GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: ORTA ASYA VE KAFKASLAR BÖLGESEL BALIKÇILIK VE SU ÜRÜNLERİ YETİŞTİRİCİLİĞİ KOMİSYONU ANLAŞMASININ ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI
Yasama Yılı:3
Birleşim:125
Tarih:26.06.2013

BDP GRUBU ADINA MURAT BOZLAK (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 475 sıra sayılı Yargı Hizmetleri ile İlgili Olarak Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle sayın Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, "torba yasa" diye tanımlanan birçok kanunda değişikliği birer veya ikişer madde ile getiren yasa tasarısı ve teklifleri konusunda, daha önceki Genel Kurul çalışmaları sırasında bu yöntemin doğru bir yöntem olmadığını belirtmiştik. Ne yazık ki 24'üncü Yasama Dönemi içerisinde Genel Kurulun gündemine getirilen kanun tasarıları ile AKP'li milletvekili arkadaşlarımızın verdiği kanun tekliflerinin tamamı "torba yasa" diye tanımlanan tarzda olmuştur. Hükûmet istisnai bir durum olması gereken bu yöntemi maalesef alışkanlık hâline getirmiştir. Farklı farklı yasaların birer, ikişer maddesini, hatta birer fıkrasını değiştirme, her yasanın kendi düzenlenme mantığını bozma riskini de taşımaktadır. Bu yöntem kanun tekniği açısından da son derece yanlış bir yöntemdir.

Değerli milletvekilleri, torba yasa kapsamı içerisinde görüşmekte olduğumuz 475 sıra sayılı Kanun Tasarısı 34 maddeden oluşmaktadır. Bunun 2 maddesi yürürlükle ilgili olup esas itibarıyla 32 maddedir. Bakın, 32 maddelik tasarı ile hangi yasalarda değişikliğe gidiliyor:

1) 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nda değişiklik yapılıyor.

2) 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun'da değişiklik öngörülüyor.

3) 2575 sayılı Danıştay Kanunu'nda değişikliğe gidiliyor.

4) 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nda değişiklik yapılıyor.

5) 2797 sayılı Yargıtay Kanunu'nda değişiklik öngörülüyor.

6) 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu'nda değişikliğe gidiliyor.

7) 3572 sayılı İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair Kanun'da değişiklik yapılıyor.

8) 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nda değişiklik yapılıyor.

9) 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'da değişikliğe gidiliyor.

10) 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nda değişiklik öngörülüyor.

11) 4769 sayılı Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri Personeli Eğitim Merkezleri Kanunu'nda değişiklik yapılıyor.

12) 6085 sayılı Sayıştay Kanunu'nda değişiklik öngörülüyor.

13) 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nda değişikliğe gidiliyor.

14) 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'da değişiklik yapılmak isteniyor.

Böylelikle, değerli milletvekilleri, toplam 14 kanunda değişiklik yapılmak istenmektedir. Değerli milletvekilleri, yasaları yasama organı yapar yani şu an Genel Kurul salonunda bulunan siz değerli milletvekilleri yapacaksınız. Birbirinden ayrı 14 farklı temel yasada değişiklik öngörüldüğünden bu 14 yasanın tamamının doğru bir değerlendirmesi için önce Adalet Komisyonu üyeleri tarafından, sonra da Genel Kurulda siz değerli milletvekilleri tarafından ayrı ayrı, etraflıca incelenmesi gerekmez mi? İncelenmesi gerekiyor, çünkü doğru bir değerlendirmeyi ancak o noktada yapabiliriz.

Bu yasa, Adalet Komisyonunda bir günde görüşüldü, Genel Kurulda da bir günde görüşülecek ve iktidar partisinin oy çokluğu ile büyük ihtimalle kabul edilecektir.

Değerli milletvekilleri, bir gün içerisinde 14 ayrı yasayı kim derli toplu inceleyip değerlendirme yapabilir? Bir kere, süre itibarıyla bu mümkün değildir. Mümkün olmadığına göre, biz "Milletvekilleri olarak bu değişiklikleri yapıyoruz." deme hakkına da sahip değiliz. Doğrusu, bu değişiklikleri Sayın Bakanın talimatıyla bürokratlar yapıyor, bizler de onay makamı oluyoruz; yaşadığımız gerçeklik işte bu. Bu anlamda, "torba yasa" diye tanımlanan yöntem son derece yanlıştır, Parlamentonun yasa yapma hakkını bertaraf edici niteliktedir. Bu yönteme parti olarak şiddetle karşıyız, bu yöntem Hükûmet için de son derece sakıncalıdır aslında. Zira, bu tür torba yasalar toplum tarafından son derece şaibeli olarak algılanmaktadır. Birçok kişi, bir yasanın sadece bir fıkrasının ya da bir tek maddesinin değiştirilme amacını merak etmektedir. Mantıklı bir izah yapılmadığı noktada da, tasarı ve tekliflerin yandaşlara çıkar sağlama ve yandaşların içinde bulunduğu sıkıntılı durumdan çıkarılması amaçlı olduğu kanaati oluşmaktadır. Bu nedenle de, bu yöntem, Hükûmet için de artı puan oluşturacak bir yöntem değildir.

Değerli milletvekilleri, yapılmak istenen değişiklikler, Türkiye'deki güncel sorunlara ve sıkıntılara çözüm getirecek nitelikte değişiklikler değildir.

Bilindiği gibi, kanun kuvvetindeki kararnameyle Hükûmetin yaptığı değişiklikler Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmişti. 1 Temmuz tarihine kadar bu tasarı kanunlaşmazsa, kararnameyle getirilen düzenlemeler Anayasa Mahkemesinin iptal kararı nedeniyle yürürlükten kalkacaktır. Bu nedenle, Hükûmet, tasarıyı çok tartışılmadan Genel Kurulun gündemine getirmiştir. Sahip olduğu çoğunlukla da tasarıyı, inanıyorum ki kabul ettirecektir. Şimdiden hayırlı uğurlu olmasını dilemekten başka yapacağımız bir şey yok.

Buna rağmen, tasarıyla ilgili bir iki noktaya, tutanaklara geçmesi açısından değinmek istiyorum: Tasarının adında da ifade edildiği gibi, amacın, yargı hizmetlerinin hızlandırılması olduğu bilinmektedir. Tasarıyla bu yönde öngörülen düzenlemelerden biri de adli tatil süresini kısaltarak yargı hizmetlerini hızlandırmaktır. Adli tatil süresi sadece dört gün kısaltılıyor. Dört günde, sizlere soruyorum değerli milletvekilleri, hangi yargı hizmetini sonuç alıcı şekilde hızlandırabilirsiniz? Bu doğru bir yaklaşım değildir.

Yine tasarının 27'nci maddesiyle, Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un 85'inci maddesinin (1)'inci fıkrasının "Resmî kurum ve kuruluşlar, heyet hâlinde veya bireysel olarak ceza infaz kurumlarını ziyaret edebilmek ve hükümlülerle görüşebilmek için Adalet Bakanlığından izin almak zorundadırlar." şeklinde yeniden düzenlenmesi öngörülmektedir.

Bildiğiniz gibi, milletvekillerinin cezaevlerini ziyaret etmesi, tutuklu ve hükümlülerle görüşebilmesi de Adalet Bakanlığının iznine tabidir. Biz de milletvekili olarak zaman zaman cezaevlerini ziyaret ettik ama Bakanlığın iznine rağmen birçok kez, tutuklu ve hükümlülerle, disiplin cezası aldıkları gerekçesiyle görüştürülmeden kapıdan geri döndürüldük. Eğer bir milletvekili, Bakanlığın iznine rağmen gittiği bir cezaevinde kapıdan geri çevriliyorsa o zaman bu iznin bir anlamı var mıdır sizce? Bu durum, milletvekilleri açısından zaman kaybına yol açtığı gibi, Adalet Bakanlığı açısından da bir acziyetin ifadesidir.

Bu sorun ivedilikle çözülmeli, milletvekillerinin tutuklu ve hükümlülerle görüşebilmeleri önündeki engeller kaldırılmalı, Bakanlık ve cezaevi arasındaki iletişim sorunları giderilmeli, cezaevi yetkililerinin keyfî disiplin cezası uygulamalarına da esas itibarıyla son verilmelidir. Adalet Bakanlığından izin alan bir milletvekili, hiçbir engellemeyle karşılaşmaksızın gittiği cezaevindeki tutuklu ve hükümlülerle rahat görüşebilmelidir. Adalet Bakanlığının verdiği izin üzerine cezaevine ziyarete giden kişi veya kişilerin hükümlü veya tutuklularla görüşmelerine görüş yasağı gerekçesiyle engel olunmamalıdır.

Değerli milletvekilleri, bugün için gerçekten bu tasarıyla yapılmak istenen değişikliklerden çok daha önemli sorunlarımız var. Türkiye'nin tamamına bakın, doğusuna bakın, batısına bakın, kuzeyine bakın, güneyine bakın, neresine bakarsanız bakın her sokakta, her alanda özgürlük talep eden, adalet isteyen, barış isteyen insanların sesini duyacaksınız. Hükûmet ve Parlamentomuz bu sese muhakkak kulak vermelidir. Özgürlük istemiyle sokağa çıkan insanları "marjinal gruplar", adalet ve eşitlik isteyenleri "çapulcular", kimliğini ve ana dilinde eğitim isteyenleri "bölücüler" olarak tanımlayıp cemevine "cümbüşevi" dersek, adları geçmişte yaptıkları katliamlarla anılan kişilerin isimlerini meydanlara, caddelere, havaalanlarına, köprülere verirsek bu ülkede asla toplumsal barışı sağlayamayız.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin toplumsal barışımızı zedeleyici sorunlara bir an önce el atıp çözüm getirmesi gerektiği düşüncesindeyiz. Toplumsal barışın sağlanması konusunda özellikle iktidar partisine büyük sorumluluk düşmektedir. Hükûmet üyelerinin ve özellikle de Sayın Başbakanın halka tepeden bakan, küçümseyici ifadeleri, ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı söylemleri terk edilmelidir. Daha kucaklayıcı, kuşatıcı, ayrılıklara değil, ortak noktalara vurgu yapan bir söylemin bu süreçte benimsenmesi gerektiği kanısındayız. "Ayaklar ne zaman baş oldu?" söylemi doğru bir söylem değildir. Unutmamalıyız ki Başbakanlık makamı, bakanlıklar makamı, milletvekilliği makamı halkı küçümseme makamları değildir, halka hizmet etme makamlarıdır.

Değerli milletvekilleri, Hükûmetin çok tartışılan bir uygulamasına değinmek istiyorum. Bilindiği gibi, İstanbul'da yapılacak üçüncü köprüye Hükûmet Yavuz Sultan Selim adının verileceğini açıkladı. Daha önce de İstanbul'un Anadolu yakasına yapılan ikinci havaalanına da "Sabiha Göçken Havaalanı" ismi, bildiğiniz gibi, verilmişti. Şimdi, bir kurgu yapalım diyorum: İstanbul'da, Gaziosmanpaşa'da veya Esenyurt'ta oturan Dersimli Alevi bir yurttaşımızın Dersim'e gitmek üzere, İstanbul'un Anadolu yakasında bulunan havaalanından kalkacak uçak için bilet aldığını düşünelim. Bu yurttaşımız Dersim'e gitmek için önce Yavuz Sultan Selim köprüsünü geçecek. Köprüdeyken Yavuz Sultan Selim'in kendi dedelerini katlettiğini hatırlayacak. Köprüyü geçtikten sonra, havaalanına geldiğinde "Sabiha Gökçen Havaalanı'na hoş geldiniz" levhasıyla karşı karşıya kalacaktır. "Kim bu Sabiha Gökçen?" diye düşününce, Sabiha Gökçen'in Dersim halkının üzerine bomba yağdıran Türkiye'nin ilk kadın pilotu olduğunu hatırlayacak.

Şimdi, sizlere soruyorum: Bu yurttaşımızla, bu vatandaşımızla bir empati yaparsak, ne hâle koymuşuz o adamı? Bu yaklaşımla, değerli milletvekilleri, toplumsal barışı sağlayabilir miyiz? Toplumsal tepkilere karşı büyük mitingler düzenleyerek de toplumsal barışı sağlayamayız. Toplumsal barışı "Samsun'dan geldim, Erzurum'dayım, buradan da Sivas'a gideceğim." mesajıyla da asla sağlayamayız. Samsun'dan çıkıp Erzurum ve Sivas üzerinden Ankara'ya gelenlerin mirasçıları bu ülkede var. O mirasçılar bu ülkede tekçi zihniyeti savunarak var olan toplumsal barışı da bozdular. Yeni mirasçıya asla ihtiyaç yok.

Değerli milletvekilleri, cumhuriyetin kuruluşundan bugüne devlete hâkim olan yasakçı zihniyet, Türkiye toplumu üzerinde ciddi tahribatlar yarattı ve ülke bir bütün olarak bundan gerçekten büyük zarar gördü. Yasakçı zihniyetin, özgürlükleri kısıtlayan anlayışın 2011 seçimleri sonrası tamamlanan iktidar değişikliğiyle geride kaldığını düşündüğümüz noktada, yeni iktidar sahipleri, eski iktidar sahipleri gibi, bu kez kendi yasakçı zihniyetini eski zihniyetin yerine monte ederse kaybeden yine Türkiye olur.

İktidar sahipleri şunu bilmeli ki eninde sonunda gerçek kayıp yasakçı zihniyeti savunanların olur. Bu süreçte çare ve çözümü yasaklarda değil, karşılıklı sevgi ve saygıda aramalıyız, toplumumuzu oluşturan grupların değer yargılarına saygı göstermede aramalıyız. Özellikle de Türkiye'nin temel sorunlarının çözümüne el atan iktidardan toplumun beklentisi reformist bir yaklaşımdır, hatta radikal çözümlerdir; eski yasakçı, köhneleşmiş zihniyetin farklı bir versiyonunu oluşturması asla değildir.

İktidar partisi ve Hükûmet sokaktan yükselen sesi doğru algılamalı, o sese cevap olacak acil demokratik düzenlemelere gitmelidir. Türkiye toplumunun ezici çoğunluğunun canıyürekten desteklediği barış ve çözüm süreci noktasında da Hükûmet hızla adım atmalı, toplumda oluşan umuda cevap olmalıdır. Başlamış olan bu süreci, iktidarıyla muhalefetiyle hep birlikte doğru temelde değerlendirmeliyiz. Bu tarihî bir süreçtir. Son derece önemli bir tarihî fırsat yakalanmıştır. Parlamentonun bunu iyi değerlendirmesi gerekiyor. Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu süreci kalıcı hâle getirmeden tatil yapma hakkının olmadığını düşünüyoruz. Çözüm sürecinin başlamasıyla birlikte Hükûmet, iki önemli adım attı.

Bunlardan biri, Akil İnsanlar Heyetinin oluşturulmasıydı. Akil insanlar bütün ülkeyi il il, ilçe ilçe dolaşıp süreci halka anlatarak, halkın nabzını tutarak önemli bir görevi yerine getirdiler. Kendilerine ben huzurunuzda teşekkür ediyorum. Sayın Başbakan, bugün, kendileriyle bir toplantı yapıyor, umuyoruz ki akil insanların tespit ve önerilerini dikkate alır.

Hükûmetin attığı ikinci olumlu adım ise, Toplumsal Barış Yollarının Araştırılması ve Çözüm Sürecinin Değerlendirilmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonunun, kısaca barış ve çözüm komisyonunun kurulmasıdır. Bildiğiniz gibi, Komisyon çalışmalarına devam etmektedir. Bu Komisyona üye vermeyen partiler, toplumsal barış isteminde asla inandırıcı olamazlar. "Barış istiyorum." demekle barış istenilmez, fiilen aktif hareket etmek gerekir.

Değerli milletvekilleri, Hükûmet sorunun pratik çözümü için yapacağı yasal değişiklikleri derhâl Parlamentonun gündemine getirmelidir. On binlerce Kürt siyasetçisinin "KCK" adı altında hâlen tutuklu olduğu, cezaevlerinde ölümle burun buruna kalan hasta tutuklu ve hükümlülerin sorunlarına çözüm bulunmadığı, ana dilde eğitim hakkının tanınmadığı, adaletsiz seçim barajının hâlâ yürürlükte olduğu, Siyasi Partiler Yasası'na göre Türkçeden başka bir dilin propaganda çalışmalarında kullanılmasının yasak olduğu gibi dünya kadar yasağın toplumumuzu rahatsız ettiği bir dönemde Meclis -tekrar belirtiyorum- tatile girmemelidir. Ancak, sorunun çözümüne ilişkin yapılacak düzenlemelerle halka barış sürecinin kalıcı olacağı konusunda verilecek umuttan sonra Parlamento tatil yapmalıdır. Parlamento ancak bu noktada kendisine tatil yapma hakkı görmelidir diyor ve hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)