| Konu: | 2014 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI İLE 2012 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI NEDENİYLE |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 30 |
| Tarih: | 13.12.2013 |
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ÖMER ÇELİK (Adana) - Saygıdeğer Başkanım, saygıdeğer milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlarım.
Kültür ve Turizm Bakanlığının bütçesi üzerinde konuşulurken genel olarak bütün arkadaşlarımızın kültürel meseleler ve Türkiye'nin turizm değerlerinin korunması ve bunun geliştirilmesi konusundaki hassasiyetine özellikle teşekkür ederim.
Kuşkusuz, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün de dediği gibi, cumhuriyetin temeli kültürdür. Kültür, tabii, sadece cumhuriyetle birlikte, cumhuriyetin korunması, cumhuriyetin kazanımlarının ilerletilmesi manasında da düşünülmemiştir; milletin geçmişten bugüne bütün varlığının, bütün birikiminin dünden bugüne ve bugünden yarına aktarılması için temel bir zemin olarak algılanmıştır. Komisyon toplantısındaki bütçe görüşmeleri sırasında da ifade etmiştim: Milletlerin başından, devletlerin başından bazen acı tecrübeler geçer, bazen zaferler olur, bazen yenilgiler olur fakat milleti ayakta tutan şey, her zaman onun varoluş kodlarının adı olan kültürüdür. Tarihin pek çok aşamasında milletlerin başına gelen olaylar neticesinde bir milletin ordusu mağlup olabilir, sahip olduğu bazı toprakları kaybedebilir, sanayisi tahrip edilebilir, ekonomisi çökertilebilir ama tarih içerisinde varlığını ve varoluşunu sürdüren milletler, kültürü bir varoluş kodu olarak algılayıp bunu gelecek nesillere aktarma konusunda yüksek iradeye sahip olan milletlerdir. Nitekim tarihte yüz yıl, iki yüz yıl, üç yüz yıl, çok daha uzun zaman yaşamış bazı devletlerin bugün adları tarih kitaplarında, siyasi tarih kitaplarında çok kısa anılırken örneğin -daha önce verdiğim bir örnekte belirttiğim gibi- birkaç on yıl yaşamış Çağatay devleti, kültürün bir devleti tarihe nasıl marka olarak nakşettiğini göstermek bakımından çok önemlidir. Normalde, birkaç on yıllık bir ömrü olduğu için, Çağatay devletinin gerek siyaset tarihinde gerek toplumsal tarihte hiçbir şekilde büyük ve ağırlıklı bir yere sahip olmaması gerekirdi ama bugün siyasi tarih hakkında konuşurken de tarihin diğer alanlarında konuşurken de Çağatay devletinden bahsetmeden geçemeyiz.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) - Çağatay, Türk devleti değil mi Sayın Bakan?
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ÖMER ÇELİK (Devamla) - Peki, ömrü toplamda otuz yılı geçmeyen bir devlet niçin bu kadar önemli olmuştur? Sebebi şudur: O devleti güçlü kılan, dünya kültür tarihine yaptığı katkıdır. Dünya kültür tarihi açısından Ali Şir Nevaî adlı bir düşünür vazgeçilmez bir insandır. Ali Şir Nevaî'den bahsetmeden düşünce tarihinden bahsedemezsiniz. Ali Şir Nevaî eserlerini Çağatay Türkçesiyle yazdığı için Ali Şir Nevaî'nin yüksek entelektüel düzeyi Çağatay Türkçesini dünya kültür tarihine kazımıştır, Çağatay Türkçesinin varlığı da Çağatay devletini siyasi tarihin o kısa ömrüne rağmen vazgeçilmez bir unsuru hâline getirmiştir. Dolayısıyla, tek bir mütefekkir ve o mütefekkirin kullandığı dil bir devleti çok kısa ömrüne ve o kısa ömür içerisinde kayda değer başarıları olmamasına rağmen tarihin vazgeçilmez bir unsuru hâline getirebilmiştir.
Nitekim, İkinci Dünya Savaşı tarihini, Birinci Dünya Savaşı tarihini iyi okuyanlar bilirler, bugün, dünyada kültür devleti olarak anılan devletlerin pek çoğunda, savaş başlar başlamaz ilk verilen emir ordulara değil kültür kurumlarına verilmiştir, "Millî kütüphaneyi koruyun." denilmiştir. Büyük savaşlar başladığında, bugün dünyanın büyük kültür devletleri ilk olarak kendi millî kütüphanelerini, büyük müzelerini yer altında korumaya alarak kendi varlıklarını sürdürmenin yolunun ne olduğunu herkese göstermişlerdir. Nitekim, bizim de siyasi coğrafyamızın çok ötesine geçen, siyasi coğrafyamızın sınırlarını katbekat aşan bir kültür coğrafyasına sahip olmamız, devletimizin büyüklüğünü, milletimizin derinliğini göstermektedir. Moğolistan'daki Bilge Kağan ve Tonyukuk anıtlarından Mostar Köprüsü'ne kadar; Mali'deki Timbuktu Yazma Eserler Kütüphanesi'nden Balkanlar'daki Gül Baba Türbesi'ne kadar bütün bu varoluş coğrafyası, bunun yanı sıra Suriye'deki Süleyman Şah Türbesi'nden dünyanın pek çok yerindeki kültürel varlığımıza; bunun yanı sıra şehitliklerimize, Galiçya Cephesi'nden geçmişteki savaşlarda yer aldığımız cephelerdeki pek çok şehitliklerimize kadar hepsi siyasi varlığımızın çok ötesine bizi götüren bir coğrafyaya sahip olduğumuzu, bir varoluş koduna sahip olduğumuzu göstermektedir.
Nitekim, bu coğrafyanın varlığı, bu büyük kültürel coğrafyanın varlığı, bugün siyasi olarak da ekonomik olarak da Türkiye'nin, hem bölgesinde hem bölgesinin ötesindeki birtakım olaylara müdahalesinde, oradaki halklarla kaynaşmasında, oralarla entegrasyon kurmasında çok önemli bir rol oynamaktadır. Dolayısıyla, Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığının genel politika perspektifini biz bu şekilde tanımlıyoruz.
Ülkemizdeki hangi kimliğe sahip olursa olsun bütün kimliklerin varlığını, sadece somut kültürel mirasın değil bütün kimliklerin varlığını yani soyut kültürel mirası da, Anadolu'nun, Mezopotamya'nın, Karadeniz'in, Akdeniz'in, Orta Doğu'nun, Balkanlar'ın, Türkiye'nin bir İslam ve Avrupa ülkesi olmasının bütün kazanımlarını, Kültür Bakanlığı olarak, bu ülkenin millî mirası olarak kabul ediyoruz. Bu sebeple, kültürler arasında yahut da ideolojik tercihler arasında kültürel mirasın korunması hususunda hiçbir ayrım gözetilmemesi gerekir. Bu ayrım gözetildiği takdirde, sadece siyaseten bir eksiklik üretmiş olmayız, milletimizin varoluş kodlarını, dünden bugüne ve bugünden geleceğe aktarılacak kodlarını zedeleme konusunda da maalesef, yanlış işler yapmış oluruz. O sebeple, şunu çok açık bir şekilde belirtmek isterim ki: Anadolu'nun bütün kültürel mirası, Anadolu'da var olan, geçmişten bugüne var olan bütün kimlikler, bütün kültürel kimlikler, bütün etnik kimlikler, bütün dinî kimlikler Kültür Bakanlığının geliştirilmesi yönünde politikasının hedefi olmak, politikasının zemini olmak durumundadır. Burada kültürel bir ayrımcılık yapmak ya da kültüre ideolojik bir oligarşik yaklaşımla bakmak kendi kazanımlarımızdan taviz vermek anlamına gelir.
Bu bağlamda şunun açık bir şekilde belirtilmesi gerekir: Türkiye'nin, bundan sonrasına daha iyi ilerlemeyebilmesi için -arkadaşlarımızın sorularına buradan cevap vererek ilerleyeceğim- kültür ve sanat alanında çok daha yüksek üretimlere imza atması gerekir. Bu yüksek üretimlere imza atılması için şimdiye kadar emek vermiş, bundan sonra emek verecek olan sanatçılarımızın kıymeti konusunda bir tartışma yoktur. Cumhuriyetin daha ilk kurulduğu yıllarda kültür ve sanat kurumlarına verdiği destek, cumhuriyeti kuranların büyük vizyonunu göstermektedir. Bugün geldiğimiz noktada bunların daha da geliştirilmesi, daha da büyütülmesi bu ülkenin geleceği açısından vazgeçilmez bir durumdur. O sebeple, "Kültür sanat kurumları kapatılıyor." ya da "Kültür sanat kurumları lağvedilecek." gibi bir yaklaşım bizim vizyonumuzun dışındadır. Bahsettiğimiz şey, Türkiye'de devlet-sanat üretimi ilişkisinin yeniden yapılandırılması, devlet-sanat üretimi ilişkisinin çağdaşlaştırılmasıdır. Şunu kabul etmek gerekir ki: Sanatçının memur olduğu, devletin bu kadar kültür sanat alanı içerisinde mali bir güce sahip olduğu bir kültür sanat ortamı hiçbir şekilde çoğulcu ve özgürlükçü olamaz. Kültür ve sanat, nihayetinde rekabetle kendisini yükselten ve rekabetle ayakta duran ve rekabetle geleceğe yürüyen alanlardır. Bu alan içerisinde hiçbir ideolojik, oligarşik yaklaşıma, hiçbir ideolojik önceliğe yer verilmemesi gerekir. Bu alan, bir kadrolaşma alanı değildir. Bu alanda isimler üzerinden siyaset üretilmesi bu ülkeye yapılabilecek en büyük zarar olur. Şunu kabul etmek gerekir: Türkiye'nin yaptığı ve bugün geldiği noktada ürettiği pek çok reforma göre kültür sanat alanı kısır kalmıştır ve devlet-sanat üretimi ilişkisinin yeniden yapılandırılması gerekir. Burası rekabete açılmalıdır, daha yüksek sanatsal performanslarla ve kültürel aktivitelerle evrensel olanla yarışacak bir noktaya gelmelidir.
Bakın, pek çok eleştiri getirildi. Ben size Avrupa Birliği içerisindeki büyük bir kültür devletinin değerlendirme ölçütleriyle ilgili birkaç şey okuyacağım bizatihi kendi metinlerinden. Örneğin, kültür sanat alanındaki kurum ve kuruluşların değerlendirilmesi, bunun ölçüleri: Sanat sektöründe yenilikçi olması, geniş kitlelere erişebilmesi, ilgili sanat dalında kaliteli hizmet sunulması, finansal yeterlilik ve sürdürülebilirliğe sahip olması, etkin yönetim yapısına sahip olması, sanatsal altyapısının değerlendirilmesi, farklı kültür ve topluluklara yönelik sunum kapasitesi, amatör ve yeni yetişen sanatçıların desteklenmesi, coğrafi yaygınlık, uygun raporlama.
Şimdi, bizim elimizdeki devlet-kültür sanat kurumu ilişkisi, hiçbir şekilde, bugün, kültür devleti olarak dünyada etkinlik gösteren modellere uymamaktadır. Elimizdeki ilişki Sovyetler Birliği'nde bile 1995'te terk edilmiş bir modeldir. Bahsettiğimiz şey şudur: Kültürel alanı, genç insanlara, daha çoğulcu bir şekilde ve özgürlükçü bir biçimde açmaktır.
Bakın, burada da ifade edildi "Şu ya da bu sebeple tiyatroların ödeneği kesiliyor." diye. Külliyen yanlış bir bilgidir. Anadolu'da, şimdiye kadar dışlanmış, fırsat verilmemiş genç tiyatrolara, hiç destek almamış tiyatrolara, sanat kurumlarına verilen destek bu sene yüzde 80 oranında artırılmıştır. Burası ideolojik bir alan değildir. Bir kuruma destek verdiğiniz zaman dört beş yıl destek verirsiniz, seyirci desteği oluşturmasını beklersiniz, ayakta kendi kendisine kalmasını beklersiniz. Bu gerçekleşmiyorsa yeni insanlara, genç insanlara fırsat vermek gerekir, onların önünü açmak gerekir.
Milli Kütüphaneyle ilgili basında pek çok haber çıktı. Milli Kütüphane millî kültürün kalesidir, millî kültürün hafızasıdır. Milli Kütüphaneyi korumak sadece Kültür Bakanlığının işi değildir, bütün bir milletin sorumluluğudur, bütün bir Meclisin sorumluluğudur.
Ben burada, üzerime düşeni en büyük sorumlulukla yapmaya hazır olduğumu ve bunu devam ettireceğimi, orada envanterde olmayan eserlerin envantere geçirilmesi, korunmayan eserlerin korunması konusunda tam bir kararlılık göstereceğimi yüce Meclisin huzurunda söylüyorum ama bunun yapılması konusunda ihmali olan bürokratları görevden aldığım zaman, o zaman arkadaşlarımın buraya çıkıp da "Siz tecrübeli bürokratları görevden aldınız." diye beni eleştirmesi, Milli Kütüphanedeki o aksaklıkların devam ettirilmesine destek vermek anlamına gelir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Ben, tam tersine, Milli Kütüphaneyi millî kültürün hafızası gördüğüm için oradaki yeniden yapılandırmaya büyük bir önem veriyorum ve hepinizi, tüm milletvekillerini, oranın eski hâlini görmeye, yeni hâlini, yeni yaptıklarımızı denetlemeye -ve Millî Kütüphaneyi sık sık ziyaret ederek bizi denetlemeye- davet ediyorum.
Bu sanat kurumlarıyla ilgili ideolojik tercih meselesi, dediğim gibi, bizim gündemimizde yok ama şunun bilinmesi gerekiyor: Kamuya ait bir kaynağı kullanırken bir ölçü koymak zorundasınız ve koyulan her ölçüye de rölatif diyebilirsiniz. Her kamu parasını kullanan kurum, genel ahlak ölçüsüne dikkat etmek durumundadır. Genel ahlak ölçüsüyle -şimdi ahlak felsefesine girmeyeceğim, etik ile ahlak arasındaki farka da girmeyeceğim- ahlaki kriterlere dikkat etmekle ahlakçılık arasındaki farkı herkesin bildiğini varsayarak konuşuyorum. Bunun karşısına başka ölçüler koysanız, onlara başka eleştiriler gelecektir. Bu ilk defa bu sene konulmuş ve tiyatroya özel konulmuş da değildir. Telif haklarında bu kriter vardır, sinema alanında bu kriter vardır. Kamu parasını kullanan herhangi bir siyasetçi -burada ben olayım, başkası olsun- millete sorumluluk mevkisinde olan birisi, bu kaynakların nasıl kullanıldığı konusunda millete hesap vermek durumundadır.
Ha, onun dışında birisi bir oyun oynamak istiyor, onun dışında bir alanı tercih etmek istiyor, bu tabii ki onun takdiridir, burada oynayacaktır ama burada kamu kaynağı kullanılırken "Hiçbir kriterin olmaması" gibi bir ölçü hiçbir şekilde kabul edilemez, bu doğru da bulunmaz. Ki yürürlükte olan pek çok düzenlemede de -hem başka alanlardaki düzenlemelerde hem kültür sanat alanındaki düzenlemelerde- bunlar açık bir şekilde vardır.
Altan Bey çok önemli restorasyonlara ve bugün yürütülen çalışmalara değindi. Kendisine tek tek o konularla ilgili bilgileri göndereceğim fakat şu önemlidir: Çözüm sürecinin getirdiği noktada, Güneydoğu Anadolu'ya ve Doğu Anadolu'ya çok büyük bir ilgi vardır. Biz özellikle tur operatörleriyle konuşarak buralara dönük olarak yabancıların turistik ziyaretlerinin artması, buraya dönük yatırımların artması konusunda özel bir perspektif geliştiriyoruz. Bu bağlamda, özellikle Fırat Havzası Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi, Kuzey Van Gölü Selçuklu Turizm Merkezi, Doğu Karadeniz Projesi, Çoruh Vadisi Projesi gibi projelere fevkalade önem veriyoruz. Buraya dönük olarak tabii ki kamu kaynakları kısıtlı fakat geçenlerde bu işlerin başındaki bir şahısla konuşmamızda, kendisine bugün İngiltere'de restorasyon için ne kadara ihtiyaç duyduklarını sordum, sadece kraliyetle ilgili binalar için 50 milyon sterline ihtiyaç duyulduğu söylendi. Yani, bu, dünyanın hiçbir yerinde yetmiyor. Türkiye gibi, Anadolu gibi medeniyetler havzası olan bir ülkede de buraya ayrılacak her türlü kaynak kuşkusuz yetersiz hâle gelecektir.
Arkadaşlarımızın kalelerle ilgili, başka alanlarla ilgili burada ifade ettikleri konular var. O konularla ilgili, kalelerle ilgili ve diğer alanlarla ilgili, bunlara genel bir restorasyon projesi değil ama her birinin kendi kriteri içerisinde değerlendirildiği bir perspektifle yaklaşmaya çalışıyoruz. Önümüzdeki dönem bunların hem kültürel varlık olarak korunması ama kültürel varlık olarak korunmasının ötesinde de buraların turizm alanına açılması, insani diplomasi açısından, oradaki hareketliliğin artırılması açısından, aynı zamanda kültürel varlıkların dünyaya tanıtılması ve kıymetlendirilmesi bakımından da çok önemli olacaktır.
Bizim Bakanlık olarak fark ettiğimiz bir husus vardır, o da şudur: Doğu ve Güneydoğu Anadolu'ya bu çözüm sürecinden sonra yatırım konusunda da çok büyük bir ilgi vardır.
Bir mesele var, bu meseleye girmek istemiyordum ama maalesef, birkaç milletvekili arkadaşımız bunu aylardır dile getiriyor. Ben hakikaten bunu gündemime bile almak istemiyordum ama burada almak durumunda artık kendimi hissediyorum kayıtlara geçsin diye. Örneğin, İkinci Meclis binasında kendime makam odası yaptırdığım şeklinde ve çok sayıda makam odası kullandığım şeklinde. Değerli arkadaşlarım, yüce Meclise arz ederim ki benden önceki bakanlar hangi makam odalarını kullanıyorsa ben de onları kullanıyorum ama tam tersine, kültürel varlığımızı korumak için bir işlem yaptım ve burada tam tersi anlatılıyor. Üstelik bu, soru önergelerine konu oldu, bu kürsüde dile getirildi.
1923 yılında, biliyorsunuz, İkinci Meclis binası olarak bildiğimiz bina, Mimar Vedat Tek tarafından yapıldı, 1924-1960 yıları arasında ikinci Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak kullanıldı. Daha sonra, orası CENTO binası olarak kullanıldı. CENTO'nun lağvedilmesinden sonra Kültür Bakanlığına devredildi. Ben bakan olduğumda, bütün kurumları gezerken orayı da gezdim ve bana gösterdiler, "Burada Atatürk'ün çalışma odası var, burada Atatürk'ün kabul odası var." vesaire, vesaire ve orada Atatürk'ün Meclisi bir kapıyı açarak seyrettiği locayı gördüm. O locanın karşısında bir oda var. "Burası neydi?" dedim, dediler ki: "Burası, misafirleri geldiği zaman Atatürk buradan Meclisi gösterirdi." "Peki, burayı kim kullanıyor şu anda?" dedim, dediler ki: "Şu anda -o zamanki- Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü." Dedim ki: "Atatürk'ün kabul odasının, Cumhurbaşkanlığı kabul salonunun ve yüce Meclisin, İkinci Meclisin direkt açıldığı bir odanın herhangi bir bürokrat ya da siyasetçi tarafından makam odası olarak kullanılmasını ben kabul edemem. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Burası boşalacak, yeniden düzenlenecek ve devlet büyükleri ve yabancı ziyaretçiler İkinci Meclisi ziyaret ettiği zaman burada ağırlanacak." dedim. Şimdi oraya sekiz ay boyunca, Bakanlığım müddetince bir kere uğradım, sadece bu talimatı verdim. Bu çalışmalar bitti, çalışmanın sonucunu görmek için bile gitmeye vaktim olmadı ama şimdi, maalesef, 3-4 tane arkadaşım, benim kurtardığım bu yeri benim makam odası olarak kullandığım şeklinde suçlamada bulunuyorlar ve bununla ilgili soru önergesi veriyorlar. Sizden istirhamım şudur arkadaşlar: Herhangi bir şekilde sızdırılan bilgilerle itham etmeden önce...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ÖMER ÇELİK (Devamla) - ...bu konulardaki araştırmayı daha derinlemesine yapmanızı istirham ediyorum.
Kültür meseleleri konusunda, Türkiye'nin turizm varlıklarının gelişmesi konusunda hassasiyet gösteren yüce Meclise, bütün milletvekillerine saygılar sunuyorum, başarılı olmasını diliyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)