| Konu: | 2014 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI İLE 2012 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI NEDENİYLE |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 31 |
| Tarih: | 14.12.2013 |
BDP GRUBU ADINA EROL DORA (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, 2014 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı kapsamında İçişleri Bakanlığı bütçesi üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, İçişleri Bakanlığının görev tanımı ve çerçevesi, özetle, yurttaşların mal ve can güvenliğini sağlamak olarak belirtilmiştir. Ancak, içinde bulunduğumuz 2013 yılında yaşananlara baktığımızda, Bakanlığa bağlı kolluk kuvvetleri, ne yazık ki vatandaşın mal ve can güvenliğini tehlikeye atan tutum ve politikalar sergilemiştir. Uluslararası hukuk, meşru gösteri hakkının kullanımı konusunda devletlerin negatif yükümlülüğü bulunduğunu, üçüncü kişilere saldırı, cebir ve şiddet unsuru içermedikçe, kamu düzenini açık bir biçimde ihlal etmedikçe şiddet içermeyen barışçıl protesto ve eylemlerin devletlerce hiçbir şekilde engellenemeyeceğini, bu tür gösterilere kolluk güçleriyle doğrudan müdahale edilemeyeceğini vurgular.
2103, toplantı ve gösteri özgürlüğü açısından ihlallerin ve kısıtlamaların olağanüstü düzeylerde yaşandığı bir yıl olmuştur. Kolluk güçlerinin barışçıl gösterilerde basınçlı su, plastik mermi ve kimyasal gaz kullanarak şiddete başvurması önceki yıllara oranla büyük bir artış göstermiştir.
Değerli milletvekilleri, 2013 yılı, özellikle Gezi Parkı protestoları sürecinde yaşananlar, düşünce ve ifade özgürlüğünün, basın, örgütlenme, toplantı ve gösteri yapma özgürlükleri ile yakından ilişkili olduğunu ve birlikte değerlendirilmesi gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır. Gezi Parkı protestolarında en somut insan hakkı ihlallerinden biri, zehirli bir kimyasal olan biber gazının binlerce kişinin üzerine pervasızca atılmış olmasıdır. Türk Tabipleri Birliği raporlarına göre, kullanımının yasaklanması gereken bu kimyasalın kalp, astım ve benzer hastalığı olan insanlar üzerinde ölümcül etkisi bulunmaktadır. Ayrıca, gaza çok fazla maruz kalmak, özellikle hamile kadın ve çocuklarda, orta ve uzun dönemde, başta kanser olmak üzere benzer tahrip edici sonuçlara sebep olmaktadır.
Değerli milletvekilleri, demokratik protesto hakkının kullanılmasına yönelik polisin şiddetinin yakın tarihli bir örneği de Nusaybin-Kamışlı arasına örülmek istenen utanç duvarını protesto etmek isteyen sivil halka benzer biçimde gaz bombası atılması ve orantısız biçimde güç kullanılması olmuştur.
30 Kasım 2013 tarihi itibarıyla, Türkiye İnsan Hakları Vakfı raporuna göre, 2013 yılında eylemlere müdahaleler sonucu gözaltına alınan 6.447 kişiden 217'si tutuklanmış -toplantı ve gösterilere müdahaleler sonucu doğrudan veya dolaylı olarak ölenler 9'dur- 3.097 insan ise yaralanmıştır. Bu kapsamda 52 kişi hapis cezası alırken 28 kişi adli veya idari para cezası almıştır, 53 etkinlik ise yasaklanmıştır. Bunun yanında, örgütlenme faaliyetleri nedeniyle, önemli bir kısmı KCK soruşturması olmak üzere, 2013 yılının ilk on ayında 1.280 kişi gözaltına alınmış, bunlardan 445'i tutuklanmıştır. Bu çerçevede, Türkiye'deki toplanma ve gösteri hakkıyla, güvenlik güçlerinin müdahalesiyle ilgili yasalar ve bunların uygulanması konusunda Avrupa standartlarının gerisinde olduğu, 2013 Avrupa Birliği Türkiye İlerleme Raporu'nda da açıkça belirtilmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yine, 17 Kasım 2013 tarihinde Mardin Nusaybin'de polis harekât timi tarafından açılan ateş sonucu 3 Suriye uyruklu sivil insan hayatını kaybetmiştir. Hatay bölgesinde benzer sivil geçişler olmasına rağmen, sivillerin hedef alındığına dair hiçbir bilgi bulunmazken son iki ay içerisinde Rojava ile olan sınır hattında 4 sivil insanın öldürülmesi manidardır.
Son olarak, geçtiğimiz hafta, 5 Aralık 2013 tarihinde Hakkâri'nin Yüksekova ilçesinde basın açıklaması yapmak isteyen grubun üzerine polisin açmış olduğu ateş sonucu Mehmet Reşit İşbilir, Veysel İşbilir ve son olarak da olayda ağır yaralanan Bemal Tokçu adlı sivil vatandaşlar hayatlarını kaybetmişlerdir. Demokratik bir basın açıklaması ve sonrasında yapılan yürüyüşte, antidemokratik yöntemlerle ve ateşli silahlar kullanılarak güvenlik güçlerince müdahale yapılması kabul edilemez. Nedeni ne olursa olsun, sivil ve silahsız yurttaşların ateşli silahlarla taranmasının bir izahı olamaz. Barış ve çözüm süreci denilen bir zaman diliminde yaşanan bu olayın Hükûmetçe derhâl aydınlığa kavuşturulması ve bir daha böyle olayların yaşanmaması için en üst düzeyde tedbir alınması gereklidir.
Değerli milletvekilleri, elbette İçişleri Bakanlığına bağlı kolluk güçleri belirli bir mevzuata tabi çalışabilmektedirler. Dolayısıyla, hak ihlallerinin ortaya çıkması münferit vakalardan ziyade, bu mevzuatın kendilerine sunmuş olduğu geniş hareket alanıyla mümkün olmaktadır.
Burada yasal mevzuata ilişkin değinilecek ilk sorun, polisin silah kullanma yetkisinin genişliğiyle ilgilidir. Söz konusu yetkiyi düzenleyen başlıca kanunlar, 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'dur. Polisin silah kullanma yetkisinin genişliği, yaşam hakkı ihlali olasılığını son derece artırmaktadır, bu nedenle sınırlandırılması gereken bir yetkidir. Kaldı ki bu uygulama Birleşmiş Milletlerin 1990 yılında kabul ettiği "Kolluk Kuvvetlerinin Zor ve Silah Kullanmalarına Dair Temel Prensipler"inin 9'uncu maddesine aykırıdır.
Yasal mevzuatla ilgili ikinci önemli sorun, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu ve Çevik Kuvvet Yönetmeliği'ne ilişkindir. Yönetmelik'te polisin zor kullanma yetkisinin sınırlandırılmamış olması, sıklıkla ve kolaylıkla Kanun'a aykırı ilan edilebilen toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde polisin yüksek dozda şiddet kullanmasına açıkça imkân vermektedir.
Değerli milletvekilleri, polis teşkilatının bağımsız kurumlar yoluyla denetimi şarttır. İdare içerisinde hâlihazırda birçok insan hakları biriminin mevcut olduğu bilinmektedir ancak söz konusu birimler incelendiğinde bunların, Birleşmiş Milletler Paris İlkelerinin özellikle tam bağımsızlık koşulunu karşılamadığı görülecektir. Paris İlkelerine göre, bu tür mekanizmalar hem üyelik hem de finansman açısından tam bağımsız olmalı ve çoğulcu bir üyelik yapısına sahip olmalıdır. Bu kapsamda oluşturulan Türkiye İnsan Hakları Kurumu, Kurum üyelerinin yürütme organlarınca seçiliyor olması nedeniyle bağımsız nitelikte değildir. Zira, Avrupa Komisyonunun Türkiye 2012 İlerleme Raporu'nda da bu Kurumun bağımsızlığı açısından Birleşmiş Milletler Paris İlkeleriyle uyumlu olmadığı vurgulanmıştır.
Değerli milletvekilleri, İçişleri Bakanlığına bağlı bir birim olan Nüfus İdaresiyle ilgili bir konuya da değinmeden geçmek istemiyorum. Çoğumuzun basından takip edebildiği üzere, geçtiğimiz aylarda Ermeni bir yurttaşımızın, çocuğunu Ermeni okuluna kaydettirmek istemesi üzerine, nüfus kayıtları sisteminde, İçişleri Bakanlığının da doğruladığı üzere, azınlık yurttaşlarımıza gizli kodlar verildiği ortaya çıktı. İçişleri Bakanlığının yaptığı yazılı açıklamada, Lozan Anlaşması'nın özellikle 40, 41'inci maddelerinin uygulanması amacıyla, Millî Eğitim Bakanlığının talebi üzerine, Osmanlı Dönemi nüfus kütüklerinde yer alan milliyet ve ırk ifade eden bilgilerden yararlanarak "Azınlık vatandaşlarımızın soy durumları Millî Eğitim Bakanlığına verilmektedir." denilmiştir.
Değerli milletvekilleri, öncelikle, Lozan Anlaşması'nda gayrimüslimlere azınlık statüsü verilirken bu azınlıkların isimleri ayrı ayrı zikredilmemiştir. Dolayısıyla "1, 2, 3" şeklinde bir kodlama Lozan'a aykırıdır.
Ayrıca, nüfus kayıtlarında yer alan bu bilgilerin sadece Millî Eğitim Bakanlığı tarafından kullanıldığı bilgisi, güven verici değildir. Dolayısıyla, söz konusu yurttaşlarımızı çeşitli bakımlardan rahatsız eden bir uygulamadır.
Değerli milletvekilleri, dönem dönem yurttaşlarımıza yönelik etnik, dinsel veya siyasal kimliklerine göre fişlemeler, buna paralel engellemeler, kötü muameleler ve daha vahim antidemokratik uygulamalar yaşandı ülkemizde. Bu, zaman zaman gayrimüslimler, bazen başörtülüler, kimi zaman Kürtler, Aleviler, solcular veya ülkücüler üzerinde uygulandı. Demokrasi kültürünü içselleştirebilmek için hepimiz şunu kavramalıyız: Farklılıklarımızı fişlemek için değil ülkemizin bir zenginliği ve demokrasimizi güçlendirmek için önemli bir olgu olarak değerlendirmemiz gerektiğine inanıyoruz. Yurttaşlar arasında fişlemeye dair hiyerarşik katmanlar oluşturmak barışı ve demokrasiyi değil, kin ve nefret duygularını besleyecektir.
Sürem yetmeyeceği için bütün yazdıklarımı okuyamayacağım.
Bu vesileyle, tekrar, 2014 bütçesinin bütün ülkemize, bütün vatandaşlarımıza hayırlı olmasını diliyor, hepinizi en kalbî duygularımla selamlıyorum.
Sağ olun. (BDP sıralarından alkışlar)