| Konu: | 2014 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI İLE 2012 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI NEDENİYLE |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 29 |
| Tarih: | 12.12.2013 |
MHP GRUBU ADINA SÜMER ORAL (Manisa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hazine Müsteşarlığının 2014 yılı bütçe tasarısı üzerinde Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini sunmak üzere söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Hazine Müsteşarlığının 2014 yılı bütçe tasarısı üzerinde 15+3 dakikalık sürenin verdiği imkân dâhilinde iki önemli konuya değinmek istiyorum. Bunun birincisi, kamu maliyesinin bugün içinde bulunduğu yapıdır. Diğeri ise yurt içi tasarruf açığının son on bir yılda her sene biraz daha artan seyri ve bu gelişme sonucu büyüme ve ekonominin çarklarının bugün büyük ölçüde dış kaynakla döner hâle gelmiş olmasıdır. Bu her iki gelişme de Hazine Müsteşarlığınca yakinen izlenen temel alanlardır.
Sözlerimin başında şunu ifade etmek isterim ki içinde bulunduğumuz küresel ekonomide, küresel konjonktürde ekonomik bozulmalar, ekonomik dalgalanmalar süratle ve genelleşerek ilerliyor. Böyle bir ekonomik konjonktürde ülkelere düşen, dış dalgalanmalara karşı dayanıklı bir yapı oluşturma ve onu titizlikle koruma gayreti olmalıdır. Esasen, ülke ekonomileri açısından bunların dışında sığınacak daha sakin bir liman da mevcut değildir.
Ekonomik yapı ve gelişmeleri değerlendirirken konjonktürel oluşumları ve bunların taşıdığı büyüklük ve sonuçları dile getirmekle yetinilmeyip bunların ötesinde, daha kapsamlı bir analize gidilmesi gereğine inanıyorum. Böylece "nominalizm" diye adlandırabileceğimiz bir tablo yerine, ekonominin, kamu maliyesinin yapısal durumunu ortaya koyacak, onun seyrini gösterecek reel bir analiz hiç kuşku yok ki çok daha bir değere sahip olacak. Bu yaklaşım, beraberinde, özellikle kamu maliyesinde yapısal düzenleme, reform ihtiyacı olup olmadığını net bir biçimde ortaya koyacak verileri de beraberinde getirecektir. On bir yıllık tek başına bir iktidar dönemi sonunda "On iki yıl önce şu idi, yirmi yıl önce bu idi." demek yerine bu kapsamda bir analiz çok daha isabetli olacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dengelere oturmuş sağlam bir kamu maliyesi güçlü bir ekonomi için ön koşuldur. Nitekim, bizde de, Türkiye'de de 21'inci asra girerken yani 2000'li yılların hemen başında gerçekleştirilen kapsamlı yasal ve yapısal reformların amacı da sürdürülebilir bir büyüme ortamı yaratmak yanında, ekonomiyi dışa karşı daha dayanıklı bir yapıya kavuşturmak idi. Nitekim, kamu kesiminde bulunan fonların tasfiyesi, bütçe birliğinin sağlanması, görev zararlarının tümünün tasfiyesi, Kamu İhale Kanunu, Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu, Borçlar Kanunu gibi bazı düzenlemeler ve özellikle mali disipline duyarlılık bu kapsamda yapılanların başlıcalarıdır.
Sayın Başkan, bütçenin görüşülmesi sırasında Sayın Başbakan bankaların fevkalade kötü bir yapıda, içi boş olarak alındığını, öyle bir Ziraat Bankası alındığını ifade ettiler. Oysa, kamu bankaları alanında en köklü düzenlemeler, bankacılık sistemini sağlıklı ve uluslararası standartlara uygun hâle getirecek düzenlemeler, AKP henüz daha kurulmamışken, Türkiye'de 1999, 2000 ve 2001 yıllarında tamamlanmıştı. Ayrıca, bankaların, özellikle kamu bankalarının -sadece Ziraat Bankasının değil- finansman yapılarını sağlamlaştıracak düzenlemeler de gerçekleştirilmiş ve bu cümleden olarak 2000 ve 2001 yılında 25,1 milyar Türk lirası görev zararları; 3,2 milyar da sermaye desteği olarak 28,3 milyar lira karşılanmış, hazine kâğıdı yani devlet iç borçlanma senedi ve nakit olarak verilmiştir. Dolayısıyla, Ziraat Bankasının 3 Kasım 2002 tarihinde hazineden bir alacağı yoktu.
Bakın -esasında bunları ifade etmeye gerek yok, bugünkü Hükûmet bunları söylemekte çok çekingen davranıyor ama- Türkiye'yi ziyaret eden IMF Başkanı Madam Christine Lagarde, bütün bu bankacılık reformlarının 2002'den önce yapıldığını ve bu nedenle, 2008 finansal krizinden Türkiye'nin bankalarının sağlıklı çıktığını ifade etmiştir. Ayrıca, bunlar, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun yayınlarında, Bankalar Birliğinin yayınlarında da açık açık ifade ediliyor. Elimdeki kitap, Kasım 2012'de Bankalar Birliğinin çıkardığı bir kitap; aynen şunu söylüyor: "Ülkemizde bankacılık düzenlemeleri konusunda en köklü değişiklikler 23 Haziran 1999 tarihinde yayımlanan 4389 sayılı Bankalar Kanunu ile meydana getirilmiştir." Daha daha da anlatıyor. Bunlara gerek yok ama şimdi bunlar ortadayken nasıl olur da bu Hükûmet "Bankacılık sistemini ben yaptım." diyebilir? Bunu da vatandaşlarımıza bırakıyorum.
ERKAN AKÇAY (Manisa) - Der, der!
SÜMER ORAL (Devamla) - Gerçekleştirilen bu reformlar, makul bir sürede makroekonomik göstergelerin olumlu eğilim içine girmesini sağlamıştır. 1999 yılında -altını çizmek istiyorum, 1999'da- yüzde 62,9 düzeyinde seyreden enflasyon oranı 2002 yılında 28,9'a, 2003'te ise 18,4'e gerilemiştir. Büyüme hızı 2002'de yüzde 6,2 olmuş, cari işlemler açığı ise aynı yıl sadece binde 3 düzeyinde kalmıştır. Oluşturulan bu sağlam yapının titizlikle korunması, hatta yeni tedbir ve yapısal düzenlemelerle takviyesi gerekirken buna yeterli özen gösterilmemiş, dolayısıyla kamu maliyesinde son yıllarda önemli bazı kırılmalar yaşanmaya başlanmıştır.
Kamu maliyesinin mevcut durumu tepe noktaları itibarıyla bugün şöyle bir görünüm arz ediyor: Bütçenin harcama ayağı esnekliğini büyük ölçüde yitirmiş, katılaşmıştır. Faiz dışı harcamalar artık faiz harcamalarındaki azalışlarla karşılanabilecek yapıdan süratle uzaklaşmaya başlamıştır. Ve bütçemizin harcama kalemleri içerisinde ileriye dönük fevkalade ciddi sıkıntıları görmemek mümkün değil. Esasında bunların tartışılması lazım bütçede.
Bütçenin gelir ayağı, asli ve sürekli kaynak olan vergi sistemi son derece sağlıksız bir nitelik kazanmış, verginin sosyal ve ekonomik fonksiyonları âdeta ihmal edilmiştir. Dolaylı vergilerin vergi yapısı içindeki payı geride bıraktığımız on bir yılda yüzde 65 oranlarından yüzde 70'lere çıkmıştır. Aflar dışında, vergi yasası alanında, çok sık ifade edilmiş olmasına rağmen dişe dokunur, köklü bir düzenleme yapılamamıştır, sadece kurumlar vergisinde bir oran düşüşü vardır.
Son yıllarda bütçelerde bir defalık gelirler yer almaya başlamıştır. Bir defalık gelirler bir defalık giderler için değil, devamlılık arz eden harcama artışlarını karşılamak amacıyla kullanılıyor. Geçici gelirlerin daimî gelir gibi ele alınmış olması, kamu finansmanı açısından makul bir uygulama olmayıp bütçe dengesi açısından da hayli yanıltıcı olur, belki bütçe açıklarının gerçek boyutunu gizler.
Ayrıca, bütçe giderek büyük bir fona dönüşmektedir. 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu'nda 2007 yılında yapılan değişiklik ve bütçe kanununa konulan hükümlerle, bütçeye ödenek eklenmesi ve tertipler arasında tahsisat aktarılmasında Meclise ait olan, bütçe hakkının da bir gereği olan yetki Maliye Bakanına devredilmiştir. Böylece, yıl içinde Meclisin bilgi ve onayı dışında önemli büyüklükte ödenek ilaveleri yapılmaktadır. Uygulama, Sayıştayca her yıl eleştiri konusu yapılmasına rağmen, artarak devam etmektedir.
Toplu Konut İdaresi yani kısaca TOKİ, konut yapımı dışına çıkarak âdeta eski Bayındırlık Bakanlığının yerini almaya başlamıştır, şu farkla: Meclisten ödenek alma ve Kalkınma Bakanlığı izni aranmadan Kamu İhale Kanunu'nun süreç ve ilkelerine uymak zorunda değildir. Gelir ve gider durumu, harcama esasları şeffaflıktan uzak bulunuyor. Gizli bir fon demek belki daha doğru olacak. Fon üzerinde Meclisin denetimi yoktur, gerçek bir Sayıştay denetimi ise mevcut değildir.
Bütçe disiplininin önemli ayaklarından biri de Kamu İhale Kanunu'dur. Bu, ne yazık ki bütçenin büyük bir fon gibi yönlendirilmesine yol açan unsurlardan biri hâline gelmiştir. Gerçekleştirilen değişikliklerle pek çok harcama ve kurum bu kanun kapsamı dışına çıkarılmıştır.
Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu ve Kamu İhale Kanunu'ndaki değişiklikler birlikte değerlendirildiğinde, bütçenin bir fon gibi yönlendirilmeye başladığı sonucuna ulaşılmaktadır. Torba kanun uygulamalarından sonra, görünen o ki torba bütçelere doğru da adım adım ilerliyoruz. Hayırlısı.
Ekonomilerde mali disiplin sözde icraat ile sağlanmaz. "Mali disiplinden hiç fedakârlık yapmıyoruz." demek bir şey ifade etmez bunun icraatla gösterilmesi lazım. Bütçe açıkları, eğer bütçe açıklarından bahsediliyorsa bu da tek başına mali disiplinin ölçüsü olamaz. Mali disiplin, kamu maliyesi uygulamalarının bütününden ortaya çıkacak bir sonuçtur. Yukarıda özet olarak belirtilmiş bulunan uygulamalar mali disiplinin bugün hayli zedelenmiş olduğunu açık bir şekilde ortaya koyuyor.
Değerli Başkan, sayın milletvekilleri; yurt içi tasarruf düzeyi, ihtiyacımız olan büyümenin temini açısından bir ön koşuldur. Bugün, Türkiye, yılda ortalama yüzde 7'ye yakın -belki 7 olmayabilir ama 7'ye yakın- bir büyüme oranındadır. Geride bıraktığımız on bir yıllık sürede yurt içi tasarruflar her yıl azalan bir eğilim içine girmiştir. 2002 yılında gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 19'u düzeyinde olan tasarruf oranının 2013 yılında yüzde 12'ler seviyesine gerilemesi beklenen bir durum. 2012 yılında yüzde 14,5 olan oranın bir yıl içinde yüzde 12'lere gerilemiş olması, bir yıl içinde 2 puan birden düşmesi son derece düşündürücüdür. Bu, tam dramatik bir tablodur. Özel kesim tasarruflarında ise tablo daha da kötüdür. İç tasarruflardaki bu gelişmeye çare bulunmadığı sürece Türkiye'de büyüme sorun olmaya devam edecektir. Bu alanda alınan bazı tedbirler ne yazık ki yetersiz kalmıştır.
Türkiye, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarlarında dünyanın en yüksek cari açık veren ülkelerinden biri hâline gelmiştir. 2002 yılında gayrisafi yurt içi hasılanın binde 4 oranında olan cari açık, 2011 senesinde yüzde 10'lar düzeyine çıkmıştır. 2003-2012 arasında, on yılda, cari açık 331 milyarı aşmıştır, bu kadar kaynak yurt içinden yurt dışına çıkmıştır. Cari açıktaki büyüme tek başına enerji ithalatına da bağlanamaz. Enerji dışında da cari açık vardır. Cari açığın aşırı büyüklüğü yanında finansman yapısında da gittikçe bozulmalar görülüyor.
Yurt içi tasarruf açığını küçültecek, cari açığı düşürecek dişe dokunur yapısal düzenlemelere gidilmemiştir. Alınan bazı tedbirler varsa da bunların beklenen sonuçları verdiği söylenemez. Yurt içi tasarrufların yeterli düzeyde olmayışı, cari işlemler açığının yüksek düzeyde seyri, ekonomi ve büyümenin çarklarının bugün büyük ölçüde dış kaynakla dönmesine neden olmuştur. Bu durum, bünyesinde önemli riskler taşımaktadır.
Türkiye'nin dış borcu 2013 yılı ikinci çeyreğinde 367,3 milyar dolardır. Bu borç 2002'de 129,5 milyar dolar idi. Özel kesimin dış borcu bu dönemde 43,1 milyar dolardan 252,3 milyar dolara yükselmiştir.
Ekonomimiz ve özel kesim için fevkalade önemli bir diğer gösterge olan açık döviz pozisyonu, 2002'de negatif 6,5 milyar dolar iken 2013 yılının ikinci çeyreğinin sonunda negatif 165,3 milyar dolara çıkmıştır. Borcun nispi olarak ifade edilmesi, bu anlattığım mahzurları ve durumları gidermez, Türkiye'nin dışa karşı bağımlılığını ve kırılganlığını da gidermez. Bu rakamlar, ekonomimizin bugün dışa karşı ne ölçüde bağımlı hâle dönüştüğünü, kırılgan yapısını ortaya koyan önemli göstergelerdir.
Nitekim, Amerikan Merkez Bankası Federal Rezervin geçtiğimiz mayıs ayı başında açıklamış olduğu, tahvil alım miktar sınırlamasından en fazla etkilenen, millî parası en fazla değer yitiren ülkelerin başında Türkiye gelmektedir, yüzde 15 oranları seviyesindedir. Özellikle Amerikan Merkez Bankası FED'in 5 Mayıs 2013 tarihindeki açıklaması sonrası gündeme gelen "kırılgan beşli" adı verilen bir grup vardır, "BRICS" olarak bilinen gruba benzer bir grup. Burada, Brezilya, Güney Afrika, Endonezya, Türkiye ve Hindistan bulunuyor. Bu ülkelerin böyle bir grup içinde değerlendirilmesinin nedenleri olarak yüksek cari açık oranları, yüksek enflasyon oranları ve büyüme performanslarındaki düşüşler gösteriliyor. Bu grubun içinde Türkiye, enflasyon oranı bakımından Hindistan'dan sonra 2'nci en kötü, cari açık açısından ise en kötü ekonomi durumunda görülüyor; tablo bu. Sayın Başbakan, Merkez Bankasındaki esasen yarısından fazlası başkalarına ait olan brüt döviz rezervlerinden her salı günü söz ediyor da nedense bu rakamlar gelince göz ve kulak kapatılıyor.
Yukarıda belirtilen kamu maliyesi ve yurt içi tasarruf açığı gibi sorunlar yapısal niteliktedir. Yapısal sorunlar, geçici tedbirlerle değil, yapısal düzenlemelerle çözümlenir. Geride bıraktığımız on bir yılda, ekonominin gereği yapısal reformlara sıcak bakılmadığı çok açık biçimde görülüyor. 2005, 2006, 2007 yıllarında konjonktür bu açıdan son derece uygundu, önemli fırsatlar kaçırılmıştır.
Bir küçük örnek olarak söylüyorum: Sayın Ali Babacan, tüm uğraşılarına rağmen, mali kuralı bir türlü tatbikata koyamadı. On bir yıllık bir iktidar kendi döneminin değerlendirmesini ve bugünün önemli sorunlarını bir tarafa bırakmış eski yılların defterlerini açmaya başlıyorsa doğrusu gidişatın pek de hayırlı olduğunu söylemek mümkün değildir.
Sayın Başkan, teşekkür eder, bütçenin hayırlı olmasını diler, saygılar sunarım. (MHP sıralarından alkışlar)