GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2014 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI İLE 2012 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI NEDENİYLE
Yasama Yılı:4
Birleşim:34
Tarih:17.12.2013

BDP GRUBU ADINA MÜLKİYE BİRTANE (Kars) - Teşekkürler Sayın Başkan.

(Hatip tarafından hatip kürsüsüne fotoğraf asıldı)

Eğer, dünkü hukuk skandalını yaşamamış olsaydık bu konuşmayı Şırnak Milletvekilimiz Sayın Selma Irmak kendisi yapacaktı. Bir kez daha bu kararı kınıyor, bütün tutuklu vekillerin derhâl serbest bırakılmaları gerektiğini belirtiyorum.

Ayrıca, Halkların Demokratik Partisinin başlatmış olduğu özgürlük eylemlerini selamlıyor, arkadaşlarımızın yanında olduğumuzu belirterek Sayın Selma Irmak'ın göndermiş olduğu metni okuyorum:

"Barış ikliminin çözüme dair umutlarımızı her şeye rağmen diri tuttuğu bir zamanda, bu ülkenin geçmişinde kara bir leke olarak duran, tutuklu bulunduğum Diyarbakır Cezaevinden, namıdiğer "5 no.lu"dan sizleri selamlıyorum.

Halklarımızın ortak emeği, çabası ile kurulan ve ortak iradeyi temsil eden Meclise, barışçıl ve eşitlikçi ortak bir gelecek kurma gayretinde olan fedakâr ve direngen halklarımıza onurlu (Botan) Şırnak halkı şahsında en derin selam ve saygılarımı sunuyorum.

Sözlerime, 5 Aralık 2013 günü kaybettiğimiz siyahi ve Afrikaner halkların ışığı, barış büyücüsü, büyük lider Nelson Mandela'yı anarak başlamak istiyorum. Irkçı, faşist bir rejimi alt etmeyi, barışçıl, eşit ve ortak bir yaşamı öfkeyle değil, sevgiyle kurmayı başaran Madiba 'Yanlış olduğunu düşündüğümüz bir şeyle savaşırken bile ağzımızda kinin acı tadı olmaz.' der. Güney Afrika'da ahlaki bir soykırım yaratan, insanların kendilerine duydukları saygıyı sinsice yok eden Apartheid rejiminin beyinlere değil, kalplere hitap edilerek ancak teslim alınacağını söylüyordu. Onun yarattığı devrimin sırrı bu idi. Daha önce Mahatma Gandhi de aynı ışığın yolunu izlemişti, 'Göze göz dünyayı kör eder.' derken şiddetin şiddeti doğuracağı ve herkesin kaybedeceği bir gerçeğe işaret etmekteydi.

Yüz yıllık bir sorun olan ve hepimizi kıblegâhımızda vuran Kürt sorunu da devletin şiddetiyle doğmuş, baskı, katliam, yok sayma, terbiye etmeyle serpilmiş ve günümüze yalnızca ocaklarımıza düşen kor değil, ruhlarımıza da düşen öfke olarak süregelmiştir.

Bugün geldiğimiz nokta, şiddetin şiddetle, baskının dirençle karşılandığı ve bunun sonucunda körleşen ufuklarımızda yeniden geleceğin ışığını arama çabasıdır. Bu nedenle, içinde bulunduğumuz barış süreci çok kıymetlidir. Yaşlıların gençleri defnettiği bir süreçten çıkma ümidi çok azizdir, göz nuru gibi korunmayı gerektirmektedir. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş harcında, sevinçte ve kıvançta birlik ruhu vardır ancak teklik zehriyle zehirlenmiştir. Kutsal devlet dogmatizmi, demokratik gelişimi engellemiştir.

Sayın Öcalan'ın olağanüstü çaba ve emeği, Sayın Başbakanın ve Hükûmetin çözüm sürecini başlatma ve sürdürme konusundaki kararlılık söylemleri ile yüz yıllık kördüğümün kara yazgısı çözülme safhasına girmiştir. Ne var ki barış süreçlerinde her mevsim bahar değildir. Barış süreciyle yakalanan pozitif atmosfer, gerekleri zamanında yerine getirilmezse devam etmez. Güney Afrika deneyimi ve Nelson Mandela'nın durumu ile Sayın Öcalan'ın durumu ve İmralı'da süren gelişmelerin gerçek anlamda bir müzakere niteliğine kavuşması için, stratejik olarak ele alınmak ve doğru bir yöntem üzerine oturtulmak durumundadır. Hâlihazırda, aleni olmayan devlet heyeti ve BDP heyetiyle devam eden görüşmeler, formatı belirlenmiş, yasal çerçevesi netleşmiş stratejik müzakerelere dönüşmedikçe sürecin hassas dönemi sona ermeyecek, her an köprüden aşağıya uçma tehlikesi barındıracaktır.

Sayın Öcalan'ın vakar ve saygıyla, bizzat Sayın Başbakanın kendisiyle özgür ve eşit bir zeminde aleni müzakereye başlaması ve 'dost ülkeler grubu' benzeri bir ara bulucu heyet tarafından izlenmesi, bizi bir barış anlaşmasına, şiddetten arındırılmış, kalıcı barışın tesisine götürecektir. Sürecin üstlenilecek, hesaplanmış riski budur. Bu risk, kanlı bir süreci kapatma, pozitif barış sürecine taşıyıcı rol oynaması itibarıyla alınmaya değerdir. Aksi hâlde, şiddetin dünyalarımızı kör ettiği bir ortamda hepimiz, tüm Türkiye kaybedeceğiz.

Bu hafta İnsan Hakları Haftası. Bu vesileyle insan hakları mücadelesinin tüm emekçilerini saygı ve şükranla selamlamak istiyorum.

Türkiye Cumhuriyeti her ne kadar Anayasa'ya göre demokratik bir hukuk devleti olarak tanımlansa da devletin baskısı, güvenliği ve kutsiyeti ekseninde oluşan güvenlik çemberi, insan hakları ihlallerini her zaman en tolere edilebilir suç kapsamında ele almıştır. Kurumsallaşmış, hesap sorulmazlık ve cezasızlık bir devlet geleneği olarak benimsenmiştir. Türkiye'deki bu cezasızlık rejiminin temeli, büyük ölçüde İttihat ve Terakki Dönemi'ne uzanan, devletin kutsal çıkarlarını devlet içinde devlet oluşturma pahasına koruma refleksine dayanan bir ceza, adalet sistemine dayanır. İşkence, yargısız infaz, zorla kaybetme gibi ağır hak ihlalleri, uluslararası hukuka aykırı suçlar olarak belirlenmiş olup devletin suçları soruşturmak, failleri yargılamak ve cezalandırmak gibi yükümlülükleri tespit edilmiştir. Oysa Türkiye'de cezasızlık, hukuki ve fiilî olarak devam edegelen bir durumdur.

Bütün çatışmalı süreçlerde barışın tesisi, onarıcı adaletin gelişimi ve toplumun sağaltımı için geçmişle yüzleşme, hesaplaşma en önemli unsur olarak görülmüştür. Türkiye'de de gerçek anlamda bir barıştan, halkların birbirini hem kalben hem beynen kucaklayacağı bir süreçten söz edeceksek, ağır insan hakları ihlallerini, toplu katliam, toplu gömülme, köy yakma, göçertme, işkence, zorla kaybetme, faili meçhul gibi insanlığa karşı işlenmiş suçları soruşturmayı hedefleyen hakikat komisyonlarının bir an önce kurulması gerekmektedir. Hakikat komisyonları uzlaşı ve barışın sağlanmasında etkin bir role sahipken, cezasızlıkla mücadelede de etkin bir yöntemdir.

Bu temelde, barış sürecinin başlangıcında yaşanan Roboski vahşeti bir an önce aydınlatılmayı beklemektedir. Daha dün, Yüksekova'da Reşit İşbilir ve Veysel İşbilir'in katledildiği, süreci provoke amaçlı vahim olay, Roboski katliamında devletin takındığı hesap sormazlık ve cezasızlık tutumundan cesaret alarak vuku bulmuştur.

Yine, 9 Ocak 2013 tarihinde Paris'te katledilen 3 Kürt kadın siyasetçiye yönelik suikastın çözüm sürecine karşı açık bir sabotaj denemesi olduğu aşikârken fail Ömer Güney hakkındaki soruşturmanın ciddiyetten uzak ve zamana yayılarak yapılması, devletle ilgili şüphelere neden olabilmektedir.Fail Ömer Güney'le ilgili belge, bilgilerin Fransa yetkili mercileri ile paylaşılması, soruşturmanın bir an önce sonuçlandırılması, çözüm sürecinin karşısındaki ulusal, uluslararası karanlık güçlerin açığa çıkarılması ve provokasyonların engellenmesi açısından elzemdir, hayatidir.

Hak ihlallerinin en açık biçimde yaşandığı mekânların başında ise devletin aynası olan cezaevleri gelmektedir. Türkiye'deki cezaevleri öteden beri romanlara, filmlere konu olduğu gibi, insanlık dışı muamelenin yaşandığı, hak gasplarının, işkence ve katliamların süregittiği, sürgün ve vahşet düzeyinde uygulamaların insanlara reva görüldüğü, toplumun âdeta kanayan gizli yarası olma hâlidir.

Çocuk tutukluların cezaevlerinde yaşadığı şiddet, taciz, tecavüz vakaları, bu ülkenin geleceğinin karartılması, bu uygulamalara sessiz kalınıp cezalandırılmaması, toplum ahlakının dejenere edilmesidir. Cezaevlerinde insan onuruna yaraşır bir yaşam standardının oluşturulması devletin ve Hükûmetin en temel sorumluluğudur.

Hepinizi cezaevlerindeki tüm arkadaşlar adına saygıyla selamlıyor, teşekkürlerimi sunuyorum.

09/12/2013

Tutuklu BDP Şırnak Milletvekili

Selma Irmak

Diyarbakır Cezaevi"

(BDP sıralarından alkışlar)