| Konu: | TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİNDE YAŞANAN MAĞDURİYETLERE İLİŞKİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMA VE AÇIKLAMALAR DOLAYISIYLA |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 11 |
| Tarih: | 31.10.2013 |
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Bursa) - Sayın Başkan, çok değerli arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum, çalışmalarımızın başarılı olmasını diliyorum.
Sayın Pavey'in gündem dışı konuşmasına karşı, Hükûmet olarak düşüncelerimizi ifade etmek için huzurlarınızdayım. Sayın Başkana teşekkür ediyorum.
Bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunu çok anlamlı hâle getiren, bir olağanüstülük yükleyen ve sadece Türkiye'nin değil, bütün dünyanın dikkatlerini buraya toplayan ve şurada basın localarını tıka basa dolduran değerli gazeteci arkadaşlarımla birlikte herkesin merakla beklediği bir konu var. Bu konu ifade edildi, bazı milletvekili arkadaşlarımız kendi bireysel kararlarıyla başlarını örtme ihtiyacı duymuşlar, bunu takınmak suretiyle Genel Kurula geldiler. Zannediyorum, bu, Türkiye'de ilk defa oluyor. Olabilir, her şeyin bir ilki vardır. Buna karşı toplumda çok yüksek bir tepki yok, olumsuz anlamda söylüyorum. Siyasi partilerimizden de olumlu tepkiler var, olumsuz tepkiler var. Bugün madem ki herkesin gözü buradadır, ne olacak diye, nerede bir kavga çıkacak diye, nerede çirkin bir söz sarfedilecek diye bekleyen pek çok insan var. Siz bunların hepsini boşa çıkardınız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ben yüce Meclisi bu konuda takdirle karşılıyorum.
İlk konuşmayı yapan ve Sayın Başkanımızın kararıyla gruplara verilen söz ve daha sonra yeni kurulan bir partimizin eş başkanına verilen sözle birlikte hepsini dikkatle izledim. Sayın İnce'ye, Sayın Pervin Buldan'a, Sayın Ruhsar Demirel'e, Sayın Belma Satır'a, Sayın Sebahat Tuncel'e ve çok güzel bir konuşma yapan Sayın Şafak Pavey'e tebriklerimi sunuyorum. Bence, Meclise yakışan budur. Düşüncelerimizi ifade ederken kibar olmak, saygılı olmak, tartışmaya yol açmamak ve kişisel eleştiriler de bulunmamak gerekir. Bizden ve bu Meclisten, 23 Nisan 1920'den bu yana bağımsızlığımızın sembolü, millî iradenin tecelligâhı olan Meclisten beklenen budur. Beğenmediğimiz sözler olabilir, eleştiririz; beğendiğimiz sözler olur, alkışlarız ama bugün herkesin bir kavga, bir gerginlik, bir sıkıntı yaşanacağını umduğu Meclisimizde böylesine büyük bir olgunluğunun gösterilmesini, yıllardır bu Parlamentoda olan bir arkadaşınız olarak takdirle karşıladım, tüm arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Ben de konuşmamda aynı ağırlıkta ve olgunlukta olmaya gayret edeceğim, bu bizim görevimizdir ve bu güzel, muhteşem havayı bozmamaya çalışacağım.
Değerli arkadaşlarım, sadece bu sözlerimin içerisinde Sayın İnce'nin birbiriyle kafiyeli ve bugünkü konunun çok dışında kalan farklı konularda Hükûmetimizi ve partimizi suçlamasına razı değilim, bunların hiçbirisine müstahak değiliz, bu suçlamaları kabul etmiyorum ve aynen kendisine iade ediyorum. İkinci olarak, Sayın Pavey'in de -şüphesiz, çok güzel bir üslup içerisinde konuştu ama- bir yönüyle de partimizi, milletvekillerimizi veya Sayın Başbakanımız suçlayıcı ifadelerinin tartışmaya açık olduğunu düşünüyorum ama bu sözlerin bizi muhatap alan kısmını da kabul etmediğimi ifade etmek istiyorum, anlayışınıza sığınıyorum.
Değerli arkadaşlarım, Sayın Buldan hatırlattığı için söylüyorum: Evet, bundan on dört yıl önce, İstanbul Milletvekili Merve Kavakçı bu salona girdiğinde Sayın Haluk İpek'in oturduğu yere oturdu, ben de Sayın Yılmaz Tunç'un oturduğu yerdeydim. DSP Grubu buradaydı, şurada ANAP vardı zannediyorum, DYP ve diğer partiler. O gün, Meclisimize yakışmayan tartışmalar oldu; ben, şahsen çok üzüldüm.
Şimdi, on dört yıl sonra, artık, Sayın Cumhurbaşkanı -o zamanın- Demirel'in bunu bir provokasyon olarak yorumlayan sözlerini, Rahmetli Ecevit'in -kendisine çok saygı duyduğum bir lider- kürsüye çıkarak yaptığı konuşmaları unutmak istiyorum çünkü onlar, Türkiye demokrasisi içerisinde kabul edilmesi mümkün olmayan şeylerdi. Düşünün, bir arkadaşımız aday olmaya karar veriyor, partisine müracaat ediyor, partisi onu il seçim kuruluna, Yüksek Seçim Kuruluna bildiriyor. Başında örtüsü var "Ben, bu hâlimle seçimlere gireceğim." diyor; hiçbir itiraz yok, hiçbir dava açılmamış. Seçimlere girerken kampanyasında bu kıyafetiyle "Ben böyle seçileceğim." diye halkına gösteriyor, öyle oy alıyor ve seçiliyor. Eğer seçilmesi mümkün olduysa -ki Merve Kavakçı mümkün olmuştu- il seçim kurulu mazbatasını veriyor "Milletvekili seçildiniz." diyor. Yapılacak tek şey var, yapılacak tek şey var: Buraya gelip ant içecek. Ant içmek üzere geldiğinde de çok iyi hatırlıyorum, Rahmetli Sayın Ali Rıza Septioğlu, Sayın Akşener Başkanımın yerindeydi ve bizler de heyecan içerisinde, gecenin geç bir saatinde bunu takip ediyorduk. "Dışarı, dışarı, dışarı!"lar, yapılan konuşmalar, Başkana yapılan müdahaleler; ant içmek mümkün olmadı. Bu, bir acı tablodur. Siz farklı düşünebilirsiniz ama bugün geldiğimiz noktaya bakarak bunun tekrar yaşanmamış olmasının Türkiye'nin demokratikleşmesi açısından, bazı düşüncelerin değişimi ve dönüşümü bakımından ne kadar olumlu olduğunu biliyorum. O olayın siyasi sonuçları olmuştu. En basitinden, yüzde 22'den yüzde 1,5'a düşen bir partinin o olaydan ne kadar etkilendiğini bir kenara koyalım, 2000-2001 krizleri de şüphesiz bunda etkili olmuştur ama o gün "Dışarı, dışarı!" diye bağıranların hemen hemen hepsi dışarıda kaldığı gibi, partileri de yüzde 1,5'a düştü çünkü halk bunu affetmedi, bunu yanlış buldu. "Benim seçtiğim bir milletvekilini sen nasıl Parlamentodan atıyorsun!" dedi, benim kanaatim bu. Şimdi, çok şükür, sürecin içerisinde çok şeyler gördük. Öncelikle, bu mesele, üniversitelerdeki kılık kıyafetle başladı. Yani, başı örtülü olarak kızlarımız üniversiteye gidecek mi, gitmeyecek mi?
90'lı yılların başında 3 tane üniversite hariç -birisi Hacettepe ve diğerlerini biliyorsunuz- pek çoğunda serbesti. Benim kızım da o dönemde Celal Bayar, Türk Dili ve Edebiyatındaydı. Değerli arkadaşlarım, sonra devir değişti, anlayış değişti, talimatlar yağmaya başladı, her birine yasak geldi. Kızlarımız gözleri yaşlı, birtakım travmalar geçirerek, psikolojileri bozularak, "Benim başörtülü başladığım üniversite hayatıma neden son veriyorsunuz, bu zulüm nedendir?" diyerek, gerçekten büyük bir acı yaşadılar. Mücadele, sadece, üniversitelerde kılık kıyafetin serbest olmasıyla bağlantılı kaldı.
Değerli arkadaşlarım, şimdi geldiğimiz noktaya bakıyoruz ki bütün üniversitelerimizde hemen hemen kılık kıyafet yasaklaması kalmamıştır. Öğrencilerimiz arasında bir sorun yok, öğretim üyeleriyle öğrencilerimiz arasında bir sorun yok, rektörlerle bir sorun yok, anlayış değişmiştir, buna da hiçbir siyasi partinin itirazı yok şu anda. Artık üniversitelerde kılık kıyafet serbestliği olmalıdır. Aynen şuna misal vermek istiyorum: Mazbatasını aldığı hâlde, burada andı içirilmeyen ve başörtüsü sebebiyle buradan atılmaya çalışılan insanlarımızın üniversitede okumak isteyin gençlerimizle kaderi bir noktada buluştu.
Bir başka şey: Kamuda çalışan kadınlarımızın kılık kıyafetleri noktasında yönetmeliklerle düzenlenmiş yasaklamalar vardı. Bir kısmı çok eski, bir kısmı 1983 tarihini taşıyor. Unutmayın, bayram öncesinde bu yönetmelikler de yürürlükten kaldırıldı. Yargı, emniyet ve askerî güçlerde çalışanlar hariç olmak üzere, artık başlarına istedikleri şekilde bir kıyafet seçmek suretiyle görevlerini yapabilecekler. Kurumsal olarak hiçbir partimizin de bu konuda itirazı olmadı, zannediyorum bir, iki milletvekili arkadaşımız bu konuda dava açtı ve itiraz etti.
Şimdi, geldiğimiz noktaya buralardan geldik. Arkadaşlar, ben bu konularda kendisini de işin odağına koyan, bundan dolayı mağdur olduğuna inanan bir insan olarak, Meclis Başkanlığında yaşadığımız olaylarla, onun öncesinde bir veli olarak kızımdan dolayı, daha sonra da eşinin başörtüsünden dolayı hedefte, hücumda, zan altında bırakılan bir insan olarak bu meselelerde onlarca konferans verdim, onlarca toplantıya katıldım, yüzlerce defa konuştum. Bu bizim bir hayat tarzımız oldu. Yani biz böyle bir aile içerisinde yetiştik, böyle bir aile içerisinde çocuklarımızla birlikte olduk. Niçin bu ayrımcılık var? Kapılar neden yüzümüze kapanıyor? Bu yasaklamalar niçin bizim için bu ülkeyi bir zindan hâline getiren bir yasaklama durumunda kalıyor? Hep bunları düşündük. İsyan etmedik, dağa çıkmayı aklımızdan geçirmedik, sabırla ve demokrasinin güçlenmesiyle bu sorunların çözüleceğine ta baştan inandık. Demek ki sabır çok gerekliymiş.
Evet, uzun yıllar geçti. On sene sonra, on dört sene sonra bazı şeyler gerçekleşiyor ama kırmadan, dökmeden, yıkmadan gerçekleşiyor, ele silah almadan gerçekleşiyor, dağa çıkmadan gerçekleşiyor. Demokrasi kültürünün güçlenmesiyle insanlar bir noktada "Artık böyle olması lazım canım, biraz da mahcup oluyoruz, ayıp oluyor." deme noktasına geliyorlar, ister siyasi sebeplerle geliyorlar ister başka sebeplerle. Artık genel başkanlar çarşaflı hanımefendileri bile partilerine üye kaydetmeye çalışıyor. Artık "Aday olarak gelsinler canım, başımızın üstünde yerleri var." diyor. Soruyoruz, aday olarak gelene eyvallah da seçildikten sonra Meclise geleceklerse ne yapacaksınız? Sükût ediyorlar, topu taca atıyorlar. Ama görüyoruz ki üzerlerinde müthiş bir düşünce var. O nedir? Artık Türkiye'nin geldiği noktada yasakların ortadan kalkması lazım, özgürlüklerin asıl olması lazım.
Sayın Buldan ve diğer arkadaşlarımı... Sayın Ruhsar Demirel de çok doyurucu bir konuşma yaptı. Evet, bazı eşitsizlikler var, bazı konularda yanlış telakkiler, anlayışlar var, bunların hepsini düzeltelim. Bunların hepsinde bir araya gelip çözüm yollarını bulabileceğimize inanıyorum.
Şimdi, değerli arkadaşlar, Sayın İnce bugüne kadar yaptığı birkaç günlük konuşmalarda ve bugün de tarih vermeden bir şeyden bahsediyor. Benim bazı konuşmalarımı geçmişten bugüne kadar farklı sebeplerle gündeme getiriyorlar. Bu, benim için bir övünç kaynağıdır. Ben tutanaklara geçmiş her sözümün arkasındayım. O zaman yanlış yapmışsam yanlış düşünmüşüm, yanlış yapmışım, özür dilerim derim ama doğru olanların da bana neye mal olursa olsun arkasında dururum.
Dün ve evvelki günkü gazetelerde 2005 tarihine ait bazı haberler yayımlandı. Bugün onların hepsini çıkardım. Hiçbirisinde Sayın İnce'nin gazetelerde yazıldığı şekliyle bana atfettiği sözler yok. Aslında böyle bir imkânı vermemiş olsaydı Sayın Başkanımız, ben 69'uncu maddeden bir açıklama yapmak ihtiyacını duyacaktım. Ben kendisine de fotokopilerini göndereceğim. 14/11/2005 tarihinde ben, bizim Refik Belendir'de bir sosyal tesisimiz var, orada gazetecileri toplamışım, o günün en önemli konusu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Leyla Şahin hakkında verdiği kararı bir hukukçu olarak irdelemişim. Hepiniz hatırlayacaksınız, bu önemli bir karardı, Leyla Şahin hakkında verdiği kararın Türkiye'deki laikliği tarif etmediğini, bunun yasaklamalar noktasında kesin bir hüküm getirmediğini, bir karar alınırsa bunun da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına karşı olmayacağını söylüyorum. Altında Sayın İnce'nin bahsettiği sözlere yakın cümleler var. Bakıyorum 7 dakikam kalmış, hepsini okumak zorunda değilim, sizlere takdim edeceğim. Ama, benim başörtüsü, laiklik veya buna benzer konulardaki tüm sözlerim bunun bir ifade özgürlüğü olduğudur, kıyafet serbestisi olduğudur, bir anlatım özgürlüğü olmasıdır. Ben bunları hayatım boyunca her defasında söyledim ve müdafaa ettim.
Yani, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararları bir tarafa, laiklik uygulamaları dünyanın her yerinde farklıdır. Bize biraz benzeyen Fransa bile bizden farklıdır. Fransa'yı örnek göstererek "Okullarda, koynunda kolyelerinde haç taşıyanlar, başında türban taşıyanlar kamuda hizmet veren olamaz." şeklindeki anlayış... Eğer oranın sistemini iyice bilirseniz eğitimde düalist bir yapı vardır. Bir tarafta laik okullar vardır, bir tarafta kilisenin okulları vardır, dinî örgütlerin okulları vardır. Laik okullara ait getirilen yasaklamaları tüm eğitim sistemi içerisine alamazsınız. Türkiye, kendine özgü Anayasa'nın 2'nci maddesinin gerekçesinde yazılı laiklik anlayışını uygulamak zorundadır. Kanaatimi söylüyorum. Merak edenler için bu konuşmalarımın tamamını arkadaşlarıma, başta Sayın İnce'ye takdim edeceğim ama gündeme getirdiği için ona da çok teşekkür ediyorum.
Arkadaşlar, Genel Kuruldayız. "Her yere girer." Her yere girmez. Elimde notlar var. Meclis Başkanlığım döneminde şimdi aramızda olmayan milletvekilleri bana her gün soru önergesi veriyorlardı. Niçin biliyor musunuz? "Bu kadar ziyaretçi geliyor, niye bunların içerisinde başı örtülü olanlar var?" Ben bunlara cevap vermek zorunda kalıyordum ve onlara diyordum ki: Millet neyse Meclis de odur. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Kendi kıyafetiyle bu Parlamentoya gelecekler. Bak, notlarımda var. Yani, İzmirli bir sayın bayan milletvekili -kulaklarını en azından buradan çınlatayım- akşam da bir televizyonda konuşuyordu ne dediği de pek anlaşılmayan şekilde. Şimdi, bu arkadaşımız "İran Meclisine döndü Meclis." diyordu. Niçin? Yukarılarda bazı dinleyicilerimizin başı örtülü olması şeklinde... Yine, aynı sayın milletvekili şurada muhalefet kulislerinin kenarında küçücük bir odada, 4 kişi veya 5 kişinin sığabileceği bir yerde kadınların namaz kılması için ayrılmış bir yere geliyor, baskın yapıyor ve orada basın toplantısıyla "Laik bir ülkede Mecliste böyle bir şey olmaz." diyordu. Unutmayın, orada başörtülü bir kadına müdahale edecek kadar kendisinde yetki gören bir insan bugün Parlamentoda yok ama burada Sayın Cumhurbaşkanımızın eşleri var. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Arkadaşlar, geldiğimiz nokta budur. Bugün de bu işe karşı çıkanların çok büyük bir kısmının bir buçuk sene sonra burada olacaklarını tahmin etmiyorum, başkaları olacak, biz de değişeceğiz, her şey değişecek. Ama, temel insan haklarına karşı çıkma cesaretini gösteren kim olursa olsun, hangi kurum ve kuruluş olursa olsun eninde ve sonunda gidecek, onlar gidecek yerine özgürlük isteyenler gelecek. Benim siyasetten öğrendiğim bu. Şimdi, burada oturur mu, oturmaz mı; nereye bakacağız? Hukuk devletiyiz, bir hukuk normuna bakmamız lazım. Anayasa'da bunu düzenleyen bir hüküm var mı? Yok, olması da gerekmez zaten. Hukukta var mı, yani bir kanunda var mı? Yok. Ben de hukuk okudum, siz de okudunuz. Kadınların kılık kıyafetlerini düzenleyen hiçbir kanun yoktur, sadece şapka iktisası hakkında bir kanun vardır. Dinî ruhanilerin kisveleriyle ilgili bir kanun vardı; 1925'li, 1926'lı tarihlerde ama kadınların başının açık olması, kapalı olmasını söyleyen yönetmelik vardır. Yönetmelikler ikincil düzenlemelerdir ve yönetmeliklerin hiçbirisinin kanuna aykırı olmaması gerekir.
Şunu söyleyeceğim: Burada, 56'ncı maddede kıyafet konusu yazılmış, ezberinizde olduğu için tekrar etmeyeceğim ama ben farklı bir şey yaptım. Bu İç Tüzük 1973 yılında yasalaştı ve hepinizin elinde olan bu Anayasa ve İç Tüzük'ün arkasında İç Tüzük'ün hangi maddelerinin, hangi tarihte değiştiğine dair bir kayıt var. Bakınız, 56'ncı maddesi hiç değişmemiştir. Bu maddeler her hukuk normunda olduğu gibi "Özgürlükler esastır, yasaklar istisnaidir." kuralına göre tanzim edilmiş, yani "Başı açık olmak mecburidir." diye burada bir hüküm olsaydı bunu yerine getirmek zorundaydık.
Bakınız, 1973'teki Anayasa Komisyonu Başkanı, hepsi rahmetli oldu, bizim Cevdet Akçalı Beyefendi, İç Tüzük teklifinde imzası bulunanlar Çorum Milletvekili Abdurrahman Güler, Tunceli Milletvekili Kenan Aral, Muş Milletvekili Nermin Neftçi, İstanbul Milletvekili Reşit Ülker, Van Milletvekili Salih Yıldız ve diğerleri. Anayasa Komisyonu raporu ve Komisyondaki konuşmaların hepsini çıkardım. Hüsamettin Başer Nevşehir'den konuşuyor, Orhan Birgit konuşuyor, Cevdet Akçalı konuşuyor, diğerlerinin hepsi konuşuyor, hiçbirisinin baş örtüsüyle ilgili bir yasaklama olması veya buna ilişkin bir hüküm bulunması konusunda hiçbir sözü yok. Aksine şu var: Burada bir serbestlik olduğunu görüyoruz. Arkadaşlarımız bir gelenekten bahsediyorlar: "Şu tarihten bu tarihe kadar olmamış." E, olmayacağı anlamına gelir mi? Hukuk uygulanırken yazılı kanun maddeleri uygulanır, ondan sonra en sonunda içtihatlara gelinir, bazı kanunlarda da gelenekler ve teamüller dikkate alınır. Yani burada "Bir gelenek var." diyerek bunu devam ettirme iddiası, Anayasa'da, kanunda, şunda, bunda bulunmayan bir hükmü bizim için geçerli sayabilir mi? "Siyasi simgedir canım, burada olmaması lazım." Ee siyasi simgeyse yakalarınızdaki rozet ne oluyor? Yakalarınızda altı oklu rozet olacak, üç hilalli rozet olacak, bizde ampul olacak, bunu buraya takacağız, arkadaşımızın siyasi simgesi başındaysa itiraz edeceğiz.
BİNNAZ TOPRAK (İstanbul) - Öyle kimse söylemedi. Bunları kimse söylemedi.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Bu gülünç olmaktır. Aslında, arkadaşlarımız dinî gerekçelerle başlarını örttüklerini ifade ediyorlar. Farklı da olabilir, moda böyle gerektirir, başında, saçlarında bir arıza vardır, başını örtmek ihtiyacı duyabilir, ameliyat geçirmiştir, bir başka şeydir. Hepsine saygı duyacağız ve sorgulamayacağız. Arkadaşlarımız ne güzel söyledi: "Kadınları kılık kıyafetleri üzerinden sorgulamayacağız." İnandığım bir şeyi 50 defadır söylüyorum. Kadınlarımızı başı açık ve başı kapalı olarak kategorize etmek ahlaksızlığın daniskasıdır. Hiçbir şekilde bunu ayırmamak mecburiyetindeyiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, Sayın Pavey'le ilgili -burada çok konuşmadı o konu üzerinde- bir pantolonla ilgili konu. Bakınız, arkadaşlar, burada kadının, erkeğin nasıl giyineceği yazılı ama Sayın Başkanımızın kıyafetine bakın...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
Bir cümle söyleyebilir miyim Sayın Başkanım, bir iki dakika verirseniz sözümü bitireceğim. Lütfen, takdir ederseniz.
BAŞKAN - Bir dakika verdim.
Buyurun.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Burada 56'ncı madde çok gülünç yazılmış. Benim dönemimde olmadı, kadın başkan vekili yoktu, benden sonra oldu. "Başkanlık kürsüsünde Başkan, beyaz kelebek kıravat ve siyah yelek üstüne siyah fırak giyer." diyor. Şimdi, Sayın Meral Akşener'in -yani isminizden bahsettiğim için özür diliyorum, ayırmadığı için-öyle bir kıyafet var mı üstünde? Yok. İyi ki yok. Bu kadar rüküş bir kıyafeti Sayın Akşener'e giydirecek hâlimiz yoktu ama İç Tüzük değişmedi. İç Tüzük değişmedi, fiilî olarak kendi kıyafetlerini seçtiler, belirlediler. Arkadaşlarıma da rica ettim, memurlar için pantolon giyme özgürlüğü geldiyse bu hâliyle milletvekillerimiz için de olmalı. Derhâl -bu tasarı olmayacağına göre- bir araya gelin. Kadınlar için elbette pantolon güzel bir kıyafettir, bu olabilir. Bununla birlikte bir düzenlemeyi de rahatlıkla yapalım.
Değerli arkadaşlarım, yani burada şunu söylemek istiyorum: Aslında, grup başkan vekillerinden aldığım bilgiyle, böyle bir düzenleme yapılmak istenmiş ama bazı arkadaşlar itiraz etmişler.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Pantolon ve diğer konularda, İç Tüzük'te kıyafete yönelik yeni bir şey yapılması isteniyorsa lütfen bir araya gelin.
Sözlerim bitti.
Sayın Başkana teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Ben değerli arkadaşlarıma aramıza katıldıkları için teşekkür ediyorum, onları saygıyla karşılıyorum. Bu bir zafer günü değildir, bu bir nümayiş günü değildir. Olması gerekendir, olmuştur, tabiidir ve yüce Meclisimiz en büyük olgunlukla bu olayı karşılamıştır.
Hepinize candan teşekkürlerimi sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)