GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2014 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI İLE 2012 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI NEDENİYLE
Yasama Yılı:4
Birleşim:29
Tarih:12.12.2013

BDP GRUBU ADINA NAZMİ GÜR (Van) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Değerli arkadaşlar, merkezî yönetim bütçe kanunu tasarısı üzerine özellikle Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı ile Türkiye İnsan Hakları Kurumu adlı iki kurumun bütçeleri üzerine söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu kürsüde birçok kez, Van'da yaşanan deprem sonrası halkımızın karşılaştığı zorlukları, Van'ın karşılaştığı zorlukları dile getirdik, Hükûmete öneriler sunduk. Bu konuda kanun tasarıları hazırladık ve halkın beklentilerini, Van halkının beklentilerini, devasa sorunların çözümü için, sürekli, hem bakanlıklarla hem bu kürsüde önerilerimizi, düşüncelerimizi dile getirdik ancak şu ana kadar Van ilinde depremin yani 23 Ekim ve 9 Kasım 2011 tarihlerinde yaşanan iki büyük depremin ne acısı ne sorunları ne de bıraktığı izler silinmiş değil. Bu konuda yaptığımız girişimlerin büyük bir kısmı maalesef sonuçsuz kalıyor. İşte, hâlâ, depremden sonra yaklaşık iki yıldır -üçüncü kışa giriyorlar- 100-120 aile konteyner kentlerde yaşam savaşı veriyorlar. Bu ailelerin tek isteği, yine deprem sonrası süreçte yapılan konutların onlara da tahsis edilmesi, onların da faydalanması çünkü kiracı olduklarını iddia ediyorlar, kiracı olduklarını söylüyorlar ve bu yoğun kar altında, şiddetli kış koşullarında -maalesef çocuklarıyla birlikte yaşlılar, hastalar- bu konuda Hükûmetin, oradaki yerel yöneticilerin, özellikle valinin bilgisi dâhilinde elektrikleri kesilmiş durumda ve yaşam mücadelesi veriyorlar. Buna tanıklık eden insanlardan birisi de Sayın Burhan Bey'dir, Van Milletvekili. O da çok yakından takip ediyor, bunun farkındayız, biliyoruz ama ne kendisi ne bizler maalesef bu konuda henüz çözüm üretmiş değiliz. Bugün sevindirici bir haber aldık; Van Belediyesi, kesilen elektriklerin bağlanması ve orada kullanılacak elektriğin yükünü alabilmek için başvurdu ve umarım belediyemizin girişimiyle bu soğuk kış yetmezmiş gibi halkımız orada karanlıkta kalmaz ve oradaki ailelere elektrik verilir, hiç olmazsa elektrikle ısınma olanağına kavuşmuş olurlar. Bunu da Belediyemiz büyük bir fedakârlıkla yerine getirecektir.

Değerli arkadaşlar, baştan itibaren, biz, özellikle Van depreminden sonra ayrımcılık yapıldığını iddia ettik, hep bir ayrımcılık olduğunu gündeme getirdik. Neden? Çünkü, birincisi, depremden hemen sonra bütün Van halkının beklentisi, kamuoyunun beklentisi Van'ın bir afet bölgesi olarak ilanı üzerine idi ancak hatırlayın, o dönemde Sayın Başbakan "Biz afet ilan edersek oraya bir tek çivi çakılmaz." demişti. Oysa Marmara depreminden hemen sonra o büyük depremden etkilenen il, ilçeler, köyler âdeta yeniden yaratıldı. Orada afet ilan edilmişti, devlet bütün gücüyle oraya yüklendi, neredeyse, o kentleri, o şehirleri, o ilçeleri, o kasabaları yeniden yarattı ve bugün insanlar depreme dayanıklı konutlar içinde. Oranın ekonomisi yeniden yapılandı, iş sahibi olanlar, esnaf devletin, Hükûmetin sağladığı, aldığı önlemler neticesinde bugün eski hâline kavuştu diyebiliriz. Tabii ki depremin yaraları, yarattığı travma tümüyle sarılmaz ancak büyük ölçüde sarıldığını düşünüyoruz. Ancak Van'da böyle bir yol izlenmedi. Her nedense Hükûmet orada afet ilan etmedi ve yaklaşık 36 bin konut TOKİ marifetiyle yapıldı ve halka satıldı. "Dağıtıldı" demiyorum ya da "verildi" demiyorum çünkü yirmi yıllık, iki yılı ödemesiz, on sekiz yılı geri ödemeli bu konutlar hak sahiplerine dağıtıldı. Tabii, konutlar dağıtılırken, örneğin; Edremit TOKİ'de suyun yeni bağlandığını, bir ay önce bağlandığını söylemekte fayda var ya da TOKİ konutlarının büyük bir kısmının kanalizasyonunun göle aktığını söylemekte de fayda var. Bu konuda altyapı sorunları henüz çözülmüş değil.

Neden peki afet ilan etmedi? Çünkü afet ilan etseydi orada depremin büyük yükünü halk değil, devlet kendi üzerine almış olacaktı, Van'ın ekonomisi ile birlikte halkın yaraları daha çabuk sarılacaktı ve böylece Hükûmet bir ayrımcılık yapmamış olacaktı. Çünkü biz biliyoruz ki geçmişte, Gölcük ve İzmit bölgesindeki depremlerde özel bir kanun çıkarıldı; 4731 sayılı Yasa'yla oradaki esnafın, sanayicinin vergisi terkin edildi. Bizim bütün girişimlerimize rağmen, Van esnafının, Sanayi ve Ticaret Odasının bütün girişimlerine rağmen maalesef Hükûmet böyle bir yolu Van için seçmiş değil. Ama biz burada, bu kürsüde ısrar ediyoruz tekrar: Van esnafının, ticaret odalarının, sanayicisinin bu sorununun çözümü için Hükûmet derhâl bir özel kanun -tıpkı geçmişte, geçmiş koalisyon hükûmetinin çıkardığı, yürürlüğe giren ve bölgedeki kalkınmayı, ekonomik kalkınmayı, gerçekten sağlayan, "...x" eden bu yasayı- Van için de çıkarsın.

Biz parti olarak bu konuda birçok yasa önerisi sunduk. Umarım Hükûmet bunları dikkate alır ve Van esnafını, sanayicisini rahatlatacak, kalkınmaya gerçekten yoğunlaştıracak bu vergi terkini kanununu bir an önce yasalaştırır. Van halkının ve Van esnafının, Van sanayicisinin tek arzusu budur. Çünkü, değerli arkadaşlar, Van'dan toplanacak bu iki yıllık vergi belki Türkiye'de toplanan vergi içinde çok azdır. Van'ın Türkiye'de toplanan vergilere katkısı yaklaşık binde 2 civarındadır. Bu binde 2'lik bir dilimin affa uğraması, terkin edilmesi Türkiye ekonomisine çok büyük bir yük getirmez ancak Van'da ekonomiyi yeniden canlandırır, Van'da ekonomik atılımı yeniden sağlar, esnafımız, sanayicimiz moral bulur ve böylece Van kendini yenileme şansına kavuşur çünkü şu anda Van'da gerçekten çivi çakılmıyor. TOKİ konutları dışında Van'da iş yapan müteahhitler -özellikle konut sektöründe çalışan müteahhitler- son iki yıldır tek bir konut dahi yapmış değiller. Bunun da Van ekonomisine yansımasının olumsuz olduğu hepinizin bilgisi dâhilindedir.

Yine, değerli arkadaşlar, Van'da, özellikle esnafımızın vergi ve sigorta konusunda ödemesi bitti, artık önümüzdeki yıldan itibaren vergi ödeyecekler. Yani geçmiş iki yılın vergisiyle birlikte bu yıl tahakkuk edecek vergiyi de, 2013 yılında tahakkuk edecek vergiyi de ödeyecekler. Katmerli vergi ödemeleri Van esnafımızın ve özellikle sanayicimizin belini bükecek. Onun için, bizim, Hükûmetten isteğimiz, dileğimiz, ricamız, biz de Van'ın milletvekili olarak bu ricayı bu kürsüde tekrar dile getiriyoruz: Depremde zarar görenlerin, özellikle esnafımızın, sanayicimizin vergi borçlarının ve vergi cezalarının terkiniyle ilgili Vergi Usul Kanunu, Katma Değer Vergisi Kanunu, Harçlar Kanunu ve Organize Sanayi Bölgeleri Kanunu'nda değişiklik yapılsın ve bu konuda, tıpkı geçmişte Gölcük depremindeki, o bölgedeki, Marmara Bölgesi'ndeki depremdeki insanlara sağlanan kolaylıklar Van için de sağlansın. Biz bunu istiyoruz ve bunu diliyoruz.

Değerli arkadaşlar, yine, afet bölgesi... Biraz önce Sayın Hasip Kaplan konuşurken AFAD'ın ne iş yaptığı, nasıl işlediğiyle ilgili gerçekten çok ironik bir örnek sundu. AFAD'la iletişime geçerken Ankara... Yani bir bölgede, ülkemizin bir bölgesinde afet var, insanlar yaşam mücadelesi veriyor, oraya müdahale edilmesi gerekiyor ancak karar Ankara'dan alınıyor, Şırnak'tan, Van'dan ya da başka bir yerden değil. Oranın valisi, oranın yönetimini oluşturan, yerinden yönetimini oluşturan yetkilileri Ankara'nın talimatı olmadan... Tabii, önce, talimat alabilmek için Ankara'dan, bilgi vermeleri gerekiyor. Ankara'nın da bilgisi olmadığını öğrendik ve ne yazık ki "Biz, işte, para gönderdik, orada biz ödenek çıkardık. Orada kendilerini kurtarsınlar." demeye getiriyorlar. Bu, son derece yanlış bir örgütlenmedir. Özellikle afetler karşısında devletin, kamu gücünün derhâl harekete geçmesi konusunda bizim geçmişten beri gerçekten çok acı bir deneyimimiz var. Van depreminde -hatırlayın- iki üç gün, bu devlet, büyük devlet olma gururuyla uluslararası yardımları kabul etmemişti ve bu nedenle onlarca insan, yurttaş yaşamını kaybetmişti.

Şimdi benzeri bir durum, Ankara karar almadan herhangi bir yerdeki bir afete karşı müdahale yapılamıyor. Oysa, çağdaş ülkelerde, demokratik ülkelerde durum farklıdır, afetle ilgili bütün kurumlar, bütün örgütlenmeler yerinden yapılır. Mesela, belediyelerin, yerel yönetimlerin ve orada kurulan kimi gönüllü kuruluşların afet yönetimiyle ilgili uzaktan yakından ilgisi yoktur, onlar dışlanırlar, afet yönetimi konusunda karar sahibi değiller; Ankara karar sahibidir, Ankara karar verir, Ankara ne derse o olur ve çoğunlukla Ankara'nın ne dediğini, nasıl olduğunu ve nihayetinde alınan kararların nasıl felaketler yarattığı da bir gerçek. Onun için bizim önerimiz, düşüncemiz, afet konusunda yerinde örgütlenmeye gidilmesi. Merkezî bir koordinasyon olabilir kuşkusuz; buna karşı değiliz ancak afet konusunda her ilde, her ilçede mutlaka örgütlenmenin, böyle sivil savunma ya da itfaiye gibi genelgeçer kurumlarla değil, ciddi kurumlarla çünkü ülkemiz deprem bölgesi, ülkemiz sel bölgesi ve ülkemiz felaketler bölgesi. Bunu çok ciddiye almak gerekiyor ve bu yerinden yönetimi özellikle afette arama kurtarma ve afet işlerini yönetme konusunda yerel yönetimlere, özellikle belediyelere kesinlikle yetki verilmelidir ve bu konuda belediyelerin katılımı, özellikle afet yönetimi konusundaki katılımı mutlaka sağlanmalıdır. Sadece burada kimi bürokratların, Ankara'da oturan kimi bürokratların afet konusunda tek yetkili ve karar sahibi, söz sahibi olmalarının önüne geçilmelidir.

Değerli arkadaşlar, geri kalan birkaç dakikayı da özellikle... Türkiye İnsan Hakları Kurumu isimli bir kurumun ne yaptığı konusunda bir milletvekilli olarak doğrusu benim bir fikrim yok. Böyle bir kurum oluşturuldu, bu kurumun şimdiye kadar ne yaptığı, gelecekte ne yapacağıyla ilgili gerçekten Parlamentonun bir milletvekili olarak benim ve kamuoyunun bilgisi son derece sınırlıdır, kısıtlıdır. Gerçekten sormak istiyoruz, Türkiye İnsan Hakları Kurumu ne yapar, ne işe yarar? Biz biliyoruz, özellikle AB ilerleme raporlarında pozitif adım olarak ismi geçen bir kuruluş. Pozitif adım olarak kalmaktan öteye kimi AB raporlarında ve yine hazırlanan bu "Sessiz Devrim" adlı kitapta işte "Biz ilerleme yaptık, adım attık." demekten başka ne işe yarıyor, hangi işimize yarıyor, insan haklarının hangi alanında Türkiye'de bu kurum iş ve fikir üretti, bu konuda soru işaretleri gerçekten ortalıkta duruyor.

İnsan hakları konusunda ülkemizin karnesi ortadadır. Özellikle düşünce ve fikir hürriyeti konusunda, toplantı ve gösteri yürüyüşü konusunda, toplantı ve örgütlenme özgürlüğü konusunda, inanç özgürlüğü konusunda ve neredeyse bir gelenek hâlini alan polis şiddeti konusunda mimlidir bu ülke, karnesi de son derece zayıftır. İşte, Yüksekova'da -ki bizim provokasyon olarak değerlendirdiğimiz- toplumsal olaylarda halkın demokratik olarak tepkisinin dile getirileceği bir etkinlikte polisin açtığı ateşle 3 yurttaşımız yaşamını kaybetti. Merak ediyorum, Türkiye İnsan Hakları Kurumu bu konuda ne yaptı, ne beyan etti, hangi fikirleri beyan etti, hangi araştırmayı, hangi incelemeyi yaptı, bu konuda gerçekten bu kurumun başkanı, bu kurumu oluşturan tek tek bireyler, bu kurumu oluşturan üyeler ve Sayın Bakanımız bu konuda lütfetsin bize de açıklamalarda bulunsunlar. Gerçekten Türkiye İnsan Hakları Kurumu, Türkiye'nin insan hakları karnesini iyileştirmek için mi, insan hakları alanında köklü reformlar yapmak için mi, Türkiye'de insan haklarına saygıyı sağlamak için mi kuruldu, yoksa AB ilerleme raporlarında ya da işte geçenlerde bastırdığınız "Sessiz Devrim" isimli kitapta bir ilerleme olsun ya da yapılmış bir sessiz devrim olsun diye mi koydunuz, onu çok merak ediyoruz. Devrimler sessiz olmaz, devrimlerin sesi çıkar, biz de gerçekten Türkiye'de demokratikleşme ve...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

NAZMİ GÜR (Devamla) - ...insan hakları alanında derin ve özellikle halkımızın tüm çıkarlarına uygun yasal değişikliklerin yapılmasını istiyoruz.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)