GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2014 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI İLE 2012 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI NEDENİYLE
Yasama Yılı:4
Birleşim:33
Tarih:16.12.2013

BDP GRUBU ADINA HALİL AKSOY (Ağrı) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı 2014 yılı bütçesi üzerine söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Tarım, Türkiye için sosyal, ekonomik ve politik bakımdan son derece önemli bir sektördür; ulusal gelire göre yüzde 9, istihdama göre yüzde 25 katkı sunan, kırsal alanın hemen hemen tek ekonomik kaynağı olan, doyuran ve barındıran bir sektördür. Son on yılda Türkiye nüfusu yaklaşık 8 milyon artarken, tarım alanları, maalesef dramatik bir şekilde azalmış, bitkisel ürünlerin çoğunda üretim ya gerilemiş ya da artmamıştır. Türkiye'de istihdamın yaklaşık olarak yüzde 25'i tarım sektöründe çalışan insanlardan oluşuyor yani 4 çalışandan 1'i tarımda çalışmaktadır. Bu çok önemli bir rakamdır. Amerika Birleşik Devletleri'nde bu oran yüzde 1,6; Avrupa Birliği ülkelerinde yüzde 3,6; OECD ülkelerinde ise yüzde 5,1; Türkiye'de ise yüzde 25.

2000 yılında tarımın istihdamdaki payı yüzde 36 iken 2013'te yüzde 25'e düşmüştür. Yani 1,7 milyon çiftçi tarımdan kopmuş, uzaklaşmıştır. Bu düşüşün nedeni modern tarıma girildiği ya da sanayi ülkesi hâline gelindiği için değil, çiftçi ezildiği ve borç batağında boğulduğu için üretimden vazgeçmiştir. Türkiye, tarımda kendi kendine yeten bir ülke durumundan ne yazık ki son on yılda net bir şekilde ithalatçı konumuna gelmiştir.

Değerli milletvekilleri, hükûmetler, tarımda düzenleyicilik yapan kurumları özelleştirerek ortadan kaldırdı. Kamunun düzenleyicilikten çekilmediği ürünlerde ise var olan düzenleyici kurumlar, piyasayı düzenleyebilme olanakları kısıtlanarak etkisizleştirildi. Üretim girdileri temini ve pazarlamasını özel sektör tamamen ele geçirdi. Girdi fiyatlarını istedikleri oranda artırıyorlar veya azaltıyorlar. Ürün fiyatlarını, üreten çiftçiler değil, ürün alımını yapan özel sektör tek başına belirliyor. Yani üretim girdilerinin belirlenmesinde çiftçilerin bir rolü yok, çiftçiler üretim girdilerini alırken pazarlık yapma olanağına da sahip değiller. 2013 yılı için Hükûmet, Anadolu kırmızı sert ekmeklik buğday fiyatının tonunu 720 lira olarak belirlemişti. Bu belirlemeyle 2012 yılana göre buğday alım fiyatlarında yüzde 8,27 civarında artış yapılmış oluyor. Üretim girdileri ise 2012-2013 sezonunda yüzde 15 ile 30 arasında arttı.

Sayın Bakan, siz, açıklamalarınızda, enflasyon oranında artış olduğunu söylediniz fakat buğdayın fiyatı, piyasada, Bakanlığın açıkladığı gibi de gerçekleşmedi. Piyasada buğdayın yüzde 85'ine yakını kilosu 50-55 kuruşa yani yemlik fiyatına ancak alıcı buldu. Bekletme gücüne sahip olanlar ise bir iki ay sonra aynı kalite buğdayı 80-85 kuruştan sattı. Fiyatın düşmesini ancak Toprak Mahsulleri Ofisinin piyasaya girmesi ve açıklanan fiyat üzerinden alım yapması engelleyebilirdi. Ancak, Toprak Mahsulleri Ofisi piyasaya yeterince girmedi, açıkladığı fiyatın arkasında durmadı, çiftçileri tüccarlara yem etti.

1970'li yıllarda 1 kilogram buğday ile 2 litre mazot alınabiliyordu. 2002 yılında 3,5 kilo buğdayla 1 litre mazot alınabiliyordu. Şimdilerde ise 1 litre mazot alabilmek için 8 kilogram buğday satmak gerekiyor.

Son on yıldır buğday ve mısır ithalatına para ödenmektedir. 21 milyon ton buğday ithalatı yapıldı, karşılığında 6 milyar dolar para ödendi.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; mısırda, 8 milyon ton ithalatın karşılığında 1,7 milyar dolar ödenmiş. Pamukta yıllık ithalat 1,5 milyar doları aştı. Yağlı tohum türevlerinde yıllık ithalat 2,5 milyar doları buldu ve bunların hemen tamamına yakını da GDO'ludur.

TEKEL destekleme alımından çekildikten sonra üretim koşulları ve tütün fiyatının belirleyiciliği tek başına çok uluslu tütün şirketlerine geçti. Ancak şirketlerle sözleşme yapabilen çiftçiler tütün üretimi yapabiliyorlar. Sözleşmeli üreticilikle, çiftçiler, şirketler tarafından sömürülüyor, üretim girdileri her yıl artıyor, tütün fiyatları girdi artış oranı seviyesinde gerçekleşmiyor, çiftçilerin emeği tütün ve girdi sağlayıcı şirketler tarafından böylelikle çalınmış oluyor.

Şeker pancarındaysa 22 milyon ton olan üretim, 16 milyon tona düştü. Şeker pancarı birim fiyatı son on yıldır değişmiyor, üreticiler kan ağlıyor. Muş, Ağrı, Bingöl, Bitlis, Erzurum, Iğdır vesaire gibi yerlerde hâlâ pancarın kilosu 150-160 kuruştan alınıyor.

Yine, pancar piyasasında önemli bir şeyin altını çizmek istiyorum. Orada çalışan geçici işçilerin sorunları oldukça büyük, hâlâ çözülmemiş, yıllardır çözülmemiş. Sözleşme gereği yılda sadece yüz yirmi gün çalışma hakkı bulunan bu işçiler ailelerini geçindirmekte zorluk çekiyorlar ve mağdurdurlar. Bu işçiler İŞKUR'a başvurduklarında da "Sizler geçici işçisiniz, iş akdiniz askıya alınmış, işten çıkarılmamışsınız, doğal olarak size işsiz muamelesi yapamayız." diyorlar. Yılın sekiz ayında işsiz güçsüz bir şekilde geçinmeye çalışan bu işçilere kadro verilmesi ya da kamuda başka görevler verilmesi gerekir. Bu işçilerin feryadını, Sayın Bakan, lütfen duyun.

Değerli milletvekilleri, eldeki verilere göre tarımda ortalama işletme büyüklüğü Türkiye'de 6 hektardır. Aynı rakamın AB ortalaması 27, İngiltere'de 54, Fransa'da 52, Almanya'da 46, İspanya'da 24, Amerika Birleşik Devletleri'nde ise 181 hektardır. Buna, Türkiye'deki işletmelerin sahip olduğu arazinin çok parçalı yapısı da eklendiğinde nasıl bir faciayla karşı karşıya olduğumuz görülüyor. Sadece parçalanmadan kaynaklanan kayıp arazi miktarı 2 milyon hektardır. Sınır kaybı, ulaşım zorluğu, mekanizasyon maliyeti ve verim kayıpları dikkate alındığında, çok parçalı araziler ve arazi parçalanması nedeniyle Türkiye'nin bir yılda uğradığı zarar yaklaşık 8 milyar TL'dir. Bu anlamda toplulaştırma çalışmalarına mutlaka hız verilmelidir.

Yine, toprak tarım reformu kapsamında arazileri kamulaştırılan, ancak kamulaştırma bedelleri hâlâ ödenmeyen hak sahiplerinin arazileriyle ilgili mağduriyet bir an önce giderilmelidir.

Yine söylemek gerekiyor Sayın Bakanıma: Harran'daki hak sahiplerinin feryatlarını duymalısınız Sayın Bakan. Zira, bu konuda yasal düzenleme yapılmış olmasına karşın uygulamada hâlâ ciddi sorunlar devam etmektedir.

Değerli milletvekilleri tarımda olduğu gibi hayvancılıkta da iç açıcı bir tablodan söz etmek mümkün değil. Hayvancılığa oldukça elverişli bir ülke olmasına rağmen ülkemiz, canlı hayvan üretiminde de "ihracatçı" konumundan "ithal eden ülke" durumuna gelmiştir.

Uzun yıllardan bu yana hayvan sayımız azalıyor, arzulanan seviyede bir türlü gerçekleşmiyor. Türkiye, 2011 yılında ilk kez kurbanlık için canlı hayvan satın aldı, ithal etti. Kurbanlıktan sonra, 2012 yılında yurt dışından bu kez de saman alınmaya başlandı ama Hükûmet, hâlâ hayvancılıkla ilgili ciddi çözümlere yönelmiyor, günü kurtarmaya bakıyor. Piyasaya ithalatla kontrol politikası uygulanmaktadır, bu da hayvan yetiştiricilerimizi caydırmaktadır. Hayvancılık sektöründe üretim girdisi ve pazarlama piyasasını düzenleyen kurumlar 1993, 1994, 1995 yıllarında özelleştirildi, serbest piyasaya geçildi. Serbest piyasaya hâkim olan şirketlerin zarar ettirici politikaları nedeniyle hayvan yetiştiricilerinin çoğu hayvancılığı bırakmak zorunda kaldılar. Hükûmetler, üretimi arttırıcı politikalar yerine ithalatla hayvancılığı terbiye etme yolunu seçmişlerdir. İthalatla terbiye etme politikaları, ülkeyi hayvansal ürünler konusunda büsbütün ithalatçı durumuna getirmiştir. İkinci plana itilmişlerdir üreticilerimiz. Üretim, tüketimi karşılayamaz duruma gelmiştir. Karşılanamayan et ihtiyacı ithalatı karşılanma yoluna gidilmiş, fiyatlar ithalatla kontrol edilmeye başlanmıştır. İthalatla piyasa kontrolüne örnek: 2011 yılı içerisinde 116.136 ton karkas sığır eti ithal edildi. Yurt dışından 126.873 baş canlı kasaplık dana, 1 milyon 133 bin 587 baş kasaplık koyun satın alındı. Besi amaçlı 392.988 sığır, 472.415 baş koyun dışarıdan getirildi. Kurbanlık için 16.606 baş sığır, 53.693 baş koyun ithalatı gerçekleştirildi. İthalat rakamlarıyla üretimimizi karşılaştırdığımızda ithalatın azımsanmayacak bir boyuta geldiği de anlaşılıyor. İthalatın boyutu ve üretim üzerinde oluşturduğu baskı hayvancılıkla uğraşanları endişelendiriyor. İthalat politikalarını düzenlemek

için de Et ve Süt Kurumu oluşturuldu. Et ve Süt Kurumu ile et piyasasına müdahale edilmeye başlandı.

Bakın, devletin sıfır gümrükle ithalat yetkisi verdiği Et ve Süt Kurumu, 2010 yılından bu yana kilosunu 8-9 liradan ithal ettiği eti dondurarak depoya koydu. Şimdi de o eti 15,65 liradan piyasaya vererek fiyatın yükselmesini önlemeye çalışıyor. Yapılan müdahale perakende et fiyatlarını düşürmediği gibi ithalat nedeniyle üretimi sürdürmekte zorlanan besicileri iflas ettirdi. Yem fiyatları sürekli artıyor, et ve süt fiyatları ise birkaç özel sektörün belirleyiciliğinde düşük oranda belirleniyor.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'de hayvancılık sektöründe yaşanan sorunların en büyük nedenlerinden bir tanesi de son otuz yıldır bölgede devam eden çatışmalı ortamdır. Bu çatışma süreci bölge ekonomisini çok ciddi boyutlarda sarsmıştır. Yine, getirilen mera ve yayla yasakları bölgede tarım ve hayvancılığı durma noktasına getirmiştir. Binlerce hektar mera ve yayla güvenlik gerekçesiyle yasaklanmış ve yasaklar ise hâlâ birçok yerde devam etmektedir. Hükûmet, mayınların temizlenmesi için gerekli kaynağı 2014 yılı bütçesine koymalıdır. Temizlenecek bu araziler de yöre halkına tarımsal üretim için tahsis edilmelidir. Her yıl üretim girdileri artıyor, ürün fiyatları düşüyor ancak Hükûmet tarımsal destekleme ödemelerini artırmıyor.

2006 yılında çıkarılan Tarım Kanunu'nun 21'inci maddesine göre, her yıl tarımsal destekleme için bütçeden ayrılacak kaynak, gayrisafi millî hasılanın en az yüzde 1'i düzeyinde olmak zorundadır. Ancak, bakıyoruz, bu rakam binde 5-6'larda gerçekleşebilmiştir. Tarımı ve çiftçiyi geliştirmeyen, âdeta öldürmeyip süründüren politika, çiftçiye aba altından sopa göstermektir. Kırsal kesimde yaşayan insanlarımızı, çiftçiyi, köylüyü, metropollerde yedek, ucuz iş gücü hâline getirmek için oluşturulmuş bu politikalar, tarımsal üretimi bugün büyük şirketlerin tekeline bırakma eğilimi gütmektedir. Bugün çiftçinin kullandığı krediler, çiftçiyi yüksek faizlerle borç altına ve bataklığına sürüklemişken çiftçinin son on yılda kullandığı kredilerin ve faizlerin enflasyon oranı yüzde 30'lar civarındadır. Bu da çiftçiye daha fazla faiz yüklemek anlamına gelmektedir. Bugün çiftçi maalesef yüksek kredi faizleri altında âdeta ezilmektedir.

Son olarak bir şeyi daha söylemekte yarar var Sayın Bakanım. Su ürünleri mühendisleri, ziraat mühendisleri, gıda mühendisleri, veteriner hekimler adaletli bir atama beklemektedirler. Lütfen bu feryadı da duyun.

Bu duygularla hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)