GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2014 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI İLE 2012 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI NEDENİYLE
Yasama Yılı:4
Birleşim:29
Tarih:12.12.2013

CHP GRUBU ADINA HALUK EYİDOĞAN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2014 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı çerçevesinde Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı yani kısa adı AFAD bütçesi hakkında Cumhuriyet Halk Partisi adına görüş bildireceğim. Milletimin bana verdiği bütçe hakkını kullanarak vatandaşımızın ödediği vergilerin usulüne uygun olarak harcanıp harcanmadığını tespit etmem Hükûmetçe ve Sayıştay üst yönetimi tarafından engellenmiştir. Sözlerime bu durumu protesto ederek başlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugüne kadar yaşadığımız afetler, Türkiye'de yeni ve bütünleşik bir afet yönetimi düzeninin bir an önce kurulmasını gerektirmektedir. Ancak, çağdaş bir risk yönetim ve müdahale düzeni hâlâ kurulamamıştır. Hükûmet yedi yıl bekledikten sonra, 2009'da 5902 sayılı Yasa'yla Afet ve Acil Durum Yönetim Başkanlığını (AFAD) kurmuştur. Ancak AFAD, yasasının içeriği ve genel nitelikleri itibarıyla afet risklerini azaltmada uluslararası gelişmelerden habersiz kalmıştır ve yetersizdir. Hükûmet "Bu dönem yapacağız." söylemleriyle, hâlâ deneme-yanılma yoluyla, göç yolda düzülür mantığıyla ülkemizde afet yönetimi kurmaya çalışmaktadır. Hükûmet, yalnızca yardım dağıtarak ve müdahaleye odaklanarak -ki onu da gereği gibi yapamıyor- afet yönetimi yapılamayacağını artık anlamalıdır. İktidarın 11'inci yılında, 1 Şubat 2013'te bir toplantıda Sayın Bakan Beşir Atalay "Türkiye afet öncesi hazırlıkta, farkındalıkta, bilinçlendirmede yeterli değil. Onu bu dönem güçlendireceğiz." demiştir ve yetersizlikleri bu cümleyle ifade etmiştir. Peki, bu farkındalığı yaratmak için 2014 bütçesinden ayırdıkları para ne kadardır? Bütçenin yüzde 1'i.

Bakanın itirafından anlaşılan o ki risk azaltma konusunda durum daha da vahimdir. Bakınız, AFAD 2014 bütçe teklifi 840 milyon TL'dir. Maalesef Planlama ve Zarar Azaltma Dairesi Başkanlığına verilen ise bütçenin yüzde 9'udur ama afet sonrası müdahale ve iyileştirmeye ayrılan pay ise bütçenin yüzde 40'ıdır. Yani, bütçe risk azaltma değil, müdahale üzerine kurgulanmıştır.

Peki, müdahale ve iyileştirme için bu kadar para ayrılması anlayışına rağmen Van ve Erciş'te yaşanan insanlık dramı nedir? Van depreminin üzerinden yirmi altı ay geçmiştir. Oralarda hâlâ konteynerlerde yaşamak zorunda olan 120 aile vardır. Orada dün gece hava eksi 10 dereceydi. Ailelere "Konteynerleri terk edin." deniyor yüz yedi gündür. Van'daki konteynerlerde elektrik, Erciş'teki konteynerlerde hem elektrik hem su kesik. Çocuklar okula gidemiyor, sağlık sorunları had safhada.

Şimdi, size bizim Rabia'yı anlatacağım, Vanlı Rabia'yı. Diyor ki Vanlı Rabia: "3 çocuğum var. TOKİ konutları bana çıkmadı. Yedi ay 'Mevlânâevi' denen, 1 oda kadar bile olmayan yerde kaldım. Çocuklarımızı buradaki okullara kaydetmiyorlar. Büyük kızım depremden sonra sara hastalığına yakalandı, daha önce böyle bir rahatsızlığı yoktu, dışarıda bayılıyor. Çocuklarım, en çok da büyük kızım akşamları uykudan uyanıp ağlıyor. Devletten herhangi bir yardım almadım, komşularım yardım ediyor. Çocuklarım 'Neden böyle?' diye hâlimizi, durumumuzu sorguluyorlar. Bir evimiz olmadığı için bunlar yaşanıyor." Peki, Suriyelilerin barındığı konteyner kamplarda mültecilere verilen her türlü imkân ve yardımlar bu depremzedelere, bu insanlarımıza, bu Rabialara neden verilmiyor?

Bakınız, 1990'dan bu yana uluslararası afetler politikası değişmiştir. Bu yeni politika, afet öncesinde ve bir süreklilik içerisinde risklerin belirlenmesi ve azaltılması çalışmalarına öncelik verir. Bugün, Birleşmiş Milletler çatısı altında hemen her ülke yeni politikanın gereklerini yerine getirmiş, kurumsal ve yasal düzenlemeler yapmış, özellikle risk yönetimi konusunda uzman birimler oluşturmuşlardır. Türkiye ise afet yönetiminde uluslararası yeni politikanın dışında kalmıştır.

Hükûmet, alternatif görüşleri hiçe sayarak planlama, yerel yönetimler, kentsel dönüşüm ve hatta kentsel aktörlerin yer alacağı risk yönetimi eylemlerini doğrudan Çevre ve Şehircilik Bakanlığının görev alanına sokmuştur. Eğer Bakanlık risk azaltma yönetimi yapacaksa AFAD'ın mevcut durum, kapasite ve eylemlerini bizzat gözden geçirmelidir. Aksi takdirde, hep şikâyet ettiğimiz çok başlılık durumu yeniden hortlayacaktır. AFAD'ın risk yönetimi konusunda yetkinleşmesi isteniyorsa bu kurumun köklü bir biçimde değişikliğe uğratılması gerekmektedir. Risk yönetimi kanadını oluşturmak üzere beş ya da altı yeni daire başkanlığı ile planlama kadrolarının geliştirilmesi zorunludur.

Türkiye'nin onaylamış olduğu uluslararası toplantıların belgelerindeki diğer ilke ve kararlar ile risk azaltma teknikleri şunlardır: Toplum katılımının sağlanması, her tür ve ölçekteki planlamada risklerin göz önüne alınması, şehirlerde artan risklere ve kentsel yoksulların risklerine öncelik verilmesi bir an evvel sağlanmalıdır. Bu kararlara yürürlük kazandırmak üzere, Birleşmiş Milletler 2007'de her ülkenin kendi ulusal, kentsel, yerel platformlarını oluşturmasını tavsiye etmiştir. Nitekim, göç politikasızlığından, çevreyle ilgili kararlardan, Gezi olaylarında yaşananlardan, TMMOB'la ilgili yasal düzenlemelerden gördük ki Hükûmet, bırakın platformlar, çalışma grupları ve dayanışma ortaklıkları oluşturma niyetini, bunların oluşmamasını sağlamaya yönelik totaliter, baskıcı bir düzeni kurmaktadır. Bu ülkede yüzücü gözlüğü takıp sokağa çıkarsanız veya pankartlı oturma eylemi yaparsanız tutuklanabilirsiniz, meslek odası basılıp sempozyum bildiri kitapçığı toplatılabilir, derenizi savundunuz diye dövülebilirsiniz, kentsel yağmaya karşı çıktığınız için gaz bombasına, plastik mermiye maruz kalabilirsiniz, hatta öldürülebilirsiniz.

Ülke çapında genel anlayış ve yapılanma bu hâldeyken, özellikle halkımızın yüzde 75'inin yaşadığı illerde afet yönetimi düzeni ne durumdadır? Yaptığım incelemeler sonucunda şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki şehir depremleri sürecine girmiş ülkemizde bu noktada durum, 1999 depremi öncesinden daha iyi değildir. Önümüzdeki yirmi beş yılda Marmara Denizi'nde 7 ve daha büyük bir depremin olma olasılığı riskinin yüzde 65 olduğunu bilginize özellikle sunmak isterim. Göç alan ve plansız, denetimsiz büyüyen şehirlerimizin bilimden ve akılcılıktan uzaklaşmanın vebalini taşıyamayacak kadar deprem riskleri artan yerleşim yerlerine dönüştüğünü bir kez daha hatırlatmak isterim.

Sevgi ve saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)