| Konu: | T.C. BAŞBAKANLIK TÜRK İŞBİRLİĞİ VE KALKINMA İDARESİ BAŞKANLIĞI İLE AZERBAYCAN CUMHURİYETİ HABERLEŞME VE ENFORMASYON TEKNOLOJİLERİ BAKANLIĞI VE AZERBAYCAN CUMHURİYETİ MİLLİ TELEVİZYON VE RADYO ŞURASI ARASINDA TELEVİZYON YAYINCILIĞI ALANINDA İŞBİRLİĞİNE DAİR PROTOKOL İLE TEKNİK HİZMET SÖZLEŞMESİNİN ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 16 |
| Tarih: | 13.11.2013 |
MHP GRUBU ADINA YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) - Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dost ve kardeş bir ülkeyle ilgili olarak burada 8 madde üzerinde bir anlaşma, sözleşme onaylayacağız. 1970 yılında öğrenciliğim döneminde Amerika Stratejik Araştırmalar Merkezinin yayınladığı bir dergide şöyle bir haber okumuştum: "2000'li yıllarda Sovyetler Birliği dağılacak ve Sovyetler Birliği'nin bulunduğu coğrafyada geniş bir Müslüman nüfusu ortaya çıkacak. Bu Müslüman nüfusun, tarih, kültür ve dil birlikteliği olan Türkiye'yle bir entegrasyona gitmesi kaçınılmazdır. Dolayısıyla, böyle bir entegrasyon dünyada yeni bir gücün doğmasına yol açacaktır." demişti ve bir harita koymuştu. Bu harita da bugün "Türk dünyası" dediğimiz Türk cumhuriyeti devletlerini Türkiye'yle birleştiren bir haritaydı ve tek renk üzerinde bulunuyordu. Ama ilginçti ki 1970 yılında Amerika, belli ki Orta Doğu'da da buna bağlı olarak bir politika üretmişti. Nitekim, bu harita üzerinde bir Kürdistan ve Orta Doğu'da sınırları çizilmiş yeni bir harita mevcuttu.
Dediğim gibi, yıl 1970. Aslında, Türkiye'de 1970'ten sonra çok önemli olaylar oldu: Sağ sol çatışmaları oldu, 5 bin genç hayatını kaybetti; 1980 darbesi, ardından bir dizi siyasi çalkantılar; tabii, bu arada ASALA ve ASALA'nın dışında bir de PKK terör örgütü ortaya çıktı. Türkiye, bunlarla meşgul olmak uğruna milyarlarca dolar harcamak zorunda kaldı ve gerçekten de 1991 yılında Sovyetler Birliği dağıldı ve 5 Türk cumhuriyeti ortaya çıktı.
Değerli milletvekilleri, şimdi, burada şunu iyi düşünmemiz gerekmektedir: Türkiye'nin uzun bir müddet PKK terör örgütüyle mücadelesi ve harcadığı maddi değer şayet bu örgüt kurulmadan Türk dünyasının entegrasyonuna harcanabilse, Türkiye'nin kalkınmasına harcanabilseydi muhakkak ki 1970'te Amerika Birleşik Devletleri'nin strateji uzmanlarının çizdiği yeni bir güçlü dünya ortaya çıkacaktı.
Mamafih, 2000'li yıllara ulaşmamıştı Sovyetler Birliği'nin çöküşü ama şöyle bir hafızanızı canlandıracak olursanız, 1984'ten itibaren PKK terör örgütü ortaya çıkmıştı ama garip olan şey, ASALA'nın sona ermesinden sonra ortaya çıkmıştı. Dolayısıyla, 1991'den itibaren birtakım gelişmeler oldu Türkiye'de. Ben o sırada Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü görevindeydim, Başbakan Süleyman Demirel olmuştu, Cumhurbaşkanı rahmetli Özal'dı. Demirel'le bir görüşme talebinde bulundum çünkü Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğünde yani bizim Osmanlı arşivinde 100 milyondan fazla arşiv belgesi, 800 bin defter mevcuttu. Tarihimizin en zengin arşivi olan bu arşivin depoları maalesef eski medreseler veya birtakım binaların depolarıydı. Böylesine kıymetli bir hazinenin heba olmaması için çünkü belli bir nem oranının altında veya üstünde olması, bu hazineyi yok eden en önemli unsurlardan bir tanesiydi. Rahmetli Özal, bugünkü Topkapı Sarayı'nın içerisindeki, Cankurtaran... Daha doğrusu, şöyle söyleyeyim: Gerçek olan, Gülhane Hastanesi'nin bulunduğu bölgede 204 dönüm araziyi bize tahsis etti ve burada bir arşiv sarayı yapılacaktı, bunun için Demirel'le görüşmek istedim.
Benim burada size anlatmak istediğim şey şu: Aslında, Şubat 1992'de Sayın Demirel'le görüştüm ve kendisiyle görüşmeye gireceğim sırada, onun basın danışmanı olan İlnur Çevik ile bir sohbetimiz oldu, bana hangi sebeple görüşeceğimi sordu, ben de kendisine şunu söyledim: Osmanlı arşivlerindeki demin size aktardığım konuları aktardım. Dedi ki: "Hoca, Demirel bununla fazla ilgilenmez." Dedim ki: "Nasıl olur? İşte, Türk cumhuriyetleri ortaya çıktı, onlarla ilgili pek çok belge bu arşivde bulunmaktadır. Dolayısıyla, nasıl olur da ilgilenmez?" Sonuçta, Sayın Demirel'in yanına girdim. Bana Demirel ne istediğimi sordu. "Sayın Başbakanım, paramız var, projemiz var, her şeyi hazırladık, sadece özel bir bina olduğu için Bakanlar Kurulu kararını istiyorum, binanın yapımı için." dedim. "Tamam Hoca, bakalım." dedi ama biraz böyle, tam arzu ettiğim şekilde bir cevap alamayınca, kendisine, Türk dünyasının bağımsızlığına kavuştuğunu, bununla ilgili arşivimizde çok kıymetli belgeler olduğunu -Osmanlı Devleti'yle ilişkiler, Cumhuriyet Dönemi'yle ilişkiler konusunda- söyledim. Onun üzerine, Demirel ayağa kalktı, bana "Gel seni bir kucaklayayım Hoca." dedi. Beni Demirel bir kucakladı fakat bir hafta sonra görevden aldılar. (AK PARTİ sıralarından gülüşmeler)
Fakat, İlnur'un söylediği bir önemli konu vardı: Demirel bütün Dışişleri mensuplarını toplamış ve bu dünya hakkında, yeni çıkan Türk dünyası hakkında ne gibi bir bilgiye sahip olduklarını sormuş. Onlar başlarını önlerine eğmişler -Dışişleri mensupları- onun üzerine, Demirel "Üzülmeyin, ben de bir şey bilmiyorum." demiş. Değerli arkadaşlar, bizzat benim başımdan geçen bir hadiseyi anlattım.
Şimdi, gerçekten de rahmetli Özal zamanında, Türk dünyasına tam vâkıf olmadan bir girişimde bulunduk, öğrenciler getirdik, yanlışlar yaptık, yanlış insanlar gönderdik Türk dünyasına ve Türkiye'nin adı yanlış şekilde oralarda lanse edildi, duyuldu fakat aslında, bizim heyecanımız, onların heyecanı, Özal döneminde ciddi şekilde ekonomik ilişkilere ve yakın dostluklara dönüştü. Sonra, gerçekten -Allah selamet versin- Sayın Demirel bu işte çok ciddi bir atılım yaptı, yakınlıklar kuruldu. Ki birçoğuyla -hâlâ, şu anki Kazakistan Cumhurbaşkanı yakından tanıştığımız bir kişiydi, Türkmenistan öyle, Azerbaycan öyle- benim çok yakın ilişkilerim oldu Tarih Kurumu Başkanı olarak.
Şunu söyleyeyim: Hemen hepsi, gerek Özal'ın gerekse Demirel'in koluna girip "ağabey" diyen insanlardı ve bizden bir şey bekliyorlardı ama bir şey vardı, eksiğimiz vardı; biz bu dünyayı tanımıyorduk, tanımadığımız için onların hiçbir şey bilmediğini, hiçbir şey yapamayacağını düşünüyorduk. Sonuçta, onlar da bizi "Türkler geri kalmış, dilenci" şeklinde tanıyorlardı. Dolayısıyla, planlı bir yaklaşım gösteremedik. Bunun sonucu, bu planlı yaklaşım gösterememe sonucu, aslında, bugün dünyanın en zengin enerji kaynaklarına sahip olan bu dünyayla ilişkilerimizi mesafeli bir oranda devam ettirebiliyoruz. Hâlbuki, 10 bin kilometre öteden Amerika geliyor buraya, İngiltere geliyor, Fransa geliyor, Çin geliyor ama maalesef, onların gösterdiği çabayı Türkiye Cumhuriyeti olarak biz gösteremiyoruz.
Birçok hata işledik. Türkmenbaşı, rahmetli, şunları söyledi: "Ya, hep Batı'ya dönüyorsunuz. Sizin çıkarlarınız buradadır, niçin gelmiyorsunuz? Size ben doğal gazı 47 dolardan vereceğim." Evet, gerçekten de Türkmenbaşı bu konularda samimiydi. Samimiydi, birçok kuruluş oluşturdular -ki ben de üyesi oldum bunların- ama bir türlü Türkiye istenilen biçimde bu bölgelerle ilgilenemedi ama hâlâ ilgilenmiyor. Şimdi, herkes şapkasını önüne koysun. Batı'ya yöneldiğimiz ölçüde biz bu dünyaya hangi ölçüde yöneldik? Kazakistan Cumhurbaşkanı olmasa neredeyse birbirimizle ilişki kurmama raddesine geldik.
Bakın, bir Ermeni açılımı yaptınız. 2005 yılında, Tarih Kurumu Başkanı olarak Sayın Başbakan beni Bakanlar Kuruluna davet etti, bir brifing verdim. O brifing sırasında şunu Bakanlar Kurulunda ifade ettim: "Efendim, Ermenistan'la ilgili olarak, basında, kapıların açılması konusunda Türkiye'nin bir jestte, iyi niyette bulunması şeklinde haberler geçiyor. Bu haberler doğru mudur bilmiyorum ama doğruysa, sakın ola ki böyle bir jestte bulunmaya kalkışmayın. Devletler jestle yönetilmez. Bu, elimizdeki en önemli kozlardan birisidir." Bunu ifade ettim, bir bilim adamı sıfatıyla söyledim ve sorumluluğumu onların üzerine attım ama Ermenistan'la bir açılım politikası güdüldü. Bu açılım politikası, aslında, tam, bizim bu konuda, Ermenilere karşı -bir yerde- soykırım iddialarını sona erdireceğimiz bir dönemde meydana geldi çünkü ben görevden alınmadan önceki haziran ayının başında Oslo'da bir toplantı yapıldı, Ermeniler bir toplantı yaptılar, diaspora ve buraya Tarih Kurumundan 2 kişi davet edildi. Biz bu davete icabet ettik. Beni kabul etmediler, 2 arkadaşımı gönderdim ama onlar oradayken şöyle bir teklifte bulundum, gazetelere bakabilirsiniz, Hürriyet'te de sürmanşetti: "Boston'daki Taşnak arşivlerini açın, 20 milyon dolar vereceğim." dedim. O Oslo'daki toplantı karmakarışık olmuş, "Bu 20 milyon doları verirdi, veremezdi." muhasebesine girişmişler. Sonuçta, Alman Hilmar Kaiser isimli bir Ermeni taraflısı araştırıcı bu parayı verebileceğimi, bir şey söylersem yerine getireceğimi orada ifade etmiş. Onun üzerine, ertesi hafta, beni diaspora Ermenilerinin yönetim kurulundan Garabet Mumcuyan aradı, eylül ayında Tarih Kurumunda bir yuvarlak masa toplantısı yapma teklifinde bulundu basın olmamak kaydıyla, kabul ettim. Yine, onların haftalık çıkan bir gazetesi vardı. Bu gazetenin yazı işleri müdürü Haçik Muradyan, ağustos ayının ikinci yarısında benimle röportaj yapmak üzere Türkiye'ye gelmek istediğini belirtti, onu da kabul ettim. İngiltere'den Gomidas Enstitüsü Müdürü Ara Sarafyan aradı, o da ekim ayında gelip bir konferans da verip hem Boston hem de Kudüs arşivlerinin açılması konusunda birlikte hareket etmeyi teklif etti, onu da kabul ettim.
Değerli arkadaşlar, bunların bu şekilde gelmelerinin sebebi şuydu: Biz, Tanıtma Fonu'ndan Sayın Devlet Bahçeli'nin verdiği 280 bin lirayla bütün dünya arşivlerini baştan sona taradık ve bütün belgelerin kopyasını aldık. Bunun içerisinde Rusya'daki Taşnak arşivleri de vardı, 3 bin dolar karşılığında. Dolayısıyla, Taşnakların Anadolu'da neler yaptıkları elimizde zaten vardı. Artık, diaspora çözülmeye başlamıştı. Fakat, o sırada, Dışişleri Bakanlığı Cenevre'de, Ermenilerle ve Amerikalılarla bir toplantı yapıyordu, bu açılım öncesi toplantısı. Orada Amerikalıların ve Ermenilerin isteği üzerine görevden alındım. Ve bütün bu toplantı sözlerinin hepsi havada kaldı, gerçekleşmedi. Ve bugün, bakın, bir gazeteci çıkmış, Hasan Cemal "Ben Ermeni evinde kalıyorum." diyor. E, onun dedesi de vardı Adana Valisi olarak, Cemalettin Paşa.
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) - Cemal Paşa.
YUSUF HALAÇOĞLU (Devamla) - Onunla ilgili olarak da Cebelibereket Mutasarrıfı Mehmet Asaf'ın yazdığı "1909 Adana Ermeni Olayları ve Anılarım" diye bir kitap var. O kitapta, dedesinin bir beyanname yayımladığı ve bu beyannamenin "Vatan-ı ihaniyyenin bir şâheseri." olarak adlandırıldığını da burada söylemek istiyorum. Birileri çıkıyor soykırımdan bahsediyor, birileri çıkıyor Dağlık Karabağ bölgesinin Ermeni toprakları olduğunu söylüyor ama biz, açılım yaparak Azerbaycanlı kardeşlerimizi küstürüyoruz.
Bakın, değerli arkadaşlar, dış politikada atılan her bir adımın daha sonra tevili çok zordur, onun koyduğu, bıraktığı izleri de ortadan kaldırmak çok zordur. Dolayısıyla biz, Azerbaycan'la ilgili olan her olumlu işte var olduğumuzu söylüyoruz, buna destek olacağımızı söylüyoruz çünkü Türkiye'nin gerçek yönelmesi gereken devletler Türk cumhuriyetleridir. Amerika dünyanın öbür ucundan gelecek, bu bölgeye, enerji bölgelerine hâkim olmayı arzu edecek ve bu yolda politikalar üretecek ve Türkiye Cumhuriyeti bundan sarfınazar edecek. Bunu kimsenin beklemesi söz konusu olmamalıdır.
Dolayısıyla, 8 maddelik, Azerbaycan ile ilgili sözleşmelerin hepsini Milliyetçi Hareket Partisi olarak onayladığımızı ve olumlu oy vereceğimizi belirtiyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)