GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: ORTA ASYA VE KAFKASLAR BÖLGESEL BALIKÇILIK VE SU ÜRÜNLERİ YETİŞTİRİCİLİĞİ KOMİSYONU ANLAŞMASININ ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR
Yasama Yılı:4
Birleşim:8
Tarih:23.10.2013

CHP GRUBU ADINA HÜSEYİN AYGÜN (Tunceli) - Çok teşekkür ederim.

Sayın Başkanım, uluslararası sözleşmeler genelde bütün partilerin üzerinde ittifak ettiği konulara dayanıyor ve çok kısa zamanda görüşülerek geçiyor. Ben de balıkçılığı ilgilendiren bu yasayla ilgili fikirlerimi söylemeden evvel, bazı kamu görevlilerinin yaptığı açıklamalar ve kamu görevliliği konusundan hareketle er Utku Kalı hakkında konuşacağım. Çünkü er Utku Kalı'nın tutuklanmasının, bugün 151'inci günü bulan hasta tutukluluğunun ve birkaç saat evvel İstanbul GATA'dan taburcu edilerek zorla Sivas'taki askerî hapishaneye götürülmesinin kamu görevliliği kavramıyla derin bağlantıları bulunuyor.

Şimdi, çok ilginç bir şey oldu, Genelkurmay Başkanı birkaç gün evvel "Kamu görevlisiyim, konuşamam." mealinde bazı sözler etti. Yine, aynı gün, aynı saatlerde Iğdır'da başka bir kamu görevlisinin, Iğdır Müftüsünün Caferiler ve Iğdır'daki Kürtlerle ilgili, etnik ayrıştırmaya hizmet eden, bu kesimlerin inançlarını aşağılayan, bu kesimleri potansiyel tehdit ve terörist ilan eden 2 sayfalık bir raporunun Iğdır Valisi tarafından onaylanarak Ankara'ya gönderildiği ortaya çıktı. Şimdi, Iğdır Müftüsü ve Iğdır Valisi de kamu görevlisi, Genelkurmay Başkanı da. Genelkurmay Başkanı hiçbir şekilde konuşmayacağını "kamu görevliliği" kavramıyla konuşmanın bağdaşmayacağını düşünüyor ama adlarını bu kriz vesilesiyle duyduğumuz 2 tane kamu görevlisi olan Iğdır'daki Müftü ve Vali, bırakın konuşmayı, halkları birbirine kışkırtan resmî raporları hazırlayıp altına imza atarak Ankara'ya göndermekte hiçbir sakınca görmüyorlar. Demek ki kamu görevliliği Hakan Fidan olunca başka bir anlam, Necdet Özel olunca bambaşka bir anlam, Iğdır'daki Vali ve Müftü olunca bambaşka anlamlar kazanıyor. Biliyorsunuz, bu Hakan Fidan'ın aslında kamuoyunun önünde olmaması gereken, bir casus örgütünün başkanı olarak çok fazla tartışmalara malzeme olmaması gereken bir pozisyonu bulunuyor ama bu ara, maşallah, beyefendiyle ilgili skandallar İsrail'den Washington'a kadar büyük gazetelerin, İnternet sitelerinin gündeminden düşmüyor. Keşke Necdet Özel gibi bu kamu görevlisi de biraz kendisine dikkat etse, yaptığı işleri dikkatli yürütse ve memleket bu tür krizler yaşamasa. Gerçi bugün Sayın Cumhurbaşkanının da ona kefil olan beyanlarını okuduktan sonra, İsrail ve ABD gazetelerinde iddia edilen konularla ilgili olarak o casusluk örgütünün başından alınmamasını savunan bir yurttaş ve milletvekili olarak, Roboski'yi çözememiş, kendisine tevdi edilen ÖSYM sorularının nasıl çalındığını bile tespit edememiş, yine Türkiye'nin Suriye ile olan sınırlarının delik deşik olması ve El Kaide'nin Türkiye'nin güneyindeki resmî komşusu olmasının yarattığı sakıncaları bir istihbarat örgütünün başkanı olarak yeterince takip edememiş ve Türkiye'yi son bir hafta içerisinde El Kaide'nin top atışlarına, silahlı mukavemetine maruz bırakmış bir kişi olarak görevden alınmasını canıgönülden destekliyorum. Bu bakımdan, Hakan Fidan'a bu kadar kefil olunmasının aslında Türkiye'nin güvenliğiyle ilgili de başka bazı sıkıntıları beraberinde getirdiğini yüce Meclisin huzurunda arz etmek istiyorum.

Şimdi, çok duyulmuş, bilinen, Fransa'da 1894'te açılmış ama etkileri yüz yılı aşkın bir süredir devam eden bir dava var Dreyfus davası diye. Yüzbaşı Dreyfus o zaman Türkiye'deki koşullara benzer bir siyasal iklim içerisinde birden düşman ilan edildi ve kısa bir zamanda tutuklanarak Fransa'ya bağlı bir sömürge adasına gönderildi. Beş yıl bu adada kaldı. Apoletleri söküldü, kılıcı kırıldı. Daha sonra, Emile Zola'nın ünlü "Suçluyorum" mektubundan sonra Fransa'nın yaşadığı sert tartışmaların ardından davası yeniden görülerek adadan Fransa'ya geri getirildi ve onuru iade edildi. Bu olaya yol açan ünlü edebiyatçı Zola ise 1905'te Fransa'da defnedildiğinde Fransa eğitim bakanı Fransız düşüncesinin ve kültürünün güçlü bir savunucusu, büyük bir edebiyatçısı olarak onu anmakla kalmadı, aynı zamanda, Dreyfus davasındaki mektubunun ne derece önemli olduğunu anlatarak bir yerde hakkını teslim etmiş oldu.

Dreyfus, Fransız ordusunda yüzbaşıydı ve Paris'te bulunan Alman Askerî Ataşesine Fransız ordusunun bazı gizli bilgilerini sızdırmakla suçlandı. Oysa, ataşelikte bulunan el notları Dreyfus'un el yazısına benzemiyordu ve bu konuda davanın ilk günlerinde samimi bilirkişiler, bizde tıpkı Balyoz ve Ergenekon'da olduğu gibi namuslu bazı raporlar, görüşler ileri sürdüler ama sonra hükûmetin ve güçlü çevrelerin müdahalesiyle dava içinden çıkılmaz bir hâle geldi. Gizli tanıkların da desteğiyle Dreyfus aslında Yahudi olduğu için o zaman siyasal gericiliğin hedefi oldu ve göstermelik bir yargılamayla mahkûm edildi. Bizdeki dijital devlet terörüne benzeyen bir dava aslında. Yüz küsur yıl evvel olsa da bugünkü davalara çok benziyor.

Konumuzla ilgili olarak er Utku Kalı davasını ve orada yargılamaya konu olan klasörü inceleyince Dreyfus davasına çok benzediğini gördüm, Balyoz ve Ergenekon'un yanı sıra. Çünkü, bu davada da er Utku RedHack'e bilgi sızdırdığı için yargılanıyor. RedHack'de aslında Türkiye'de her vatandaşın ilgiyle takip ettiği bir İnternet örgütlenmesi ve gerçek haberleri yayınlıyorlar. Herhâlde Egemen Bağış buralarda olsa gerek. Bu ara onunla ilgili de skandal bazı belgeler yayımladılar. RedHack'e Reyhanlı'da saldırı olacağına dair belgeleri sızdırmakla suçlandı er Utku Kalı. Er Utku'nun 151'inci günkü tutukluluğunda, geçtiğimiz gün, pazartesi günü, üç gün evvel Samsun'da duruşma oldu ve biz o duruşmaya katıldık. Tahliye kararı verilmedi, tutukluluğu sürecek, 11 Kasım günü Samsun'da 3. Ağır Cezada yeniden buluşacağız.

Şimdi, garip bir şey var bu davada. Gizli belgeleri sızdırmakla er Utku'yu suçluyor savcı ve Türkiye'deki egemen AKP medyası ama gizli belge denen şeyde yazılanlar bizzat Muammer Güler'in ağustos ayında -İçişleri Bakanının- bu Mecliste verilen bir soru önergesine verdiği yanıtta pek de gizli değilmiş, dosyaya da girdi bu. "İstihbari nitelikte bazı haberlerin derlenmesinden oluşan belgelerdir." diyor İçişleri Bakanı. Buna rağmen er Utku gizli belge sızdırmaktan yargılanıyor ve tutuklu. O gizli belgelerde de -çok enteresan- Reyhanlı katliamını El Nusra cephesinin yapacağı, bu tür katliamlar yaptığı, plakaları da verilmek suretiyle, bazı araçlar da somut olarak işaret edilmek suretiyle ortaya konuluyor. Şimdi, biz bu dava başladığından beri şunu söyledik: Yani, yasa bu belgeleri gizli olarak niteleyebilir. Bu mahkemede görüşü alınan bir deniz yüzbaşısı bu belgelerle ilgili gizli bir rapor da verebilir, Muammer Güler'in soru önergesindeki cevabına aykırı olarak. Ama acaba bir ülkenin ulusal çıkarlarını tehdit eden bir terör örgütüyle ilgili gizli olarak hazırlanmış olsa bile jandarma istihbaratın hazırladığı raporları ulusu tehdit eden böyle büyük bir tehlikeyle ilgili olarak kamuoyunu uyarmak üzere aleniyete çıkarmak, onun gizliliğine son vermek ne derece suç olabilir? Ben Utku'nun yaptığı eylemin şeklî anlamda ceza yasasına göre suç olsa da aslında bir kahramanlık olduğunu düşünenlerdenim. Bu sözlerimi de devam eden mahkemeyi etkilemek için söylemiyorum. Ceza yasasında da, askerî istihbarat örgütünde de düzenlemeler yapılabilir ama buradaki olay çok ilginç, 52 yurttaşımızın Reyhanlı'da katledilmesine yol açan bombaları deşifre eden 20 yaşındaki bir askerin linç edilmesi, onun cezaevinde türlü baskılarla terörize edilmesi, belki kendi canına kıyması için ittifak hâlinde çalışma yürütülüyor. Er Utku aslında bir kahraman, onun El Nusra'nın katliam yapacağına dair belgeleri açıklaması suç olsa bile, ulusumuzun güvenliğini savunan bir kahraman ve bu kürsüden o kahramanı, yirmi iki yıl ceza istenen o kahramanı selamlamak gerekiyor aslında.

Günümüzün Enver Paşa'sı olan, sanırım burada da olmayan Davutoğlu'yla ilgili de şunu söyleyeyim: El Nusra'yı getirip Türkiye'ye komşu yaptı. Türkiye'yi, lütfen, onların top atışları karşısında, Batı'yı rahatlatmak üzere TSK aracılığıyla son bir hafta içinde iki defa El Nusra mevzilerine de bomba atmaya yönlendirdi. Türkiye'nin anlaşabileceği hiçbir komşu bırakmadı "Yeni Osmanlı" denen deli saçmalığı adına. Tıpkı Enver Paşa'nın Pantürkizm'i 20'nci yüzyılın başında ne idiyse bugün Yeni Osmanlıcılık adına yapıyor. Davutoğlu, tabii, artık Orta Doğu'da gidecek bir ülke, selam verecek bir komşu da bırakmadı. Günümüzün Enver Paşa'sına şunu söylemek lazım: Er Utku tahliye olacak, gelecek, kahraman olacak ama sen ileride vatana ihanetten mutlaka yargılanacaksın.

Çok teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)