| Konu: | ONUNCU KALKINMA PLANININ (2014-2018) TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA SUNULDUĞUNA DAİR BAŞBAKANLIK TEZKERESİ (S. SAYISI: 476) |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 127 |
| Tarih: | 01.07.2013 |
BDP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 476 sıra sayılı Kalkınma Planı üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Biz kalkınıyoruz arkadaşlar gizli dinlemeyle, gizli soruşturmayla, gizli tanıkla, gizli delillerle, TOMA'larla, panzerlerle, sonra, yap-işlet-devret modelleriyle; hazine arazilerinden ormanların satışına kadar, ırmakların, limanların, çevrenin, doğanın, kültürün, bütün bunların, bu ülkenin zenginliğini, çocuklarımızın geleceğini, insanlığın ülkemizdeki geleceğini, on bin yıllık tarihini ve kültürünü heder ederek kalkınmaya çalışıyoruz.
1963'ten beri bir kalkınma planları modasıdır geliyor. Oysa ki geldiğimiz günümüzde, 21'inci yüzyılda, Sayın Bakan "Şu kadar bürokrat konuştu." diyor "Şu kadar ajans, şu kadar uzman, şu kadar bilmem kim bu raporu hazırladı." diyor, 2014-2018. Allah aşkına, bu Meclisin kaç üyesi bu çalışmanın içinde yer aldı? Kaç tane üniversitemizin AR-GE çalışması bunun içinde yer almıştır? Kaç tane çevre örgütü bunun içinde yer aldı? Kaç tane ekonomist, kaç tane emekten yana, emeği savunan, ayrımcılığa uğrayanların haklarını savunan, kaç tane adalet kapısında her gün bekleyen? Bu Meclisin 8 milletvekilinin tutuklu olduğu adaletin içinde hâlâ adaleti kalkınma modeli olarak gören bu anlayışın, neoliberal politikaların, bu vahşi kapitalizmin, bu vahşi kâr hırsının ülkeleri kalkındırdığı nerede görülmüştür arkadaşlar?
Katılımcılık, çoğulculuk, ortaklaşma, ülkenin geleceğini belirleme, işte bütün mesele bu. Eğer, bunu oturtamıyorsanız sistem olarak ve kalkınmayı devletin kamu memurlarının, atanmışların işi olarak görüp ülkenin kalkınmasını hedefliyorsanız, o ülkenin kalkınması söz konusu olamaz.
Bakın, bizim üzerinde konuştuğumuz başlıklara baktığımız zaman, çok ilginç bir tespitle başlamak istiyorum.
"Küresel Gelişmeler" diyor. Dünya, 2008'de üçüncü büyük ekonomik bunalımını, küresel krizini yaşadı. Bu küresel krizin dinamo gibi salladığı ülkelerin birçoğu gelişmiş ülkelerdi; yaşam endeksi yüksek, refah düzeyi Türkiye'den yüksek, asgari ücreti Türkiye'den yüksek, eğitimi Türkiye'den yüksek, sağlığı Türkiye'den yüksek ve imkânları daha fazla olan ülkelerdi. Ne oldu? Yunanistan'dan İtalya'ya, İtalya'dan İspanya'ya, İspanya'dan Portekiz'e, Portekiz'den İrlanda'ya ve zaman zaman Fransa'da, Almanya'da, İngiltere'de?
Şimdi, bu kadar farklı bir gelişmenin hızla dünyaya yayıldığı günümüzde Türkiye'nin yaşadığı coğrafyaya bakın. Orta Doğu'ya bakın, yanı başımıza bakalım, Suriye'ye bakalım, Irak'a bakalım, İran'a bakalım ve Orta Doğu'da yaşananların enerji boyutuna bakalım, su güvenliğine bakalım ve Orta Doğu'nun yeniden, 21'inci yüzyılda dizaynıyla ilgili gelişmelere bakalım. Burada yaşanan Arap Baharı'na bakalım. Eğer, bütün bunlar Türkiye'yi etkilemez, teğet geçer diyorsanız; eğer, bütün bunlar insanlarımızı etkilemez, hiçbir şey olmaz diyorsanız bir şafak vakti kalktığınızda, Gezi Parkı'nda yakılan çadırların, darp edilen çevrecilerin, arkasından oransız kullanılan şiddetin yarattığı ortamda, o sabahın şafağında meydanlara dökülmüş yüz binlerin dikilişini, itirazını görürsünüz. Bu itiraz, işte böylesi kalkınma modellerine, işte böylesi tek taraflı rant mekanizmalarına, işte böylesi tek taraflı tahakküm mekanizmalarına, işte böylesi Türkiye'nin 1 trilyon dolar bütçesini yapılandırırken fikrini almadığınız yurttaşımın itirazına sahne olursunuz. Bunun doğru okunacak yanları var, ders alınması gereken yanları var.
Kanal İstanbul'u yapabilirsiniz. Kaç trilyon? Nereden kredi alacaksın? Hangi bankadan alacaksın? Hangi uluslararası sermayeyle yürüteceksin? Hangisine yap-işlet-devretle vereceksin? 10 milyar dolarların faturasını, yükünü burada yaşayan yurttaşın çocuklarına, torunlarına, torunlarının torunlarına eğer yük olarak bırakacaksanız? Geleceğini satıyorsunuz bu ülkenin. Bu kalkınma değildir arkadaşlar.
Eğer üçüncü köprüde de yap-işlet-devret modelinde birilerinin istediği çerçevede bir modelle bunu götürürseniz, Galataport'ta bunu yaparsanız, Harem Port'da bunu yaparsanız ve sonradan enerji alanına hiçbir şey tanımadan dalarsanız, nükleer santrallerde, Akkuyu'dan, Sinop'tan girip İğneada'dan çıkıp, Türkiye'nin her bir tarafında enerjiyi üreteceğim diye HES'lere, tarihi, Hasankeyf'in on bin yıllık tarihini, geleceğini sular altında bırakmaya götürecek maceralara bakarsanız, doğanın, kültürün, tarihin yok olduğu ortamlarda siz yaşanabilinir bir Türkiye yaratamazsınız. Yaşanabilinir bir Türkiye'nin öncelikle ve öncelikle geçeceği bir yer vardır; adaletten geçer, barışçıl bir toplumdan geçer. O toplumda adalet varsa, barış varsa o toplumda kalkınma olur. Siz onun mekanizmasını kuramadığınız zaman, Kenan Evren'in 12 Eylül darbe yasalarıyla, anayasalarıyla kalkınma olacağına inanıyorsanız yanılıyorsunuz. Kenan Evren'in, darbecilerin Siyasi Partiler Yasası'yla, seçim yasalarıyla, seçim barajıyla, hazine barajıyla, muhalefeti yok sayan anlayışıyla, milletin kendi vekilini özgürce seçmesinin karşısına dikilerek o darbe yasalarıyla, seçim yasalarıyla kalkınma olacağına, özgürlük olacağına, adalet olacağına inanıyorsanız kendinizi kandırırsınız. Çok açık söylüyoruz, eğer hâlâ 12 Eylül darbesinin askerî mahkemelerinin, sıkıyönetim mahkemelerinin aynısından beterini, zalimini, özel yetkili mahkemelerini kapatıp "Elinizdeki davaları bitirene kadar her türlü hukuksuzluğu yapabilirsiniz." derseniz, o özel yetkili mahkemelerde 10 bin siyasetçi tutukluysa siz kalkınamazsınız, adaletten bahsedemezsiniz.
Bakın, arkadaşlar, ben bu hafta tam beş gün Diyarbakır özel yetkili mahkemelerinde duruşmaları izledim. Otuz iki yıl ceza avukatı olarak, uluslararası hukuk alanında çalışmış bir arkadaşınız olarak; içim parçalandı, ciğerim parçalandı, ülkemin, insanlarımın düştüğü o manzarayı gördüğüm zaman kahroldum. Faysal Sarıyıldız, Şırnak Milletvekili; Selma Irmak, Şırnak Milletvekili; Gülser Yıldırım, Mardin Milletvekili; bunların hepsinin duruşmasına katıldım ve dört buçuk yıl tutukluydular arkadaşlar. Dört buçuk yıl tutuklu olan bu arkadaşlarımız örgüt üyeliğiyle suçlanıyordu. İşte, hukukçuları var bütün partilerin orada. Açın 314'üncü maddenin ikinci fıkrasını, istenen ceza beş senedir. Şimdi, dört buçuk sene tutuklu bıraktığınız bir milletvekilinin, bu Meclisin üyesinin karşısına dikilen hâkimler hangi adaletten bana bahsedebilir, hangi insanlıktan bahsedebilir, hangi hukuktan bahsedebilir, hangi vicdandan bahsedebilir? Hiç kimse bize bunu yutturamaz. Biz ancak böylesi bir durum karşısında susuyorsak, hâlâ sabrediyorsak asaletimizdendir. Yoksa an gelir, öyle bir an gelir ki "Batsın adaletiniz!" diyecek kadar bizi isyan ettirirsiniz. (BDP sıralarından alkışlar) İsyan ediyoruz hakikaten, adaletsizliğe isyan ediyoruz. Nasıl bir şey bu? Bakanlığınız yok mu? Uzmanlarınız yok mu? Bu kalkınma modellerini size hazırlayan hani binlerce uzman? Hani cezaevlerine gittiniz mi? Görüştünüz mü cezaevlerinde yatan milletvekilleriyle? Seçilmişlerden, normal vatandaşlardan hangi koşullarda yaşadığını sordunuz mu? Allah aşkına, söyleyin Kenan Evren'in döneminde bu adaletsizlik bu kadar fazla mıydı? Allah aşkına, söyleyin devlet güvenlik mahkemelerinde bu kadar fazla mıydı? Allah aşkına, söyleyin örfi idarelerden istiklal mahkemelerine gelmiş bir özel yetkili mahkeme klasiğiyle karşı karşıyayız.
Şimdi, kalkıp burada, "Bu ülkede çok fazla adliye yaptım?" Yaptınız büyük adliyeler. Çağlayan Adliyesi ve Avrupa'nın en büyük adliyesidir Kartal Adliyesi. O adliyede, cübbeleriyle savunma görevini yapan avukatlara, kendi mekânında, kendi görev alanında eğer robocop jandarmalar saldırıyorsa, eğer özel timler saldırıyorsa, eğer güvenlik saldırıyorsa, eğer sizin getirdiğiniz Çevik Kuvvet adliyenin içinde avukata saldırıyorsa, savunmaya saldırıyorsa, hadi, buyurun, siz hangi adalet, hangi kalkınmadan bahsediyorsunuz arkadaşlar?
Size, kalkınmanın ve ilerlemenin, refahın nerede başladığını sorsalar şunu söylersiniz... OECD ülkeleri içinde, yaşama endeksi konusunda dünyanın 16'ncı ekonomisi neden 87'nci sıradadır diye, bunun hesabını, bu kalkınma planında görmek isterdik.
Söyleyin, eğitimde niye geriyiz? Sağlıkta niye OECD ülkeleri içinde ve dünya sıralamasında 87'nci sıradayız? Söyleyin Allah aşkına, asgari ücretlilerin 700 küsur lira aldığı bu ülkemizde, dört kişilik bir ailenin açlık sınırının -sendikaların yaptığı rakamlarda- 3.996 lira olduğu ülkemizde nasıl 800 lirayla bu insanların geçindiğini, bunun tılsımını, bunun sihrini, bunun adaletini bu kalkınma raporunun hangi köşesinde gösterebilirsiniz bize? Çok açık söylüyorum, belki üzüyor sizi söylediklerim.
Dünyanın hiçbir yerinde, TOKİ gibi konut yapma işinin Başbakanlığa ve müteahhitliğine, taşeronluğuna verildiği bir ülke örneği yoktur arkadaşlar. Bunu belediyeler yapar, sosyal devletin gereği farklı farklı kuruluşlar yapar ama devlet, devletin Başbakanı müteahhitlik yapmaz. Çok açık söylüyoruz, bizim söylediklerimiz belki acıtıyor.
Belki bölgeler arası dengesizlikte bize "Fazla bölgenizle ilgili konuşuyorsunuz." diyorsunuz, oysaki "Cumhuriyet tarihi boyunca en büyük yatırım bizim dönemimizde yapıldı." diyebilirsiniz. İnkâr etmiyorum ama 100 lira harcadınızsa bunun 70 lirasının güvenliğe ve karakola olduğunu da unutmayınız. En büyük cezaevini Şırnak'a yaptınız, 2 bin kişilik, sizi kutlarım.
Bakın, Allah var, ben yapılanı görürüm, yanlışı da görürüm ama o HES barajlarının ötesinde, Türkiye Kömür İşletmelerinin neden Şırnak'tan apar topar çıkıp dükkânını kapattığını bu kalkınma planı yazmıyor? 1900'lü yıllarda Şırnak'ta, güneydoğuda, her alanda Abdülhamit'in petrol haritasının hâlâ geçerli olduğunu bugün bilim ortaya koyarken, neden bu şirketlerin hepsinin yabancı şirketler, yabancı sermaye şirketleri olduğu konusunda bu kalkınma planı bana bir fikir verebilir mi arkadaşlar? Bana şunu diyebilir misiniz: Kamunun yaşatılacak, kâr edecek bir tek kuruluşu kaldı. Petrolle ilgili? TÜPRAŞ'ından tutun şeker fabrikalarına gelelim, PANKOBİRLİK'e gelelim, pancar üreticisine gelelim, hangisinin hayatını karartmadınız ki koyduğunuz kotalarla! Tütünde mi yapmadınız bunu? Tütününü yasakladınız, yabancı ülkelere gitti. Fındıkta bunu yaşadık, üzümde bunu yaşıyoruz, pamukta bunu yaşıyoruz. Hayvancılığın merkezi olan ülkemizde anguslara bu ülkeyi emanet ediyoruz. İthalatla gelen anguslardan et yediriyoruz vatandaşımıza. Belki diyeceksiniz ki: "Bu daha ucuza geliyor." İnanın ta Meksika'dan, Bolivya'dan angus almaya gerek yok, gidin Bulgaristan'a, Yunanistan'a, ondan daha ucuzunu, sınır kapılarını açın, vatandaş alır, gelir.
Kalkınmanın bir planı olur ama özelleştirmenin planı olmaz arkadaşlar. Bana hangi özelleştirmenin planla yapıldığını söyleyebilirsiniz, bana satılacak hangi kurum kaldığını söyleyebilir misiniz? Şu an Türkiye'de kamu kurumu olup kâr eden, satılacak bir şey kaldı mı arkadaşlar, bana söyleyebilir misiniz? İnanın, Allah'tan, güvenlik güçlerinizi sınır ötesi operasyonlara ihraç etmek dışında elinizde kamu kurumu kalmadı. Onun için Sudan'a, onun için Körfez'e, Aden'e, onun için Afganistan'a, onun için başka yerlere gönderiyoruz askerleri.
İZZET ÇETİN (Ankara) - Soluduğun hava var ya!
HASİP KAPLAN (Devamla) - Soluduğumuz havayı bırakıyorum ben şimdi.
Şanlıurfa'da, Mardin'de GAP projesi? Sayın Bakan, Kalkınma Bakanı, kırk yıldır GAP projesinin temeli sulama üzerine atıldı. Bana burada verdiği raporda diyor ki Sayın Bakan: "GAP projesinde yüzde 17 sulama yapılmış." Zaten, AK PARTİ iktidarı öncesi yüzde 16 yapılmıştı, yüzde 1 de yapmışsınız, artırmışsınız. Yüzde 1 için sizi tebrik ederim. Hem de neyle yapmışsınız biliyor musunuz? İşsizlik Fonu'ndaki işçilerin paralarını almışsınız, oraya yatırmışsınız, onunla yapmışsınız. Şimdi, Allah aşkına, işçinin parasını alıyorsunuz, bari doğru dürüst yatırın. Geçen gün sordum Ahmet Türk'e "Sizin oraya ulaştı mı kanal?" diye. "Vallahi, Viranşehir'i geçti." O zaman, Mardin Ovası'nı siz sulamadığınız zaman 5 milyon istihdamdan bahsedemezsiniz. Mardin Ovası'nı Nusaybin'den İdil'e, Cizre'ye kadar sulamadığınız zaman tarım endüstrisinden, kalkınmadan bahsedemezsiniz, bu ülkenin kalkınmasından bahsedemezsiniz. Eğer ki "Elektrik borçları vardır." diye sayaç taktırdığınız tarım üreticilerine bir de kendi, tapulu toprağında, artezyen kuyularından çıkardığı artezyen suyuna sayaç takmaya kalkarsanız vahim. "Soluduğumuz havaya, oksijene nasıl sayaç takılır?" diye AR-GE çalışması yapmanızı öneririm, bu kalkınma planı içinde önünüzdeki dönem bu olsun. Vatandaşın nefes almasını da paralandırırsınız, ülke kalkınır. Yapmayın arkadaşlar.
Bu ülkede bir gerçek daha var. Eğer bunun içine adalet koyarsanız, kalkınmanın? Peki soruyorum size: Koalisyon hükûmeti döneminde 2001-2002'de yapılan Ulusal Program vardı, Avrupa Birliğinin. Taahhüt ettiklerinizin hepsinin takvimi vardı. Hepsinin üzerinden beş sene, yedi sene geçti. Niye yapmadınız? Ulusal Program da programdı. E, yapmadınız. E, yapmazsanız Hırvatistan'ı alırlar, 28'inci Avrupa Birliği ülkesi olur, siz de kapıda beklersiniz. Bu işler bu kadar basit, zor değil. Eğer Türkiye'de Kenan Evren'in darbesi öncesi sendikalı işçi sayısı, emekçi sayısı 3 milyonun üzerindeyse ve AK PARTİ iktidarları döneminde sendikal hak ve özgürlükler kısıtlanıyor, grev alanları yayılıyor ve işçilerin örgütlenmesi engellenip işten çıkarma nedeni yapılıyorsa ve 76 milyonluk Türkiye'de 1 milyonun altına düşüyorsa bunda bir terslik vardır arkadaşlar.
Yine, size şunu söyleyeyim: Sadece o değil, alın elinize bir reçete, sonra çıkın bir eczaneye. Sağlık, ticarileştirdiniz. İnsani olan her şeyi ticarileştirdiniz. İnsani olan şey neydi? Sağlık. Allah herkese sağlık nasip eylesin çünkü sağlık olmadıktan sonra varlık da para etmiyor.
Şimdi, vatandaş yeşil karta mahkûm edildi uzun bir süre. Yeşil kartı seçime mahkûm ettiniz. O da yetmedi, şimdi eline 1 tane ilaç faturasını alan birisi yola çıktı mı ilaca katılım payı, muayeneye katılım payı, reçetenin ücreti, eş değer ilaç fiyat farkı, kutu başına ilave, ne bileyim, özel hastane farkı ücreti -özel kestane ücreti gibi bir şey- tetkik farkı ücreti, erken muayene, öncelikli tetkik ücreti, istisnai sağlık hizmeti. Kalkınmada yarattıklarınız bunlar mı olacaktı arkadaşlar? Kalkınmada sağlık parasız olduğu ölçüde bir ülke kalkınmıştır.
Aynı şey, eğitime geliyoruz. Eğitim de giderek özelleştirilip, ticarileştirilip, tek tipleştirilmeye başlandı.
Şimdi, bütün bunların içinden baktığımız zaman, bizim şöyle, tapu gibi verdiğimiz bir muhalefet şerhi var bu kalkınma planına. Barış ve Demokrasi Partisi olarak enerjide dik durmuşuz arkadaşlar, enerjiye "evet" demişiz ama "yenilenebilir enerji" demişiz. Biz geçiş ülkesi değil kaynak ülkesi olacağız demişiz. Biz bu ülkeyi Ruslar nükleer santral kursun, 12 sent alsın diye değil, Güneydoğu'da GAP Projesi'nde 1,2 sente mal ettiğiniz kilovat/saat üzerinden Türkiye'nin kalkınabileceği modellerin de olduğunu söylemişiz. Biz şunu da söylemişiz, açık söylüyorum, çok net söylüyorum: Eğer siz enerjiyi yabancılara teslim ederseniz güvenliğinizi de teslim edersiniz. Siz Türkiye'yi enerji boru hatlarının Avrupa'ya geçtiği bir ülke olarak görürseniz orada da yanılırsınız, oradan para kazanamazsınız. Şimdi, son zamanlarda biraz biraz jeton düştü, Irak Kürdistan'ında petrol şirketlerimiz birkaç yerde doğal gaz ihalesi ve şey aldı. Çok gecikmiş, keşke daha önce alınsaydı. Keşke bizim bölgemizdeki petrolün, kömürün, doğal gazın ruhsatını yabancı şirketlerin eline vermeyeydiniz. Keşke bu ülkedeki 48 bin maden ruhsatını ekmek, peynir, ciklet gibi her önünüze gelenin eline vermeseydiniz. Keşke her ruhsatı verdiğinizde o ruhsatın arkasından hangi çantacının ne kadar komisyon aldığını takip etseydiniz; keşke o komisyonların taşeronlara nasıl aktığını görseydiniz. Keşke bu ülkenin geleceği açısından son derece önemli olan bu kaynaklarda şunu görseydiniz: Bölgeler arası dengesizliği gidermek, kalkınmayı sağlamak bir plan, proje işidir ve bu plan, projenin en büyük yanı, bu kalkınma planında yer alacak olan en büyük proje, en doğru proje çözüm projesi olurdu. Türkiye'nin geleceği, kalkınması, bekası, birliği, bütünlüğü, eşit yurttaşlığı, özgürlüğü, adaleti ve eşitliği çözüm projesindedir arkadaşlar. Kaynaklarımızı koruruz, kaynaklarımızı değerlendiririz, akan kan durur, adalet gelişir, cezaevleri boşalır, yaşam standardı yükselir, imkânlarımız artar ve işte bu projenin içinde bunun doğru kodlarını koymak gerekir. Bu doğru kodlar, sadece yabancı sermayenin iştahını kabartan Cudi Dağı'ndaki kömür olmamalıdır veya Habur Çayı'na konan 12 tane güvenlik HES barajı olmamalıdır, bunun ötesinde olmalıdır. Bunun ötesindeki olay, eğer 800 bine düşmüşse koyun sürüleri yaylalarda, daha önceki rakamın 3,5 milyon olduğu ülkemizde biz bu rakamı nasıl yakalar da dahasını geliştiririz şeklinde olmalıdır. Eğer bunların hepsini biz konuşamazsak Kürt'ün diline, Alevi'nin mezhebine, azınlığın dinine, farklılıkların farklılığına her şeyine bakıp bakıp bu ülkede her birisini bir marjinal, her birisini bir ideolojik, her birisini bir çapulcu olarak görmeye devam edersek bu ülkenin kalkınması olmaz arkadaşlar. Bu ülke çapulcusuyla, marjinaliyle, ideolojisiyle, muhafazakârıyla, İslamcısıyla, devrimcisiyle, hepsiyle beraber güzel bir ülkedir çünkü çok zengindir, bir çiçek bahçesi gibidir. Bu enstrümanın, bu orkestranın şefi olabilmek, bu ahengi yakalayabilmek, bu güzel ahengi hayata geçirebilmek önemlidir.
Şimdi soruyorum: Siz düşünce ve örgütlenme özgürlüğü önündeki engelleri 2023'e mi erteleyeceksiniz? AK PARTİ kongresinde aldığınız bilmem kaç karardı Sayın Kubat, 61'miydi? Al 61'i koy bunun içine, oldu kalkınma planı!
Arkadaşlar, devletlerin kalkınma planıyla partilerin kalkınma planları aynı olamaz. Kalkınma planları herkesin katıldığı, devletin olanaklarının katıldığı bir olaydır. Sayın Bakan bana buradan itiraz ediyor. Sayın Bakan, 2002'de siz geldiğinizde 1 milyon 860 bin hektar arazi sulanacaktı ve bugün 2013, on bir sene geçti. Çıkın bu kürsüden deyin ki: "Bizden önce 280 bin hektar sulanmıştı." Çıkın deyin: "Biz on bir senede bunun 10 katını yaptık, 280 bin hektardı, biz onu 580 bin hektara çıkardık." Elinizden tutalım kutlayalım, tebrik edelim ama bunu diyemezsiniz ki, 580 bin hektar arazi suladığınızı söylemezsiniz ki; arazi orada, sondajlar orada, sulamalar yapılıyor orada, sizin borular orada. Şam orada ama ölçü burada; gelirsiniz bakarsınız. Kalkınma böyle olmaz. Bırakın bu projeyi hayata geçsin, mevsimlik işçiler her gün trafik kazalarında ölmesin. Fındık peşinde, kendi ülkesinde, kendi bölgesinden başka yerlere girip bir de Kürt olduğu için hakarete uğramasınlar başka yerlerde. Kendi pamuk tarlalarında, kendi fındık tarlalarında çalışanlar olur olmasına da bunu yaşadık acı günlerimizde. Bunun önüne geçip kendi alanında istihdamını sağlayabiliriz. Biz çok güzel bir şey sağlayabiliriz.
Sosyal devlet olursak eğer, sosyal devletin adaletini sağlarsak eğer, engelliye, işçiye, dezavantajlı gruplara, bu ülkenin yurttaşı olan herkese adil bir şekilde elimizi uzatabilirsek, bu devletin olanaklarını onlara uzatabilirsek, bu devletin imkânlarını onlara uzatabilirsek, vatandaşın vergisini askerî harcamalara, güvenliğe değil, eğitime, sağlığa, huzura ve yaşanabilir kentlere sağlayabilirsek çok daha iyisini yaparız. Eğer siz o paraları, vergileri gaz bombalarına ayırırsanız, o gaz bombaları Sıraselviler Caddesi'nde, Cihangir'de, İstiklal Caddesi'nde, Elmadağ'da, Gümüşsuyu'nda, Beşiktaş'ta, Çarşı'da var olan hayatı da öldürür, söndürür, orada ot bitmez duruma getirir. Bu anlayış yanlıştır, bu kalkınma modeli yanlıştır, bu tarz yanlıştır. Bu ülkede fakir-zengin ayrımını yarattınız; çok az bir zengin kesim, çok büyük bir fakir kesim yarattınız. Bu yarattığınız uçurum, bu uçurum, her siyasi iktidarın korkulu rüyası olarak geceleri rüyalarına girecektir, ama Gezi Parkı'nda girecektir, ama bir şarkıda girecektir, ama bir pankartta girecektir, girecektir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HASİP KAPLAN (Devamla) - Herkesi doğru yola davet ediyoruz, doğru yolda olmaya, çalışmaya davet ediyoruz.
Saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)