| Konu: | KÜLTÜR VE TABİAT VARLIKLARINI KORUMA KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 4 |
| Tarih: | 08.10.2013 |
BDP GRUBU ADINA EROL DORA (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 491 sıra sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerine Barış ve Demokrasi Partisi adına söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, Türkiye'de doğayı korumaya ilişkin yasal düzenlemelerin tarihi 1950'li yıllara uzanmaktadır ancak çevreye ilişkin politikalar ve kurumsal yapılanma, 1972 tarihinde Stockholm'de yapılan Birleşmiş Milletler İnsan ve Çevresi Konferansı'ndan sonra başlamıştır. Kurumsal yapılanma sonrasında ülkemizin çevreyle ilgili uluslararası sözleşmelere taraf olma süreci hızlanmıştır.
Türkiye'yle ilgili katılım müzakerelerinin çevre faslının 21 Aralık 2009 tarihinde düzenlenen hükûmetler arası konferansla açılması onaylanmıştır. Brüksel'de yapılan hükûmetler arası konferans ile mali yükü çok fazla olmasına rağmen çevre faslı açılmıştır. Çevre faslının açılmasıyla birlikte, Türkiye dört konuda önceliği yerine getirmekle yükümlü tutulmuştur. Açılış kriterlerinde ise Türkiye'nin komisyona kapsamlı bir strateji sunması ve Türkiye'nin Avrupa Topluluğu ve Türkiye Gümrük Birliği Ortaklık Konseyinin kararlarına uygun olarak ilgili çevre müktesebatının uygulanmasına dair yükümlülüklerini yerine getirmesi beklenmiştir.
Türkiye'nin 1996 yılında taraf olduğu Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi, ülkelere kendi sınırları içindeki biyolojik çeşitlilik değerlerini ve tabii kaynaklarını belirleme, koruma ve sürdürülebilir bir şekilde kullanma sorumluluğu yüklemektedir.
Değerli milletvekilleri, yasa tasarısının genel gerekçesinde belirtildiği gibi, Anayasa'nın "Tarih, kültür ve tabiat varlıklarının korunması" başlıklı 63'üncü maddesindeki hüküm son derece açık ve nettir: "Devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlar, bu amaçla destekleyici ve teşvik edici tedbirleri alır. Bu varlıklar ve değerlerden özel mülkiyet konusu olanlara getirilecek sınırlamalar ve bu nedenle hak sahiplerine yapılacak yardımlar ve tanınacak muafiyetler kanunla düzenlenir." Bu hüküm ile ülkemizdeki kültür ve tabiat varlıkları anayasal güvence altına alınmıştır.
Bilindiği gibi, Anayasa Mahkemesi, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nun "Cezalar" başlıklı 65'inci maddesinin (a) ve (b) fıkralarını Anayasa'ya aykırı bularak iptal etmiş ve yürürlüğünü Resmî Gazete'de yayımından itibaren bir yıl süreyle ertelemişti. Tasarıyla iptal kararının yürürlüğe gireceği 13 Ekim 2013 tarihinden önce, ilgili iptal kararı doğrultusunda bir sit alanındaki korunması gerekli taşınmaza yapılan müdahalelere ilişkin olarak koruma bölge kurullarınca alınacak kararların ilgili herkesin bilgisine sunulmasını sağlamaya yönelik kanuni güvence sağlanması, korunması gerekli kültür ve tabiat varlıklarının korunma alanlarına ilişkin olarak koruma bölge kurullarınca alınacak kararların maliklere, ilgililere tebliğ edilmesi öngörülürken cezai müeyyideler yeniden düzenlenmektedir.
Yasa tasarısının Anayasa'nın ilgili hükmüne yaptığı vurgu böylesine açık ve netken, AK PARTİ Hükûmetinin iktidara geldiğinden bu yana doğayı korumaya ilişkin bütün uygulamaları maalesef doğanın yok edilmesine yönelik olmuştur. Esasen Genel Kurulda görüştüğümüz bu yasa tasarısı, ülkemizdeki kültür ve tabiat varlıklarının korunmasına yönelik olarak değil, tam tersine yok edilmesine yönelik olarak hazırlanmıştır. Benzer bir süreci Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Yasa Tasarısı'nın hazırlık aşamasında görmüştük.
3 Ekimde torba kanuna sıkıştırılarak yasalaşan ÇED Yönetmeliği'nin değiştirilmesi de benzer bir zihniyetin ürünü olarak görülebilir. 1983 yılında yürürlüğe giren Çevre Kanunu'nun 10'uncu maddesine göre altı ay içinde yayınlanması gereken ilk ÇED Yönetmeliği ancak on yıl sonra, 1993 yılında yayınlanabilmiş, sonrasında birçok değişikliğe uğramıştır. Yapılan son değişiklikle birlikte, yargı tarafından iptal edilen önceki düzenlemeler sözcük oyunlarıyla yeniden getirildi. Çevreye olumsuz etkileri olacağı belli olan büyük yatırımların ÇED muafiyeti yönetmelik hükmü hâline getirildi. Yönetmelik değişikliği, torba yasa içine gizlenerek, yasalaşan ÇED muafiyeti yasası düzenlemesi için yapılmıştır. 23/6/1997 tarihinden önce kamu yatırım programına alınmış olup 29/5/2013 tarihi itibarıyla planlama aşaması geçmiş ve ihale sürecine başlamış olan veya üretim veya işletmeye başlamış olan projeler ile bunların gerçekleştirilmesi için zorunlu olan yapı ve tesisler ÇED kapsamı dışında tutulmuştur. İlk ÇED Yönetmeliği'nin yayımlandığı 7/2/1993 tarihinden önce üretime veya işletmeye başlayan projeler yine ÇED kapsamı dışında tutulmuştur.
Böylelikle, İstanbul'a üçüncü köprü, üçüncü havaalanı, Gebze-İzmir otoyolu, Hasankeyf'i sular altında bırakacak Ilısu Barajı, nükleer santraller gibi çevresel olumsuz etkileri yoğun olan dev projeler ÇED kapsamı dışına çıkarılmıştır. Yeni yönetmelikle de halkın katılımı yüzeysel ve aldatmaca işlemler olarak öngörülmektedir. ÇED olumlu kararı ya da ÇED gerekli değildir kararı verildikten sonra proje sahibi tarafından taahhüt edilen hususlara uyulmadığının tespit edilmesi durumunda doksan güne kadar süre verilerek üç ay süreyle kirlenmeye göz yumulacak, daha önce defalarca yargı tarafından iptal edilen maden, petrol, doğal gaz, kaya gazı veya jeotermal arama projelerinin ÇED'den muaf tutulması düzenlemesi yeni yönetmelikle "ÇED gerekli değildir"e dönüştürülmektedir. Afet riski altındaki alanların dönüştürülmesinde ÇED süreci işletilmeyecek, alınacak önlemlere Çevre ve Şehircilik Bakanlığı karar verecek, yani kentsel dönüşümde ÇED raporlarıyla beraber halkın katılımı yok olacaktır.
Yeni yönetmelikle ÇED olumlu kararı alan projelerin inşaat dönemine ilişkin izleme ve kontrolü raporlama çalışmaları Bakanlıkça yetkilendirilmiş kurum ve kuruluşlara verilerek denetim özelleştirilmektedir.
Değerli milletvekilleri, uygulanan neoliberal ekonomik politikaların doğal varlıklar üzerinde yarattığı baskı gün geçtikçe artmaya devam etmektedir. Yeni yönetmelikle de ÇED sadece yatırımın veya bir faaliyetin gerçekleştirilmesi için gerekli izin alma prosedürlerinden biri olarak görülmekte, yaşam alanları üzerindeki baskı bertaraf edilmemektedir. Çözüm, insanın ve doğanın sömürüsünün önüne geçecek, her alanda eşitliği, her alanda özgürlüğü sağlayacak, yaşamı koruyacak politikaların hayata geçirilmesidir.
Türkiye'nin çevre karnesini Yale Üniversitesinin çevre performansı indeksinden faydalanarak incelemek ve değerlendirmek mümkündür. 2012'deki indeks 132 ülkeyi kapsıyor ve hem hava kirliliği, çocuk ölümleri gibi genel olarak insan sağlığıyla alakalı olan parametreleri özetleyen çevresel sağlık hem de iklim değişikliği, biyoçeşitliliğin korunması ve ormanların durumu gibi doğa korumayla ilgili olan ekosistem canlılığı adında iki ana başlık üzerinden sıralamalar yapıyor. Türkiye bu iki ana başlık üzerinden hesaplanan toplam çevre notuyla sınıfta kalıyor. 132 ülke arasında 109'uncu sırada Moldova ve Umman'ın arasında. İndeksin doğa koruma ile ilgili ekosistem canlılığı kısmında da durum bir o kadar kötü. Türkiye bu endekste 132 ülke arasında 118'inci sırada. Dahası, doğa koruma notumuz anbean kötüye gidiyor. Son on yıldaki notumuzdaki düşüş bizi trend sıralamasında 112'nci yapıyor.
Peki, Türkiye neden doğa koruma konusunda başarısız? Bunun sebeplerini, doğayı gerçekten hiçe sayan, barajsız nehri boşa akan su kabul eden, öte yandan da doğa korumayı sadece ağaç dikmek olarak algılayan kalkınma zihniyetinin ve bunun icraatsal ve hukuki dışa vurumlarında da görmek mümkün. Örneğin, Türkiye'de doğa korumayla yükümlü kuruluş olan Orman ve Su İşleri Bakanlığı, köprü ve baraj gibi büyük projelerde Çevre Etki Değerlendirme raporu gerekliliğini ortadan kaldıran yasa, geçen dönem torba yasayla geçti. 2010 ve 2011 yıllarında doğa koruma alanlarında maden aranmasına olanak tanıyan, sulak ve kıyısal alanların koruma alanlarından çıkarılması sonrasında baraj yapımı ve turistik tesisleşme önündeki kontrol mekanizmalarını ortadan kaldıran 2/B arazilerinin rehabilitasyonu veya korunması yerine bunların farklı amaçlarla kullanılması ve satılmasına olanak sağlayan yasalar Meclisten geçti.
Erciş'te konut yapımı için kesilecek ormanlar, sular altında kalacak Allianoi antik şehri, İstanbul'a yapılacak üçüncü köprü ve havaalanı, Akkuyu ve Sinop'ta yapılacak nükleer santraller gibi onlarca yıkıcı ve tehlikeli proje çevre notumuzun düşük olmasındaki etkenlerden bazıları.
Gerçek ilerleme, iyi yapılanların takdir edilmesinin yanı sıra neyin iyi yapılmadığının ifadesiyle sağlanır. Muhalefet olarak bunları söylerken çözüm yollarının bulunması için çaba sarf ediyoruz. Mesela eğer Kars'ta Aras Nehri üzerine yapılması planlanan Tuzluca Barajı Türkiye'nin kuşlarının yarısından fazlasının bulunduğu ve konakladığı bir alanı yok edecekse bu barajın planının değiştirilmesi gerekiyor. Sosyal ve çevresel problemlerin Hükûmet tarafından kale alınması ve Hükûmetin bu sorunların çözülmesi için "ben ne dersem o"culuktan ve şiddetten uzak, uzlaşma içeren çözümler oluşturmak yönünde çaba göstermesi Türkiye'de katılımcı bir demokrasi anlayışının hayata geçirilmesi için gerekli adımlardan biri olarak görülebilir.
Değerli milletvekilleri, 2008 yılında çevrecilerin boş vakitlerini değerlendirmek için bu işi yaptıklarını savunarak "Ben çevreciyim, çevrecinin daniskasıyım, asıl çevreci benim." diyen Sayın Başbakan "Gerçek çevreci AK PARTİ iktidarıdır." demişti. Sayın Başbakan döneminde uygulanan çevre politikalarına göz attığımızda maalesef bunun tersini görmekteyiz.
12 bin yıllık tarih ve kültür abidesi olan Hasankeyf'i sular altında bırakacak olan Ilısu Barajı inşaatı, yargı kararlarına rağmen hukuksuz bir biçimde sürmektedir. UNESCO'nun Dünya Kültür Mirası Listesi için aradığı 10 kriterden 9'una sahip Hasankeyf'i sulara gömecek projeye ilişkin, Danıştay 14. Dairesi, Ilısu baraj ve HES projelerinin Çevre Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği'nden muafiyetini durdurarak davacı olan Türkiye Mimarlar ve Mühendisler Odası Birliğine bağlı mimarlar odası ve peyzaj mimarları odasına kararı 7 Ocak 2013'te tebliğ etmişti. Hasankeyf ve civarındaki mağaralarla kaplı jeolojik oluşum tamamen sular altında kalacak ve Dicle Vadisi'nde 400 kilometre uzunluğunda bir göl oluşturacak Ilısu Baraj inşaatı çalışmaları tüm hızıyla sürerken Batman Çevre Gönüllüleri Derneğinin verdiği son güncel bilgiye göre ise baraj inşaatının yüzde 60'a yakın bölümü tamamlanmış durumda.
İzmir Bergama'daki antik kent Allianoi, Yortanlı baraj suları altına gömüldü. Ilıcanın yanı sıra köprüler, caddeler, sokaklar, geçiş yapılarının yanında Peri Kızı gibi yüzlerce tarihî eserin gün yüzüne çıkarıldığı Allianoi, AK PARTİ iktidarı döneminde İzmir 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulunun kararıyla üzeri kumla kapatıldı ve sulara gömüldü. Tarihte sağlık merkezi olarak anılan antik kent Allianoi yağış rejimi ve bitki örtüsüyle bağlantılı olarak yaklaşık kırk ila altmış yıl arasında ömrü olduğu düşünülen Yortanlı Barajı'nın gölet alanında yaklaşık 12 ila 15 metrelik alüvyon dolgu altında kaldı.
Dersim'de Munzur Vadisi'nde ekolojik dengeyi ve doğal yaşamı olumsuz etkileyip bozacak olan HES projesi de ÇED raporu alınmadan inşa edilmek istendi ancak buna karşı Dersim halkının ve çevrecilerin yürüttüğü mücadele sonrasında Ankara 8. İdare Mahkemesi ocak ayında projenin iptaline karar verdi. DSİ, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile EPDK'nın (Enerji Piyasaları Denetleme Kurulu) verilerine göre, dere ve vadiler üzerinde kamu ve özel sektöre ait yaklaşık 200 HES işletme hâlinde bulunuyor. Bunların dışında, inşaat çalışması devam eden proje aşamasında yaklaşık 1.750 HES var. Planlama aşamasında olan 325 HES ile birlikte bu sayı 2 bini geçiyor. Ayrıca, Bakanlık verilerine göre, yapılması planlanan HES'lerle birlikte sayının 2.300'lere kadar ulaşacağı biliniyor.
Siyanürle altın arama faaliyetleri hâlâ gündemde olan bir konu ve bu maden ocakları ve tüm hukuk mücadelelerine rağmen faaliyetlere devam etmektedir. Uşak Eşme yakınlarında, 26'yla 28 Haziran 2006'da, altın madeninde siyanürle altın arama çalışmalarında yaşanan kaza nedeniyle 1.500'ün üzerinde köylü zehirlenmişti. Eşme'de uzun yılları kapsayan hukuk mücadelesi ve yaşananlar hepimizin malumu. İzmir'in Bergama ilçesine bağlı Ovacık köyünde de siyanürlü altın çıkarma çalışmaları yapılıyordu. Burada doğaya verilen zarar ise gözle görünür biçimde gelişti. Ördek, eşek gibi kimi hayvanların biyolojik yapılarında meydana gelen farklılıklar ise hafızalarda tazeliğini koruyor.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, kültür ve tabiat varlıklarının korunmasıyla ilgili çıkarılacak yasalarda Avrupa Birliği kriterlerinin gözetilmesi gerektiğini düşünüyoruz, ki Hükûmetin teorik olarak yapmaya çalıştığı budur ancak Avrupa Birliğine uyum sürecinin yalnızca birlik düzenlemelerinin iç hukuka yansıtılmasından ibaret olmadığını belirtmek gerekir. Uygulama düzeneklerinin kurulması ve gereken yatırımların gerçekleştirilmesi de bu sürecin bir parçasıdır.
Genel olarak değerlendirmek gerekirse, Avrupa Birliğine çevre uyumunda en önemli konunun bütün politika alanlarında çevresel kaygıların göz önünde bulundurulması olduğu söylenebilir.
Çocuklarımızdan miras aldığımız kültür ve tabiat varlıklarını büyük bir özenle sonraki kuşaklara da aktarabilmeliyiz.
Bu vesileyle, AK PARTİ Hükûmetinin, uygulamaya soktuğu çevre politikalarını ekolojik kaygıları ön plana çıkararak yeniden gözden geçirmesi gerektiğini düşünüyor, bu duygularla tekrar Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)