GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: BDP GRUBUNUN, TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ GÜNDEMİNİN "GENEL GÖRÜŞME VE MECLİS ARAŞTIRMASI YAPILMASINA DAİR ÖNGÖRÜŞMELER" KISMINDA YER ALAN, TÜRKİYE'DEKİ BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNÜN ÖNÜNDEKİ ENGELLERİN BÜTÜN BOYUTLARIYLA ARAŞTIRILARAK ALINMASI GEREKEN ÖNLEMLERİN BELİRLENMESİ AMACIYLA TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA VERİLMİŞ OLAN MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGESİNİN (10/76) GÖRÜŞMELERİNİN, GENEL KURULUN 4 TEMMUZ 2013 PERŞEMBE GÜNKÜ BİRLEŞİMİNDE YAPILMASINA İLİŞKİN
Yasama Yılı:3
Birleşim:130
Tarih:04.07.2013

MELDA ONUR (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli vekiller, basın özgürlüğüyle ilgili yeni bir araştırma önergesinin, belki defalarca verilmiş, defalarca reddedilmiş bir araştırma önergesinin daha lehinde söz almış bulunmaktayım. Benzeri bir konuşmayı geçenlerde burada hapishanelerin durumuyla ilgili yapmıştım; sanıyorum, bir benzerini de şimdi basın özgürlüğüyle ilgili yapacağım.

Şimdi, ben eski bir gazeteciyim -bunu zaten arkadaşlarımız biliyor- eski dönemlerde nasıl olurdu, biraz onu anlatayım. Şunu kabul edelim ki basının üzerinde her zaman için bir baskı vardır, bunu hiç kimse reddedemez. Ama, eski dönemlerde yani bizim gazetecilik yaptığımız dönemlerde -ki bu dönemler hani biz sol grubun ifadesiyle sağ iktidarların yani Özal, Tansu Çiller, Demirel gibi eski siyasetçilerin iktidarlarının döneminde ben gazetecilik yaptım- evet, yani çeşitli müdahaleler olurdu haberlerimize ama en azından o haberleri gazetenin içerisine sokabilirdik, daha sonra müdürlerimiz biraz ayar verirlerdi ama bugün gelinen noktada o haberler daha gazetenin içerisine değil, binadan içeri giremiyor. Şu anda artık bırakın muhabirlerin otokontrolünü direkt patron seviyesinde sabaha karşı gelen telefonlarla, sabaha karşı talep edilen 1'inci sayfalarla, televizyonlarda kulaklıklara gelen talimatlarla bu haberler ne yazık ki verilemiyor. Şu andaki durum, son dönem, benim tanık olduğum en azından, medya, tarihinin en kötü döneminde. 

Şimdi, bunun kanıtını aslında geçtiğimiz günlerde yaşadığımız Gezi olaylarında gördük. Nasıl oldu? Bu son dönem tutuklamalarla, patron seviyesinde ayarlamalarla iktidar zannetti ki baş belasından kurtuldu çünkü onun için basın, serbest basın, özgür basın bir baş belasıydı ama ne yazık ki başka bir baş belası çıktı. Bu da bir kuştu, fazla cikledi ve Başbakan konuşmasında "Twitter diye bir baş belası var." dedi. Neden Twitter diye bir baş belası çıktı? Çünkü siz ne kadar bastırırsanız bastırın, ifade özgürlüğü, serbest haber yapma özgürlüğü, sözlerini ifade özgürlüğü bir şekilde bir yerlerden patlak veriyor. Sosyal medya, bu şekilde yeni özgür medya olarak ortaya çıktı. Tabii, biz, bu yeni özgür medyadan sokakların durumunu izlerken ana akım medya başka bir kuşu veriyordu, kutuplarda yaşayan penguenler, baş belası olmadan, halka izlettiriliyordu. Ama sanıyorum onlar da bir noktadan sonra gerçekleri gördüler ki uluslararası bağlantılarda, uluslararası kanallarda bu hareketlilik gösterilince kendi kanallarında da göstermek zorunda kaldılar.

Şimdi, eğer bağımsız bir medya olsaydı belki de bu çok şikâyet edilen, işte "Yalan yazdılar.", "Manipüle ettiler, yönlendirdiler.", "Halkı galeyana sevk ettiler." tarzında şikâyetler olmayacaktı çünkü ana akım medya, diğer medya olsun, özgürce bu görüntüleri verebilecekti, özgürce haberlerini yazabilecekti ve belki de kimse sosyal medyaya itibar etmeyecekti. Ama ne yazık ki son dönemde basın üzerinde yaşanan baskılar, tutuklamalar, işten çıkartılmalar sosyal medyaya böyle bir alan açtı. O yüzden, hiç şikâyet etmeye gerek yok.

Şunu görüyoruz ki bu Gezi sürecinde muhalif olan birçok arkadaşımız gerek kendiliğinden işten ayrıldı  -işten ayrılma gerekçeleri, yeterince gazetecilik yapamadıkları- birçok kişi TMSF'nin el koyduğu yayınlarda işten çıkarıldı. Daha dün, çok değerli olduğunu düşündüğümüz bir yazar, ne yazık ki Hükûmet sempatizanı bir gazeteden personel, insan kaynakları vasıtasıyla işinden atıldı -ben burada adını dillendirmek istemiyorum- gerçekten çok üzüldüm. Bu, bir dönemde yapılan, hani kapıya geldiğinizde kartınızın çalışmaması kadar insanı ötekileştirici, aşağılayıcı bir şey.

Şimdi, hazır buraya gelmişken bu Gezi Parkı süresince sizlerden uzak kaldım, biraz da benim gözümden dinleyin istiyorum çünkü benim de bir gazeteci olarak, aslında, Gezi Parkı'nı bir milletvekili olmanın ötesinde, bir gazeteci gibi izleme imkânım oldu. Hem de şunu gördük: Hani biz burada parlamenter demokrasi işlemiyor, işte, az önce Sayın Şandır, buradaki birtakım kararlara uyulmuyor gibi şikâyetler? Efendim, bizim dışarıda dokunulmazlığımız da kalmamış, biz onu gördük ne yazık ki. Ben dokunulmaz olduğumuzu zannediyordum ama değilmişiz.

Sizi 31 Mayıs sabahına götürmek isterim. 31 Mayıs öncesi, biliyorsunuz, çok küçük bir çevre eylemi, ne yazık ki polisin orantısız gücüyle? Ki ben burada, herhâlde, faiz lobisinin o polis olduğunu düşünüyorum çünkü savunmasız, kasksız, gözlüksüz bir kadına biber gazı sıkıp bir de arkasından koşturan kişi esas komployu kuran kişidir. Bilmiyorum, o polis hakkında faiz lobisi, Yahudi lobisi, içki lobisi, her neyse bir soruşturma açıldı mı, ona bakmak lazım. Orada bulunan vatandaş İstanbul milletvekillerini Twitter üzerinden çağırdı. Bilmiyorum, sizi çağırdı mı? Muhtemelen sizleri de çağırmışlardır yani burada iktidar partisinin İstanbul milletvekillerini görüyorum ama bizi çağırdılar ve biz, milletin vekili olarak oraya gitmek durumundaydık ve gittik. 30 Mayıs akşamı orada bir şenlik vardı, tamamıyla bir şenlikti. Orada, hani "marjinal", "radikal" falan deniyor ya, birtakım gruplar? Onların da ne olduğunu tam olarak bilmiyorum yani hiçbir yasadışı örgüt değildi oradakiler. İşte, konserler verildi ve geç saat ben de oradayım, Genel Başkanımız "Arkadaşlarla durun, nöbet tutun." demiş, bekliyoruz. Dediler ki bana: "Ya, Sayın Vekilim, galiba polis buraya operasyon yapacak." Dedim ki: Mümkün değil ya, delirmiş olmalı. Yani bu kadar barışçı bir gruba, en ufak bir aykırı slogan? Şarkılar söyleniyor, işte yani konuşmalar yapılıyor. Mümkün değil, yapmaz dedim yani olamaz öyle bir şey. "Yok, olurdu, olmazdı." Geç bir saat. Biraz daha azaldı insanlar. Çevreci gruplar var; Derelerin Kardeşliği, işte HES eylemcileri falan. Derken, baktık bir hareketlilik var, kalktık, gittik, Çevik Kuvvet'in yanına gittik. Baktık, böyle bir hareketlenme, dedik ki: Ya biz İstanbul milletvekiliyiz. Ve o akşam İlhan Cihaner ve Müslim Sarı vardı. İlhan Cihaner'i -bize göre daha ünlü- tanıyorlar, biz de kendimizi tanıttık. Sonra döndüm, dedim ki: Ya olamaz, mümkün değil, biz milletvekilleriyiz, biz öne geçelim, onlar gelirken durdururuz biz onları, bize saldırmazlar. Çünkü ben, doğrusunu söylemek gerekirse, buna alışkındım. Çeşitli KESK eylemlerine gittiğimizde polis telsizlerinden "Ya, milletvekilleri de burada." diye bir şey duyuyordum yani bir ölçü vardı ve biz, kasksız, gözlüksüz -o kadar eminim ki polisi durdurabileceğimize- 3 kişi önden yürüdük, "Durun." dedik. Yani, ayağımın dibine atılan fişekler, gözümü yakan biber gazı, nefesimi kesen biber gazı canımı acıtan şey değildi, canımı acıtan şey dokunulmazlığımızın olmadığını görmek oldu arkadaşlar ve ne yazık ki bu Gezi olayları süresince bu dokunulmazlığımızın olmadığını tek tek gördük. En acı olanı? Ve çeşitli defalar çağırıldık. Zaten bulunduğumuz yerlere biber gazı atıldı.

Hani, diyeceksiniz ki: "Sizin orada olup olmadığınızı nereden bilecek?" Vali Bey'e gittik, dedik ki: Ya, burada vekiller oluyor, siz biliyor musunuz? Vali Bey dedi ki: "Biz o parkta, kim giriyor, kim çıkıyor, hangi marjinal, hangi radikal, hangi örgüt, hangi vekil var anı anına, saniyesi saniyesine biliyoruz." Demek ki Şafak Pavey'in ayağının önüne atılan biber gazını da zaten biliyorlardı.

Ve son olarak biliyorsunuz, Divan Oteli'nin önünde ambulans geçişlerine yardımcı olmaları için polisle konuşmaya çalışan Amasya Milletvekilimizin suratına bir kask fırlatılarak burnu kırıldı. Ve ben, Divan Otel'de sıkışıp âdeta bir "Die Hard" filmi gibi -bilmiyorum hiç seyrettiniz mi?- içeride yaralılar, inleyenler, biber gazı? İçeriye biber gazı atıldığında yukarıya kaçmak zorunda kaldığımızda bir kadın şöyle diyordu: "Vekilsiniz bize niye kalkan olmuyorsunuz?" Dedim ki: Çok özür dilerim, vekiliz ancak sizinle biber gazına, copa, kaska, dayağa ortak olabiliriz, ne yazık ki size kalkan olamıyoruz çünkü bizim artık gördüğümüz kadarıyla, bu polisle, sokaklarda bir dokunulmazlığımız kalmamış.

Şimdi, bunları niye anlattım? Benim gözümden de bunu görmenizi istedim. Şimdi, size şöyle bir şey söyleyeyim son olarak: Hani deniyor ya "Polise taş atan, saldıran marjinal, radikal gruplar?" Arkadaşlar, ilk dört gün, hiç öyle bir şey yoktu. Fakat ilk dört gün kırmızılı kadına, oradaki birkaç kişiye orantısız olarak biber gazı atan? Biber gazı havaya atılır arkadaşlar, biber gazı insanların gaz yayıldığında kaçmasını sağlamak içindir -gözümüzle- direkt hedefe sıktılar. Tüm bunlar olduktan sonra birileri de sanıyorum bu arkadaşları savunmak istedi. Ama şunu söyleyeyim: Hani "yağmacı" falan diyorlar ya İstiklal Caddesi'nde bir tane dükkânın içinden bir tişört çalınmış mı, buyurun araştırın, bir tane büfeden bir tane sigara paketi çalınmış mı?

Teşekkür diyorum. (CHP sıralarından alkışlar)