| Konu: | 5 HAZİRAN DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ'NE İLİŞKİN |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 116 |
| Tarih: | 05.06.2013 |
EROL DORA (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 5 Haziran, tüm dünyada Dünya Çevre Günü olarak kutlanmaktadır. Bu vesileyle, Türkiye'de uygulanan çevre politikalarını ve yaşanan çevre problemlerini dile getirmek amacıyla gündem dışı söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Kırk bir yıl önce, Birleşmiş Milletler tarafından 5-16 Haziran 1972 tarihlerinde Stockholm'de düzenlenen Çevre Konferansı'nda, dünyanın doğal dengesinin korunması için insan ve doğal varlıklara öncelik veren bir anlayış ortaya konulmuştur. Bu konferansta alınan kararların bir anlamda çevre koruma alanında milat olması gerçeğinden hareketle, konferansın toplandığı tarih, Dünya Çevre Günü olarak ilan edilmiştir. 1972 yılında "çevre ve insan" merkezli oluşan çevre politikaları, 1992 yılında Brezilya'da gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı'nda "çevre ve kalkınma" anlayışına dönüştürülmüştür. 2000'li yıllara geldiğimizde ise çevre politikaları "sürdürülebilir kalkınma" kavramı çerçevesinde daraltılmıştır.
Ekonomik kalkınma ve rant, kâr kaygısıyla yürütülen bu politikalar; küresel ısınma, kuraklık, iklim felaketleri, ormansızlaşma, biyoçeşitliliğin ortadan kalkması ve ekolojik krizin geri dönülmez noktaya gelmesi gibi sonuçlara neden olacaktır.
Değerli milletvekilleri, Türkiye, maalesef, on yıldır ekonomik büyüme saplantısının esiri olmuş ve siyasi iktidarın uygulamış olduğu çevre politikaları bu doğrultuda şekillenmiştir. Anadolu'daki hemen hemen tüm derelerde, son birkaç yıl içinde, kırk dokuz yıllığına, 2 bini aşkın şirkete suyun kullanım hakkı hidroelektrik santral yapılmak üzere devredilmiştir. Doğanın hakkı olan, tüm canlılara yaşam sağlayan su, havzasıyla birlikte şirketlerin kullanımına ve sermayenin hizmetine sokulmuştur. Bütün dünya vazgeçme yolunda ilerlerken, Hükûmet, Akkuyu ve Sinop'ta iki nükleer santral kurmakta ısrar etmektedir. Oysa, Mersin ve Sinop halkları, nükleer santralin hem doğa hem insanlık için yaratacağı felaketleri dikkate alarak nükleer santrallere karşı yıllardır direnmektedir.
Nükleer santrallerin yanı sıra, Hükûmet, iklim değişikliğine neden olan sera gazlarının atmosfere salınımını son yılda dünya rekoru kıracak kadar artırmış, iklime, çevreye ve sağlığa en fazla zarar veren kömürlü termik santrallerden 50 tane daha yapılması için izin vermiştir.
Değerli milletvekilleri, Türkiye'de Hükûmetin ekonomik büyüme odaklı, her geçen gün daha da hızla ilerleyen doğa katliamı, İstanbul'da yapılacak olan üçüncü köprü ve üçüncü havalimanıyla tekrar gündeme gelmiştir. Her iki proje için toplam kesilecek ağaç sayısı neredeyse 2,3 milyona yakındır ve bu tahribat İstanbul'da var olan ekolojik dengeyi ciddi şekilde engelleyecektir.
Yine, son bir haftadır gündemde olan, Taksim'de yer alan Gezi Parkı'na alışveriş merkezi yapılması projesiyle, Hükûmet tarafından çevre duyarlılığının asla gözetilmediği bir kez daha gözler önüne serilmiştir. Gezi Parkı'nın Taksim'de kalan son yeşil alanlardan biri olması ve yaklaşık yetmiş yıl önce dikilen ağaçların alışveriş merkezi yapılması için sökülecek olması kamuoyu tarafından tepkiyle karşılanmış, başta İstanbul olmak üzere Türkiye genelinde büyük gösteri ve eylemlere neden olmuştur. Bu gösteri ve eylemlerde hayatını kaybeden vatandaşlarımız için Allah'tan rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum.
Demokratik ülkelerde, ülke genelinde doğaya ve çevreye dair yapılacak her çalışmada, ilgili bakanlıklardan çok yörede yaşayan halktan izin alınmakta ve verilecek her kararda halkın aktif rol alabilmesinin önü açılmaktadır.
Avrupa'da aktif katılımın sağlanması için bu tür konularda referandumlar yapılmaktadır çünkü yöre halkının ne istediği gerçekten önemsenmektedir. Örneğin, İsveç'te yapılacak yeni metro istasyonunun çıkış noktasında yirmi otuz yıllık 1 adet ağacın kesilmesi gerekirken "Metro istasyonundan mı vazgeçelim, ağaçtan mı?" sorusuna cevap aramak için Stockholm'de bir referandum yapılmış ve halkın yüzde 90'ı yeni metro durağına karşı çıkarak "Bir önceki istasyonda iner yürürüz, ağaç kesilmesin." demiştir. Yöneticiler, böyle düşünmese bile bu karara saygı göstermişlerdir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu nedenle, Türkiye'nin taraf olduğu Kyoto Protokolü, Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi gibi uluslararası sözleşmelerin gereğini yaparak ekolojik dengeyi gözeten politikalarla yoluna devam etmesinin artık bir tercih değil zorunluluk olduğunu belirtiyor, hepinizi tekrar saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)