| Konu: | CHP GRUBU ÖNERİSİ |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 102 |
| Tarih: | 03.05.2012 |
MUSTAFA MOROĞLU (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sırayı kaybettiğim için özür diliyorum, bir ara verince bir dakika geciktim.
Buraya ben ve milletvekili arkadaşlarımla 12 Haziran 1980 yılında İnciraltı Yurdunda yapılan katliamın araştırılması için bir Meclis araştırması önergesinin kabul edilmesi lehinde konuşmak üzere söz aldım.
Biraz önce, Değerli AKP Milletvekili "Biz de araştırmalardan yanayız; 12 Eylül darbecilerinin araştırılması için önergemiz günlerce reddedildi, yıllarca reddedildi ama geçende hep beraber bir araştırma önergesi verdik, bizim de İnciraltı Yurdunda yapılan katliamdan içimiz sızlıyor." dedi ama İnciraltı'nın bir okul olduğunu söyleyerek, İnciraltı'nın bir yurt olduğunu bilmeyecek kadar da bu katliamın ne zaman, nasıl yapıldığından uzakta olduğunu kendi konuşmasıyla da ifade etti.
Evet, 1980 yılında İnciraltı'nda bir katliam gerçekleştirildi. Mayısın hazirana döndüğü aylarda, hepimizin hatırladığı ve belleklerinden silinmeyecek bütün katliamlara, Çorum'a, Maraş'a, Malatya'ya, Piyangotepe'ye ve Balgat katliamları gibi katliamlara bir yenisi daha eklendi. Devlet eliyle işlenen katliamların bir yenisi daha İnciraltı yurtlarında gerçekleştirildi. Nasıl oldu İnciraltı katliamı kısaca ona değinmek istiyorum.
Bildiğiniz gibi, o yıllarda üniversite sınavları bütün illerde yapılmıyordu sadece birkaç tane büyük ilimizde yoğunlaşarak belli illerde yapılıyordu ve Türkiye'nin dört bir yanından 13 Haziran üniversite sınavlarına katılmak için gelen gençler barınmak için İnciraltı Yurduna sevk edilmişlerdi. Bu sevk edilme bilerek mi yapıldı bilmeyerek mi yapıldı araştırmamız gereken konulardan birinin bu olduğunu ifade ederek bir parantez açmak istiyorum. Her anne-babanın yaptığı gibi, üniversite sınavına gelen arkadaşlarına "Sınav stresini ortadan kaldırsınlar, sınava rahatça girsinler." diye yurtta kalan öğrenciler tarafından bir şölen düzenlendi. Daha bu şölen düzenlenir düzenlenmez saat 21.00-21.30 civarlarında İnciraltı Yurdunda şölen yapan, halay çeken, oturan öğrencilerin arasına yanaşan bir arabadan kurşunlar yağdırıldı. Biraz sonra "Ayağa kalkın." sesleriyle ayağa kalkan öğrencilere bir üç dakika daha tarama yapıldı ve İnciraltı yurtlarında 5 tane öğrenci yaşamını kaybetti, yıl 12 Haziran 1980, yıl 30 Haziran 1980 ve 4 Temmuza kadar süren? Çorum'da da 57 yurttaşımız hayatını kaybetti. "Bu ikisi arasında ne ilinti vardır?" diyeceksiniz. 12 Eylül darbesini araştırmak isteyenler, bu ikisi arasında ne tür bir ilişki olduğunu bilmeyecek kadar cahil olamazlar. Onun için, 12 Haziran 1980 yılında İnciraltı'nda yapılan katliamın bir Meclis araştırmasıyla ortaya çıkarılmasını istemek, aslında 12 Eylül darbesinin ve 12 Martların ve bütün darbelerin araştırılmasını istemekte ne kadar samimi olup olmadığımızı da ortaya koyan gerçeklerden, ortaya koyan ölçülerden biri olacak.
Kimdi bu İnciraltı'nda ölen arkadaşlarımız? İsimlerini ve geldikleri memleketleri saymak da sanırım o döneme ilişkin ve bu dönem çıkarmamız gereken derslere ilişkin bir fikir verecektir. İsmail Baytak'tı bir öğrenci, on sekiz yaşında, Balıkesir Sındırgılıydı. Mehmet Ali Arun'du, Balıkesir Burhaniyeliydi. Mustafa Uslu'ydu, Manisa Turgutlu'dandı. Ali İhsan Tan'dı, Diyarbakırlıydı. Hüseyin Akdağ'dı, Nazilliliydi. Otopsi raporu yapıldı. Hastaneye gitmelerine, İnciraltı Yurdundan çıkmalarına uzun süre izin verilmedi ama hastanede ihmal var mıydı, yok muydu o da araştırılmadan gençlerin öldüğü ve otopsi raporlarında da M-1 ve M-6 silahlarından çıkan kurşunlarla taranarak öldürüldüğü otopsi raporlarına geçti.
Bugüne kadar, bu davanın seyri hakkında kamuoyuna önemli bir açıklama yapılamadı. Sorumluları kimlerdir, emri kim vermiştir, tetiği kim çekmiştir, yargılama ne safhadadır, ne hâle gelmiştir, bununla ilgili bilgiler hâlâ sırdır. Eğer 12 Eylül darbesini ve bu darbenin hazırlanması için yapılan katliamları araştırmak isteyen bir Meclis, kimlerin yardım ettiğini, 12 Eylülle ilişkisini, yargılanmalarını kimlerin engellediğini açığa çıkarmadan 12 Eylülle bir hesaplaşmanın mümkün olmadığını düşünüyorum. 12 Eylülle hesaplaşmak istiyorsanız -bugün buraya gelirken, biraz önce BDP Grubundan bir milletvekilimizin de andığı gibi- 6 Mayısta idam edilen Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın idamlarıyla da hesaplaşmak, idam edenlerle de hesaplaşmak ve onların, ülkeleri için, bağımsızlığı için ve halkların kardeşliği için ölen birer genç olduğunu bütün Meclisin kararına geçirmek zorundasınız. Başka türlü, 12 Martlarla, 12 Eylüllerle, 27 Mayıslarla mücadele etmeniz ancak olsa olsa halkı yanıltmak ve var olan iktidarınızı sürdürmek üzere yapılan bir yalandan öteye gitmez.
Bu karanfilleri de bilerek aldım. Artık bazı konularda samimiyseniz, eğer "Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın idam edilmeleri doğru değildi, yanlıştı, bir intikam duygusuyla yapıldı. Türkiye Büyük Millet Meclisinin milletvekilleri intikam duygusuyla hareket etmiyor." diyorsanız, bunu buraya konuşmaya çıkan, 6 Mayısın anısına -keşke 6 Mayısta da burada olabilseydik, Pazar günü olduğu için- bugün buraya konuşmaya çıkan bütün milletvekilleri bu 3 fidanı, bu 3 karanfili burada bırakmak için gereken çabayı göstermelidirler diyorum. (CHP ve BDP sıralarından alkışlar)
Nedenine gelince, herkes, her çıkan, biz Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın ölümlerinin, idam edilişlerinin 40'ıncı yılında onları anmanın sadece bir seremoniden öteye geçmesini istiyorsak, onların yaşamlarının niye yok edildiğini bilmemiz ve onların mücadelelerinin anlamını bilmemiz gerekiyor. Onlar, Mustafa Kemal için 19 Mayısta Ankara'ya kadar Samsun yürüyüşünü, Mustafa Kemal yürüyüşünü gerçekleştirenlerdi. Onlar, Filistin'e Filistin halkının mücadelesine destek olmak için gidenlerdi. Tütün mitinginin en önünde olan olanlardı. Pamuk mitinglerinin en önünde olanlar onlardı. Bizler o gün onlara bir tütün işçisinin evladı olarak Eşme'de, Güney'de, Güllü köyünde, Alaşehir'de, Sarıgöl'de yani tütün ekip de, ürettikleri tütünün gaz parasını vererek yakmak zorunda olan köylülerin önünde gördüğümüzü biliyoruz, hatırlıyoruz. Onları anmanın anlamı budur.
Sözü uzatmadan, ben en iyisi mi, niye asıldıklarına ilişkin sözü Deniz Gezmiş'e bırakayım, Deniz Gezmiş'in babasına yazdığı mektubu okuyayım: "Mektup elinize geçmiş olduğu zaman aranızdan ayrılmış bulunuyorum. Ben, ne kadar üzülmeyin dersem yine de üzüleceğinizi biliyorum fakat bu durumu metanetle karşılamanı istiyorum. İnsanlar doğar, büyür, yaşar, ölürler. Önemli olan çok yaşamak değil, yaşadığı süre içinde fazla şeyler yapabilmektir. Bu nedenle ben erken gitmeyi normal karşılıyorum ve kaldı ki, benden önce giden arkadaşlarım hiçbir zaman ölüm karşısında tereddüt etmemişlerdir, benim de tereddüde düşmeyeceğimden şüphen olmasın. Oğlun ölüm karşısında âciz ve çaresiz kalmış değildir, o bu yola bilerek girdi ve sonucunun da bu olacağını biliyordu. Seninle düşüncelerimiz ayrı ama beni anlayacağını tahmin ediyorum. Sadece senin değil, Türkiye'de yaşayan Kürt ve Türk halklarının da anlayacağına inanıyorum. Cenazem için avukatlarıma gerekli talimatı verdim, ayrıca savcıya da bildireceğim. Ankara'da 1969'da ölen arkadaşım Taylan Özgür'ün yanına gömülmek istiyorum, onun için cenazemi İstanbul'a götürmeye kalkma. Annemi teselli etmek sana düşüyor. Kitaplarımı küçük kardeşime bırakıyorum. Kendisine özellikle tembih et, onun bilim adamı olmasını istiyorum. Bilimle uğraşsın ve unutmasın ki, bilimle uğraşmak da bir yerde insanlığa hizmettir.
Son anda yaptıklarımdan en ufak pişmanlık duymadığımı belirtir; seni, annemi, ağabeyimi ve kardeşimi, devrimciliğimin olanca ateşiyle kucaklarım."
Halkı için, Türkiye için, bir bayram günü nümayişe çıkar gibi idam sehpasına çıkanlara selam olsun, onları idama götürenlere de lanet olsun. (CHP ve BDP sıralarından alkışlar)