GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2014 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI İLE 2012 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI NEDENİYLE
Yasama Yılı:4
Birleşim:28
Tarih:11.12.2013

MHP GRUBU ADINA TUNCA TOSKAY (Antalya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Radyo Televizyon Üst Kurulu ve Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü 2014 yılı bütçeleri hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinize saygılar sunuyorum.

Bu iki kurumun daha evvelki yıllardaki uygulamaları ve ama özellikle 2013 yılındaki uygulamaları, siyasi rejimin demokratik niteliklerini geliştirici, destekleyici ve koruyucu istikamette olmamıştır. Bu uygulamalar, kuruluş amaçlarına, görevlerine, hizmet ilkelerine de aykırıdır çünkü medya, bütün alanlardaki, toplumdaki bütün alanlardaki resmi, objektif ve hızlı bir şekilde toplumun bütün kesimlerine yansıtmak zorundadır. Ancak fertler doğru siyasi tercihler yapabilmek için gerçek resmi, gerçek durumu görmek zorundadırlar. İşte bu noktadandır ki, demokrasilerde medyanın önemi son derece fazla oluyor. Bunun dışında medya halk kitlelerinin istek, talep ve sorunlarını yansıtmak mecburiyetindedir.

Yine, geniş halk kitlelerinin menfaatlerini siyasi iktidara karşı ve ekonomik iktidara karşı medyanın savunması lazım. Bu şekilde kabul ettiğimiz zaman doğal olarak medyanın eleştirel olması, muhalefet yapması gerekir. Ancak Türkiye'deki yazılı ve elektronik medyanın bugünkü durumuna baktığımızda bundan çok uzaktır. Bugün bu söylediğimiz medyanın büyük bir çoğunluğu iktidar yanlısıdır, böyle kurulmuştur ve bu şekilde yapılandırılmıştır. Böyle bir medyanın gelişmiş demokrasilerdeki medya işlevini yerine getirmesi Türkiye'de esasen mümkün değildir. Bugün çok az sayıda televizyon, radyo ve yazılı basın muhalefet görevini büyük bir gayretle yapmaya çalışmaktadır ancak bu söylediğimiz küçük medya grubu dahi iktidarın çok ciddi ekonomik, idari, siyasi baskıları altındadır. Bu baskılar kadar önemli bir başka gerçekle de bu medya karşı karşıyadır çünkü bugün iş dünyası Hükûmetten çekindiği için bu söylediğimiz medya organlarına reklam verememektedir. Bu bakımdan bugün bu yapıdaki medyanın uygulamaları demokratik rejime değil, totaliterleşmeye katkı sağlamaktadır.

İktidar medya yoluyla bugün topluma siyasi işkence yapmaktadır. Sabahleyin uyanıp televizyonlarını ve radyolarını açan vatandaşlarımız karşılarında Başbakan, bakanlar, AKP yetkilileri veya onun yandaşlarını görmektedir. Bu yayın sabahtan akşama kadar sürmektedir ve yandaş medya bu işi o kadar ifrata götürmüştür ki artık uzaktan kumanda aleti dahi toplumun akıl sağlığını korumak bakımından çare olmaktan çıkmıştır. Sayın Başbakan herhangi bir yerde konuştuğu zaman, haber değeri taşıyıp taşımaması hiç önemli değil, bütün televizyonlar canlı olarak getirmektedir. Buna çok basit bir örnek, yakın bir örnek: 29 Kasım 2013 tarihinde adayları açıklıyor Sayın Başbakan, devletin televizyonu ve üstünde 3 tane diğer televizyon kanalı başından sonuna kadar canlı veriyor. Sayın Başbakan Esenboğa Havaalanına gece yarısı iniyor, oradan hareket ediyor, şehre gelecek, 4 ayrı yerde aynı şeyleri büyükşehir belediyesinin bindirilmiş kıtalarına karşı söylüyor; yine canlı yayında televizyonlar. Sayın Başbakan Yardımcımız Hükûmet sözcüsü olarak Bakanlar Kurulu toplantısından sonra Bakanlar Kurulundaki çalışmaları medyaya aktarıyor, çok başarılı bir şekilde özetliyor ama bu özetleme Bakanlar Kurulu toplantısından daha uzun sürüyor ve yine canlı yayında.

Bu şekilde davranan medya mayıs ayının sonunda İstanbul Taksim'de Gezi olayları patlak verdiğinde ortada yok. Türk medyasının trajedisi uluslararası medyaya konu oluyor. Uluslararası yayın kuruluşları, Türk medyasının bu olayları vermediğini, halkın da bu medyaya güvenmediğini söylüyorlar.

Şimdi, anlı şanlı haber televizyon kanallarımız, bu söylediğimiz olayı, dünyanın her yerinde haber değeri olan, hemen canlı olarak halka iletilmesi gereken bu olayların üstünü örtmek için akla hayale gelmedik şeyler yapıyorlar; penguen belgeselleri, yemek tarifi programları vesaire ama tabii, çok başarılı şekilde yapıyorlar bunu. Türkiye'deki medya ve demokrasi tarihinde de layık oldukları yeri alıyorlar. Ancak burada, Türk halkı, bu medya kuruluşlarına en büyük ödülü veriyor çünkü Türk halkı gidiyor, bunların kameralarına para yapıştırıyor, binalarının kapılarına para yapıştırıyor, naklen yayın araçlarını da bozuk para yağmuruna tutuyor. Vatandaşlarımız da bunları sosyal medyada mizah konusu hâline getiriyorlar. En büyük kazandıkları ödül de bu oluyor bu medya kuruluşlarının.

Bu arada, bir medya kuruluşumuz, çok isabetli bir kararla, evrensel yayın ilkelerine uygun yayın yapmak için bir yayın ilkeleri kurulu oluşturuyor ama bu yayın kurulunu oluşturan medya kuruluşu Taksim olaylarında ortada yok, penguen belgesi var onun yerine kanallarında. Ayrıca bir şey daha söylüyor; bu yayın kuruluşu, küresel güçlerin, terör örgütünün, İmralı canisinin ve AKP iktidarının iş birliğiyle uygulamaya konulan bölünme sürecine destek vereceğini, bunu da yazarlarına ve yayıncılarına ilettiğini ifade ediyor yani yazarlarının ve yayıncılarının iradesine ipotek koyuyor. Buna uymayan yayıncı ve yazarların başına neler geldiğini biz zaten daha evvelki uygulamalardan biliyoruz.

Şimdi, burada, Türkiye'de öyle olaylar cereyan ediyor ki Türk siyasetinde ve toplumunda, ciddi, demokratik bir yönetimde yönetilen bir ülkede bu olaylar medyanın müthiş ilgisini çeker, coşkuyla üzerine gidilir ama bunları Türk medyası görmüyor. Kamu İhale Kanunu 2002'den beri en çok değiştirilen yasa. Neden değiştiriliyor, bu yasanın değiştirilmesiyle kimlere ne sağlanıyor, bundan yararlanan kimler, bunun üzerine gidilmiyor.

Deniz Feneri davası, yayın yasağı getirilmiş, ne durumda olduğunu bilmiyoruz ama Alman yargı organlarının Türkiye'ye gönderdiği delillerin şu anda dava dosyasının içinde olup olmadığını da bilmiyoruz, bunu da merak etmiyor bizim medyamız. 2002 ile 2013 tarihleri arasında iktidar mensupları ve yakınlarının zenginleşmesiyle ilgili herhangi bir şeyi merak etmiyor bizim medyamız. Bu zenginleşmenin kaynakları nelerdir; ihale yolsuzlukları, nüfus ticareti, siyasetçinin söylemlerindeki çelişkiler, dış politika başarısızlıkları bizim medyamızı hiç ilgilendirmiyor.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) - Penguenleri merak ediyor!

TUNCA TOSKAY (Devamla) - Bir başka konu daha var. Bizim medyamız mensupları Sayın Başbakana soru soramıyorlar. Şunu soramıyorlar: "Diyarbakır'daki söyleminizle Trakya'daki söyleminiz arasındaki bu büyük farklılığın sebebi nedir Sayın Başbakan?" diye soru soramıyor kimse ama kolayını bulmuş bizim medya, bu soru sorma görevini de yabancı yayın kuruluşlarına, yabancı gazetecilere havale etmiş, onlar soru soruyorlar Başbakana.

Şimdi, böyle bir medya yapısında, demokrasiyle yönetilen bütün ülkelerde medyayı demokrasinin ihtiyaçlarına uygun olarak yönlendirecek, denetleyecek bir kamu otoritesine ihtiyaç var. Bu, bugün Türkiye'de 6112 sayılı Kanun'la kurulmuş olan Radyo ve Televizyon Üst Kuruludur. Görevleri 37'nci maddede, görevlerini nasıl yapacağına dair ilkeler de 8'inci maddede yer almaktadır. Bu hükümler demokrasi ve çoğulculuğu ayakta tutan, destekleyen, koruyan bir medya yapısını öngörmektedir ama bunu bugün açıklıkla tespit ediyoruz ki, bugün Türkiye'de Radyo ve Televizyon Üst Kurulu bu hükümlerin ne lafzına ne de ruhuna uygun çalışmamaktadır. Bunun somut örnekleri de var. Biraz evvel söylediğim, Gezi olaylarında, dünyanın her tarafında olay olan, bu olayları görmeyen medya kuruluşlarına bu kurumumuz müeyyide uygulamamıştır. Aksine, bu olayları vatandaşa anlatma gayreti, yansıtma gayreti içinde olan televizyon kuruluşlarına ise gerekçeler ihdas ederek para cezası yağdırmış ve sindirmeye kalkmıştır.

Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü, ilinde yayın yapan bir televizyon kuruluşunun bölücü yayın yaptığını, İmralı canisini methettiğini, terör örgütünü ön plana çıkardığını ve halkı tahrik ettiğini, yayını da ekleyerek resmen Radyo ve Televizyon Üst Kuruluna müracaat ediyor, herhangi bir müeyyide uygulanmasına gerek olmadığına karar veriliyor.

Bir başka televizyon kuruluşunda, Atatürk ve cumhuriyet küçük düşürülecek şekilde yayın yapılıyor. Yayına katılan kişinin söylediği şey şu: "Kurtuluş Savaşı'nda Türk milleti niçin Atatürk'ün yanında yer aldı, bu savaşa katıldı?" dendiği zaman cevabı şu: "Çünkü karşıda Yunan var, denize düşen yılana sarılır." Türkiye Cumhuriyeti için de şunu söylüyor: "Eciş bücüş T.C. olduk; devleti aliyye idik, T.C. olduk, çorap markası gibi." Radyo ve Televizyon Kurulu böyle bir yayını da müeyyideye gerek duymadan geçiştiriyor. Siyasi partiler, özellikle muhalefet partilerine televizyonlarda yeteri kadar yer ayrılmıyor. Bu defaatle üst kurulun gündemine geliyor, her defasında herhangi bir müeyyide uygulanmıyor.

AKP döneminde, hepimizin gözünden kaçmaması gereken bir enteresan gelişme daha var. O da şu: Türk toplumu sosyokültürel açıdan dönüştürülmeye gayret ediliyor. Bunu medyada apaçık görüyoruz. Televizyonlarda, hamile kadınların sokakta dolaşmalarını sakıncalı gören ifadelerin yer aldığı bir program Radyo ve Televizyon Üst Kurulu açısından müeyyide uygulanmasına gerek duyulmayacak bir program.

Yıllardır Türk televizyonlarında ve sinemalarında oynamış "Tosun Paşa" diye bir Türk klasiği vardır, film. İlk defa bu filmin bir iki sahnesi sansüre uğradı bu dönemde. Bu da Radyo ve Televizyon Üst Kurulu için herhangi bir mana ifade etmiyor. Zaten bu konuyu değerlendiren bir siyasetçimiz de, Tosun Paşa filminin de çok fazla ciddiye alınacak bir film olmadığını, Oscar ödüllü bir film olmadığını ifade etti ama ben, bu sektörle biraz ilgisi olan bir kişi olarak şunu söyleyeyim: Bu filmler Türk sinema sanayisinin klasikleridir. Bunlar Türk milletinin gönlünde en büyük ödüle layık görülmüşlerdir.

Şimdi, bu ortamda "Tosun Paşa" filmini yıllar sonra sansürleyeceksiniz, Kadıköy vapurundan inen kadınların kıyafetlerine kafanızı takacaksınız, üniversite bahçesinde kızlı-erkekli arkadaşlık yapan öğrencileri normal karşılamayacaksınız; ben şahsen böyle bir zihniyeti anlamakta çok güçlük çekiyorum.

İzin verirseniz, çok kısa bir hatıramı sizle paylaşacağım, Türkiye'nin nereye gittiği açısından ibret verici bir şey. TRT Genel Müdürüyüm, bir gün bir film yayınlandı. Çok kısa kesiyorum, filmin ismi "Yasak Aşk" başrollerinde de kadın olarak Kim Novak var. Film yayınlandı, ertesi gün değil ama daha ertesi gün basında kıyamet koptu "Bu Yasak Aşk filmine ne yaptı TRT" filan diye. Araştırdık maraştırdık, ne yaptığı ortaya çıktı. Filmin master bandı bize Suudi Arabistan'dan gelmiş. Aslında filmin üzerine bir yayın kuruluşu işlem yaptığı zaman kopyasını çıkarır kopyasında yapar ama Suudiler işin tembelliğine kaçmışlar master bandı kesmişler kendilerine göre, bize de oradan direkt geldiği için arkadaşlar olduğu gibi yayına vermişler; Yasak Aşk filminde kadınla erkeğin eli birbirine değmeden film bitti. Şimdi, Türkiye'nin gittiği nokta bu nokta beyler.

Sözlerimi bitirmeden evvel, kısaca RTÜK'le ilgili bazı tespitlerimi de sizlerle paylaşmak istiyorum. RTÜK bugün 6112 sayılı Kanun'a uygun çalışmıyor, görevini suistimal suçu işliyor; bu görevi suistimal suçu işleyen üyeler zamanı gelecek, bunun hesabını verecekler. Bugün bu yapısıyla Radyo Televizyon Üst Kurulu Türk medyasının demokratik olarak çalışmasını denetleyecek, gözetecek ve yönlendirecek yapıya sahip değil. İktidar ve muhalefet üyelerinin tekrar dengelenmesi gerekiyor. Yıllardır sürüncemede kalan frekans ihalesi başarısız bir şekilde yapılmıştır ve bugün yargıdadır. Yerel medyanın ulusal medyaya bağımlı hâle getirilmesini RTÜK'ün aldığı tedbirlerle önlemesi gerekiyor. Bugün yeni yapılan ihaleyle ilgili ulusal televizyonlar bir şirket kuruyorlar, verici hizmetini ve anten hizmetini verecekler ve yerel televizyonlar da oradan bunu satın alacaklar. Zaten ulusal medyanın durumu belli, onları da oraya bağlamış olacağız. Bir de zorunlu yayın meselesi var, 6 tane zorunlu yayın iki yılda arttı. Bu zorunlu yayınları mutlaka yayınlayacaksak en azından şöyle yapalım: Bu zorunlu yayınları, yerel televizyonlar ve bölgesel televizyonlar yayınlasın, kamu kuruluşları da belli ölçüde bunlara ödenek aktarsın ve bu kuruluşların ekonomik problemlerini bir ölçüde hafifletmiş olalım.

Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)