| Konu: | 2014 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI İLE 2012 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI NEDENİYLE |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 33 |
| Tarih: | 16.12.2013 |
MHP GRUBU ADINA ALİ ÖZ (Mersin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2014 yılı Sağlık Bakanlığı ve bağlı kuruluşları bütçe görüşmeleri üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Ekranları başında bizi izleyen aziz milletimizi, tüm sağlık çalışanlarını ve yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.
Değerli milletvekillerim, Türkiye'nin 2013 yılı itibarıyla Birleşmiş Milletler İnsani Gelişme Endeksi sıralamasında 187 ülke içinde 90'ıncı sırada olmasının temel nedenlerinden biri sağlık alanındaki tablodur. Zira, kişi başına gelir açısından baktığınızda 59'uncu sıradayken eğitim ve sağlık göstergelerini eklediğimizde 90'ıncı sıraya düşüyoruz ve OECD Sağlık 2013 Raporu'na göre Türkiye'de sağlık harcamalarının gayrisafi millî hasılaya oranı yüzde 6,1 iken OECD ortalaması yüzde 9,3'tür. Kişi başı sağlık harcamasında, ne yazık ki, OECD'nin en sonuncu ülkesiyiz.
Türkiye'deki hekim sayısındaki açığın yanı sıra hekim dağılımındaki adaletsizlik de ayrı bir sorundur. Bugün, Anadolu'da, temel branşlarda bile hekim bulma zorluğu vardır. Bu durum, yeni bir planlama yapılmasını gerektirmektedir. Keza, sağlık personelinde de durum bundan farklı değildir. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, toplam sağlık harcaması 2012 yılında 76 milyar 358 milyon lira olarak gerçekleşmiş ve bu verilere göre kişi başı sağlık harcaması 2012 yılında 1.020 liradır. Kişi başı sağlık harcamasının 2009'dan 2012'ye kadar yüzde 27 arttığını görüyoruz. Genel devlet sağlık harcamasının toplam sağlık harcamasına oranı 2009'da yüzde 81 iken 2012'de bu rakam yüzde 76,8'e düşmüştür. Kamu harcamalarındaki bu düşüş vatandaşlarımızın harcamalarıyla giderilmiştir. Hanehalkı sağlık harcamasının toplam sağlık harcamalarına oranı 2009'da yüzde 14 iken 2012'de yüzde 15,4 olmuştur. Sağlık harcamasının millî gelire oranı da düşmeye devam etmektedir.
İktidar, cepten yapılan sağlık harcamalarında azalma olduğunu ifade ederken, son on bir yıl içerisinde çok değişik kalemlerde yeni yükler geldiğini hepimiz biliyoruz. Bu yük, kıt kanaat geçinen insanlar için yeni bir çile kapısı olmuştur. "Doktorun elini vatandaşın cebinden çekeceğiz." derken o cebe kendi elinizi soktuğunuz uygulamanızla ortaya çıkmıştır.
İktidar olarak bir yandan "Sağlıkta hizmette sınır yok." diyorsunuz "Hekimini seçebilirsin." diyorsunuz; öte yandan, vatandaşın her adımından da para alıyorsunuz "Paran varsa hastaneye gidersin." diyorsunuz. Sağlıkta dönüşüm kandırmacası, 11 çeşit katılım payı alınmasıyla açıkça görülmektedir. Bu ücretler: İlaç katılım payı, muayene katılım payı, reçete ücreti, eş değer ilaç fiyat farkı, kutu başına ilave 1 TL, özel hastane fark ücreti, tetkik fark ücreti, erken muayene fark ücreti, öncelikli tetkik ücreti, istisnai sağlık hizmeti, telefonla randevu parası.
Kamu-özel ortaklığıyla yapılacak kampüs hastaneleri, devletin kendi evinde kiracı olmasını, sağlığı sermaye sahiplerinin kiralamasını ve emeği ucuzlatmaya yönelik modeli dayatmaktadır. Sağlıkta Dönüşüm Programı'nızın finali bu olsa gerektir. Külfet ve zahmet devlet ve millete, nimet ise küresel sermayeye aktarılmıştır. Sağlığın adım adım özelleştiğini milletimiz de artık anlamış durumdadır. 2003'te 1 kişi yılda 1,8 kez hekime başvururken bu rakam 2012'de 8,9'a yükselmiştir. Bu da sağlıkla ilgili ciddi sorulara işaret etmektedir. Bu artış rakamsal olarak mutluluk verebilir ancak kalite noktasında sorgulanmayı gerektirir. Siz, vatandaşlarımıza "Özel hastaneler bedava, önceden özel hastanelerin önünden bile geçemiyordunuz, şimdi hiç fark ödemeden tedavi olabiliyorsunuz." diyordunuz. Bu masal artık tamamen sona ermiştir. Bize göre bu masal 2008'de bitmişti. 2008'de yüzde 30 fark ücreti geldi, 2009'da yüzde 70'e, 2012'de yüzde 90'a, son olarak da yüzde 200'e kadar fark ücreti alınması kararlaştırıldı ve bununla sigortalılar, emekli, dul ve yetimlerin büyük çoğunluğu özel hastane hizmetlerinden yararlanamayacak duruma geldiler. Özel hastane sayısının 2014'te 463'ten 515'e çıkarılacağı belirtilmiştir; bu, düşündürücüdür. Son beş yılda özel hastanelere vatandaşlarımızın ödediği fark ücretinde artış yüzde 700'ü bulmuştur. Hükûmet olarak özel hastanelere doktor bulma işinde Tam Gün Yasası'nı delerek kiralık profesör dönemini de başlattınız.
Değerli milletvekilleri, Sağlık Bakanlığının 2014 yılı bütçesine bakıldığında, bütçenin ağırlıklı olarak personel giderlerini gösterdiği ve yatırıma pay ayrılmadığı görülüyor. Bunun anlamı, sağlık hizmetlerinin piyasa şartlarına terk edilmesidir. Sağlık harcamalarındaki artış, gerçekten bu artışa paralel kaliteli bir sağlık hizmeti sunulmasına vesile olmamıştır. Sağlık Bakanlığı yetkilileri, sağlıkta kuyrukların kaldırıldığını, sıra beklenilmediğini, rahatça muayene olunabildiğini belirtseler de bu bir aldatmacadır.
Hekimlik mesleğinin esasını oluşturan "Hastalık yoktur, hasta vardır." ilkesinin hayata geçirilmesi performans sistemiyle yok olmuş, çok sayıda gereksiz tetkik yapılmasının önü açılmış ve bu da sağlık harcamalarının amaca uygun olmayan artışına sebep olmuştur.
Sağlık Bakanlığının poliklinik ve yatak sayısını artırmak için plansız yapılanmaya müsaade etmesi, kaynakların doğru kullanılmadığının da bir işaretidir. Hastalar, düne göre modern binalarla tanışmış ancak güler yüzle karşılayamayan hekimlerle muhatap olmak zorunda bırakılmıştır. Sevginin, güler yüzün unutulduğu bir ortamda verimli bir sağlık hizmeti sunmak mümkün değildir. Hastayı müşteri gibi gören bir anlayış, kimseye fayda sağlamayacaktır. Aslında sağlık çalışanlarının memnuniyetini esas alan bir hizmet sunumu modernleşen yapıyla birleştirilemediğinden bunca yatırımın karşılığı kalite olarak dönmemiştir.
Sağlıkta Dönüşüm Programı, sağlığın artan oranda ticarileşmesinin önünü açmış, küresel sermayeye ciddi bir alan yaratmıştır. Sağlık politikalarında en çok paranın konuşulur hâle gelmesi, devletin anayasal görevini ihmal ettiği anlamına gelmektedir.
Ne zaman hekimlerin özlük haklarında iyileşmeden söz edilecek olsa iktidarca devletin bütçesinin bu yükü kaldıramayacağı gibi garip bir defans uygulanmaktadır. Oysa emekli uzman hekimlerin aldıkları maaşlarla hayat standartlarını devam ettirmekte ne kadar zorlandıklarını hepimiz biliyoruz. Başta hekimler olmak üzere, sağlık çalışanlarının devletten beklentileri hep boşa çıkmıştır. Zor şartlar altında eğitim alarak yetişen fakat hak ettiği karşılığı maalesef göremeyen, son yıllarda da saygınlığı gittikçe azalan sağlık ordusunun özlük haklarının iyileştirilmesi için gereken adımlar maalesef atılmamıştır. Tüm sağlık çalışanlarının en büyük korku ve endişesi emekli olmaktır. Bu durumun on bir yıllık Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında düzeltilememesinin kabul edilebilir hiçbir mazereti yoktur. Döner sermaye gelirlerinin emekliliğe tam olarak yansıması sağlanmalıdır. Kamuda hizmet sunmaya çalışan doktorlara zorlamayla görev yaptırmak dünyanın hiçbir ülkesinde yoktur. Tıp fakültesi gibi zor şartlarda bitirilen fakülteden sonra 3 defasında mecburi hizmet yükümlülüğü hâline gelmek vicdani ve hukuki de değildir. Son tasarıyla, yurt dışından gelecek olanlara mecburi hizmet uygulamasını kaldırmak da adil ve vicdani bir uygulama değildir.
Sağlık sisteminde kurulan çok başlı bir yönetim anlayışı yetki kargaşası yaratmıştır. Bu yeni kurulan yapı birilerine yol açmış, imtiyazlı ve yandaş bir kadrolaşmanın önünü açmıştır. Siyaset, sağlığın âdeta iliklerine kadar monte edilmiş, liyakat ortadan kaldırılmıştır. Mutlu bir zümre yaratılmıştır. Sağlık çalışanları arasında barış bozulmuş, amirlere yakın olma yarışı başlamış, yandaş sendikaya üye olma gayreti içine girilmiştir. Verim azalmıştır, kurum içi mobbing tetiklenmiş, tedirginlikler ve gelecek kaygısı daha da derinleşmiştir.
Sağlık Bakanlığınca denetim ve teftiş, bütçede Sayıştay raporunun Meclise getirilmediği gibi ortadan kaldırılmış; 5 başkan, 5 bina, 5 ayrı yapı kurularak personel sayısı artırılmış, devletin parası çarçur edilmiş, sonuçta düne göre başarılı bir denetleme mekanizması kurulamamıştır. Kurulan yeni yapılara yapılan atamalarsa kamuoyunda hep şüpheyle bakışlara vesile olmuştur.
Tam Gün Yasası, Milliyetçi Hareket Partisinin de destek olduğu bir uygulama olmakla beraber ruhunu uygun şekilde düzenlememiş, yaptığınız düzenlemelerle eşitler arasında ayrımcılık yaratan bir model hâline getirmişsiniz. Akademik dünyada, bu uygulamanızla yeni sorunları başlattınız. Bu düzenleme, sağlıkta eşit hizmet almayı ortadan kaldırmış, "paran kadar sağlık hizmeti alırsın" anlayışını yerleştirmiştir.
Aile hekimliği uygulamasına Türkiye, sağlık sisteminde yeni bir model olarak geçmiş ancak aile hekimine başta verilen sözler tutulmamış, her geçen gün iş yükleri artırılmış, son olarak da Avrupa ülkelerinin hiçbirinde olmayan nöbet sistemi de aile hekimlerinin görevleri arasına yerleştirilmiştir.
Toplum sağlığı merkezinde aile hekimlerinin yanında sözleşmeli olarak çalışan yardımcı sağlık personelinin iş güvencesi mutlaka sağlanmalıdır.
Nöbet ücretlerinin yoğun bakım, acil servis ve 112 acil sağlık hizmetlerinde artırılması olumludur ancak kapsamı genişletilerek tüm sağlık çalışanlarını içine almalıdır.
Sağlık çalışanlarının hak ettikleri fiilî hizmet zammı uygulaması mutlaka hayata geçirilmelidir.
Sağlıkta taşeron işçi sayısının arttırılmasına bir an önce çözüm bulunmalıdır. 2002'de 11 bin olan taşeron işçi sayısı 2013'te, sağlıkta, 160 binlere ulaşmıştır. Sağlık hizmetlerinin taşeron eliyle yürütülmesi, her şeyden önce toplum sağlığı açısından büyük riskler taşımaktadır. Taşeron işçileri iş güvencesi olmadan, izin hakkı ve fazla mesai verilmeden günde on iki saati bulan sürelerde köle gibi çalıştırılmaktadır. İşten atılmak korkusunu sürekli yaşayan, maaşları zamanında ödenmeyen, hizmetin önemli bir bölümünü yürüten bu işçiler de bir an önce sorunlarından kurtulmalı ve sadece seçimden seçime inandırıcı olmayan vaatlerle aldatılmamalıdır. Bir gün kadro sözü verilip diğer gün "Sizin yerinize çalışacak çok insan var." diyerek onurları ve kişilik hakları zedelenmemelidir.
Değerli milletvekilleri, sağlıkta tasarruf önlemleri politikanıza da kısaca değinmek istiyorum. Bir yandan ilaç fiyatları baskılanırken diğer yandan özel hastaneler yoluyla sağlık harcamalarında gerçekleşen artış gözlerden kaçırılmaktadır. Ülkemizde sağlık hizmetleri içerisinde özel sektör payı yüzde 6'dan yüzde 30'lara çıkmıştır. Bugün ülkemizde, yanlış politikalar sonucunda, ilaç alanında âdeta bir kriz vardır. Fiyat baskılama yöntemleri piyasada ilaçların bulunmaması anlamına gelmekte ve bugün ülkemizde çok sayıda ilaç piyasada bulunamamaktadır. İlaç firmalarının ilaçları üretememe ya da ithalatını durdurması nedeniyle vatandaşlarımız karaborsadan ilaç temin eder duruma gelmiştir. İlaçta KDV oranı mutlaka yüzde 1 oranına geriletilmeli ve düşürülmelidir. Yerli ilaç sektörü desteklenmelidir. Serbest eczacılar, gün geçtikçe, zor şartlarda kamuya hizmet vermeye devam etmektedir. Fiyat değişikliğinden doğan eczacı stok zararlarının bir an önce karşılanması gerekmektedir. Bu zararın sorumlusu, hiçbir zaman, halkın âdeta psikolojik danışmanlığını yapan eczacılar olarak görülmemelidir.
Öte yandan, sağlıkta şiddet sorunu hâlâ çözülememiştir. Şiddetin artık şekli de değişmiştir. Dün sadece sözlü, fiilî olarak yapılan saldırılara artık bıçaklı ve silahlı saldırılar da ilave olmuş, Türkiye Büyük Millet Meclisince sağlıktaki şiddet konusunda kurulan araştırma komisyonunun almış olduğu tedbirler yerine getirilmemiş, şiddete gereken duyarlılık gösterilmemiştir. Şiddeti önleme komisyonunun hazırladığı raporda yer alan 66 çözüm önerisi de mutlaka hayata geçirilmelidir diyor, bu düşüncelerle yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)