GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: BİR ÜNİVERSİTE ADI İLE BİR İLÇE ADININ DEĞİŞTİRİLMESİ HAKKINDA
Yasama Yılı:4
Birleşim:10
Tarih:30.10.2013

MHP GRUBU ADINA YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, şimdi sözlerime biraz tarihten de bahsederek girmek istiyorum, yer adlarıyla ilgili.

Osmanlı Devleti bir yeri fethettiği zaman, kendi topraklarına kattığı zaman oraya il yazıcılarını gönderir ve "tahrir" adını verdiğimiz defterlere -"tahrir", "yazmak" demektir zaten- o bölge -bütün nüfus dâhil- neler üretiyor tümünü yazar. Yani şöyle söyleyeyim: Kaç tavuğunuz var, kaç ineğiniz var, ne kadar koyununuz var, mezrasından köyüne, şehrinin mahallelerine kadar, burada oturan insanların baba adlarıyla birlikte kaydından tutun; "âmâ", "malul" adı altında engelliler, "piri fani" adı altında yaşlılar, imamı, hatibi, yani bekârı, evlisi, ne kadar araziniz var, ne üretirsiniz, ne kadar vergi verirsiniz, tümünün kayıtları burada yazılıdır. Böylesine geniş, bölgelerle ilgili defterler hazırlanmıştır. Bunlara biz "tahrir defterleri" deriz. Bu tahrir defterlerinde bütün yer isimleri de vardır ki Osmanlı Devleti'nde şu veya bu ismin herhangi bir şekilde ön yargıyla çıkarılmadığını, yapılmadığını hepiniz biliyorsunuz.

Şimdi, bu çerçeve içerisinde ele aldığımızda, Osmanlı topraklarına, Anadolu'ya baktığımızda, Anadolu'da arkadaşlarımızın söylediği gibi ne bir kuzey Kürdistan ne Kürdistan'la ilgili bir ifade, bunların hiçbirisini göremezsiniz. Bunlar 19'uncu yüzyılda Batı ülkelerinin "Şark meselesi" adı altında çıkardıkları birtakım yeni siyasi oluşumlarla bağlantılıdır. Nitekim 1500'lü Avrupa tarihlerine, atlaslarına, haritalarına baktığınızda "Kürdistan" olarak belirtilen yer bugünkü Süleymaniye, Erbil ve İran'ın Luristan bölgesi tarafıdır. Hakkâri bölgesi bütün Batılı haritalarda "Türkomanya" olarak geçer. Dolayısıyla, arkadaşlarımızın söylediklerinin herhangi bir tutar dalı ve doğru bir kaynağı söz konusu değildir. Kaldı ki şunu ifade edebilirim: Kürt tarihi olarak yazılan ilk tarih 1597 yılında Şeref Han tarafından yazılmış olan Şerefname'dir ve Farsçadır. İdrisi Bitlisi Kanuni Sultan Süleyman döneminde yaşamıştır, eserinin adı "Heşt Behişt"tir, Farsça "sekiz cennet" demektir.

ADİL ZOZANİ (Hakkâri) - Bu işte Kürtçedir.

YUSUF HALAÇOĞLU (Devamla) - Dolayısıyla, bütün bunları göz önüne aldığınız zaman, şunu özellikle ifade etmek istiyorum: Madem ki...

ADİL ZOZANİ (Hakkâri) - O da Kürtçedir, niye onu demiyorsunuz?

YUSUF HALAÇOĞLU (Devamla) - "Heşt Behişt"... Kürt olabilir ama Kürtçe değil yalnız.

ADİL ZOZANİ (Hakkâri) - Efendim, niye Kürtçe değil onu da söyleyin, tarih profesörüsünüz, onu da söyleyin.

YUSUF HALAÇOĞLU (Devamla) - Söylemek istediğim şey şu... Peki, Kürt İdrisi Bitlisi "Heşt Behişt" adıyla Farsça yazmıştır eserini. Bana bir tane Kürtçe yazılmış Kürt tarihi göstersinler, bu bir.

İkincisi: Madem kuzey Kürdistan, burada Kürtlerin yapmış olduğu bir mimari yapı göstersinler, hiçbirisini göremezsiniz.

Değerli milletvekilleri, bu çerçeve içerisinde şunları özellikle belirtmek istiyorum: Şimdi, Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde, Millî Mücadele sırasında birtakım vatandaşlarımız, Ermeni vatandaşlarımız Ruslarla, İngilizlerle, Fransızlarla iş birliği yaptıkları için tehcire tabi tutulmuştur. Yani, tehcir dediğimiz zaman bunu sınır dışı etme anlamında kimse düşünmemelidir; Suriye topraklarında, yine Osmanlı Devleti'nin topraklarında bir bölgeye gönderilmişlerdir.

Savaş sonrasında, 18 Aralık 1918'de geri dönüş kararnamesi çıkmıştır Ermenilerle ilgili. Kasım 1922 itibarıyla Anadolu'daki ve İstanbul'daki Ermenilerin sayısı 644 bin 900'dür. Ama Millî Mücadele döneminde yine Ermenilerle Doğu Anadolu Bölgesi'nde, güneyde de Fransız ordusu içerisinde mücadeleler devam ettiği için savaş sonrasında Ermeniler büyük çapta Anadolu dışına yani Türkiye dışına, başka ülkelere gitmiştir. Başka ülkelere giden Ermenilerin sayısı Birleşmiş Milletler kayıtlarına göre Kasım 1922 itibarıyla 817 bin 873'tür; Anadolu'da ve İstanbul'da kalan Ermenilerin, Ermeni kimliğiyle kalan Ermeni vatandaşların sayısı 281 bindir; İstanbul'da Ermenilerin sayısı 148 bin 997'dir. Bu istatistikleri yapanlar İngilizler ve Amerikalılardır.

Şimdi, dolayısıyla, bir de Müslüman olmak durumunda olan Ermeniler vardır ki, bunların sayısı da 95 bindir. Nerede yaşadıkları, hangi köylerde yaşadıkları da bellidir. Bunlar da yine Ermeniler tarafından hazırlanmıştır, Amerikan arşivlerinde mevcuttur.

Şimdi, burada şunu söylemek istiyorum: Millî Mücadele kazanıldıktan sonra Anadolu içindeki Hristiyanların, Süryaniler hariç hemen hepsi, özellikle Rumlar Anadolu'yu terk etmek durumunda kalmıştır çünkü "Mübadele" adını verdiğimiz, 1923 Lozan Anlaşması'yla Anadolu'daki Rumlar, İstanbul dışında kalan Anadolu'daki Rumlar Yunanistan'a, Yunanistan'da Batı Trakya'daki Türkler hariç, diğer, Yunanistan'ın başka bölgelerindeki Türkler de Anadolu'ya nakledilmiştir. Bununla ilgili şu an cumhuriyet arşivinde "Tasfiye Talepnameleri" adı altında oradaki terk edilen mallar ve onların değerleriyle ilgili, değiş tokuşla ilgili kayıtlar mevcuttur, Dolayısıyla, bunlar buraya nakledilirken İstanbul'da Patrikhane mevcuttur. İstanbul'daki Hristiyanlara hizmet etmek üzere İstanbul'un 6 ilçesinde metropolit atama yetkisi verilmiştir Lozan'a göre ama Anadolu'da öyle bir Hristiyan nüfus olmadığı için metropolit ataması da söz konusu değildir ama bununla beraber şunu özellikle belirteyim: O toprakları terk edenlerin yerine Balkanlardan gelenler yerleştirilmiş, Doğu Anadolu'daki Ermenilerin yerine de İç Anadolu'daki Türkler nakledilmiştir. İsim vereyim, kendisine de söylediğim için söyleyebilirim: Fatih Altaylı, Konya'dan Van'a gitmedir, Boynuyoğunlu, Atçeken Yörüklerindendir. Bitlis'te Hasaniler aynıdır. Buna benzer pek çok yerde boşalan yerlere Türk nüfusu İç Anadolu Bölgesi'nden aktarılmıştır.

Şimdi, burada söylemek istediğim şey şu: Yer adlarını değiştiriyoruz. Evet, yer adları gerçekten pek hoş olmayacak şekilde de değiştirilmiştir yani birçok Türkçe yer adı da değiştirilmiştir. Mesela, Adana bölgesinde Sırkıntı nahiyesi vardır. Sırkıntı Yüksekova yapılmıştır. Neden? "Sırkıntı" kelimesinin hangi anlama geldiğini bilmedikleri için. Hâlbuki, Sırkıntılar Avşarların bir koludur. Keza, Ceyhan'a bağlı Kırmıt köyü veya beldesi bugün Sağkaya yapılmıştır. Kırmıt, Tecirli oymaklarından birinin adıdır. Dolayısıyla, rastgele değişimler söz konusu olmuştur.

Şimdi, burada Anadolu'nun değişik yerlerindeki Rum ve Ermeni isimleri, yer isimleri oraya Türklerin yerleştirilmesiyle birlikte değiştirilmiştir. Ama bu bir gelenektir, Anadolu'dan Rumeli'ye gönderildiği zaman Yörükler o bölgelere, yerleştikleri yerlere Anadolu'dan geldikleri yerlerin adını vermişlerdir. Orta Asya'dan Anadolu'ya geldiklerinde de Orta Asya'daki yer isimlerini vermişlerdir. İşte, Kayseri'deki Talas bunların başında gelenlerden. Yine, buna benzer olmak üzere Mezitli, Ahlat, bunların hepsi Orta Asya'daki yer isimleriyle bire bir aynıdır. Dolayısıyla, oradan gelenleri buraya, buradan Rumeli'ye gidenleri oraya vermişlerdir. Ama yer adları bu şekilde değişirken bir şeyi göz önüne almanız gerekir arkadaşlar. Balkanlardaki bütün Türkçe yer isimlerinin bir tanesi bile bugün kalmamıştır. Bakın, Batı Trakya'da "İskeçe" diyoruz. 1923 Lozan Anlaşması'na rağmen ne diyoruz? "Xanthi" diyor Yunanlılar. Hatta, "İstanbul" kelimesini bile kullanmıyorlar, "Konstantinopolis" diyorlar buraya. Keza, Gümülcine'ye "Komotini" diyorlar. Yani buna benzer olmak üzere bütün yer adları değiştirilmiştir.

Bırakın, onun dışında, birtakım türbeler, Malkoçoğlu'nun türbesi dâhil, Turhan Bey'in türbesi dâhil kilise yapılmıştır. Yani mezarların üstüne kilise yapılmıştır, tümüyle değiştirilmiştir.

Şimdi, siz "Anadolu'daki yer isimlerini değiştireceğiz." derken aslında tekrar ya Rumca ya Ermenice ismi getireceksiniz. "Kürtçe" diye bir isim yok, İslami isimdir. "Kürt ismi" dediğimiz şahıs isimleri bile İslami'dir, bizim ismimiz de İslami'dir. Dolayısıyla, bunun Türkçesi veya Kürtçesi diye bir şey söz konusu değildir. Eğer gerçekten böyle bir şey yapılacaksa o zaman bir komisyon kuralım, bu komisyon gerçekleri ortaya koysun, bu isimleri koyalım.

Şimdi siz "Dersim'i tekrar koyacağız." diyorsunuz ama Dersim'in Kürtlükle, Kürtçeyle hiç alakası yoktur. Dersim Farsçadır, "der" kapıdır -bunu bilir Farsça bilenler- "sim" gümüştür, "gümüşkapı" anlamına gelir. Siz istediğiniz kadar Kürtçe deyin, siz ne derseniz deyin, bu bir gerçektir.

İDRİS BALUKEN (Bingöl) - Zazaki lehçesinde öyledir. Zazaca bilmediğiniz için konuşuyorsunuz ya. Zazaca bilin ondan sonra konuşun, ayıptır.

YUSUF HALAÇOĞLU (Devamla) - Dersim Farsçadır, "der" kapıdır, Osmanlılar bunu sıkça kullanmıştır, "derbent" kelimesini de kullanmıştır Osmanlılar. "Bent" "tutmak" demektir, "der" de "kapı", "kapı tutmak." Karakollar kurmuşlardır geçiş yollarına ve derbentler oluşturmuşlardır. Dolayısıyla, Osmanlı dilinde Farsça da, Arapça kelimeler de yer almaktadır. Mesela "kütüphane" diyoruz. "Kütüb" kelimesi köken olarak Arapçadır. "Kütüb" kitabın çoğuludur. "Hane" Farsçadır, "ev" demektir; "kitapların evi" anlamına gelir. Bunu İran'da "kitaphane" olarak kullanırlar yanlış olarak, tekil olarak kullanırlar.

Şimdi, siz ne derseniz deyin, ben burada... Ki, siyasi olarak söylemiyorum, bir gerçekçi olarak söylüyorum. Şimdi, "Tillo" adı diyorsunuz. "Tillo" Kürtçe midir? Kesinlikle değil.

ADİL ZOZANİ (Hakkâri) - Hayır, Süryanicedir.

SIRRI SAKIK (Muş) - Süryanice ve Arapça...

YUSUF HALAÇOĞLU (Devamla) - Bir dakika.

Süryanice ne demektir tillo? "Tillo" Süryanice "yüksek ruh" anlamına gelir veya "yüksek tepe" anlamına gelir ama kelimenin aslına doğru giderseniz, mesela Araplar da "tillo" kelimesinin karşılığında "tell" kelimesini kullanırlar -iki "l"li sonu- o da aynı anlama gelir ama daha da geriye gittiğinizde, kelimenin kökenine gittiğinizde Sümercede görürsünüz. Sümercede yine "yüksek tepe" veya "höyük" anlamına gelir. Bugün Tillo'nun bulunduğu yer, yani Aydınlık ilçemizin bulunduğu yer yüksek tepedir bildiğiniz gibi. Dolayısıyla, bundan dolayı denir. "Höyük" bildiğimiz gibi, Türklerde "kurgan" dediğimiz, Anadolu'da höyük; "öyük, öymek, yükseltmek, yığma" anlamına gelir. Bununla bağlantılıdır "tillo", Sümerceden gelir. Hatta hatta, "tillo" kelimesi ayrıca Azteklerde de vardır. Yani Aztek kayıtlarına bakarsanız "tillo" kelimesini orada da görürsünüz, orada da "yüksek tepe" anlamına gelir. Dolayısıyla, siz bir şeyi değiştirirken hangi anlamda, nasıl değiştirdiğinizi bilmek zorundasınız. Şimdi, biz eğer Türkiye'de herhangi bir şekilde "Bu Kürtçedir, bu Türkçedir." diye bugün tekrardan böyle bir değişim içerisine girersek toplumu bir bütün hâlde nasıl tutacağız? "Burası Kürt bölgesi, burası Türk bölgesi." mi diyeceğiz? Nasıl bir anlam çıkaracaksınız? Şimdi, bu kesinlikle Türkiye'de büyük bir sıkıntıya yol açacaktır ama dediğim gibi "tillo" kelimesini bütün etrafıyla araştırmak, bulmak zor bir şey değil. Dediğim gibi Sümerce kayıtlara bakın, "tillo"nun gerçekte orada kullanıldığını görürsünüz, "yüksek tepe" veya "höyük" anlamına geldiğini de görürsünüz.

SIRRI SAKIK (Muş) - Bir itiraz yok ki buna!

YUSUF HALAÇOĞLU (Devamla) - Değerli milletvekilleri, şimdi siyaseten şunu veya bunu söylemek tabii ki normal, söylenebilir ama bir şeyi söylüyorsanız, biz Türkiye Cumhuriyeti'ne hitap ederek buradan konuşuyoruz, biz milletvekilleri olarak Türkiye Büyük Millet Meclisinde 75 milyon, 76 milyon Türk insanını temsil ediyoruz, onlar adına konuşuyoruz, eğer burada söylediklerimiz sadece siyaseten söylenmiş sözler olursa, onun gelecekte tarihen vebalini de çekmek mecburiyetinde kalırız.

Şimdi, bu çerçeve içerisinde gerçekten Türkiye'de öylesine uygulamalar var ki... Mesela "kentsel dönüşüm" adı altında birtakım uygulamalar yapıyoruz.

Arkadaşlar, bir tarih mevcut olduğu şekliyle korunduğu zaman tarih yazılabilir, yapılabilir. Siz, şimdi "Efendim, şunlar eskidi, yenisini yapacağız." diye yeni birtakım konulara, yapılara girerseniz, o zaman tarihi yazamazsınız, tarihi oluşturamazsınız. Türkiye Cumhuriyeti'ni, siz ne derse deyin... Diyelim ki Ankara'nın Bahçelievler semti. Siz Bahçelievler semtinde kentsel dönüşüm adına yüksek binalar yapmak veya yeni bir bina tipi ortaya koymak arzusunda bulunursanız, cumhuriyetin ilk yapılan o binalarının tamamen ortadan kalktığını göz önüne alın, peki, "Cumhuriyetin ilk eserleri hangileri?" dediğinizde nasıl cevap vereceksiniz? Yani bakın, gecekondulardan bahsetmiyorum. Bir tarihi yazabilmek için, tarihin gerçek öznesi olan hususları elde tutmak zorundasınız. Yarın birisi de gelir der ki "Ben, efendim, bunu çok beğenmedim, işte, Hacı Bayram-ı Veli'nin bulunduğu yer de eskimiştir, burayı da düzelteceğim." Böyle bir şey olmaz. Tarih böyle yazılmaz. Eğrisi veya doğrusuyla bundan önce ne yaptıysanız, o yapılanlar tarihin sayfalarına girmek zorundadır ki tarih oluşturulabilsin. Siz, "cumhuriyet tarihi" dediğinizde hangi mimari yapıyı göstereceksiniz bana, her şeyi allak bullak ettiğiniz takdirde? Dolayısıyla, bunları yaparken çok dikkatli hareket etmek gerekiyor.

Biz, eğer Türk milleti olarak Anadolu coğrafyasında kalmak istiyorsak, kendi geçmişimizle ilgili en önemli birtakım öğeleri muhafaza etmek zorundayız. Mesela, eğer mezarlığınız sürekli olarak yenileniyorsa...Diyelim ki yontma taşlardan yapılmış mezar taşları vardı birçok mezarlıklarda. Şimdi, geliyor birileri "Ben ailemin mezarını yeniden yaptırmak istiyorum." diyor, mermer taşlarla yeni bir mezarlık yaptırıyor. Şimdi, arkadaşlar, siz onu öyle yaptırdığınız takdirde o mezarın geçmişini de yok ediyorsunuz. Dolayısıyla, bu gibi değişimlerde belediyelerimizin olsun, Çevre ve Şehircilik Bakanlığımızın olsun, Kültür Bakanlığımızın olsun çok dikkatli olması lazım, bu gibi konulara izin vermemesi lazım ve koruma altına alması lazım.

Dolayısıyla, şimdi, "Aydınlar" ismi verilmiş, evet, tamamdır; "Tillo" ismi veriliyormuş, tamamdır ama hangi anlama geliyor, hangi bölgelerde hangi isimleri değiştireceksiniz, bunun farkında değilsiniz. Dolayısıyla, bunu o şekliyle düşünmemiz lazım.

Şimdi, az önce, Balkanlardan gelen insanlarla ilgili konuşuldu. Şunu özellikle belirteyim: Balkanlardan gelen insanların çoğunluğu Türk'tür, Türk asıllıdır çünkü Balkanlarda, Rumeli'de "Rumeli Yörükleri" diye çok geniş bir nüfus vardır. Çünkü, Rumeli Yörükleri Rumeli'nin fethiyle birlikte nakledilmiştir, geri hizmette tutulmuştur yani kale yapımında, hendek yapımında, silah yapımında kullanılmıştır Yörükler ama bu insanlar, toprakların kaybedilmesiyle beraber asıl ana vatan olan Anadolu'ya göç etmişlerdir.

Yalnız şunu da özellikle belirteyim: Biz bir imparatorluk bakiyesiyiz Türkiye Cumhuriyeti olarak. Gerek Kafkasya'dan gerek Balkanlardan gelen insanlarımızın hepsi de Türk değildir; içinde Boşnak'ı da vardır, Arnavut'u da vardır, Bulgar'ı da vardır, Kafkasya'dan gelenlerde de keza... Şimdi, siz, bu insanlar buraya geldiler diye bunları dışlayamazsınız, hangi unsurdan olursa olsun dışlayamazsınız. Onlar bu ülkeyi benimsemişler ve buraya gelmişlerdir.

Şunu söyleyeyim size: Yaptığım araştırmalara göre, Kafkasya'dan ve Balkanlardan gelen insanların bugünkü Türkiye Cumhuriyeti'ndeki yüzdesi nedir biliyor musunuz? Yüzde 35'tir. Dolayısıyla, siz ne yaptığınızı zannediyorsunuz? Yüzde 35'tir. Ta Diyarbakır'a kadar, Doğu Anadolu'ya kadar her yerde bunlar vardır, Girit göçmenlerinden sadece mübadiller değil Balkanlardan gelenler de. Yüz binlerce, milyonlarca insan gelmiştir, yollarda kırılmıştır bunlar hastalıktan veya saldırılardan dolayı. Ama, bu insanlar o topraklarını, vatanlarını kaybetmiştir. Dedesinin, babasının, annesinin, karısının mezarını orada bırakıp gelmiştir. Onların acılarını paylaşmak zorundasınız. Buraya gelmişlerdir, vatan olarak gördükleri için Anadolu'ya yerleşmişlerdir ama siz bunları ne "göçmen" diye adlandırabilirsiniz ne de bunları "muhacir" diye adlandırabilirsiniz. Bunlar Türkiye'nin özbeöz vatandaşlarıdır, en az benim kadar, en az sizin kadar bu ülkede, bu topraklarda hakkı olan insanlardır.

Hatta şunu söyleyeyim: Lozan Antlaşması eğer azınlıklar statüsünü belirlememiş olsaydı Ermeni, Rum ve Yahudiler için... Bunlar bence Batı'nın bizim toplumumuza yaptığı en büyük hatadır çünkü bizim toplumumuz içerisinde azınlık statüsünde insan olmaması gerekir. Onlar da bu ülkede benim gibi doğmuştur, onlar da bu ülkenin insanlarıdır. Dolayısıyla, burada konuya bu şekliyle bakmasını bilelim. "Efendim Kürtler, Kürtler..." deyip de belli bir ayrımcılığa gidip ondan sonra başkasını ırkçılıkla suçlamayalım. Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşayan kim varsa kardeşim, ismi, cismi, ırkı, inancı söz edilmeksizin bu ülkenin vatandaşıdır, bu ülkenin insanıdır. Dolayısıyla, yaklaşımımız bu ülkenin insanı olarak olmalıdır.

Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)