| Konu: | 2014 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI İLE 2012 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI NEDENİYLE |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 29 |
| Tarih: | 12.12.2013 |
CHP GRUBU ADINA AYDIN AĞAN AYAYDIN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2014 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı'nın Hazine Müsteşarlığı, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Sermaye Piyasası Kurulu bütçeleri üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; milletimin bana verdiği bütçe hakkını kullanarak vatandaşımızın ödediği vergilerin usulüne uygun olarak harcanıp harcanmadığını tespit etmem Hükûmetçe ve Sayıştay üst yönetimi tarafından engellendi. Bu durumu protesto ederek sözlerime başlamak istiyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
Küresel ekonomi, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin aleyhine olan yeni bir konjonktüre girmekte, dünyada bol likidite dönemi yerini küresel düzeyde mali sıkılaşmaya bırakmaktadır; Amerika Birleşik Devletleri ekonomisinde ortaya çıkan toparlanmaya bağlı olarak, bu durumdan olumsuz etkilenecek ülkelerin başında Türkiye gelmektedir. Görünen köy kılavuz istemezken, tüm bu hususlar yıllardır ekonomi yönetimine defalarca bizzat söylenmesine rağmen, AKP iktidarı bildiğini okumakta, söylemde ihracata, gerçekte ise yüksek iç talebe dayalı, ithalata bağımlı, yüksek cari açık yaratan ve yurt içi tasarrufları eriten büyüme modelinde ısrar etmeye devam etmektedir.
Bu model sonucunda Türkiye, büyüme yüksek cari açık iklimine mahkûm edilmiş; büyümede geleneksel ortalamayı aşamamış, cari açığı dizginleyememiş, işsizliğin önüne geçememiştir, fiyat istikrarını sağlayamamış ve de belki de en önemlisi, yurt içi tasarrufları dibe vurmuş bir ülke hâline gelmiştir.
Nitekim, uluslararası piyasalarda küresel likiditenin daraldığı bu konjonktürün en sıkıntılı ülkesi olarak Türkiye'nin gösterilmesinin sebebi de yurt içi tasarrufların geldiği düzey ve buna bağlı olarak ortaya çıkan yüksek döviz girişi bağımlılığı olmuştur. Bizim gibi, gelişmekte olan ülkelerde yurt içi tasarruf oranı ortalama yüzde 30'larda iken, ülkemizde zaten düşük olan tasarruf düzeyini AKP yüzde 18,6'dan almış ve yüzde 12'lere kadar indirmiştir. Maalesef, yurt içi tasarrufların da kısa ve orta vadede yeterli hâle gelemeyeceği açıktır, daha 2016'da yüzde 16 olacak. Hâl böyle iken, cari açık ülkenin kaderi hâline dönüşmüştür.
Türkiye gibi cari açığını büyük ölçüde kısa vadeli sermaye girişleriyle kapatma yolunu izleyen bir ülke önümüzdeki dönemde finansmanı nasıl bulacaktır? Finansman maliyeti artmayacak mıdır? Yüksek cari açık vermeden büyümeyi nasıl sağlayacaksınız? Eğer güvenilen şey -ki o anlaşılıyor- ihracat ise, ihracatın son dönemdeki performansı ortada yani yeterli düzeyde değildir.
Ekonomi yönetimi, son dönemde büyümenin kaynağının ihracat olması gerektiğini, önümüzdeki dönemde iç talebe değil dış talebe dayalı bir büyüme kompozisyonu istediklerini sıklıkla dile getirmektedir. Bizim yıllardır dile getirdiğimiz bu değerlendirme doğru bir tespit, elzem bir hedef ve iyi bir temenni olmakla birlikte, sanırım küresel ve yerel dinamiklerin dayatması ya da denizin bitmesi diyelim. Evet, AKP'nin ısrar ettiği ve yıllardır uyguladığı büyüme modeli açısından son derece önemli. Artık sürdürülebilir ve gerçekçi bir büyüme kompozisyonu, gerek iç talebin ve gerekse de daha çok net ihracatın birlikte katkı yaptığı dengeli bir büyüme modeli şarttır.
Böyle bir ekonomik yapı ve konjonktürde ekonomi yönetimi ne yapıyor? İç tüketimi baskılamak için özel kredileri frenlemek istiyor yani bunu yaparken fiyat üzerinden değil, miktar üzerinden kredi sınırlaması gerçekleştirmeye çalışıyor. Bu, daha önce de denenmiş ancak sonuç verememiş, bugün de sonuç vermeyecek bir yöntemdir; AKP iktidarına bunu özellikle belirtmek istiyorum.
Bakınız, Cumhuriyet Halk Partisi olarak yıllardır söylüyoruz "Türkiye'nin en büyük sorunu düşük tasarruf." diye. Ama siz ne yaptınız? Bırakın tasarrufların erimesini izlemeyi, bizzat buna hizmet etmeye devam ediyorsunuz. Şimdi ise, ortaya çıkıyorsunuz, "Tasarrufları artırmak gerek. Bu kadar tüketim riskli." diyorsunuz. Ben size söyleyeyim, bu da lafta kalacaktır, bugüne kadar AKP iktidarının yaptıkları ve söyledikleri hep farklı olmuştur.
Türkiye'de sadece son beş altı yılda kredi hacminin millî gelire oranı yüzde 30'lardan, hızla ve büyük bir artışla, bugün yüzde 50'nin üzerine çıkmıştır. Dolayısıyla, anlaşılmaktadır ki bu trend sürecek ve kredi hacmi de büyümeye devam edecektir. Hele önümüzde üç seçim varken kısa vadeli siyasi çıkarlara uyan bu modelden vazgeçemeyeceksiniz. İşte, büyüme rakamları ortada, yine iç taleple büyüyen bir ekonomi tespitlerimizi ne yazık ki teyit etmektedir.
Gelelim AKP'nin sözde başarı hikâyesine: 2013 yılı büyümesi Orta Vadeli Program'daki gibi yüzde 3,6 olarak gerçekleşirse AKP'nin 2003-2013 dönemi büyüme ortalaması yüzde 4,9 olacaktır. Evet; 4,9. O beğenmediğiniz, "istikrarsız koalisyonlar hükûmeti" dediğiniz 1990'lı yıllarda ise yüzde 5 düzeyinde büyümeler görmüştük.
İşsizliğe bakalım. Beğenmediğiniz koalisyon hükûmetlerinde olduğu gibi, 1990'lı yıllarda işsizlik ortalaması yüzde 8,2. Peki, o kadar çok övündüğünüz on bir yıllık AKP iktidarı dönemindeki işsizlik ortalaması ne kadardır? Yüzde 10,7. (CHP sıralarından alkışlar)
Enflasyon hedeflemesi uygulandığından beri tutturulamayan ve yüzde 5'e bir türlü çekilemeyen enflasyon mudur sizin başarınız? Ya da cari açık sorununun kronik ve yüksek hâle gelmesi ve cari açıktan korkulduğu için büyümede yüzde 2'ler, yüzde 3'lere razı olunması mıdır sizin başarı oranınız?
Bu noktada hakkını teslim etmek gerekir ki borç yükü konusunda AKP iktidarı son derece ciddi mesafe almıştır. Kamu borç stokunun millî gelire oranının yüzde 40'ın altına düşmesi size göre başarıdır. Ancak, madalyonun bir diğer yüzü var. Son on yılda ciddi şekilde artan bir özel kesim dış borcu söz konusudur. 2002'de ülke dış borcunun üçte 2'si devlete ait iken bugün borcun üçte 2'si özel sektöre aittir. Bugün ülkenin borç stoku 367 milyar dolar olup bunun 127 milyar doları da kısa vadelidir. Yine, özel sektörün net döviz yükümlülüğü 165 milyar dolardır. Yani, döviz borçları döviz varlıklarından 165 milyar dolar daha fazladır. Finansal olmayan kesimin yani reel sektörün "kaldıraç oranı" dediğimiz borç öz kaynak oranı sırf son beş yılda yüzde 65'ten yüzde 105'e çıkmıştır. Sizin başarı dediğiniz bu mudur? Açıktır ki bu durum ülke ekonomisi için çok büyük bir risktir. Borcu ve kur riskini özel sektöre yıkmak çözüm değildir. Neticede bu borç da bu ülkenin borcu değil midir, bu ekonominin yükümlülüğü değil midir bu borçlar?
Üstelik AKP bu yanlış ekonomi politikalarına Merkez Bankasını da mecbur etmiştir. Bağımsızlığını hiçe sayarak, nihayet onu da emrindeki sıradan bir kuruma dönüştürmüştür. Ana hedefi olan fiyat istikrarı konusundaki enflasyon tahminleriyle inandırıcılığını bitiren banka, nihayet, AKP iktidarına biat suretiyle de bağımsızlığını ne yazık ki kaybetmiştir. (CHP sıralarından alkışlar) Faizler yüzde 9'lara gelmişken politika faizini yüzde 4,5'ta tutan, küresel gelişmelere bağlı sermaye çıkışları karşısında cüzi miktarlarda döviz satışıyla yetinen, faiz artırımı için siyasi iktidardan izin bekleyen ve o izni almadığı için faiz değiştiremeyeceği anlaşılan, son yıllarda enflasyon tahminlerinin hiçbiri tutmayan bir Merkez Bankasının piyasa tarafından ciddiye alınmasını beklemek fazlasıyla saflık olacaktır. Nitekim, piyasalar da bu çerçevede kendi faizini de, kendi döviz kurunu da bulmakta, tüm bu olup bitenler ise Merkez Bankasınca ancak seyredilmektedir. Bu noktada yeri gelmişken sormak istiyorum: "Yıl sonu dolar 1,92." diye kur taahhüdünü vermek doğru mudur? İşte, yıl bitiyor; 1,92 nerede kaldı? Merkez Bankası Başkanına güvenen bir kişi zarar eder ki ediyor, bunun bedelini kim ödeyecek? Bankanın ve de kendi itibarını ayaklar altına alan Sayın Başçı hangi yüzle o koltukta oturmaya devam ediyor? (CHP sıralarından alkışlar)
Gelelim seçim ekonomisi tartışmalarına. Ekonomi yönetimi hep söylüyor "Seçim ekonomisi yok." diye. Tamam da Orta Vadeli Program pek öyle demiyor. Bakınız, kamu tasarrufları ve bütçe açığı açısından 2014 diğerlerinden farklı bir yıl olarak duruyor. 2014 yılında kamu tasarruf oranında düşüş var, buna paralel şekilde bütçe açığı 2014 yılında artıyor. Merak ediyorum, 2014'ün bu özelliği nereden geliyor? Eğer seçimleri saymazsak doğru olabilir.
Buraya kadar güzel ama başta benim olmak üzere, enerji verimliliğine ilişkin pek çok kanun teklifi yıllardır komisyonlarda bekliyor. Sırf ısı yalıtımının ülkeye kazancı 10 milyar dolardan fazla olacak ancak bu konuda vermiş olduğumuz kanun teklifleri komisyonların raflarında yerini beklemeye devam ediyor.
Bir başka konuya değinmek istiyorum. Bankacılık Kanunu'nun 50'nci maddesi bankaların yönetim kurulu üyelerine, genel müdürlerine ve şirketlerinin ortaklarına kredi açmayı yasaklıyor. Geçmiş dönemde -bu Hükûmetin en çok övündüğü- o dolaylı kredilerini banka sahiplerine verenleri cezaevlerinde çürüttünüz çünkü doğruydu, bankaların kaynaklarını kendi şahıslarına ve şirketlerine aktarıyorlardı. Şimdi, bu döneme geliyoruz, Bankacılık Kanunu'nun 50'nci maddesi yerinde duruyor. Ama, bu Hükûmete yakın bir yandaş, Bankacılık Kanunu'nun 50'nci maddesine aykırı olarak, Özelleştirme İdaresinden satın aldığı Dicle enerji şirketine kendi bankasından kredi vererek orayı satın alıyor. (CHP sıralarından alkışlar) Geçmiş hükûmetler döneminde bankaların kaynaklarını kendi şirketlerine aktaranları hapislerde çürüttünüz. Şimdi aynı kanun maddesi yürürlükte iken size yandaş olanlara, kendi bankalarından kaynaklarını özelleştirmeden satın aldığı şirketlere kredi vererek kanuna aykırı bu işlemi yapanlara neden sessiz kalıyorsunuz? Bu yetmiyormuş gibi...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
AYDIN AĞAN AYAYDIN (Devamla) - ...Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu yorum yapıyor, diyor ki: "Efendim, bu kredi dolaylı bir kredidir." Hâlbuki kanunda yazıyor: Her ne sebeple olursa olsun, banka ortakları kendi şirketlerine kredi aktaramazlar.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)