| Konu: | BDP GRUP BAŞKAN VEKİLİ BİNGÖL MİLLETVEKİLİ İDRİS BALUKEN TARAFINDAN 1990'LI YILLARDA DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGELERİNDE YAŞANAN KATLİAM VE KÖY YAKMA OLAYLARININ ORTAYA ÇIKARILMASI, GEÇMİŞLE YÜZLEŞME VE HAKİKATLERİN AÇIĞA ÇIKARILMASI AMACIYLA 12/11/2013 TARİHİNDE TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA VERİLMİŞ OLAN MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGESİNİN GENEL KURULUN 13 KASIM 2013 ÇARŞAMBA GÜNKÜ BİRLEŞİMİNDE SUNUŞLARDA OKUNMASINA VE GÖRÜŞMELERİNİN AYNI TARİHLİ BİRLEŞİMİNDE YAPILMASINA İLİŞKİN |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 16 |
| Tarih: | 13.11.2013 |
HÜSEYİN AYGÜN (Tunceli) - Sayın Başkan, çok teşekkürler.
Benden evvel konuşan hatip, terör alt komisyonunda başkanlık da yapan ve mesai arkadaşlığı yaptığım Naci Bostancı. Beyefendi aynı zamanda bir profesör ve o komisyondaki çalışmalar sırasında, geçmişle yüzleşme, geçmişteki acıların telafisi ve insani bir çözüm arayışı uğruna, Diyarbakır ve Hakkâri'nin de içinde bulunduğu illeri gezdik. Bu arada, Naci Bostancı bir kitap yayımladı -eski ülkü ocakları yöneticisi olarak- çok merak ettim kitapta ne yazdıklarını çünkü sadece 90'lı yılların köy yakmaları ve cinayetleri, karşılıklı verilen insan kayıpları, şehitler, evlatlarını yitiren anneler...
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) - Hüseyin Bey, o eski ülkücü değil, ülkücü eskisi o!
RECEP ÖZEL (Isparta) - Terbiyesizlik yapma!
BAŞKAN - Sayın Korkmaz... Sayın Korkmaz, lütfen...
HÜSEYİN AYGÜN (Devamla) - ...konularını değil, aynı zamanda, 1980'den önce olan olayları da merak ediyordum ve Naci Bostancı'nın ne...
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) - O eski ülkücü değil, o ülkücü eskisidir ancak olsa olsa!
BAŞKAN - Sayın Korkmaz, ona siz karar verecek değilsiniz. Lütfen...
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - O bir türkücü! Ülkücüyle türkücüyü karıştırma. O bir türkücü!
HÜSEYİN AYGÜN (Devamla) - "Ülkücü"yü geri alıyorum, peki. "Ülkü ocakları yöneticisi"ydi, öyle diyeyim arkadaşların uyarısıyla.
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) - O, o zamandı.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - O türkü söyler devamlı!
HÜSEYİN AYGÜN (Devamla) - Şimdi, alıp okudum ilgiyle çünkü aynı komisyonda çalışmıştık ve hocanın ne dediği, ne yazdığı bir profesör olarak da ilgi alanıma giriyordu.
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) - Ülkücülükle alakası yok. Dün dündür. Bülent Ersoy bugün erkek mi?
ŞUAY ALPAY (Elâzığ) - Ayıp! Ayıp! Hakikaten çok ayıp. Hiç yakışıyor mu? Yazık! Yazık!
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) - Ne ayıbı!
HÜSEYİN AYGÜN (Devamla) - Naci Hocanın kardeşini kaybettiğini o kitap vesilesiyle öğrendim, 80 öncesi sağ sol çatışmalarında, yanılmıyorsam. Kardeşi yaşamını kaybetmişti ve hocanın ülkü ocakları yöneticisi olarak da kitapta ne dediğini, nasıl bir mesaj verdiğini sayfalar boyunca takip ettim. Tabii, kardeşinin ölmesi çok korkunç bir şey ve insani olarak da acısını bence çok iyi ifade etmiş ama mesela, isterdim ki ülkü ocakları, sağ sol çatışmaları, Maraş olayları sırasında yaşananlar, örneğin TİP'li 7 gencin Bahçelievler'de katledilmesi, eter, pamuk burunlarına tıkanmak suretiyle, boğulmak suretiyle vahşice katledilmesiyle ilgili de bir şeyler söylesin, o zaman öldürülen, katledilen sol insanlarla ilgili de bir şeyler söylesin. Tabii, bir insan sadece kendi kardeşinin acısını da yazabilir ama "Başkasının acısına bakmak." diyen AKP'li hatibin, o kitapta başkasının acısına çok bakmadığını gördüm.
Şimdi, köy yakmalarla ilgili de tabii çok problem var. Biz, gerçekten o komisyonda çalışmalar yaptık, insanları dinledik. "Köy yakma" dediğimizde, sadece göç ettirme, mesela 90'lı yıllarda 1 milyon 300 bin kişinin TBMM raporuna göre batıya nakledilmesini anlamıyoruz; aynı zamanda, faili meçhul cinayetleri, siyasi kayıpları, insanlara uygulanan zorbalığı, insanlara dışkı yedirilmesini, hiç dillerini bilmedikleri kentlerde, ilçelerde ve varoşlarda insanların iskân edilmelerini kastediyoruz; aynı zamanda, büyük bir insani acıyı konuşuyoruz.
90'lı yıllarda -TBMM raporuna göre- 1 milyon 300 bin kişi... Bu sayının çok fazla olduğu kanaatindeyim çünkü göçlerin en yoğun yaşandığı bölgelerin birinden geliyorum ben, orada avukatlık da yaptım. Mesela, Dersim bölgesinde 45 bin kişi göç ettirildi, oranın nüfusu 100 küsur bin civarındaydı, şehrin neredeyse üçte 1'i zorunlu göçe gönderildi ve gidenlerin köylerinin büyük bir bölümü yakıldı. Bu arada, bu raporu yazan, 1 milyon 300 bin kişinin nakledildiği raporunu yazan devlet, mesela Türkiye'nin batısında bu insanların nereye yerleştiği, ne yiyip içtiği, neyle geçindiği konusunda hiçbir araştırma yapmadı; bu konuda da hiçbir envanter elimizde bulunmuyor.
Şimdi, eskiye gidecek olursak, bu köy yakmalar çok eski bir mesele arkadaşlar. Mesela, köy yakma konusunda bir kitapçık var, jandarma tarafından yayımlanmış, "Köy Yakma El Kitapçığı" adı. Köydeki evlerin nasıl olduğunu tarif eden bu kitapçık, en kolay yoldan bir evin nasıl yakılacağını anlatır. İsteyen gider, kütüphanelerde bu kitapçığı okuyabilir. Demek ki çok eski bir politikayla karşı karşıyayız, insanların köyleri yüz yıllar boyunca yakılmış ki başka yerlere nakledilsinler ve bunlardan bazı politik ve ideolojik yararlar elde edilebilsin. Benim aklıma gelen şeylerden bir tanesi, nüfus ve iskân politikaları. Balkanlarda da oldu, Van'da da oldu, Dersim'de de oldu; bununla, aynı zamanda, insanların kültürlerini ortadan kaldırıp tek tip insan yaratma amacı izlenmiş olsa gerek.
Köy yakmalarla ilgili BDP adına konuşan Sırrı Sakık, bir askerin Taraf gazetesindeki itiraflarına atıfta bulundu, onu ben de okudum, başka bazı gazetelerde de yer aldı. Kendilerinin "köy yakma timi" diye bir tim kurduklarını ve Güneydoğu'da köyleri yaktıklarını söylüyor. Aslında, bu tanık ifadelerine de çok fazla gerek yok yani orada göç ettirilmiş, sayıları milyonları bulan, herhangi bir yurttaşı İstanbul'da, İzmir'de, Ege'de bulup -rahat- dinleyebilirsiniz köylerinin nasıl yakıldığını, size aradan geçen yirmi yılı da anlatabilir ve aslında, o insani acıların mağdurlarının tarafından da olaya bakabilirsiniz.
Bu Mecliste de çok sayıda önerge oldu, hem arkadaşlarımızca hem bizim tarafımızdan verilen önergeler. Fakat, şu ana kadar bu alanda hiçbir işlem yapılmadı. Sadece, 2004 yılında, Avrupa Birliğinin baskısıyla terörle mücadeleden doğan zararları karşılayan bir kanun çıkarıldı. O da aslında "başkasının acısına bakmak" diskuruna uygun olarak atılan bir adım değildi ne yazık ki. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde çok sayıda dosya birikmişti ve onların yaratacağı mali külfet Hükûmeti çok korkutuyordu. Bu yüzden, yayınlanan o yasada da ne yazık ki amaca ulaşılamadı çünkü yasa çıktığında öldürülmüş bir insanın can bedeli sadece 17 bin TL olarak ifade edilmişti ve yasa, manevi tazminat ödemeyi en baştan reddediyordu. Öldürülmüş, sürülmüş insanların acılarını telafi eden bir yasada, bu Hükûmet döneminde çıkan bir yasada, onlardan şeklen özür dilenmesini içeren bir hüküm bile bulunmuyordu. Ayrıca, bu yasa sadece çıktığı tarihe kadarki mağduriyetleri giderdi. Mesela, 2004'ten 2013'e kadar hâlâ yüzlerce, binlerce boş olma durumları devam eden köy ve mezra var. Bu aradaki maddi zararlarla ilgili de bu yasa herhangi bir çözüm önermiyor ve bizim 2003'ten 2013'e kadarki zararların da tazminine dair kanun tekliflerimiz var; eğer Meclis Genel Kuruluna gelirse ve çoğunluk oy verirse köylülerin mağduriyetlerinin bir bölümü daha karşılanabilir.
Bu arada, yine çok ilginç bir şey var benim okuduğum: Yavuz Ertürk ve etrafındaki bir grup insanın -Bolu Komando Tugayı yöneticisi zamanında- Diyarbakır'da sanırım açılmış bir soruşturması var. Yavuz Bey'in geçen gün ifadesi alındı ve serbest bırakıldı çünkü yirmi yıllık zaman aşımı doluyordu. Spesifik olarak, 11 köylünün Kulp'ta kaybedilmesine dair bir dosyaydı ama aynı zamanda, bu kayıp olaylarının meydana geldiği bölgelerde köyler de yakıldı, siyasi cinayetler de işlendi. Dolayısıyla, orada uygulanan kıyıcı politikaları ortaya koyan kompleks ve büyük bir davayla karşı karşıyayız. Dilerim, bu davada bir mesafe katedilebilir ama şu ana kadar köy yakmadan dolayı -başta Tansu Çiller olmak üzere- hiçbir siyasetçinin ve kamu görevlisinin veya jandarma komutanının yargı önüne çıkarılması veya cezalandırılması gibi hiçbir sonuç yok, çok ilginç. Yani, 1 milyon 300 bin kişi göç ettiriliyor Türkiye'nin batısına ama yargılanmış tek bir kamu görevlisi yok, sene 2013!
Tabii, bu arada yargılamalar oldu. Türkiye'de yargılanmadı insanlar ama Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bol bol Türkiye aleyhine davalar açtı ve Türkiye'yi, "işkenceci devlet", "katil devlet", "köy yakan devlet" gibi tanımlamalarla uluslararası camianın önünde son derece zor bir pozisyona soktu. Kendi vatandaşının köyünü yakmak, bomba atmak, havadan bombardıman etmek nasıl bir şey, bir hükûmet veya devlet açısından ne kadar onur kırıcı bir şey olsa gerek, tahammül ediyoruz.
Bu Yavuz Ertürk'e yeniden dönecek olursam, Yavuz Paşa'nın ismi ilk olarak AİHM'deki bir yargılamada ortaya çıktı. Yani, onu Türkiye'de hiçbir savcı yargı karşısına çıkaramadı, AİHM'de ismi ortaya çıkarıldı ve bu Ankara Adliyesinin bir kütüphanesi var, orada AİHM yargıçları geldi, kendisinden -yıllar evvel, 1990'lı yılların sonunda- ifade aldılar. Daha sonra, Diyarbakır ve çevresinde işlenen cinayetlerle ilgili insan hakları savunucularının yoğun takibiyle Yavuz Ertürk ve arkadaşlarına karşı bu dava açıldı ama bu davada bir yere varılabilecek mi? Gerçekten köy yakanlardan hesap sorulabilecek mi? Maddi zarar, manevi zarar boyutuyla insanların mağduriyetleri giderilebilecek mi? Doğrusu çok umutsuzum çünkü bu haftaya, "Başkasının acısına bakmak." diyen Profesör Naci Bostancı'nın hiç de dileklerine uymayan gelişmelerle girdik. Mesela, 19 yaşında dövülerek vahşi şekilde katledilen Ali İsmail Korkmaz'ın davası, "Onu arkadaşları öldürdü, polis böyle bir şey yapmaz." diyen Eskişehir Valisi tarafından Kayseri'ye gönderildi. İşte, başkasının acısına böyle bakıyoruz.
Veya bir vali, Adana Valisi, artık sosyal medyada çok gülünç bir duruma düştü ama kendisini protesto eden bir vatandaşa ne biçim hakaretler etti, görüyorsunuz ve utanmadan bir de çıkıp yalan söyledi. Dün de bu Mecliste "Onu yedirtmem." diyen bir Başbakanı dinledik. Dolayısıyla, "Başkasının acısına bakmak." eğer tutarlı bir diskur olacaksa Ali İsmail Korkmaz'ın, Ethem Sarısülük'ün, canlarını kaybeden diğer gencecik çocukların da acısına bakmamız lazım.
Bugün, yüzlerce gündür derin bir uykuda olan, polisin, başından gaz kapsülüyle vurduğu 14 yaşındaki Berkin sabah ameliyata girdi. Onun da acısına bakmalıyız, o zaman köy yakmaların ne olduğunu tutarlı bir şekilde anlayabiliriz.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)