| Konu: | ONUNCU KALKINMA PLANININ (2014-2018) TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA SUNULDUĞUNA DAİR BAŞBAKANLIK TEZKERESİ (S. SAYISI: 476) |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 127 |
| Tarih: | 01.07.2013 |
BDP GRUBU ADINA İBRAHİM BİNİCİ (Şanlıurfa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Onuncu Kalkınma Planı üzerinde grubum adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, AKP Hükûmeti, son yıllarda hayalî 2023 hedefleriyle yoksul yığınlara umut pompalamaya devam etmektedir. İktidar, mevzuat gereği hazırlamak zorunda kaldığı Onuncu Kalkınma Planı'nı da bu hayaliyle 2023 hedeflerinin ambalajı olarak sunma arayışına girmiştir.
AKP iktidar olduğu günden bugüne kadar ne var ne yoksa satıp savmış, küresel para avcılarına kapıları sonuna kadar açmış, ekonomiyi tamamıyla piyasacılığın acımasız vahşetine terk etmiştir. Üretmek, yetiştirmek ve değer katmaktan yoksun olan bu anlayış, sanayileşmek gibi, kalkınmak gibi hedeflerden giderek uzaklaşmıştır, ithalata dayalı tüketimle kendisini ifade eder hâle gelmiştir. On birinci yılını sürdürmekte olan Hükûmet ekonomiyi sıcak parayla, borçla ve ithal girdilerle karşılayan tüketim anlayışına dayalı olarak kâğıt üzerinde büyümüştür. Bu dönemde kentler rant uğruna yağmalanmış, yandaşlara peşkeş çekmenin en fütursuzu uygulamaya konulmuş, talan ve yağmadan en yakıcı darbeyi büyük kentlerimiz maalesef almıştır.
Yirmi yıldan bu yana yönettikleri İstanbul'un "Silüeti bozuldu." diye timsah gözyaşları da yine bu dönemde dökülmüştür. Ranta ve talana dayalı bu tecrübeler belediyecilik döneminde kazanılmış, merkezî iktidarın elde edilmesiyle diğer kentlere de sirayet etmiştir. Üretmekten ziyade al-ver üzerine işleyen bu sistem kentlerimizin soluk aldığı meydanlarını AVM'lerle kuşatmış, bu kuşatma küçük esnafa darbe indirmekle kalmayıp hafta sonlarını da alışveriş çılgınlığıyla geçiren yeni bir anlayışı da beraberinde getirmiştir. Nitekim, ortaya çıkan bu durum Hükûmet için bulunmaz bir fırsata çevrilmiş, tüketim esaslı parametrelerle yaldızlanan rakamlar ekonomik gelişme olarak yutturulmak istenmiş.
Değerli milletvekilleri, üretim ve bölüşüm siyasal, sosyal ve ekonomik yaşamı yöneten en önemli dinamiktir. Üretimin en önemli özelliklerinden birisi de hiç kuşkusuz iş bölümü gerektirmesi nedeniyle toplumsal karaktere sahip olmasıdır. Üretim sürecinde katkı verme iradesini gösterdiği hâlde bu sürecin dışına kendi iradesi dışında itilenleri yani işsizleri yok sayarsak üretimin toplumsal yönüyle ilgili bir sıkıntı yoktur ancak sıkıntının yaşandığı esas nokta, toplumsal olarak yapılan üretimin veya ekonomik değerlerin bölüşümünde ortaya çıkmaktadır. İşte bu nokta, iktidarların renginin ve gerçek niyetinin ayan beyan ortaya çıktığı noktadır. İlhamını tamamen piyasacılıktan alan, ekonominin o çok meşhur ama bir türlü görünmez olan düzenleyici ele teslim eden zihniyet neyin planını yapar, anlamakta gerçekten zorlanıyorum. Kaldı ki şimdiye kadar yaptıkları planlara ne kadar sadık olduklarını da yeterince gördük. Açın Dokuzuncu Kalkınma Planı'nı, açın büyük şaşaalarla tanıtımını yaptıkları GAP Eylem Planı'nı, açın Enerji Bakanlığı stratejik planlarına bakın, yaptıkları planlarla mevcut gelinen durumu mukayese edin. İnanıyorum ki ne demek istediğimi daha net göreceksiniz.
Bakın, enerji alanında stratejik plan hazırlandı. Türkiye'nin enerjide dışa bağımlılık oranını yüzde 60'lardan yüzde 73'lere çıkardılar. 2008 yılında Diyarbakır'da açıkladıkları GAP Eylem Planı'ndaki hedeflerle mevcut durumu karşılaştırın, aynı tabloyu orada da göreceksiniz. Başbakanın beraberinde götürdüğü yardımcıları dâhil 12 bakan, 50'yi aşkın milletvekiliyle tam bir siyasi şova dönüştürerek açıkladığı GAP Eylem Planı'na ne oldu? İşsizlik Fonu'na el atarak "kaynağı hazır" dediğiniz, yapılacak işlerle ilgili olarak başlangıç ve bitiş tarihleri verdiğiniz GAP Eylem Planı'na ne oldu beyler? Hani 2012 sonuna kadar 1 milyon 60 bin hektar alan sulanacaktı? Hani kişi başı gelir yüzde 209 artacak, 3 milyon 800 bin kişiye iş imkânı yaratılacaktı? Evet, yanlış duymadınız, tam 3 milyon 800 bin kişiye iş imkânı yaratılacaktı. Eğer bu masalınız gerçekleşseydi -mesela- Türkiye'de işsiz olan tek bir kişi bile kalmayacaktı ya da mevsimlik tarım işçiliği için Şanlıurfa'dan, Diyarbakır'dan, Adıyaman'dan, Batman'dan, Mardin'den yüz binlerce aile göç yollarına düşmeyecekti. Hatta, kim bilir, belki de ülke dışından iş gücü talep edecektik.
Sayın milletvekilleri, sizlerden istirhamımdır: Alın elinize GAP Eylem Planı'nı, gidin bölgeye, hangi tarihler arasında neler planlanmış, neler yapılmış, kendi gözlerinizle görün. Şanlıurfa milletvekili olmam hasebiyle, eylem planı süresince, muhtelif tarihlerde bitirileceği yazılan ama ne hikmetse bir türlü bitmeyen sulama işlerinin nedenini Başbakana yazılı olarak sordum. Soru önergeme Kalkınma Bakanı tarafından gönderilen "-cek"li, "-cak"lı, "-miş"li cevaplar için Bakana buradan teşekkür etmiyorum.
Ayrıca, malumunuz olduğu üzere, geçtiğimiz günlerde Kalkınma Bakanlığı GAP'la ilgili bir koli dolusu kitap gönderdi. Yazıktır, israftır, haramdır. Neyin reklamını yapıyorsunuz Allah aşkına Sayın Bakan? Bu kitaplar için de Bakana teşekkür etmiyor, aksine esefle kınıyorum.
Değerli milletvekilleri, malumunuz olduğu üzere "kalkınma" kavramı ekonomik yapıyla birlikte sosyal ve siyasal yapılardaki değişiklikleri de içermektedir. Kalkınmayla ortaya çıkan yeni yapılanmada toplumu oluşturan sınıf veya grupların yanı sıra coğrafi bölgelerin de artan refahtan dengeli yararlanması esas olmalıdır. Bu bakımdan, kalkınmanın ortaya çıkardığı sonuçlardan belki de en önemlisi, toplumda var olan sosyal sorunların çözümünü de beraberinde getirmesidir.
Kalkınma planının içeriğine baktığımızda -ki olması gereken de zaten budur- eğitimden nüfusa, adaletten sağlığa, aileden kültür sanata, istihdamdan temel hak ve özgürlüklere kadar insanı ve toplumu ilgilendiren hemen her konuda durum tespiti yapılmış ve yeni hedeflere yer verilmiştir. Şimdi, Hükûmetin önümüze getirdiği Onuncu Kalkınma Planı ile ilgili söyleyecek çok şey var ama ben bunlara girmek niyetinde değilim. Zira "Âyinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz." diye çok güzel bir atasözümüz var. Bu bakımdan, Hükûmetin önceki plan dönemi için ortaya koyduğu hedefler ve bu hedeflere ne ölçüde ulaştığına birkaç başlıkla bakmanın daha yararlı olacağını düşünüyorum.
Bildiğiniz üzere Dokuzuncu Plan 2007-2013 dönemini kapsamaktaydı ve yıllık ortalama yüzde 7 büyüme hedeflenmişti. Gelinen nokta itibarıyla 2007-2012 ortalamasında büyüme oranı yüzde 3,3'te kalmıştır. 2013 yılı da pek parlak görünmediği gibi bu oranın değişmeyeceği açıktır yani hedeflenenin yarısıdır. Dokuzuncu Plan'da 2013 yılı için tüketici enflasyonu yüzde 3 olarak hedeflenmişti. Şu anda enflasyon maalesef yüzde 7,5'u aşmış durumdadır, yıl sonunda ise daha da artması beklenmektedir. Sabit sermaye yatırımlarında öngörülen yıllık ortalama büyüme 9,1 olarak hedeflenmişken gerçekleşen oran sadece yüzde 3'te kalmıştır. Plana göre 2013 yılında ihracat hedefi 210 milyar dolarken, yıllık programda revize edilmiş ve 158 milyar dolara çekilmiş. 2013 itibarıyla işsizlik oranının yüzde 7,7'ye düşürülmesi hedeflenmiş, takla attırılmış rakamlarla bile işsizlik oranı yüzde 11 yaklaşmış. Dokuzuncu Plan'a göre tarımda yüzde 3,6 öngörülmüş ancak yıllık ortalama büyüme yüzde 2,2'de kalmıştır. Tarım sektöründeki bu gerileme Onuncu Plan'da açıkça itiraf edilmiş ve tarımsal ürün ithalatında hem miktar hem de değer itibarıyla artışlar yaşandığı ifade edilmiştir. Ancak bu konuyla ilgili olarak tedbir alınması yolundaki uyarı ve taleplerimiz her defasında AKP milletvekillerinin oylarıyla reddedilmiştir. Vermiş olduğum bu örnekleri çoğaltmak mümkün ama ben daha fazla rakam vererek sizleri bunaltmak istemiyorum.
Değerli milletvekilleri, ben konuşmamın bu bölümünde seçim bölgem olan Şanlıurfa'dan bahsetmek istiyorum. "Nesini söyleyim canım efendim" diye bir türkü var ya, bizim durumumuz da inanın aynen öyle. Mesela, her yıl ortalama 60 bin çocuğun dünyaya geldiği Şanlıurfa'da neredeyse her 2 kişiden 1'inin çocuk olduğunu ya da kadın ve doğum hastanesinin yetersizliği nedeniyle ilkel koşullardaki doğuma bağlı olarak anne ve bebek ölümlerinin en çok yaşandığı ilin Şanlıurfa olduğunu veya çocuk hastanelerinde 3-4 çocuğun aynı yatakta yatarak -tabii şansı yaver gider de başka mikrop kapmazsa- tedavi gördüğünü biliyor muydunuz? Mesela, Sağlık Bakanlığı tarafından gönderilen bozuk aşı sebebiyle SSPE hastalığına yakalanan çocukların sayısını ya da lösemi ve talasemi hastalığının pençesinde olup da bir an önce doktor tayin edilmesini bekleyen çocukları bileniniz var mı? Mesela, taşımalı eğitim merkezlerinde bir sınıfa balık istifi tıkıştırılmış 60-70 çocuğun ders yaptığını ya da henüz ilköğretim çağındaki 70 bin çocuğun aileleriyle birlikte tarım işçiliği için yollara düşmek zorunda kaldıklarını biliyor muydunuz acaba? Veya basına yansımasaydı Siverek ilçemize bağlı Çıkrık köyü ilköğretim okulunda 130 çocuğun aynı anda bir sınıfa nasıl sığdığını hayal edebilir miydiniz? Mesela, her 3 çocuktan 1'inin ilkokula başladığı hâlde tek bir kelime dahi Türkçe bilmediğini, ama buna rağmen Türkçe eğitim almak zorunda kaldıklarını ya da her 5 çocuktan 1'inin işçi olarak çalıştırıldığını ve emeklerinin sömürüldüğünü veya Şanlıurfa'daki her 5 çocuktan 1'inin aileleriyle birlikte hâlen kuyu suyu içmek zorunda olduğunu biliyor musunuz acaba? Mesela, sürekli kesilen elektrikler yüzünden çocukların mum ışığında ders çalışmak zorunda kaldığını, kesintiler nedeniyle kışın soğuktan, yazın ise sıcaktan bunaldıklarını veya Şanlıurfa'da her 4 çocuktan 1'inin anne ve babasının işsiz, aynı zamanda kendisinin de işsiz kalacağını biliyor musunuz? Çok merak ediyorum, kalkınma planınızda belirttiğiniz adaleti, sağlığı, eğitimde fırsat eşitliğini bu çocuklar için mi sağlayacaksınız?
Değerli milletvekilleri, Şanlıurfa'ya yolu düşenler, adını bilmese de otogara yakın olmasından dolayı Esentepe bölgesinden mutlaka geçmişlerdir. Ahmet İnan Eğitim ve Araştırma Hastanesi ile otogar arasında çevre yolu boyunca uzanan hazineye ait 20 dönümlük bir yamaç bulunmaktadır. Bu arazi özellikle her yerel seçimde mutlaka gündeme gelmesiyle ünlü bir arazidir çünkü hemen her başkan adayı bu araziyi yeşil alan olarak kullanacağını vadeder ama ne hikmetse seçimlerden sonra da iş yoğunluğu nedeniyle unutur gider. 2009 yerel seçimlerinde de aynı durum yaşanmış, seçim sürecinde hem AKP adayı hem de sonradan AKP'ye transfer olan görevdeki başkanın da seçim vaatlerinin başında bu bölgeyi yeşil alan olarak Şanlıurfa'ya kazandırmak vardı. Seçimlere AKP adayı olarak giren şahıs, vaatle de yetinmeyerek parkın nasıl düzenleneceğine dair, hatta bir de amfiteatr eklediği projesini seçim broşürü olarak dağıtmıştı.
2009 seçimlerinde "ceket" tartışmaları gölgesinde yaşananları biliyorsunuz herhâlde. 2013 yılının ilk günlerinde AKP'ye transfer olan mevcut Belediye Başkanı, vaadine sadık kalarak seçimlerden sonra bu araziyi ağaçlandırmıştı. Aradan geçen uzunca bir süreçten sonra, ne olduysa artık, hazine bu araziyi eğitim alanı olarak ihaleye çıkardı. İhaleye çıkış şartnamesinde arsa üzerinde en fazla yarısı kadar yani 10 bin metrekare inşaat yapılabileceği hükmü yer almıştı. Dolayısıyla, ihaleye teklif veren firmalar da bu hüküm uyarınca yani 10 bin metrekarelik inşaat alanını göz önünde bulundurarak tekliflerini verdiler. Nihayetinde Şanlıurfalı bir firmanın kazandığı ihale, jet hızıyla Bakanlık tarafından onaylanarak sözleşme yapılmıştır.
Araziyle ilgili asıl hikâye bundan sonra başlıyor. Artık ne olduysa, birden, hazine, inşaat izni konusunda belediyeye müracaat ederek inşaat alanının, arsanın tam 2,5 katına çıkarılmasını talep etmiştir. Bununla da yetinmeyen hazine, inşaat türünün de eğitimin yanı sıra, turizm amaçlı olarak değiştirilmesi talebinde bulunmuştur. Hazinenin bu talebini emir telakki eden Şanlıurfa Belediyesi, jet hızıyla karar alarak talebi onaylamıştır. Böylece, arsa üzerinde yapılacak inşaat alanı 10 bin metrekareden birdenbire 50 bin metrekareye çıkarılıyor. Ayrıca, turizm amaçlı özelliğini de kazanan araziye otel izni de verilmiştir. "Deveyi havuduyla götürmenin bu kadarına pes!" diyenlerin seslerini yükseltmesi sonucunda, belediye meclisi bir kez daha karar değişikliğine giderek inşaat alanını 1,75'e çekmiştir.
Şimdi, şu soruları sormak bize farz değil mi? 2009 yılı yerel seçimlerinde hem AKP adayı hem de seçimi kazanan ve AKP'ye transfer olan mevcut Belediye Başkanının vaatleri AKP Hükûmetini bağlamıyor mu? Belediye, hangi kriterlere göre başlangıçta 0,5 olan inşaat yoğunluğunu, ihaleden sonra jet hızıyla önce 2,5'a çıkarıyor, sonra da 1,75'e çekiyor? Araziyle ilgili Ankara'dan da baskı mı uygulanmıştır acaba? Bu anlattıklarım Gezi Parkı'yla da ne kadar benzeşiyor değil mi arkadaşlar?
Değerli milletvekilleri, kentlerin yeşil alanları üzerinden rant yaratma alışkanlığını bir türlü bırakmayan AKP, Şanlıurfa'mızı da maalesef pençesine almıştır. Şanlıurfa'daki yeşil talan Esentepe ile sınırlı değil, 11 Nisan Kent Meydanı'nda da yaşanmaktaydı. Epey eskilere dayanan bu arazinin hikâyesini çok kısa olarak sizlerle paylaşayım.
Güllüoğlu ailesi 42 dönüm arazisini Gençlik ve Spor İl Müdürlüğüne, spor kompleksi yapılması şartıyla, 1958 yılında hibe etmiştir. Daha sonraki yıllarda bu arazi üzerinde ailenin isteği ile 11 Nisan Şehir Stadyumu, Atatürk Kapalı Spor Salonu ve olimpik yüzme havuzu yapılmıştır. Sonrasında GAP Arena Stadı'nın faaliyete geçmesi ile birlikte 11 Nisan Şehir Stadyumu kullanılmamaya başlanmıştır. Hükûmet, 2011 seçim vaatlerinde, bu stadyumun yer aldığı arazinin "11 Nisan Kent Meydanı" olarak yeniden düzenleneceği taahhüdünde bulunmuştur. Seçimden sonra da söz konusu arazi ve spor kompleksleri İl Özel İdaresine devredilmiştir.
Şanlıurfa'nın merkezinde yer alan bu arazide AVM benzeri yapılar yapılması için gerekli imar değişiklikleri, geçtiğimiz şubat ayında belediye meclisindeki AKP'li eller tarafından kabul edilmiştir. Ahde vefadan yoksun bu zihniyet, araziyle ilgili değişiklikleri yaparken bağışçı ailenin görüşlerini dahi sorma gereği duymamıştır.
Değerli milletvekilleri, Şanlıurfa'nın tarım kenti olmasından kaynaklı olarak yaşadığı sorunlardan biri de kuşkusuz, tarımsal sulama alanında yaşanmaktadır. Bu noktada, Şanlıurfa'da sayıları 22 olan sulama birliklerinin içinde bulunduğu sorunlara bir örnek vererek değineceğim. Sulama birliklerince bana aktarılan sorunları dinledikçe ister istemez bende oluşan kanaati sizlerle paylaşmak istiyorum.
Sulama yatırımlarını yapan DSİ, yani devlet sanki bu yatırımları yaptıktan sonra çiftçilerimizle bir daha yüz yüze gelmemek için sulama birliklerini oluşturdu ve aradan çekildi diye düşünüyorum. Neden mi böyle düşünüyorum? Ben şimdi sizlere kendi seçim bölgem Şanlıurfa'dan, toplam borçları 400 milyona dayanmış 22 sulama birliğinden seçtiğim birini örnek olarak vermek istiyorum: 180 bini aşkın dekarlık alana ve 6 bin civarında çiftçimize hizmet veren bu birlik 55 civarında personel çalıştırıyor. Birliğin 2012 yılı tüm kullanıcılardan toplam tahakkuk miktarı 4,5 milyon liradır. Bu miktar tahakkuk olup gerçekleşebilen tahsilatın miktarı ise 2,5 milyon civarındadır.
Birliğin 2012 yılı için gider kalemleri ise aynen şu şekildedir: Personel maaşı, SSK, vergiler, yakıt, bakım ve onarım giderlerinin toplamı 3 milyon 760 bin lira olarak gerçekleşmiştir. Birliğin 2012 yılı için elektrik faturası ise, gecikme faizleri dâhil tam 7 milyon liradır. Birliğin gelir ve giderleri arasındaki farkı söylüyorum: Bu fark yuvarlak olarak, eksi 6 milyon liradır. Ortaya çıkan negatif bakiye nasıl ve kim tarafından ödenecek? Çiftçilerden topladığı para ortada, bu paralarla diğer giderleri bir kenara bıraksak bile elektrik faturasını ödeyemeyecektir.
Diğer bir husus daha var ki bende oluşan kanaatin esas sebebini de asıl bu durum oluşturmaktadır. Birliğin 2012 yılında boru ve kanaletlerde ortaya çıkan arızaları onarmak için harcadığı toplam para 400 bin lira civarındadır. Şimdi, ister istemez aklıma şu geliyor: DSİ bir yatırım yapıyor, kullandığı boru ve benzeri ekipmanlar o kadar kalitesiz ki sözünü ettiğim sulama birliğini, yıllık olarak neredeyse yarım milyon liraya yakın onarım parasıyla baş başa bırakıyor. Bu noktada sulama yatırımlarını yaptırmak ve denetlemekle görevli DSİ'nin uyuduğunu, işini yaparken nal topladığını düşünmeden edemiyorum. Derme çatma yaptığı bu tesisleri hem çiftçilerimizin hem de sulama birliklerinin başına bela etti diye düşünüyorum.
Değerli milletvekilleri, bu işin enteresan yönlerinden birisi de her yıl Bakanlar Kurulu kararıyla açıklanan sulama tarifelerinin bu yıl içinde ikinci kez belirlenmiş olmasıdır. Mayıs başında çiftçilere müjde verircesine tarifeyi yarı yarıya düşürdüğünü açıklayan Hükûmet, özellikle pompaj sistemli sulama birlikleriyle çiftçileri karşı karşıya getirmekte ve aradan sıyrılmanın çabası içerisindedir. Çünkü çiftçilerimiz, "Hükûmet sulama ücretlerini düşürdü, siz neden düşürmüyorsunuz?" diyerek birliklerin kapısına dayanmaktadır. Ben, elektrik tüketimi nedeniyle borç batağına saplanmış birliklerin bu sorununa kalıcı çözüm olacağına inandığım kanun teklifimi hazırlayarak Başkanlığa gönderdim. Eğer zerre kadar samimiyetiniz varsa, hazırladığım kanun teklifini değerlendirir veya katkı vererek Genel Kurul gündemine alırsınız. Gerçekten çiftçilerimize, Urfa çiftçisine işte o zaman gerçek bir müjdeyi verebiliriz.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.