| Konu: | TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ İLE BELARUS CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ ARASINDA GERİ KABUL ANLAŞMASININ ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 22 |
| Tarih: | 27.11.2013 |
BDP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 488 sıra sayılı, sözleşmeyle ilgili, Tasarı üzerine söz aldım. Barış ve Demokrasi Partisi adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Biraz önce iktidar partisinden bir arkadaşımız "Burada adam gibi muhalefet yok." dedi, olsaydı zaten on bir yıl iktidar olmazdınız. Demek ki bizde kusur çok arkadaşlar. Biz onu gözden geçiriyoruz ama sizin de bir şeyleri gözden geçirmenizin zamanı gelmiştir.
Bakın, güzel İzmir'in, Ege'nin incisi güzel İzmir'in 2'nci kez EXPO'yu kaybetmesinde hiç mi günahı yoktur iktidarın? 2015'i kıl payı ile kaçırırken hiç mi günahınız yok? Uluslararası ilişkilerde, diplomaside... Sağlığı özelleştir, ticarileştir, büyük şehir hastanelerini kur, sağlığı metalaştır; devletin bu alanda, tarumar ettiği bir alanda temayı kur, o temadan sonra 2-3 oyla 2015'i kaybet, 2020'yi de 2'nci turda kaybet. Sunucu tabii ki Defne Samyeli'ydi Paris'te. Tabii ki Defne Samyeli'ne bir bakınca oy kullananlar, TÜİK'in, onun evinde bir ay hanehalkı bütçe anketi için zorunlu ikamet edip... Tek başına yaşayan bir kadının özel hayatına, yatak odasına, banyosuna, mutfağına girebilme hakkını kendinde gören ceberut devletin... "Bu talebi kabul etmiyorum, benim özel hayatımın ihlalidir, ihlal edilen hakkıma sahip çıkıyorum." demesi ve TÜİK'in ona 900 lira ceza kesmesidir.
Bakın, arkadaşlar, doğru dürüst siyaseti bir türlü burada yapamadık, Meclis kanun fabrikasına döndü, zaten bu sözleşmeler de bu kanun fabrikasının artık matbu hâle gelen, yok "Teknik sözleşmedir." denen sözleşmelerine döndü.
Şimdi, bakın, Belarus, ta, Baltık kıyısında 10 milyon civarlarında bir nüfus çevresiyle... İki ülke arasında insani, diplomatik ilişkilerin olması doğru, sözleşmenin imzalanması doğru, vizenin kalkması güzel. Küçük ülkeler bizimle ilgili vizeyi kaldırıyorlar, bir sorunları yok ama tabii ki güvenceye alıyorlar, işte, bu sözleşmede olduğu gibi geri gönderme hakkını kendilerinde buluyorlar. Yani, Türkiye'den birisi gidip Belarus'ta kalıyor, ondan sonra da "Oradan Almanya'ya nasıl girerim, İsveç'e nasıl giderim, başka ülkelere nasıl giderim?" hesabı içine giriyorsa tabii onlar da bunun önlemini alıyorlardır.
Şimdi, bunu stratejik anlaşma olarak aldığınız zaman yüksek stratejik anlaşmalar konseylerinin gittiği her ülkeden korkmaya başladık. Bilmiyorum, arkadaşlar vardı, Halep'te biz yüksek stratejik bir toplantıya katılmıştık, sonra geldik Kilis'in orada kapıyı açtık, vizeleri kaldırdık, herkes kendi cüzdanıyla geçebilecekti, şimdi ne oldu? 1 milyon mülteci geçti, yol geçen hanına döndü, Ceylânpınar'a kadar olan bölgeden El Nusra, El Kaide istediği gibi girip çıkıyor ama Ceylânpınar'dan bu tarafa Nusaybin'e doğru geldiği zaman Rojavalı 3 Kürt kurşuna diziliyor sınırdan geçtikleri için. Bu nasıl adalettir, bu nasıl yaklaşım tarzıdır? Yani, sınırdan geçen birisine... Pasaportsuz geçmenin cezası belli. Yakalarsın, yargıya çıkarırsın, geri gönderirsin ama kurşuna dizmek nasıl bir anlayış ki geride kalan fotoğraflarda 3-4 tane ilaç kupürü, çocuklara 3-4 tane hediye ve yine çocuklar için alınan şekerler vardı onların üzerinde çıkan suç delili olarak.
Şimdi, ben buradan İzmirlilere sesleniyorum: Üzülmeyin EXPO'yu kaybettiğiniz için. EXPO, belki sağlık temasıyla Ege'nin güzel iklimini, tarihini, kültürünü, geleceğini, zeytinini, incirini, üzümünü, narını, her şeyini tanıtacaktı ama orada da birileri zaten ticari amaçlı olarak kendi karargâhlarını kurmanın sevdası üzerine, oraya gelecek 5 milyon trafiğin, işleyişinin, ihalelerinin, altyapısının hesabının içine girmişti.
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) - Sel suları olmasaydı böyle olur muydu?
HASİP KAPLAN (Devamla) - İzmir eğer isterse uluslararası fuarını bir EXPO gibi canlandırabilir, bütün ülkelerin katılımına açık bir duruma getirebilir. Bu bir yerel yönetimler modelidir. "Demokratik özerklik" dediğimiz, yerel yönetimlerin özerklik şartının Avrupa standartlarında burada imzalanıp burada çekincelendirilen ve kabul edilemeyen biçimini İzmir uygularsa o zaman yerel yönetimin, iktidarın kendi kaderini belirlemesiyle, İzmir halkının, ilçelerinin, Selçuk'un, Torbalı'nın, Dikili'nin, Bergama'nın, hepsinin katkılarıyla bunu hayata geçirebilir. Bu, mümkündür. Her şeyi de devletten, uluslararası organizasyonlardan beklememek gerekir. Bu mümkündür çünkü beceremeyen hükûmetlerin beceremediklerinin yerini doldurmak mümkündür arkadaşlar.
Tabii, 1 milyona yakın Suriyeli mülteci Türkiye'den giriş yaptı, İstanbul'dalar, hatta İzmir'deler, hatta Yalova'dalar -gelen haberleri biliyoruz- ve bu insanların hiçbir güvencesi yok, hiçbir kaydı yok ve bu insanlar elbette ki oradan Avrupa'da yaşayan yakınlarının, akrabalarının yanına gidip hayatlarını kurtarmak isteyeceklerdir ve gidiyorlar da, kaçak yollardan gidiyorlar. Kaçak yollardan gidince Ege Denizi'nde bir takanın içine 100 kişi doldurulup getiriliyor, katliamlar işleniyor, insanlar ölüyor, insanlık dramı yaşanıyor. Bunlar defalarca oldu. Peki şimdi olmayacak mı? Olacak.
Elbette ki Avrupa ülkeleri kendilerini korumanın her türlü yöntemini alıyorlar ama alırken "Geldiğin ülkeye geri dön." kuralını koyuyorlar, unutmayın. Yine, yakaladıklarını geldiği ülkeye geri gönderiyorlar. Onun için Belarus'un çok derdi olmayabilir ama genellikle bu tür, Moldova gibi, Belarus gibi küçük ülkeler, atlama, geçiş alanlarıdır, kullanılabilir ama bir Almanya, bir Fransa, bir İngiltere, işte bu ülkelere girişler söz konusu olduğu zaman, o zaman bu sözleşmelerden çok daha katıları Türkiye'yle imzalanmış ve bu uygulanıyor.
Tabii, merak ediyorum, Sayın Yılmaz'a burada da sormak istiyorum: 90'larda bizim Şırnak'tan 15 bin kişi mülteci olarak Saddam döneminde sınırı aştı, geçtiler, sınır ihlali yaptılar, mülteci olarak gittiler çünkü köyleri yakılıyordu, aileleri öldürülüyordu, kurşuna diziliyorlardı, faili meçhul cinayet vardı ve 15 bin kişi.... Bu 15 bin kişi ne zaman dönecek Türkiye'ye? Gerçekten, barış ve çözüm sürecini konuştuğumuz bir dönemde bunlar ne zaman dönecekler?
Bir şey daha: Uludere'de bir insanlık dramı yaşandı, 34 yurttaşımızı yitirdik. Faillerinin bir tekinin kimliği dahi hâlâ tespit edilemedi. Savcılıkta gizlilik kaydı kondu, sonra askerî mahkemeye gönderildi. Elbette ki bir gün adalet yerini bulacak ve oradaki öteleme bir gün aydınlığa kavuşacaktır. Ama oradaki anaların, babaların çocuklarının cesetlerinin paramparça olduğu 100-200 metre ilerideki sınırın ötesinde -ki orada ne mayın var ne hudut var ne bir taş var, orayı hiçbir zaman da hudut bellemediler üç sene-oraya gidip bir anmada bulunmalarına Uludere Savcılığının soruşturmalar açması, insanlara ceza vermesi hakkaniyete ve adalete uygun değildir arkadaşlar.
Şunu çok açıklıkla söylemekte yarar var: Evet, bizim uluslararası hukukta sözleşmeler ve birtakım konularda atmamız gereken adımlar vardır. O zaman belki olimpiyatları da Türkiye'de yapabiliriz arkadaşlar. Şöyle, kim istemez ki bir senede bütün mevsimlerin yaşandığı, güneşin, suyun, denizin, havanın, tarihin, iklimin, coğrafyanın bu kadar harika olduğu bir ülkede eğer biraz asayiş varsa, biraz düzen varsa, caddelerinin merkezlerinden, meclislerinin kenarlarından geçerken TOMA'lar su sıkmassa, su fışkırtmasa biberli gazlarıyla, orada gaz bombalarını atıp oradan geçen turistlerin de bunlardan etkilendiğini görebilme sağduyusuna sahip olabilseler ve o geçtikleri alanlarda perişan hâlde düşen turistlerin ülkelerine dönüp televizyonlardaki anlatımlarından, Gezi'den tutun, kırmızı elbiseli kadın resmi geriye kaldığı zaman bir gaz sıkmasında... Ve bir parlamentoda kadınlar kalkıp, orada buna destek çıkıp, dayanışmayı gösterip duruş gösterebildiği zaman olimpiyat da olur, EXPO da olur, iklim Akdeniz olur arkadaşlar, çok şey değişebilir.
Bunun için, onurlu, özgür, eşit yurttaş ve hukukunu oluşturamıyorsak eğer milletvekillerimiz hâlâ cezaevindeyse, belediye başkanlarımız, eğer bu ülkenin gazetecileri cezaevindeyse, eğer bu ülkenin avukatları cezaevindeyse, eğer bu Meclisin iktidarında bir muhalefet milletvekiline bir milletvekili küfredip çok ucuz bir cezayla kurtuluyorsa, eğer ana muhalefet partisinden bir milletvekili bir Başbakanın eşine istediğini söyleyebiliyorsa ve özür dileme erdemi yoksa, özür dilenemiyorsa bu ülkede, insanlık bitmişse bu ülkede, değerini kaybetmişse bu ülkede, bu iktidarla, bu ana muhalefetle siz hangi olimpiyatları kazanacaksınız, atlayacaksınız, hangi çağı atlayacaksınız zihniyet erişimini değiştirmeden? Nasıl bir yaklaşımdır "Senin milletvekilin böyle oldu; ben de -milletvekilim- de bunu yaparım." Olmaz arkadaş, çıkacaksınız, özür dileyeceksiniz. Bu ülkenin yabancı topraklarında, bir elçilik binasında, bir tarafta haddi olmayan bir çıkış, bir tarafta devletin, Hükûmetin korumaları görev yapıyor. Bu ülkenin yabancı topraklarında... İkisini de kabul etmiyoruz, ikisini de reddediyoruz, ikisini de bu ülke halkı hak etmiyor arkadaşlar, ikisi de yanlış. Bu yanlışa dobra dobra çıkıp "Evet, yanlış." dediğiniz zaman siyasetin erdemi konuşacak.
Bizde, Türkiye'de, Kürt'te, Türk'te, Çerkez'de, herkeste kadına saygı vardır arkadaşlar. Çok açık konuşuyorum. Bunun tahammül sınırları vardır, bunun iç tüzüğü vardır, bunun insanlık tüzüğü vardır, bunun vicdan tüzüğü vardır, bunun ahlak tüzüğü vardır. Burada birbirimizin üzerine bağırıp üzerimize üzerimize gitmenin yerine programlarımıza, tüzüklerimize sığınmamızın, doğruyu konuşmamızın zamanı değil mi artık? Herkes yanlış yaptığıyla kalabilir mi? Demi geldi biz de hata yaptık, bardak kırdık ama onur kırmadık, kafa kırmadık, haysiyet kırmadık. Bakın, çok açık konuşuyorum. Bunlar küçük şeyler değildir, küçük ve kabul edilir, es geçilecek şeyler değildir arkadaşlar. Bunu liderlerin başta yapması gerekirdi. Liderlerin yapması gerekirdi ki, burada düzen daha doğru dürüst olsaydı.
Evet, konuşuyoruz, birbirimizi anlamak istemiyoruz. Burada bağırınca çağırınca sanki sandıklar oy dolacak sanıyoruz. Oysaki, ben hayatımın en güzel bir yılını geçiriyorum, 2013 yılını geçiriyorum, cenaze kaldırmıyorum, taziyeye gitmiyorum, insanların arasında dolaştığım zaman, işte ben bunun için seçildim bu ülkeye geldim... Bu ülkeye barış geldiği zaman, bu ülkeye demokrasi de gelecek, bu ülkeye adil bölüşüm de gelecek, bu ülkenin vergisi de hakça toplanacak, bu ülkenin bütçesinde hesap sorulacak, bu ülkenin Meclisinde sizin milletvekilleriniz sizin istediğiniz gibi seçilecek. Ama olmuyor, bir tarafta iktidar, yapışmış 12 Eylül darbe Anayasası'na gidiyor, bir tarafta ana muhalefet, muhalefeti bizimle yapıyor, iktidarla cebelleşeceğine gelip bizimle muhalefet ediyor ve biz bu arada dik durmaya çalışıyoruz. Dik durduğumuz için de her seçimde oylarımızı yüzde 100 artıyoruz, 50 belediyeydi 100 yaptık. (BDP sıralarından alkışlar) 20 milletvekiliydi 36 yaptık; 6'sı cezaevindedir, başı diktir. Hırsızlıktan biri yatmıyor, onursuzluktan biri yatmıyor, ihaleye fesat karıştırmaktan, ülkeyi satmaktan, birine hakaret etmekten, hele hele Kadınlar Günü'nde kadınlara hakaret etmekten bir teki yatmıyor içeride. (BDP sıralarından alkışlar) Bunun için biz rahatız arkadaşlar. Dobra dobrayız, açık açığız; sizlerin de böyle olmanızı istiyoruz.
"Muhalefet" deyip, ikide bir de bizi de tahrik etmeyin "Adam gibi muhalefet yoktur." diye. Burada arkadaşlara sesleniyorum: Size muhalefet etmenin ne olduğunu da gösterebileceğimiz zamanlar oluyor. Böyle üstümüze üstümüze gelmeyin, sataşmadan söz almadık, cevap vermedik diye, uyuduk atladık da anlamayın. Böyle bu sözleşmelerle gelir konuşur sabaha kadar size pösteki saydırırız; bunu da biliriz, İç Tüzük'ü de biliriz. Biz Anayasa'yı devirmedik Uzlaşma Komisyonunda. Anayasa'yı devirmediğimiz hâlde Anayasa Mahkemesi Başkanı çıkmış diyor ki: "Bir anayasa yapamadılar." Be mübarek, otuz üç yıldır senin kadar darbe anayasasını iyi uygulayan başka bir Anayasa Mahkemesi başkanı var mı? Yok. E, sen ne katkı sundun? Yok. Sen bir öneri getirdin mi? Yok. Sen benim önerimi okudun mu? Yok. Ben darbe mevzuatının kaldırılmasını istemişim, haberin yok; ondan sonra eleştir! Ondan sonra vakıf kuralım, sana arpalık verelim, Millî Birlik Komitesinin Senatodaki ömür boyu senatörleri gibi sen de ömür boyu keyif çat!
Anayasa Mahkemesi, AYM, olacak AVM. Sen de siyaset ya hukuk, ticaret yapacaksın. Aha, size söylüyorum iktidar partisi o yasa buraya gelirse sizi rezil ederim, vallahi rezil ederim. Akçeli işlere üst yargıyı karıştırmayın. Anayasa Mahkemesini ticarete bulaştırmayın. Onun yoklamasını, taahhüdünü, beyannamesini vermese müfettiş göndereceksin. Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç: "Gel hele, defterini getir, kaç kuruş harcadın?" diyecek bir müfettiş. Ve üst yargıda oturacaksın. Çıkar cübbeni, gel karşımıza, siyaset yap. Öyle yasamaya kafa tutmak olmaz.
Sonra, açık konuşacağım. Bu vakfı siz Hükûmet olarak bu tasarıda teklif ettiniz; rüşvet mi bu yoksa Anayasa Mahkemesi Başkanı mı istedi? Hangisi? Açık konuşalım. Kim istedi, kim? Kim veriyor? Kim kimin cebinde?
İnsan Hakları Mahkemesinde ben avukatlık yaptım tam yirmi sene. Bireysel başvuruda harç alınmaz. İnsan haklarının gereğidir arkadaşlar. İnsan Hakları Sözleşmesi'nde bu yazar. Türkiye'nin taraf olduğu protokollerde bu var.
2004'te Anayasa'yı siz değiştirdiniz. 90'ıncı maddeyi siz koydunuz. "Uluslararası sözleşmeler kanun hükmünde." dediniz. Biz şimdi o haracı, o harcı, vatandaşın önünü tıkayan o harcı kaldıracağımıza o harcı getirip birilerinin arpalığı yapacağız. Bu hangi adalettir? Bu hangi hukuktur? Bu hangi çağdaşlıktır? Bu hangi evrenselliktir? Kabile devletinde bile böyle bağış olmaz arkadaşlar. Aha, siz bilirsiniz, isterseniz o yasayı getirin, o yasayı getirin, konuşacağız!
Kimseyi burada milletin iradesine, kısıtlı da olsa, bizim hesabımıza, bize laf etmeye kaldırtmayız. İsterse Anayasa Mahkemesi Başkanı olsun. Üstelik, benim 20 partimi kapatmış, benim üye olmayan arkadaşlarıma beşer sene yasak koymuş bir Anayasa Mahkemesinin kararlarını Strasbourg'ta delik deşik edip getire getire yorulmadık; hâlâ konuşmaktan yorulmadılar, hayıf da yok, geri bakma da yok. Biz bunu hatırlatırız.
Saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)