GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: BDP GRUBUNUN, DİYARBAKIR MİLLETVEKİLİ ALTAN TAN VE ARKADAŞLARININ 29/6/1925 TARİHİNDE İDAM EDİLEN ŞEYH SAİT EFENDİ VE 46 ARKADAŞININ MEZAR YERLERİNİN AİLELERİNE TESLİM EDİLMEMESİNİN NEDENLERİNİN ARAŞTIRILMASI AMACIYLA 31/10/2013 TARİHİNDE TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA VERMİŞ OLDUĞU MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGESİNİN, GENEL KURULUN 20 KASIM 2013 ÇARŞAMBA GÜNKÜ BİRLEŞİMİNDE SUNUŞLARDA OKUNMASINA VE GÖRÜŞMELERİNİN AYNI TARİHLİ BİRLEŞİMİNDE YAPILMASINA İLİŞKİN
Yasama Yılı:4
Birleşim:19
Tarih:20.11.2013

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

BDP'nin bu önergeyle ortaya koyduğu talebin bir insani yanı var, bir de siyasi ve toplumsal yanı var. Bunlar çok iç içe. İnsani yanı şu: Tarihte yaşanmış olan, yakın tarihte yaşanmış olan trajedilere ilişkin elbette hepimizin üzerine düşen görevler var. Hayatını şöyle veya böyle kaybetmiş insanlardan geriye kalanların, ailelerine verilmesi çok olağan ve insanlığın gereği bir tutum. İşin insani tarafı böyle ve talebin bu niteliğini elbette siyasi irade takdir edecek ve gereğini yerine getirecektir. Bunun için bir Meclis araştırmasına gerek var mı? Kanaatimce yok. Atılan birçok adımda Meclis araştırmasının olmadığını görürüz. TRT 6 açılırken mesela, bir Meclis araştırması yapılmadı. Birtakım adımların atılması için, onun gerekli ve yeterli şartı Meclis araştırması değildir.

İşin siyasi ve toplumsal tarafına gelince: Bizim tarihimiz bir aşk ve nefret tarihi. Zaten bu kadar tarihle ilişkili olmamız, tarih üzerine kavga etmemiz, geçmişe ilişkin bakışımızdaki bu aşk ve nefret ilişkisine dayanıyor. Burada sayın sözcünün bahsettiği kişilere ilişkin toplumumuzdaki kanaatlerin ne kadar farklı olduğunu biliriz. Mesela -kendisi de ifade etti- Şeyh Sait'in 1925'te Takrir-i Sükûn'a da sebep olan isyanı yahut da orada çıkan olaylar o kadar karışık bir mesele ki uygun kelimeleri bulmak bile insan da bir mayınlı arazide yürüyormuş duygusu uyandıran karmaşıklıkta bir mesele.

Şeyh Sait'in, bir tarafıyla, Türkiye'nin yaşadığı cumhuriyet, işte, ulus devlet, İslami hassasiyetlere ilişkin egemen iradenin davranışlarına bir itiraz olarak ayaklandığı; bir başka yoruma göre, güney sınırı henüz çizilmediği için İngilizlerle bağlantılı bir arka planı olduğu. Bunlar hep konuşuldu, tartışıldı.

Tabii, tarihî hakikat nedir? Bizim işimiz değil, tarihçiler de bu işin altından kalkabilmiş değiller. İşin tarihî tarafını bugünün gündemine getirmeyi çok doğru da bulmam çünkü daha yakın dönemlerde yaşanmış birtakım trajedileri halletme konusunda zorluklar yaşayan bir ülkede yetmiş beş yıl öncesinin problemlerini "Hadi gelin, halledelim." demek bence doğru, mantıklı ve Türkiye'nin yürümekte olduğu şu barış ve çözüm ortamına katkı sağlayıcı bir yaklaşım değildir.

Ritsos diye bir Yunanlı şair vardır, diyor ki: "Başımıza gelen bunca bela, kuruntulu yaptı bizi." Hakikaten, bu topraklarda herkesin başına çok bela geldi. Herkesin, Kürtlerin de geldi, Türklerin de geldi, bu ülkede yaşayan, civarında yaşayan, Balkanlarda yaşayan... Son yüzyıl hakikaten çok trajik bir yüzyıldır bizim için. Bu da hepimizi kuruntulu yaptı. Ne anlamda? Birisi bir şey anlattığında, bir konu üzerine konuştuğunda, bir talepte bulunduğunda "Acaba bunun arkasında hangi hayalet var, burada asıl yapılmak istenen nedir?" şeklinde bir kaygıyı gündeme getiriyor. Esasen, zikredilen meselenin siyasi ve toplumsal boyutu derken kastettiğim de arka planındaki bu tür hayaletlerdir.

Bizim, tarihe ilişkin ortak bir mutabakata varmamız mümkün olmayabilir ama resmî tarihin ötesinde diğer tarih yorumlarının bile henüz yeni serbestleştiği bir ortamda bu konulara ilişkin tarihçilerin çözemediği bir konuyu siyasetin halledebileceği bir mecra gibi takdim etmek, böyle bir bağlama yerleştirmek, siyasetin üzerine konuştuğu bir konu hâline getirmek, bence doğru bir yaklaşım değil.

BDP çözüm sürecine bir tarafıyla, destek veriyor, çok doğru. Bu yönde açıklamalarını görüyoruz, beraber bir çalışma da yürütüyoruz ama zannediyorum şöyle bir paradoks var, üzerinde düşünmeleri bakımından söylüyorum: Derler ki "Gece gündüzün kardeşidir, hayat ölümün kardeşidir." BDP de kendisini doğuran problemlerin kesinlikle kardeşi. 90'dan önce BDP yoktu. Türkiye 90'lı yıllara geldi, Kürt meselesinin ulaştığı mevcut trajik durum BDP denilen siyasi örgütü, partiyi ortaya çıkarttı. Şimdi, BDP kendisini var eden sorunlarla simbiyotik bir bağ içerisinde, onunla hayati bir bağı var. Dolayısıyla, çözüm sürecinin nihayete ermesi demek mevcut dil, mevcut yaklaşım, mevcut ilişki biçimiyle kendisini teşekkül ettirmiş olan BDP'nin hayatiyetinin son bulması anlamına gelir. Dolayısıyla, BDP şöyle bir pozisyonda -kanaatlerimi anlatıyorum- Nasreddin Hoca'nın fıkrasındaki gibi, sorunu oluşturan dalın üzerinde. O soruna katkı sağlamak için, dalı kesmek için, problemi halletmek için bir taraftan testereyi vuran ama bir taraftan da iki ileri bir geri yaptığından, "Bu ağaç kesilirse ben de aşağı düşerim." diye tedirginlikler yaşayan bir siyasi heyet. O yüzden dili bir taraftan çözüme evrilirken -çünkü biliyorum, evet, problemin çözülmesini talep eden bir akıl var BDP'nin içinde ama- diğer taraftan da bir organizma olarak, bir parti olarak, bir siyasi heyet olarak varlığını sürdürebilmek için o sorunla kurmuş olduğu hayati bağları devam ettirecek bir dili de yedeklemeye devam ediyor. Bu ikisi arasında gidip geliyor.

AYLA AKAT ATA (Batman) - Sayın Başkan, BDP tahlili yapmak için mi söz aldı?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Biraz önce, sayın sözcü Şeyh Sait'le ilgili meseleyi anlatırken gayet meydan okuyucu bir şekilde "Şeyh Sait'in de heykelini Diyarbakır meydanına dikeceğiz." dedi. Esasen bu tavır bile, bu meydan okuyucu tavır bir kavga, bir meydan okuma. Bu, heykel dikilirken aynı zamanda rövanşist bir duygunun açığa çıkması şeklinde anlaşılmaz mı? Elbette öyle anlaşılır. Bizim derdimiz, geçmişe ilişkin birtakım yaraları sararken burada o meydan okuyucu tavırla birilerine haddini bildirmek, dersini vermek olabilir mi? Böyle bir tarihsel bakışla biz geleceği barış ve demokrasi istikametinde kurabilir miyiz? Kuramayız. Bu işleri bizim olağan bir şekilde yapmamız lazım. Bu meydan okuyucu tavır, bir hayalete karşı değil, Türkiye'deki o toplumsal ve politik karışıklığa karşı, orada geçmişe ilişkin farklı yorumlarda bulunan insanlara karşı meydan okuyucu bir tavırdır. Bu, ne demokrasiye ne de barış ve çözüm sürecine hizmet eder.

Nietzsche'nin bir lafı var: "Büyük fikirler güvercin kanatlarıyla gelir; savaş tamtamlarıyla, davullarla değil." diyor. Elbette itibarlar iade edilmeli, elbette tarihteki o acıları açığa çıkaracak, işin insani tarafını onaracak adımlar atılmalı ama bunu bir yiğitlik, bir meydan okuma, bir hesap görme hâli içerisinde yaparsak bu topluma hizmet etmiş olmayız.

"Exupéry" diye bir Fransız yazar vardır. Küçükler için yazdığı bir kitap "Küçük Prens" ama büyüklere de yazmıştır o kitabı. Küçük Prens'te bizim Küçük Prens'imiz çeşitli seyyareleri, dünyaları dolaşır. Gittiği dünyaların birisinde bir tane haşmetmeap vardır, bir tane kral, tahtında oturmaktadır. Dünyası sürekli Güneş'in etrafında dönmekte, her dakikada Güneş doğmakta ve batmaktadır. Haşmetmeap da Güneş doğarken asasını yere vurmakta, "Doğ Güneş." demekte, batarken de tekrar asasını vurmakta, "Bat Güneş." demektedir. Küçük Prens der ki: "Haşmetmeap, siz böyle emir vermeseniz de Güneş doğacak ve batacak." Haşmetmeap güler, "Akıllı bir irade neyin mümkün olduğunu görür ve emirlerini o istikamette verir." der.

Ben de BDP'ye derim ki: İktidar ilişkilerinin bir iradesi olarak, Türkiye'nin bir parçası olarak neyin mümkün olduğunu görmek, barışa ve demokrasiye katkı verecek tarzda bir dille, bir yaklaşımla, öyle meydan okuyucu şekilde değil, yumuşak bir üslupla bu işleri onarmak lazım. Yoksa yaralayıcı bir dil, o meydan okuyucu dil, geçmişteki haksızlıkları, yaraları sadece geleceğe taşır. Bizim derdimiz, geleceği onarırken, bu barış ve demokrasi istikametinde yürürken bu ortamı oluşturduğumuz ölçüde geçmişi de onarabileceğimizdir. Biz eğer geleceği böyle kurabilirsek, emin olun, geçmişi de, o trajedilerden doğan çeşitli insani travmaları, hayal kırıklıklarını da telafi edebileceğimiz bir toplumsal iklim oluştururuz.

AK PARTİ'nin tavrı budur. Ümit ederim, diğer siyasi heyetler de bu istikametteki çabalara destek verirler.