GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: SAĞLIK BAKANLIĞI VE BAĞLI KURULUŞLARININ TEŞKİLAT VE GÖREVLERİ HAKKINDA KANUN HÜKMÜNDE KARARNAME İLE BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
Yasama Yılı:4
Birleşim:24
Tarih:03.12.2013

MHP GRUBU ADINA ALİ ÖZ (Mersin) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 480 sıra sayılı Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, 663 sayılı Kanun Hükmünde Kararname, daha doğrusu Hükûmet kanun hükmünde kararname yetkisini Türkiye Büyük Millet Meclisinden aldığında hangi şartlarda kanun hükmünde kararnameyi kullanması gerektiği yasal olarak belirtilmiş olmakla beraber, maalesef, kanun hükmünde kararname bu yüce Meclis tarafından doğru bir şekilde kullanılmamıştır. Bunu, kanun hükmünde kararnamelerin, daha sonra değişik defa komisyonlara ve Parlamentoya gelen maddelerin düzeltilmesi için müracaat edildiğinde görmüş olmak, kanun hükmünde kararnameye Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak yapmış olduğumuz itirazın doğru olduğunun bir karşılığıdır.

Tabii ki bu yasa, Tam Gün Yasası, insan sağlığına hizmet gibi kutsal bir görev yürüten doktor, eczacı, diş hekimi, ebe, hemşire, sağlık memuru ve tüm sağlık çalışanlarımızı ilgilendiren, bunların görevleriyle alakalı yeni düzenlemeler yapan, bazı bölümlerde de kanun hükmünde kararnameyle mağdur edilmiş, araştırmacı olarak addettiğimiz mağdur insanların da haklarını geriye iade eden, son bir önergeyle de özellikle tıp fakültelerinde asistanlık süresi devam edenlerin asistanlıkları devam ederken yeni atandıkları yerde göreve başlayıncaya kadar üniversiteyle ilişiğinin kesilmemesi birlikte doğru karar verdiğimiz ve doğru yapılan bir uygulama. O yüzden, Hükûmete, bu konudaki ikazlarımıza kulak verdiği için huzurlarınızda teşekkür ederek başlamak istiyorum.

Hekimlik mesleğinin bugünkü asıl sorunu, iyi ve onurlu bir hekimlik yapamamaktır. Hükûmetin görevi, mesleğimize yakışır koşulları hazırlamaktır. Bu nedenle, sorun, çıkarılacak Tam Gün Yasası'yla asla çözülemeyecektir.

Değerli milletvekilleri, tam günle ilgili tasarıyı tam olarak incelediğimizde, eğitim ve araştırma hastanelerinde bir farklı, Gülhane Askeri Tıp Akademisinde bir farklı, üniversite hastanelerinde ayrı bir farklı şekilde kanun içerisine koymanın akılcı hiçbir tarafı yoktur. Burada şunu ifade etmek gerekiyor ki Gülhane Askeri Tıp Akademisinde profesör veya doçent olarak görev yapanların hiçbir şart ve şekilde dışarıda serbest meslek icra etmesine müsaade edilmemektedir. Eğitim ve araştırma hastaneleri ile Sağlık Bakanlığı ve üniversitelerle ortak kullanılan hastanelerde ise öğretim görevlilerine bu hak Bakanlar Kurulunun yetkisiyle verilmektedir. Üniversitelerde ise nasıl bir düzenlemedir ki adını şöyle koyabiliriz... Daha önce, komisyona ilk getirdiğinizde yüzde 5 olarak ifade ettiğiniz, daha sonra -hangi güçlerin, hangi ellerin devreye girdiği belirsiz bir şekilde- yüzde 50'ye çıkartmış olduğunuz bu oranın gerçek manada mantıklı izah edilecek hiçbir tarafı yoktur. Bu yüzde 50'yi hangi kriterlere göre, kimlerin size dayatmasına göre tespit ettiğinizi komisyonlarda ifade edemediğinizi net bir şekilde biliyoruz. Bu doğru bir yaklaşım değildir, bu doğru bir uygulama değildir. Üniversitedeki öğretim görevlisi baştan itibaren zaten kararını, serbest piyasa hekimliği yapmak veya bir devlet hastanesinde, kamu hastanesinde çalışmak veya üniversitede akademisyen olarak devam etmek adına kendisi vermiştir. Buradaki öğretim görevlilerinin ana hedefi... Israrla sağlığı ticarileştirerek "Bunların cepleri nasıl daha fazla para görür?" mantığıyla yaklaşmanın ötesinde, Türk tıbbında, sağlık alanında yetişmesi gereken insanların, öğrencilerin hangi şartlarda, hangi bilimsel araştırmalar yapılarak daha kaliteli, daha nitelikli nasıl yetiştirilmesi gerektiği aslında hepimizin ana gündem maddesi olması gerekmektedir. Biz komisyonlarda da Milliyetçi Hareket Partisi olarak Tam Gün Yasa'sının diğer alanlardaki uygulanma şekline karşı olmadığımızı ancak üniversite hastanelerinde öğretim görevlilerinin bulunduğu bir ortamda Tam Gün Yasası'nın mutlak suretle ya hep ya da hiç, hiçbir ayrım yapılmadan hepsine tanınan bir ayrıcalık veya hiçbirine tanınmayan bir imtiyaz olması noktasında ısrarcı tutumumuzu devam ettirdik.

Hekimleri "Tam Gün Yasası" adı altında çalıştırma adına yapacağımız bu düzenlemede üniversitelerde bir kaosun yaşanacağını, öğretim görevlilerinin serbest meslek icra etmek adına dışarıya çıkmak için kimlere hangi vaatleri vereceği, kimleri nasıl ikna edeceği konusunda tereddüt ve endişelerimizin olduğunu her defasında ifade ettik. Burada, huzurlarınızda şunu ifade etmek istiyorum ki bu yanlıştan dönelim yani bu yaptığınız düzenleme inanın ki Anayasa Mahkemesine tekrar götürüldüğünde, eşitlik ilkesine aykırılık teşkil ettiğinden, tekrar geriye dönecek.

Bakın, akşamın bu saatinde, daha önce haziran ayında "İki gün içerisinde yetiştireceğiz." dediğiniz, hızlı bir şekilde komisyona getirdiğiniz ancak daha sonrasında "Genel Kurula geldiği zaman üzerinde bazı düzenlemeleri yapacağız." demiş olmanıza rağmen sonunda tekrardan komisyona geri çekmek zorunda kaldığınız bu tasarı mahkemeden döndüğünde hem Meclisin hem de komisyonların zamanını boşuna harcadığımızı siz de görmüş olacaksınız.

Kanun hükmünde kararname ile yapılan bu düzenlemelerin içerisinde daha önce de mağduriyet yaratan bir kısım maddeler olduğunu ifade etmemize rağmen sözlerimize kulak vermediğiniz, bu kanunda yapmak istediğiniz düzenlemelerle aşikâr bir şekilde ortaya çıkmıştır.

Burada başta da değindiğim gibi, araştırmacı olarak atadığınız, özellikle Türkiye'de sayıları 2 bini bulan... Gerek soru önergesi ile gerek kanun teklifi vererek "Bunların bu mağduriyetlerini giderelim." demiş olmamıza rağmen yirmi dört aylık bir süreden sonra bu konuya el atmanız gerçekten takdire şayandır.

Yükseköğretim kurumlarının kadrolarında bulunan öğretim üyeleri için yükseköğretim kurumları dışında geçen sürenin yine akademisyenlik yapıyor gibi kabul edilmesinin mantıklı, kabul edilebilir, anlaşılabilir hiçbir tarafı yoktur. Üniversiteler, bilim yuvaları, özerk yapısı olan alanları... Siz başka bir alanda görevlendirme yapıyorsunuz ve diyorsunuz ki: "Biz, sizin dışarıda geçirdiğiniz süreyi de akademisyenlik yapmış gibi, aynı şekilde kabul ediyoruz."

Değerli milletvekilleri, buradaki akademik unvanı taşıyan, özellikle tıp fakültesinde öğretim görevlisi olan, dışarıda serbest çalışan eğitime katkı sağlamıyorsa, bilimsel bir faaliyet götürmüyorsa, öğrencilerin pratik ve teorik eğitimlerine katılmıyorsa, Allah aşkına, hangi hakla... "Dışarıda yapmış olduğu bu akademik statüyü üniversite çatısı altında yapmış gibi kabul ederiz." demek vicdani ve mantıklı değildir. Yani, bu yanlıştan dönmek için önümüzde zamanımız var. Yani, bu konuda herkesin, özellikle Adalet ve Kalkınma Partisinin bu işleri bilen, öğretim üyeliğinden gelen, saygın kişilikleri olan aramızdaki değerli hocalarımızın -lütfen- mantıklı bir şekilde, sadece isteniliyor diye değil, akıl bunu gerektiriyor diye davranmasını hassaten kendilerinden rica ediyorum. Üniversitelerin öğretim görevlilerinin saygınlığını zedeleyecek bu uygulamanın ülkenin sağlık alanında gelecekte hayra vesile olmayacağı açıktır. Bakın, burada, Gülhane Askeri Tıp Akademisinde dışardan bir öğretim görevlisine bir serbestlik tanıyorsunuz "Yüzde 5 oranında, gelin, çalışın." diyorsunuz. Şimdi, ben buradan sormak istiyorum: Siz dışarıdan bir öğretim görevlisine, hocaya, profesöre veya doçente, o konuda çok iyi yetişmiş ve ehil olan bir öğretim görevlisine "Gelin, hayati, gerçekten önem arz eden bu ameliyatı bu çatı altında yapın." dediniz. Doktor geldi, ameliyatı orada yaptı, akşam oldu, doktor evine gitti. Peki, burada, dışarıdan alıp getirdiğiniz hocanın yaptığı bu işlemin akabinde takibi gereken bu hastanın idari sorumluluğunu, klinik sorumluluğunu, hukuki sorumluluğunu kim alacak? Bir kere, şunu hepimizin kabul etmesi lazım ki... Öğretim görevlisi -hangi çatı altında bulunuyorsa- dışarıdan gelene hangi gözle bakacak? Yani, şunu kabul edecek mi: "Ben yetersizim, bu işi yapamıyorum. Elinize sağlık, dışarıdan hoca getirdiniz, ben de onun burada -bağışlayın- ameleliğini yapacağım." diyecek mi? Bunları demeyecekler. Dolayısıyla, bu düzenlemenin yanlış olan kısımlarından dönmemiz için önümüzde gerçekten zamanımız var. Dolayısıyla, burada herkes bu işin olabileceği bir şekilde, vicdanları rahat bir şekilde kararını ortaya koyarsa memleketimizin menfaatine olacağı kanaatindeyim.

Bakın, bu tasarıyla aile hekimlerine bir nöbet düzenlemesi getirdiniz. Şimdi, ben şurada sormak istiyorum Sayın Bakana... Komisyonlardaki görüşmemiz aşamasında da nöbetin hekimlik nosyonu içerisinde önemli bir yeri olduğunu, bu nosyondan uzaklaşmama adına, bir nöbet tutulmasının zaruri olduğunu ifade ettiniz. Peki, ben şimdi soruyorum: Bir taraftan böyle derken akademik unvanını almış, üniversite çatısı altının dışında görev yapan bir kişiye hâlâ siz "Akademik olarak da aynı şansı size tanıyorum, gidin, orada görev yapın, değerlendirebilirim aynı şekilde." ifadesini nasıl kullanabiliyorsunuz? Bunun bir izahı olmadığını herkesin bilmesi gerekiyor.

Hekimler, sosyal yaşamlarından, özel hayatlarından bile fedakârlık ederek, Türkiye'de sağlığın gelişmesi anlamında, insanlarımızın sağlığıyla alakalı hiçbir görevden kaçmadan bu görevi üstlenen insanlar. Onların haklarını kendilerine sonuna kadar iade etmemiz lazım. Bence bu kanun tasarısının tamamından kazanacağımız herhangi bir şey olmayacak. Benden önceki hatibin de ifade ettiği gibi, Türkiye'de özellikle üniversitelerin yapısını, kurumsal bütünlüğünü, bilimsel özerkliğini zedelememe adına öğretim görevlilerinin standart, geçimini temin edebileceği bir parayı onlara temin etmek, diğer alanlarda çalışan hekim arkadaşlarımızın ve sağlık çalışanlarının hepsinin özlük haklarının iyileştirilmesi ve bugünkü, hastanelerde almış oldukları döner sermayelerin emekliliklerine yansıtılacak şekilde yeni bir düzenlemenin yapılmasıyla gerçekten herkesin beklediği ve takdir ettiği bir işi yapmış olacağımızı da ifade etmek istiyorum.

Bugün hastanelerde "katkı payı" adı altında hastalardan para alındığını hepimiz biliyoruz. Bakın, bu şehir hastanelerinden bahsedildi, kamu-özel ortaklığından bahsedildi. Bugün gerçekten, insanlar cepten harcama noktasında sağlık alanında tıkanma noktasına geldiler. Âdeta, hastaneye adımınızı attığınızdan eczaneye gittiğiniz her ana kadar, her defasında, bir şekilde sizin cebinizden mutlak suretle, birileri "şu nedenle, bu nedenle" diye para tahsil etmek cihetine gitmek durumunda kaldılar. Bunların, toplumun sağlığını düşünen hekimlerin suçu olmadığı kanaatindeyim. Bunların, uygulanan, kafası bu noktada karışık olan Adalet ve Kalkınma Partisinin sağlık politikalarının yerinde olmadığıyla ortaya çıkan gelişmeler olduğunu hepimiz biliyoruz. Dolayısıyla, "sağlıkta dönüşüm" adını verdiğiniz, memleketteki eskiye göre gerçekten takdir edilmesi gereken ve iyileşen kısımları olduğunda, çekinmeden her defasında ifade ettiğimiz kısımlarını övünerek ifade ediyorsunuz, biz de bunlara her defasında katkı veriyoruz. Ama yanlış olan şeyleri söylediğimiz zaman bu seslere kulak vermenizin gene aslında, sadece bizim değil sizlerin de menfaatine olacağını huzurlarınızda ifade etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'de hep karşımıza şöyle bir ifadeyle geliyorsunuz: "İnsanlarımızın hastaneye, polikliniklere, acil servislere erişebilirliğini kolaylaştırdık." Bunu daha önce komisyonlarda da konuştuk. 2002 yılını milat olarak kabul ediyorsunuz, diyorsunuz ki: "O zaman Türkiye'de yaşayan bir vatandaş yılda 2,2 kez giderken şimdi 8,2 kez veya 8,7 kez hastaneye gider duruma geldi." Allah aşkına, bunun övünülecek bir tarafı var mı? Yarın diyelim ki 15 kez gitti, 20 kez gitti, bu neyi gösteriyor? Bu şunu gösteriyor: Artık insanlar düne göre sağlıklarından daha fazla kaybetmiş durumda. Ya bunu gösteriyor veya da sağlığa erişim bu kadar kolaysa ve defaaten gidiyorsa demek ki gittiği hekimden netice alamıyor ve bu karşımıza ne olarak yansıyor? İnsanların evlerine gidip bakın, karnelerini inceleyin. Bir bakın, gidiyorlar da ne oluyor? Bir doktora gidiyor, "Netice alamadım." diyor, kalkıyor öbürüne gidiyor, kalkıyor öbürüne gidiyor, kalkıyor öbürüne gidiyor. Her defasında şunu ifade ediyoruz: Önemli olan, sağlık hizmetinde temelde yakalamamız gereken şey sayısal çoğunluk değil. Hekimin hiçbir masraf gerektirmeyen, hastayla karşılaştığı zaman "anamnez" dediğimiz öykü alma kısmını uzun tutabileceği bir sistemi oturtursak hem Türkiye'de sağlık alanında bütçeden sağlığa ayırdığımız tedavi edici hizmetlerdeki devletin harcamış olduğu parayı azaltırız hem de insanlarımız daha kaliteli, nitelikli hizmet alırlar. O zaman bu işten hekim de mutlu olur, hasta da mutlu olur.

Bakın, Türkiye'de yapılan radyolojik incelemelerin sayısına bakın. İlaç fiyatlarını düşürdünüz, çok doğru bir uygulama yaptınız, bunu takdir ediyoruz ancak Türkiye'de ilaç fiyatları düşmüş olmasına rağmen nüfusumuza orantının çok daha üstünde bir sayıyla ilaç kutu sayısının tüketilmesini nasıl ifade ediyorsunuz? Bunu nasıl izah edeceksiniz? Bu işte bir çelişki yok mu? Dolayısıyla, burada erişebilirliği kolaylaştırmak önemli olmakla beraber, ama sağlık hizmetinde kaliteyi artırmadan, insanların gittiğinde sadece "Eriştik, mutlu olduk." demesinin ötesinde hem sağlık çalışanının hem hekimin hem de herkesin mutlu olduğu bir ortamı birlikte yakalayabiliriz.

Maddeler üzerinde tabii ki daha çok konuşacağımız şeyler olacak. Burada bu düzenleme içerisinde özellikle acil servislerin, 112'de çalışan arkadaşların ve başka alanlardaki nöbet paralarının artırılması, yüzde 50 oranında artırılması; bu doğru bir yaklaşım. Yani, Türkiye'de sağlık çalışanlarına, zor şartlarda çalışan insanlara bir şeyler yapabilme arzusu içerisinde olduğunuzu görmek elbette ki takdir edilecek ve uygun olan şeyler ama her defasında şunu ifade etmek lazım ki özellikle ülkenin sağlığını emanet ettiğimiz hekimlerin yetiştirilmesi noktasında üniversitelerde gecesini gündüzüne katan, akademik çalışma yapan, kendi tercihiyle esas olarak "Ben bu ülkenin sağlık alanında hizmetkârı olacak hekim yetiştireceğim." diyen öğretim görevlilerine, profesörlere, doçentlere Allah rızası için -bakın, tekrar söylüyorum Allah rızası için- dokunmayın. Yapmayın bunu, inanın bundan bu ülke fayda görmeyecek. Bu, bu ülkenin menfaatine olacak olsa inanın ki biz de size destek oluruz ama hem üniversitenin kendi iç dinamiklerini bozan, üniversite yönetim kurullarına âdeta ne yapıp da serbest meslek icrası için ön alacağım diyecek tavrı ortaya koyacak öğretim görevlileri yaratmayın. Orada diyorsunuz ki: "Ben sizin üç aylık performansınıza bakacağım, ona göre, yeterli görürsem size serbest meslek icrası için müsaade edeceğim." Yani bu şu anlama gelecek: O zaman bu hakkı elde etmek adına rastgele -bir cerrahı düşünün- önüne geleni ameliyat yapmak zorunda kalacak. Söylemişsiniz peşin peşin kriteri, "Ne kadar kazanırsan, ne kadar kazandırırsan, ne kadar benim istediğim şekilde hasta bakarsan ben sana bunun karşılığında serbest meslek icrası için yetki veririm." diyorsunuz.

Tabii ki bir de üniversitedeki, Türkiye'deki mecburi hizmet konusuna da değinmek lazım. Bu mecburi hizmet konusunu komisyonda da çok tartıştık. Gerçekten ülkede zor şartlar altında eğitimini tamamlayan, bitirmiş olduğu pratisyen hekimlik, uzmanlık, yan daldan sonra mecburi hizmete gitmek zorunda olan insanlar varken belli bir süre eğitimini dışarıda yapmış olanlara mecburi hizmet zorunluluğunu kaldırmanın içeridekilerin vicdanlarını rahatsız edeceğini ifade ediyor, bu düşüncelerle yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum. (MHPve CHP sıralarından alkışlar)