçhul cinayet dosyası olarak raflarda bekliyor. Hatibin verdiği bilginin sadece Tunceli bakımından yanlışlandığını gösteren gelişmeler bunlar.

PERVİN BULDAN (Iğdır) - Öbür dünyada yaşıyor, burada değil.

HÜSEYİN AYGÜN (Devamla) - Ayrıca, Güneydoğuda Ceylan Önkol örneğini sanırım hatırlatmama gerek yok, sayısız cinayetlerden biri olarak.

"Bizim dönemimizde karanlıklar aydınlandı." dedi İnsan Hakları Komisyonu üyesi de olan hatip ama Türkiye'de tam 1.269 kişi şu an 113 noktada toplu mezarlarda duruyor, bunun içinde Hizbullahın mezar evleri de var tabi. Bugüne kadar 25 tane toplu mezar açılmış ve bu 1.269 kişinin sadece yüzde 1'i çıkarılmış durumda. Bunların büyük bir bölümü çatışmalarda vurulan militanlar ama çatışmada vurulan teröristler olduğunu düşünsek bile onların da bir mezar yerine, ailesinin belirlediği geleneklere uygun bir şekilde gömülme hakkı bulunduğunu herhâlde hiçbir vicdanlı insan ve hiçbir evrensel hukuk ilkesi inkâr edemeyecektir. AKP'nin bugüne kadar hiçbir toplu mezarla ilgili, bu mezarların açılması, bu mezarlardaki ölülerin kimliklendirilmesi, mezarlarda yatanların araştırılarak olayın oluş biçimi, bunun bir cinayet mi olduğu, faillerinin kimler olabileceği yönünde hiçbir çalışması yok. Dolayısıyla, İnsan Hakları Komisyonu üyesi arkadaşımın verdiği bilgiler bu yönden de çok ağır bir yanlış olarak -en hafif deyimle- değerlendirilebilir.

Bir tek mezar Türkiye'de uluslararası standartlara göre açıldı; 12-13 Ağustos 2011 yılında yani yaklaşık iki yıl evvel Çemişgezek'te. Burada da Hüsnü Yıldız diye bir tane kahraman Sivas'ın Zara ilçesinden yola çıktı, geldi, çadır kurdu, tam altmış iki gün boyunca bedenini ölüme yatırdı. O dönem, o kişinin annesiyle birlikte ölüm orucunda ölmesinin bakanların, milletvekillerinin, Hükûmetin imajına vuracağı darbe düşünülerek 12-13 Ağustosta siyasi iradenin devreye girmesiyle Çemişgezek'teki toplu mezar kazılması gerçekleşti. Ben de Dersim Milletvekili olarak oradaydım, zaten o direnişi de başından beri destekliyordum. Çünkü, bir insanın kardeşinin cenazesine ulaşma hakkı en insani haklardandır, aslında bizim hukukumuz da buna cevaz veriyor. Fakat, o insan tam altmış iki gün açlık grevi yaparak, ölüm sınırına gelerek bu direnişi kazandı ve orada 1 kişinin direnişiyle başlayan toplu mezar açılması -2011'in 13 Ağustosunda- tam 15 tane kimliksiz ölünün bulunmasıyla sonuçlandı. 1 kişi direndi ama 15 tane ceset bulundu. O kişinin direndiği, uğruna bedenini ölüme yatırdığı kardeşi olan Ali Yıldız ne mutlu ki adli tıp raporlarıyla tespit edildi ve Gazi Mahallesi'nde aile mezarlığına defnedildi, diğer 14 kimliksiz ölü hakkında hiçbir inceleme yapılmadı, kim oldukları bile bilinmiyor. Bu direnişi Türkiye'ye armağan eden arkadaş, sadece bir direnişçi ve Türkiye'ye uluslararası hukukun gereklerini hatırlatan bir kahraman değil, aynı zamanda bir yazar. Bugün toplu mezar gerçeğini onun direnişiyle, onun yarattıklarıyla da hatırlıyoruz; İsmi Hüsnü Yıldız, İstanbul'da yaşıyor. Onun kitabını da getirdim, onun bu konuya büyük katkısını anmak ve eserini milletimize tanıtmak için. "Dünyada Direnişle Açılan İlk Toplu Mezarın Güncesi" başlıklı bir kitap, adı kardeşine ithaf edilmiş, "Sana Geldik Ali" isimli; Ali Yıldız için direnmişti ve buldu kardeşini toplu bir mezarda. Dolayısıyla, Çemişgezek'teki bu küçük hikâye ne kadar büyük bir meseleyle karşı karşıya olduğumuzu ortaya koyan, ne kadar can yakıcı? Eğer yakınları, sevgilileri, eşleri, anneleri, babaları, kardeşleri, yoldaşları, cemaat üyeleri, taraftarları düşünüldüğünde 40 bin, 50 bin kişilik büyük bir topluluğu, Anadolu'da orta ölçekteki bir kasabanın halkını etkileyecek ölçüde büyük bir toplumsal yarayla yüz yüze olduğumuzu düşünüyorum. Sadece o ölüleri oradan çıkarmayacağız, onların yakınlarına da insan olduklarını, yakınlarının insan olarak değer görmesi gerektiğini hatırlatacağız. Daha önemlisi, çok vicdani bir şey yapacağız: Yer altında bilinmeyen bir ölü, belki de ünlü bir gazeteci, öldürülmüş asit kuyusuna atılmış bir politikacı. Madem 1990'ların karanlığıyla sürekli yüzleşmekte, o dönemin karanlıklarını aydınlatmakta ve bu misyonu savunmakta Hükûmetin iddiası olduğunu söylüyoruz, bu çok basit meselede hemen adım atabiliriz.

Benim gördüğüm, 2011'de İnsan Hakları Derneği bir rapor yayınlamıştı, sonra o rapor üzerinden biz de Çemişgezek deneyimi ışığında bazı çalışmalar yaptık. Benim gördüğüm şey şu: Bu 1.269 kişinin 572'si 1993-1996 arasında toplu mezarlara konmuş yani Çiller'in işbaşında olduğu dönem ve yargısız infazların yoğunlaştığı dönem. Yine, son yirmi yıllık, otuz yıllık ağır insan hakları ihlalleri pratiğinde bu üç yılda toplu mezarların içindeki insan sayısında yüzde 37 artış olmuş. Dolayısıyla, o dönemin aydınlanması, o dönemin sorumlularının yargılanması için sadece Mehmet Ağar'la değil, dönemin bütün siyasi, askerî, polis yetkilileriyle hesaplaşılması gerektiği kanaatindeyim.

Bugün Hükûmet eğer samimiyetini göstermek istiyorsa uygulanıp uygulanamayacağını hiç bilemeyeceğimiz, önümüzdeki günlerde yargının pratiğiyle anlayacağımız zaman aşımı müessesesinin zorla kaybetme suçundan da kaldırılması ve bu suçun insanlık suçu olarak Ceza Kanunu'na yazılması gerekiyor ama bu konuda hiçbir adım atılamadı. Öte yandan, toplu mezardaki insanları çıkarmak için yeni Hüsnü Yıldız'ları beklememeliyiz, bunu toplu veya ferdî şikâyet konusu olarak adım atılan bir alan olmaktan çıkarıp bu konuda sistematik bir yaklaşım benimsemek zorundayız. Ben de toplu mezarlarla ilgili bir hakikatleri araştırma komisyonunun kurulmasını doğru buluyorum. Zaten hakikatleri araştırma komisyonunun içinde de böyle özel bir şey kurulabilir ve bunu bizim partimiz de çok defa TBMM gündemine getirdi, önergeler verildi, Hükûmetin oylarıyla her zaman reddedildi.

Öte yandan, bu meseleyle ilgili bağımsız bir komisyon kurulması gerekiyor. Sadece cumhuriyet savcısının keyfine göre veya Adalet Bakanının insafına göre gidip bir yerdeki toplu mezarı açmak kabul edilemez. Bu konuda muhakkak baroların, adli tıp örgütlerinin, bilim insanlarının, Hırvatistan'da, Sırbistan'da büyük katliamlarda deneyimi olan özellikle adli tıp uzmanlarının görev alması lazım, yine kurban yakınlarının bu komiteye alınması lazım; bağımsız bir komisyon, TBMM'de ise hakikatleri araştırma komisyonu kurulması gerekir.

Görüşlerim özetle böyle. Teklifin lehinde oy kullandığımı bildirmek istiyorum.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)