GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: ÖDEME VE MENKUL KIYMET MUTABAKAT SİSTEMLERİ, ÖDEME HİZMETLERİ VE ELEKTRONİK PARA KURULUŞLARI HAKKINDA KANUN TASARISI (S. SAYISI: 473)
Yasama Yılı:3
Birleşim:122
Tarih:19.06.2013

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Müsaadenizle, Sayın Şandır'ın sorularından başlayayım. Önce spesifik konularda sorduğu soruları ben cevaplandırmaya çalışayım, sonra genel konulara ilişkin görüşlerimi sizlerle paylaşayım.

Yabancıların bankacılık sektöründeki kontrol payı Nisan 2013 itibarıyla yüzde 17,8 olarak gerçekleşmiştir yani yabancıların kontrolünde olan bankaların toplam bankacılık sektörü içerisindeki payından bahsediyoruz.

Kâr dağıtımı 2008'den beri BDDK tarafından sınırlandırılmıştır. Aslında, bu, kriz döneminde alınmış çok önemli bir tedbir. "Neden?" diye sorarsanız, şöyle: Biliyorsunuz bu bankacılık krizi yani küresel krizde temel sorun, başlangıçta finans sektöründeki sorunlardı yani bankacılık sektöründeki sıkıntılardı. Şimdi, biz bunu gördüğümüz için? Türkiye'de bankacılık sektörü nispeten çok güçlü, çok sağlam. Nitekim, hatırlarsanız bizde bankalar batmadı, hatta, yanlış hatırlamıyorsam, 2007-2011 veya 2012 döneminde ortalama sermaye getirisi de oldukça yüksekti, yüzde 20 civarındaydı yani bankacılık sektörü Türkiye'de sağlamdı. Bizim kaygımız, bu kâr dağıtımına biz izin verirsek, ana şirketlere yani sıkıntıda olan şirketlere buradan kaynak transferi mümkün olabilirdi ama daha önemlisi, tabii ki bu kriz döneminde sermayenin güçlendirilmesi temel bir konu ve biz, bu sermayesinin güçlü kalması için, elde edilen kârların içeride sermayeye ilave edilmesini sağladık. Dolayısıyla burada bir sınırlama söz konusu. Sermaye yeterlilik rasyolarına bağlı olarak yüzde 20'yi geçmemek üzere, BDDK'nın izni ve kontrolü altında bir kâr dağıtımı yapıldı; yüzde 20'yi geçmemek üzere. Dolayısıyla, burada çok temel, çok ciddi bir sınırlama söz konusu.

MEHMET GÜNAL (Antalya) - Sayın Bakanım, borsadaki halka açıklar dâhil mi yüzde 17,8'e?

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) - Benim bildiğim kadarıyla, burada bir ayrım yapılmıyor. Burada bütün bankacılık sektörü açısından BDDK'nın getirdiği bir sınırlama söz konusu. Sermaye yeterlilik oranı dikkate alınıyor ama maksimum yüzde 20'lik bir oranda dağıtıma izin verildi. Dolayısıyla, sermaye yapısı zayıf olan bankalar muhtemelen hiç kâr dağıtamadı.

MEHMET GÜNAL (Antalya) - Yabancı kontrolü açısından demiştim. "Yüzde 17,8" dediniz ya, halka açıklar dâhil mi?

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) - Şimdi, şöyle: Yabancı kontrolü ayrı bir şey, yabancıların payı ayrı bir şey bakın.

MEHMET GÜNAL (Antalya) - İşte, biz payını da merak ediyoruz.

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) - Payını arkadaşlar söylesinler, ben sizinle paylaşayım. Ben, kontrol anlamında rakamı kullandım.

Şimdi, Rekabet Kurumunun cezalarıyla ilgili, tebligatı ulaşır ulaşmaz tabii ki burada bir tahsilat söz konusu olacaktır. Şu an itibarıyla bize, yani Maliye Bakanlığı olarak bize böyle bir tebligat henüz ulaşmadığı için? Muhtemelen gerekçeli karar bekleniyor. Yani ben süreçten çok emin değilim ama konuyu öğrenirsem sizlerle paylaşırım.

Şimdi, bunlar, dediğim gibi, temel, spesifik konular. Şimdi gelelim faiz lobisi tartışmasına.

Değerli arkadaşlar, tabii, önce, müsaade ederseniz birkaç rakamı sizinle paylaşayım. Gerçekten, Türkiye'nin geçmişte uzun süre kaynakları önemli ölçüde faiz ödemelerine gidiyordu. Bu, Türkiye'nin bir gerçeğidir. Yani, ben herhangi bir dönemi suçlamak açısından söylemiyorum. Türkiye'nin iç borcu 1990'lı yıllarda çok hızlı artmıştır. 1990 yılında -yanlış hatırlamıyorsam rakamları- Türkiye'nin iç borcu 57 milyon liraydı yeni parayla, yani eski parayla 57 trilyon lira.

Şimdi, 2000'li yılların başına geldiğimiz zaman bu 150 milyara çıkmış, yani eski parayla 150 katrilyona çıkmış. Dolayısıyla -faiz oranları da tabii, takdir edersiniz ki o dönemlerde çok yüksek- giderek bütçemizin, giderek vergi gelirlerimizin çok büyük bir kısmı faize gitmiş bu dönemlerde. Mesela, 2002 yılında 100 liralık verginin yaklaşık 86 lirası faize gidiyordu, bütçenin yüzde 43'ü faize gidiyordu. Bu, Türkiye'nin bir gerçeği. Şimdi, bu dönemde, tabii ki makroekonomide sağlanan istikrar, enflasyonda sağlanan kalıcı düşüş sayesinde faiz oranları da düşmüştür. Faiz oranlarının düşmesiyle birlikte, faiz giderlerinin gerek bütçe içindeki payı gerek vergi gelirlerine oranla payı gerek millî gelire oran olarak payı çok büyük düşüşler yaşamıştır. Mesela, 2002 yılında yaklaşık yüzde 15 olan millî gelir içerisindeki devletin faiz ödemelerinin payı yüzde 3,3 civarına düşmüştür, vergi gelirleri içerisindeki payı yüzde 86'lardan yüzde 16-17'lere kadar düşmüştür. Yani, Türkiye, bu faiz düşüşünden gerçekten çok büyük bir mali alan oluşturmuştur ve bu mali alan -samimi olarak söylüyorum- eğitime gitmiştir, sağlığa gitmiştir, sosyal harcamalara gitmiştir.

Şimdi, siz de takdir edersiniz ki bütün piyasalarda, faiz iniş çıkışından para kazanmaya yönelik beklenti içerisinde olan veya bu tür yaklaşımlar içerisinde olan çok sıcak, spekülatif kaynaklar vardır, bu yönde birtakım fonlar da vardır, bu yönde gerçek şahıslar dahi olabilir. Bu, sadece Türkiye'nin sorunu değil, bu gerçekten bir sorun. Finans piyasalarında bu kurgu üzerine hareket eden kesimler vardır. Şimdi, muhtemelen, Sayın Başbakanımızın burada refere ettiği kesim, bu kesimdir ama genel olarak şunu da söylemek lazım: Bir çıkar lobisi de vardır. Bütün ülkeler birbirleriyle rekabet içerisindedirler. Herkes, kendi konumunu uluslararası arenada, bölgesel anlamda, küresel anlamda daha güçlü kılmak ister. Bu, tabii ki herkesin kazandığı bir yarış değil, öbürlerinin aleyhine gelişecek ki kazansın. Şimdi, burada, Türkiye'nin? Ben şahsen, bakın, açık konuşayım, prensip olarak, sorunumuz varsa sorunun kaynağı ve çözümü de bizdedir diye düşünüyorum fakat şunu da kabul etmek lazım: Yani, bu tür gelişmelerde, bu tür sisli ortamlarda, arka planlarda, sonradan veya başında, belli çevrelerin de devreye girdiği açıktır ve bu anlamda birtakım organize hareketlerin de olması ihtimali vardır. Yani, komplo teorilerine inanmamakla birlikte, zaman zaman bu tür konuların istismar edilebileceği, bu tür konuların fırsata çevrildiği de bir gerçektir. Şimdi, bu böyle. Muhtemelen, dediğim gibi, bu konu o çerçevede değerlendirilebilir.

Sayın Dibek'in sorusuna gelince: Tabii ki emek önemli yani bunda tereddüt yok değerli arkadaşlar. Türk Hava Yollarında çalışan kardeşlerimizin de emeğinin takdir edilmesi ve varsa sorunlarının çözümüne? Ama, burada benim söylemim şuydu, bunu ben samimi olarak söyledim: Türkiye'de turizm gerçekten çok önemli bir sektör, ben "ulusal güvenlik" derken bunu kastettim çünkü tam yaz sezonuna girerken Türk Hava Yollarında ciddi bir sıkıntı gerçekten Türkiye'yi ağır yaralayabilir. Tabii ki biz de sorunun şirketin çalışanlarıyla uzlaşma içerisinde çözülmesini o anlamda arzularız, tarafıyız. Dolayısıyla, sorunları görmezlikten gelme diye bir yaklaşım olmaz ama bu sorunları gerçekten Türkiye'de ciddi tahribat yaratacak bir yaklaşımla ortaya koymak da tabii ki doğru bir yaklaşım olmaz.

TURGUT DİBEK (Kırklareli) - Sayın Bakanım, öteleniyor. Ama bakın, yasaya aykırı olarak eleman alınıyor. Grev uzadıkça uzayabilir yani beş yıl da sürer, üç yıl da sürer, önemli değil, yerine elemanlar alınıyor şu an. Uzlaşılsın o zaman.

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) - Dediğim gibi, prensip olarak bu sorunların masada çözülmesi ülkemiz açısından, ülkemizin çıkarları açısından tabii ki önemlidir. Yani bir uzlaşma söz konusu olursa tabii ki verebileceğimiz katkıyı bizim vermemiz söz konusudur.

Tekirdağ'daki imar planları konusuna gelince: Benim bu konuyla ilgili fazla bir bilgim yok, sadece genel olarak şunu söyleyebilirim: Enerjide tabii ki ciddi sıkıntılarımız var. Enerjide ciddi bir şekilde dışa bağımlıyız; petrolde yüzde 90'ın üzeri, doğal gazda yüzde 98'in üzeri bir bağımlılık, yani birincil enerji kaynaklarında ortalamada yüzde 72 dışa bir bağımlılık söz konusu. Ve son yıllarda enerji fiyatlarında çok ciddi artışlar söz konusu. 2002 yılında Türkiye 9 milyar dolarlık enerji ithalatı yaparken bu enerji ithalatı 2012 yılında 60 milyar doları aşmıştır. Şimdi, bizim özellikle yerli ve yenilenebilir kaynakları harekete geçirmemiz lazım. Bu Türkiye'nin bir gerçeği. Bu rekabet gücümüz açısından önemlidir, bu Türkiye'nin sanayileşmesi açısından önemlidir, Türkiye'nin sürdürülebilir büyümesi açısından önemlidir. Şimdi, bunu yaparken tabii ki çevreyi biz feda edemeyiz. Çevreyi mutlaka gözetmemiz lazım ve bu hususlarda mutlaka, tabii ki yerelde istişarelerin yapılması, sivil toplum örgütleriyle bir müzakereye, onlarla bu anlamda bir diyaloğa girilmesi esastır. Bu konuda benim tereddüdüm yok ama dediğim gibi, bu bahsettiğiniz spesifik konuda benim herhangi bir bilgim olmadığı için o konularda yorum yapmam doğru olmaz.

Şimdi, gelelim Sayın Öğüt'ün sorularına. Yine, bahsettiğiniz hangi okul, hangi okullara alınıyor, doğrusu bilgim yok yani Rekabet Kurumu devreye girmesi gerekiyorsa herhangi bir vatandaşımız veya siz, bir milletvekilli kardeşimiz olarak tabii ki bu konuda bir öneride veya şikâyette bulunabilirsiniz. Bu konu incelenebilir eğer burada bir tekelleşme söz konusuysa. Tekelleşme kesinlikle yanlış olur çünkü bu, inovasyonun, verimliliğin önüne geçer, böyle bir yaklaşımı bizim de doğru bulmamız mümkün değildir.

Şimdi, bahsettiğiniz, küçük bir arsaya özel bir imar. Doğrusu, şimdi ben, detayları tam olarak hatırlamıyorum ama konuyu araştırıp hani varsa hakikaten burada bir arka plan veya bir sorun, sizinle paylaşırım.

Gelelim 1 lira konusuna. Doğrusu bir bilgim yok. Arkadaşlar bir not verdiler bana. "1264 sayılı Kanun çerçevesinde, Darphane veya Damga Matbaası tarafından hatıra madenî para basımı gerçekleştirilebilmektedir. Bahsedilen para bu kapsamda olabilir." diyor arkadaşlarımız.

100 liralık banknotlarla ilgili çok sınırlı sayıda şikâyet alınmıştır. Ultraviyoleyle görülebilen güvenlik özelliğiyle ilgilidir, bu paralar geri dönmüştür, genel anlamda bir sorun yoktur. Sınırlı çerçevede, dediğim gibi, bir sorun tespit edilmiş, gereği yapılmıştır.

Yanlış hatırlamıyorsam, bütün sorulara cevap verdim.