GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2014 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI İLE 2012 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI NEDENİYLE
Yasama Yılı:4
Birleşim:32
Tarih:15.12.2013

MHP GRUBU ADINA ZÜHAL TOPCU (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Millî Eğitim Bakanlığı, Yükseköğretim Kurulu; Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığı ve üniversitelerin 2014 bütçesi üzerine Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Hükûmetin 2014 yılı içinde Millî Eğitim Bakanlığına ayırdığı bütçenin büyük bir bölümü -zaten sizlerin de bahsettiğiniz gibi- yaklaşık yüzde 70'i sadece personel giderleri için ayrılmıştır. Yatırıma, eğitimin geliştirilmesine ve planlanmasına yeterince kaynak ayrılmadığını hepimiz biliyoruz. Bu açıdan bakıldığında bütçenin kalan kısmıyla altyapı sorunlarını, personel ve öğretmen açıklarını çözmenin 2014 yılı için pek mümkün görünmediğini görmekteyiz. Şimdi, birçok sorunlar var biliyorsunuz. Bu sorunları çözmek bir yana, acaba eğitim sektörünün itici gücü ve lokomotifi olan öğretmenlere ödenen ve Millî Eğitim bütçesinin yüzde 70'ini oluşturan personel ödemeleri ne kadar tatminkârdır ve günümüz hayat standardını karşılamada ne kadar yeterlidir?

Şimdi, bunları biraz irdelediğimizde karşımıza gerçekten çok komik bir tablo çıkmaktadır. On bir yıllık AKP iktidarı döneminde öğretmenlik mesleği hiçbir dönemde olmadığı kadar itibar kaybetmiştir. 2002 yılında en düşük devlet memuru maaşından yüzde 100 daha fazla maaş alan öğretmen, bugün, en düşük devlet memuru maaşını almaktadır. On yıl önce lise mezunu bir polis memurundan yüzde 4 daha az maaş alan öğretmen, bugün, bu polis memurlarından yüzde 22 daha az maaş almaktadır, onu belirtmek istiyoruz. Özellikle 1930 yılında öğretmen maaşı 90 lira, 97 tane çeyrek altın alıyor; 2002 yılında bir öğretmenin maaşı 470 lira, 20 tane çeyrek altın alabiliyor; 2013 yılında 1.894 lira, 11 tane çeyrek altın alabiliyor.

Sayın Başbakanın 2014 bütçe açılış konuşmasındaki simit açılımını biz de yıllara göre öğretmen maaşları üzerinden değerlendirmek istiyoruz. Elde ettiğimiz sonuç gerçekten hazin, onu belirtmek istiyoruz. Yine, Sayın Başbakanın simit hesabı 3 öğün üzerinden 5 kişilik öğretmen ailesine uygulandığında çok komik rakamlar çıkıyor. Önce, 2002 yılında 1 simidin fiyatı 20 kuruş. Bugün, 2013'te 1 simidin fiyatı 1 lira. 1,40 olduğu da söyleniyor ama biz 1 liradan aldık. Artışa baktığımızda yüzde 400 artış olduğunu görüyoruz. Çay fiyatı 2002'de 10 kuruş, şu anda 1 lira; artış yüzde 900. Öğretmen maaşı ise 470 lira 2002 yılında, 2013 yılında 1.894 TL; artışa baktığınızda yüzde 303 artış.

Şimdi, buna baktığımızda gerçekten içler acısı. 2002'de çay ve simit parası olarak, yalnızca çay ve simitle beslenen bir ailenin bütçesinden ayırdığı pay yüzde 28 iken 2013 yılında maaşının yüzde 48'ini çay ve simide veriyor. Şimdi, bakıyoruz, Sayın Başbakan simit hesabını yaparken akşam pazarında -biliyorsunuz- elde kalan simitlerin, 3 tanesi 1 liraya verilir, acaba bunun üzerinden mi yaptı hesabını, sormak istiyoruz.

Bir ikincisi de neden sürekli özellikle asgari ücretliler ve öğretmenler simit hesabından değerlendirilir, neden et hesabından değerlendirilmez? Biz de artık bunu özellikle Sayın Başbakanın ve iktidarının takdirlerine bırakıyoruz.

Şimdi, OECD ülkelerinde 1.675 saat, Türkiye'de ise yıllık zorunlu çalışma süresi 1.816 saat olan günümüzde ve hâlâ birleştirilmiş sınıflarda 257 bin öğrenciye hocalık yapan öğretmenlerin mesleklerine yönelik görüşlerinin nasıl algılandığına baktığımızda, yine gerçekten üzücü tabloyla karşılaşıyoruz. TÜRK EĞİTİM-SEN'in yaptığı araştırmada öğretmenlerin yüzde 97'si mesleklerinin itibar kaybına uğradığını kabullenmişler; yüzde 67'si tükenmişlik sendromundan bahsediyorlar. Özellikle yüzde 80'i de ayda yarım kilo ile 2 kilogram arasında et tüketebildiklerinden bahsediyorlar. Yüzde 82'si ise hem çocuklarına hem de kendilerine ekonomik ve sosyal olarak iyi imkânları sunamadıklarından bahsediyorlar. Ve özellikle yine sinema, tiyatro, konser, sergi ve sosyal, kültürel etkinliklere öğretmenlerin yüzde 70'i "Ayırabileceğim bütçe yok." diye belirtiyor. Ve burada hemen şunu da belirtmek istiyorum: Özellikle öğrencilerin başarılarının değerlendirilmesinde hem liselere geçişte hem de üniversitelerde sosyal etkinliklerden not verilmesini değerlendirdiğimizde, aile bütçesiyle de bunun dengelenmesi gerektiğini de vurgulamak istiyoruz.

Yine, Sayın Başbakan, 2003 yılında "İstiyoruz ki benim öğretmenim, çarşıda, pazarda mendil satarak kendi maişetini temin etmesin. Öğretmenim 'Bu ay kirayı nasıl ödeyeceğim?' veya 'Bu akşam eve gıda olarak ne götüreceğim?' bunu düşünmek zorunda kalmasın; bunu gidermenin, bunu ortadan kaldırmanın çaresini bulacağız." diye söz vermişti. Ama baktık ki, Sayın Başbakan, öğretmenlerin, on bir yıllık kendi iktidarları süresince, hâlâ aynı düşünce ve kaygı içinde olduklarının acaba farkında mıdır? Öğretmenlerin en çok hakarete kendi iktidarları döneminde uğradıklarının acaba farkında mıdır, bunu sormak istiyoruz.

Bir de Sayın Başbakan, 2003 yılında öğretmenlere saat hediye etmişti. Biz, o saatlerin 2011 yılında durduğunu da burada vurgulamak istiyoruz.

Yine, önemli olan sorunlardan bir tanesi atanamayan öğretmenler. Gerçekten, atanamayan gençlerimizin sorunlarına çözüm bulunması gerekiyor. Her dalda, Sayın Bakanımız, özellikle öğretmen atamalarına yönelik projeksiyon yaptıklarını da belirtmişti ama bu projeksiyonların çok fazla işe yaramadığını da görebiliyoruz. Çünkü, yine kendilerinin belirttiği şekliyle, 127 bin ihtiyaç olduğunu vurgulamışlardı. Ama burada bir çözüm üretemediklerini de görüyoruz.

Buna rağmen, yine, kendilerinin verdikleri rakama göre 30 binden fazla ücretli öğretmenin görev yaptığını görebiliyoruz. Acaba bunların formasyonu var mı? Bunlar hangi alanda görev yapıyorlar? Eğitim gibi önemli bir konuda bunların hâlâ belirsizlik içerisinde olması Türkiye için bir utançtır diyoruz. Bunu da belirtmek istiyoruz özellikle.

Şimdi, baktığımızda, seçmeli derslere neden öğretmen bulunamıyor? Şu anda buna cevap verebilecek konumda da değil. Bunu da söylemek istiyoruz.

Ataması yapılacak branşları nasıl belirliyorsunuz Sayın Bakan, sormak istiyoruz. Branşlar için ihtiyaç analizi yapılmakta mıdır? 6.200 sınıf öğretmeni ihtiyacının yüzde kaçını alacaksınız? 5 bin edebiyat öğretmeninin yüzde kaçını alacaksınız? 9 bin zihinsel engelli öğretmeniniz var mı acaba, planlamasını yaptınız mı? 5 bin tane okul öncesi öğretmene ihtiyacınız var, bunların yüzde kaçını alacaksınız?

Bizim -özellikle vurgulamak istiyoruz- Milliyetçi Hareket Partisi olarak verdiğimiz önergeyle gündeme gelen, Peygamber Efendimiz'in hayatı ve Kur'an-ı Kerim veya din kültürü dersleri için 17 bin öğretmene ihtiyacınız var, bunları nereden karşılamayı düşünüyorsunuz? Çünkü, ilahiyat fakültelerinde formasyonu da kaldırdınız. Bunların da acilen cevaplanması gerekiyor.

Şimdi, atanamayan öğretmenlere baktığınızda, gerçekten psikolojileri de çok bozuk. 35'ten fazla genç arkadaşımızın intihar ettiğini de basından öğrendik. Bunlara da acele çözüm bulunması gerekiyor.

Rehber öğretmenlerine geldiğimizde: Özellikle 4+4+4'te rehber öğretmenlere çok daha fazla ihtiyaç olacağını biliyoruz ve bu sizin de vurgulamalarınız arasındaydı. Bakıyoruz ki 12 bin tane, şu anda -yine resmî kayıtlardan aldığımız verilere göre- rehber öğretmene ihtiyaç var ama elinizde bunları sağlayacak rehber öğretmeniniz yok. Acaba bunları felsefe veya sosyoloji mezunlarından sağlayarak bu problemi çözme... Çünkü öğrencilerin yönlendirilmesi çok önemli, meslek tercihleri önemli. Bunları neden çözüme kavuşturmak istemiyorsunuz? Dünya standardında 1 rehber öğretmene 250 öğrenci düşmesi gerekiyorken Türkiye'deki bu sayının, rehberlik ve araştırma merkezine düşen öğrenci sayısının neredeyse 7.400 olduğunu vermek istiyoruz.

Yine, aynı problemlerle karşı karşıya olan bilişim öğretmenleri var. Burada, siz, bilişim teknolojileri derslerini kaldırdınız ve aynı zamanda, formatör öğretmenliği gündeme getirdiniz. Yüz on saat ders vererek bunları o öğretmenlerin yerine istihdam ediyorsunuz. Ve özellikle "asrın projesi" diye verdiğiniz ama kimsenin detaylı bilgiye sahip olmadığı, üzerinde bir sürü uçuk kaçık rakamların dolaştığı bir garabet olan FATİH Projesi'ni gündeme getirirken siz bilişim öğretmenlerini, teknoloji öğretmenlerini yok saydınız. Bunlara da dikkatinizi çekmek istiyoruz. Ve özellikle, Allah rızası için, şu FATİH Projesi'ne yönelik olarak bizleri bilgilendirirseniz çok mutlu olacağız, onu da belirtmek istiyoruz. FATİH Projesi'nin içeriğinde 2014 yılında bunun bitmiş olacağını söylüyorsunuz ama 2014 yılı da geldi, hâlâ somut veriler elimizde yok.

Sınav sistemine geliyoruz: "TEOG" olarak adını değiştirdiğiniz ve... Sizin iktidarınız döneminde en fazla oynanan alanlardan bir tanesi de sınav sistemleri oldu. Şimdi, bunu da "temel eğitimden ortaöğretime geçiş" olarak alıyoruz. Şimdi, çocuklarımız, özellikle sınava giremeyenler, mağduriyet bildirenler dün ve bugün sınavlarına girdiler. Şimdi, buradan, sınavlardan edindiğimiz tecrübelere göre, hâlâ deneme yanılma yöntemleriyle mi siz bu sınavları götürüyorsunuz? Bizim endişelerimiz var. Şimdi, bu sınavların seçici olmadığı ve bu yaptığınız ilk TEOG sınavında 3 tane sorunun yanlış sorulduğu ve soruların seçici olmaktan uzak olduğu -özellikle basına yansıyan- uzmanların verileri arasındaydı. Şimdi, sınava 1 milyon 300 bin öğrenci giriyor. Bu öğrencilerin yarıştıkları okul kontenjanlarına baktığınızda, bunu, 300 bin olarak diyebilirsiniz, 400 bin deyin, neyse, artırabilirsiniz ama acaba bütün öğrencilerin veya yarısının tam puan aldığını düşündüğünüzde bu yerleştirmeleri nasıl yapacaksınız? Yarın, büyük bir problem alanı olarak tekrar karşınıza çıkacaktır. Bu sınavların geçerlilik ve güvenirliğini nasıl sağlayacaksınız? Şu anda bir öğretmenimizin gönderdiği bilgiye göre de bu sınav soru kitapçıklarından bir tanesi çalınmış, "Akıbeti ne?" diye soruyorlar, onun da bilgisini almak istiyoruz.

Şimdi, özellikle Sayın Bakanın bir açıklaması vardı; bazı hocalar not konusunda cimri, bazıları bonkör diye. Özellikle bu değerlendirmelerde notların geçerliliği ve güvenirliğini nasıl sağlayacaksınız? Bunu denetlemeyi nasıl yapacaksınız? Özel okullar ve devlet okulları arasındaki not farkını nasıl ayarlayacaksınız? Bir de bugün telafi sınavlarına giren öğrenciler eğer daha başarılı olurlar ise ikinci dönemde telafi sınavına girecek öğrencilerin sayısının artmasını nasıl önleyeceksiniz?

PISA sınavlarından bahsetmek istemiyorum, zaten çok bahsedildi ve son iki haftadır da gündemde.

Yine, önemli sorun alanlarından bir tanesi, açık liseler. Özellikle zamanını eğitimde, formel eğitim düzeyinde yaş sınırını geçmiş olanların açık liseleri kullandığı bir gerçek, bunu biliyoruz ama son elde ettiğimiz, özelikle açık lisenin kendi web sayfasından elde ettiğimiz verilere göre, şu anda açık lisede eğitim gören öğrenci sayısı 1 milyona yaklaşmış durumda. Şimdi, bu açıdan bakıldığında olaylara, normalde, aslında okullara devam eden öğrenciler her gün okullara gittiği hâlde derslerini toparlayamıyorlar ve tam öğrenmeyi gerçekleştiremiyorlar. Acaba açık lisede alacakları yirmi saatlik derslerle bu öğrenmeyi nasıl gerçekleştirecekler ve çağı yakalayan 2023 Türkiye'sine nasıl ulaşacaklar? Şu anda dershanelere gidiyor büyük bir çoğunluğu, acaba dershaneler kapandığında nasıl bir tabloyla karşı karşıya kalacaksınız? Ki bir de 15, 16, 17 yaşındaki gelişim döneminde olan gençlerin eğitim ihtiyaçları açık liselerde nasıl karşılanacak? Bunları da lütfen düşünce alanınıza almanızı belirtiyoruz.

BEDRETTİN YILDIRIM (Bursa) - Dershane...

ZÜHAL TOPCU (Devamla) - Dershane konusuna da -çok tartışıldı- girmek istemiyoruz. Nasıl olsa ileride bu da gündeme gelecek. Onun için bu konuyu da geçmek istiyoruz.

Bu yıl da biliyorsunuz üniversitelerde boş kontenjanlar kaldı, 118 bin boş kontenjan kaldı, geçen yıl da bu şekilde olmuştu. O zaman oturup düşünmeniz lazım. "Acaba her ile bir üniversite açıyoruz ama neden bu üniversitelerde bu kontenjanlar boş kalıyor?" diye bunu düşünürseniz, belki projeksiyonlarınızda daha olumlu veriler elde edebilirsiniz.

Yine, bugün veya dün basından elde ettiğimiz verileri paylaşmak istiyorum: Her ile bir üniversite açıldı ve biraz önce konuşan Sayın Mehmet Sağlam'ın sözüyle de bunu pekiştirmek istiyorum: "Çadırda da eğitim yapsanız, eğer kaliteli hocalardan eğitim alıyorsanız o eğitimden korkmayınız." diye. Biz de aynı şeyi söylüyoruz, eğitim kalitesi çok önemli. Basında yer alan bir haber, doğruluğunu Sayın Bakandan teyit etmek istiyoruz veya YÖK Başkanımızdan: Tunceli Üniversitesinde Hemşirelik Meslek Yüksekokulunda derslere veteriner hekimler giriyormuş, anatomi derslerine. Biz de bunu basından aldık, lütfen, bunların doğruluğunu teyit etmek istiyoruz. Üniversiteler açılıyor ama kütüphaneleri yeterli mi, gerekli iletişim ağları var mı, akademik kadrosu var mı? Bunlara dikkat edilmesi gerekiyor, bunları da vermek istiyoruz.

Meslek liselerinde yine aynı sorunlar devam ediyor. Birinci sınava giren, meslek lisesini bitiren birinci sınava giren öğrencilerin yalnızca yüzde 27'si ikinci sınava girme hakkını elde ettiler yani barajı geçtiler. Bu çocuklara yalnızca iki yıllık meslek yüksekokullarını reva görüyorsunuz. Bunların da yeniden acilen planlanması lazım. Bu çocukların, özellikle hem ara kademe insan gücünü kaliteli hâle getirmek ve bunların üniversitede çeşitli alanlara... Katsayı kaldırıldı ama bu çocukların önü hâlâ tıkalı ve bu çocukların önlerinin açılabilmesi için bu mesleki ve teknik eğitimin tekrar göz önünde bulundurulması gerekiyor.

Üniversitelere geldiğimizde, üniversitelerin birçok sorunu var; özellikle maaş ve özlük sorunları, YÖK'ün merkeziyetçi yapısı, insan kaynaklarını değerlendirme, bir sürü şeyler var burada. Bunları da hızlı geçmek istiyoruz.

Özellikle, üniversitelerde araştırma görevlileri 2547 sayılı Kanun'a göre üç değişik maddeyle alınıyor; 33, 35 ve 50/d maddeleriyle. Bunlardan bazıları doktoralarını bitirdikten sonra üniversitelerin kapılarının önüne konuyor. Bu çocuklardan faydalanmak lazım, bu çocukları herhangi bir üniversitede değerlendirmek gerekiyor doktora çalışmalarını yaptıktan sonra, doktoralarını bitirdikten sonra kapı önlerine konmaması için. Ve bu üç ayrı maddeden alınan araştırma görevlilerinin tekrar tek madde başlığı altında birleştirilmelerini de belirtmek istiyoruz.

Üniversite öğretim elemanlarının maaşlarına geldiğimizde, artık bunların yoksulluk ve açlık sınırında olduğunu belirtmek istiyoruz. Özellikle öğretmenlerin ve üniversite elemanlarının maaşları bu derecede ve ihtiyaçlarını karşılar düzeyde değil. Bundan otuz yıl önce araştırma görevlilerinin maaşı mühendis maaşından yüzde 38 daha yüksekti ama şu anda baktığımızda, bunun çok daha altında kaldığını görebiliyoruz. 2002 yılında 1.500 TL maaş alan bir profesörün maaşı on bir yıl sonra 2,6 kat artmış ama hâkimin maaşının, avukatın maaşının çok daha fazla miktarlarda arttığını görebiliyoruz.

2003 yılında, Sayın Başbakan, benim de öğretim üyesi olarak çalıştığım Gazi Üniversitesine gelmişti. Orada yaptığı bir konuşmada, özellikle öğretim elemanlarının özlük haklarıyla ilgili olarak "Geçim sıkıntısı içinde olduğunuzu, bilimsel yayınları izlemekte zorlandığınızı biliyorum. Bu ülkenin aydınlık beyinleri olarak size özveri yakışır ancak marifet her zaman iltifata tabidir. İnşallah, bu iltifatı biz hocalarımızdan eksik etmeyeceğiz." demişti.

BEDRETTİN YILDIRIM (Bursa) - Hocalarımızı seviyoruz biz.

ZÜHAL TOPCU (Devamla) - Biz de seviyoruz.

Ben o zaman umutlanmadım çünkü güvenmemiştik zaten ama birçok hocamız umutlanmıştı. Ama, o hocalarımızın artık AKP iktidarına karşı umutlarını yitirdiğini de söylemek istiyoruz, burada belirtelim.

YÖK'ün getirdiği ve dayattığı sistem, ideolojik, merkeziyetçi, dayatmacı ve otoriter bir sistemdir ve bunun böyle olduğunu son uygulamalarından da görebiliyoruz. Üniversite öğrenci konseyi seçimlerinde sürekli olarak bir erteleme içerisine giriyor burada. Neden hâlâ öğrenci konsey seçimlerine bir tarih verilmedi? Demokrasiden bu kadar mı korkuyorsunuz? Bunu belirtmek istiyoruz. Üniversitelerin, öğretim üyelerinin sorunlarını çözdünüz de öğrenci konseyleri mi kaldı? Laboratuvar, kütüphane, altyapı sorunlarını çözdünüz, öğrenci konseyinin sorunları mı kaldı? Kalite sorununu çözdünüz, bunlar mı kaldı? Bunları, artık, gerçekten uğraşmanız gereken alanları biliniz ve ona göre davranınız.

Şimdi, son olarak, Millî Eğitim Bakanlığına baktığımızda, Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde yapılan değişikliklerin hızına yetişemiyoruz. Merkez teşkilatında üst düzey atamalarda kaç kişi kurum içi, kaç kişi kurum dışından atanmıştır? Bunları öğrenmek istiyoruz. Acaba Millî Eğitim Bakanlığı 800 bin öğretmen kadrosuna güvenmiyor mu da sürekli Millî Eğitimin dışından yönetici atanıyor? Millî Eğitimdeki, illerdeki sorumlu olan il millî eğitim müdürlerinin neredeyse 54 tanesi vekâleten görev yapıyor. Bunlar da, vekâleten görev yapan 54 tanesi de özellikle parti teşkilatları ve yandaş sendika tarafından sürekli taciz ediliyor işlemlerinin yapılması için ve bunların boyunları bükük. Bir an önce bunların atanmasını talep ediyoruz.

Yine, okula gönderilen ödenekler yetersiz, bunları bildirmek istiyoruz. Su ve doğal gaz kartla yapılıyor, bunlar bittiğinde ödenecek paraları yok, müdürlerin nereden temin ettiğini lütfen sorun.

Ve TÜBİTAK'taki müfredat çalışmaları nasıl gidiyor? Bu konular hakkında güzel duyumlarımız yok. Bu da elinizde patlayacak, bunu vermek istiyoruz.

Bu gençlerin vebali altındasınız, annelerin yüreklerinin vebali altındasınız, akademisyenlerin vebali altındasınız, öğretmenlerin vebali altındasınız. Eğitimi siyaset malzemesi olarak görmekten vazgeçin; kendi çocuğunuza, kendinize yapılmasını istemediğiniz uygulamaları lütfen eğitim camiasına da yapmayınız.

Teşekkür ediyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)