| Konu: | 2014 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI İLE 2012 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI NEDENİYLE |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 36 |
| Tarih: | 19.12.2013 |
BDP GRUBU ADINA HALİL AKSOY (Ağrı) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2012 yılı bütçe kesin hesap yasa tasarısının 5'inci maddesi üzerine söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, hepinizin bildiği gibi bu ülkede hukuk, adalet ve eşitlik ilkesi bir kez daha ayaklar altına alındı. Yüz binlerce oy alarak milletin "irademdir" deyip seçtiği, kendisini temsilen Meclise gönderdiği milletvekilleri neredeyse dönem bitecek hâlâ cezaevlerinde tutuluyorlar. Eşitsizlik ve hukuksuzluk silsilesi esas itibarıyla bir süreç olarak da devam ediyor. Bu arkadaşlarımız ve onlar gibi yüzlerce belediye başkanı ve meclis üyesi arkadaşlarımız, binlerce partili arkadaşımız esaret altında, belli bir plan dâhilinde tutuklandılar. Siyaset yapan bu arkadaşlarımız beş yıla yakındır cezaevinde tutuluyorlar. Haklarında somut, inandırıcı ve kesinlik arz edilen hiçbir delil mevcut değilken tahliye edilmiyorlar. Tahliye edilmedikleri gibi etkin ve adil bir yargılama yapılmadığı için mahkeme henüz karar verme aşamasına dahi gelmemiştir. Yargılama sonucunda bu arkadaşlarımızın büyük çoğunlukla beraat edeceklerini de düşünüyorum.
Yine, birçoğunun cezaevinde kaldığı süre ile yargılandığı suç bakımından karşılaştırıldığında, infazlarının çok üstünde cezaevinde tutuldukları da bir gerçektir. Diyoruz ya, hukuksuzluk ve eşitsizlik bir silsile hâlinde devam ediyor. Anayasa ve evrensel hukuk normlarına rağmen, milletvekili arkadaşlarımız tahliye edilmiyor.
Şimdi, bakıyoruz, Anayasa Mahkemesi, Sayın Balbay'ın başvurusu üzerine bir karar verdi. Yüksek Mahkemenin vermiş olduğu bu karar, son derece önemli ve yerinde bir karar olmuştur.
Bakınız, Anayasa'nın 153'üncü maddesinin son fıkrasını aynen okumak istiyorum: "Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazete'de yayımlandıktan sonra yasama, yürütme ve yargı organları ile gerçek ve tüzelkişileri bağlar." diyor.
Şimdi, bu karar, hukuki deyimle, amir hüküm niteliğindedir. Bu karara gerek yargı organları gerekse de resmî kurum ve kuruluşlar uymak zorundadır. Bu kararın gereğini yerine getirmemek, uygulamamak, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni, Türkiye Anayasası'nı ve diğer anayasaları tanımamaktır.
Diyarbakır 5 ve 6. Ağır Ceza Mahkemesi üyeleri, bu ülkenin Anayasa'sını ve yasalarını hiçe saydıklarından, haklarında bir an önce yasal işlem başlatılmalıdır. Nasıl ki şu an yolsuzluklar dosyasına bakan savcıları, emniyet mensuplarını bir gecede görevden alıyor, görev değişikliği yapıyorsanız aynı süreç anayasal ihlal noktasında bu kişilere de işletilmelidir. Bu mahkeme üyeleri ve savcıları alenen yapılan hukuksuzluğa rağmen nasıl hâlâ orada tutuluyorlar, ben anlayamadım. "Buna HSYK karar veriyor." denilmesi bile Adalet Bakanının bu kurul üzerindeki etkisini görmezlikten gelmektir. Oysa biliyoruz ki Adalet Bakanının bu kurul üzerinde etkisi vardır. Verilen kararın bir üst mahkemede düzeltileceği umudunu da çok fazla taşımıyorum. Neden? Onu da açıklayayım: Çünkü gerçekten de bu ülkede ikili hukuk sistemi yürütülmektedir. Bakınız, yıllardır diyoruz: Fırat'ın doğusunda -daha iyi anlaşılması için, Kürdistan'da- ayrı bir hukuk sistemi işletiliyor, âdeta düşman hukuku diyebileceğimiz ya da sömürge hukuku diyebileceğimiz bir hukuk işletiliyor. Böyle olmazsa bu kadar açık seçik bir meydan okunmasına, hukuk ve insan haklarının ayaklar altına alınmasına bir anlam veremeyiz. Diyarbakır 5 ve 6. Ağır Ceza mahkemeleri üyeleri -tabii ki burada karara muhalif olanları kastetmiyoruz- vermiş oldukları bu kararla bir kez daha Türkiye'de ikili hukuk sisteminin uygulandığını, dolayısıyla Kürtlere farklı bir hukuk işletildiğini tescil etmişlerdir. Türkiye'de vicdan ve ahlak sahibi hiç kimse bu kararın arkasında duramaz, durmamalıdır. Zira, hukuk, bir gün gelir, herkese lazım olur. Sadece sıkıştığımız zaman, yolsuzluklarımız ortaya çıktığı zaman ya da yalnızca yaptığımız hukuk dışı olay ve yapılanmalarımız ortaya çıktığı zaman hukuka ve demokrasiye sarılmamız kimse için inandırıcı olmaz. Aslolan, haksızlıkların karşısında dimdik durabilmek, hukuku ve eşitliği ülkede yaşayan her yurttaş için hiçbir ayrım gözetmeden uygulamaktır. Sadece tesis etmek de yetmiyor, bunun gerçek hayatta karşılığının olup olmadığı da denetlenmelidir. Zira, gün olur, devran döner; çıkardığımız antidemokratik yasalar, kurduğumuz antidemokratik mahkemeler gelip bir gün bizim de yakamıza yapışabilirler, inşa ettiğimiz cezaevleri bir gün gelir bize de mesken olabilir.
Değerli milletvekilleri, tabii, ayakkabı kutularında ortaya saçılan paraları, yine, para sayma makinelerini ve kasalarını görünce aklımıza bu ülkede yaşayan ve çocuğuna bir ayakkabı almak için gece gündüz çalışan milyonlarca yoksul yurttaş geliyor. Bağlı olarak bir gerçek daha var: Yoksul öğrenci gerçeği. Yoksulluk yüzünden okuyamayan binlerce çocuk ve genç var bu ülkede. Yapılan araştırmalara göre Türkiye'de gençler de ülkemizin en başta gelen sorunları sıralamasında yüzde 49'la yoksulluk sıralamasında ön sıraya çıkmışlardır. Yapılan araştırmalara göre yine yaklaşık öğrencilerin dörtte 1'i yani 24,8'i öğrenimini sürdürebilmesi için yeterli para bulamamaktadır. Mevcut yurtlar ihtiyacın sadece yüzde 16'sını karşılayabilmektedir. 1,5 milyondan fazla öğrenci kaderine terk edilmiş durumdadır. Maddi durumu iyi olmayan yüz binlerce öğrenci cemaat yurtlarının ağlarına takılmakta ya da üç beş arkadaşla bir araya gelerek bin bir zorlukla ortak bir ev tutabilmektedir. Bir üniversite öğrencisinin ortalama aylık maliyetinin en önemli kalemini barınma oluşturmaktadır. Yurda yerleşemeyen bir öğrencinin 250 lira -3 öğrenci ortak bir yer tuttukları varsayılırsa 250 lira- yurtta kalan bir öğrencinin ise 150 lira barınma masrafı bulunmaktadır. Evde kalan bir öğrencinin ayrıca doğal gaz, elektrik, su, aidat, İnternet gibi sabit giderlere en az 150 lira ayırdığını da unutmayalım. Ulaşım masrafı günde 3 liradan 90 lira, beslenme maliyeti minimum 10 liradan hesaplanırsa bu eder 300 lira. Buraya kadar sadece barınma, beslenme ve ulaşım maliyetlerini ifade ettim. Oysa bu toplam 700 lirayı buluyor. Kaldı ki bu maliyete eğitim öğretim harcamaları, sportif, kültürel ve sosyal harcamalar dâhil değildir. Başbakan geçen gün burs miktarlarını açıkladı. Buna göre, 280 lira olan Başbakanlık bursunu 1 Ocak 2014 tarihi itibarıyla 300'e çıkardı. Oysa biraz evvel de ifade ettiğimiz gibi, bir öğrencinin en asgari ve yaşamsal ihtiyaçlarının toplamı 700 liradır. Ailelerinin gelirleri yetmeyen öğrenciler ek işlerde çalışmak, beslenmeden, ulaşımdan, sosyal kültürel ve sportif aktivitelerden vazgeçmek durumunda kalıyorlar. Masraflarını karşılayamayan öğrencilerden bir kısmı da okulu terk etmek zorunda kalıyor. Oysa eğitim hakkı evrensel ve bölünmez, devredilmez bir haktır. Başkasına devredilmeyen hak kavramı, söz konusu hakkın kullanımı sırasında karşılaşılan engellerin ortadan kaldırılmasını gerektirir. Eğitimin hak olarak görülmesi devlete sorumluluk yüklüyor, gereksinim olarak algılanması bu sorumluluğun ailelere devredilmesi anlamına geliyor. "Gereksinim" söylemi eğitimin özelleştirilmesine, "hak" söylemi ise eğitimin bir kamusal alan olarak görülmesine neden olur.
Değerli arkadaşlar, vazgeçilmez bir kurumsal alandır eğitim. Kamusal alan olan yükseköğretim giderek artan bir oranda özel sektöre ve vakıflara devredilmektedir. Bu durum toplumun ekonomik bakımdan dezavantajlı kesimlerinin yükseköğretime erişimini de zorlamaktadır. Ne yazık ki bu bütçede de eğitim yatırımları yoksul öğrenciler ve yoksul öğrenci ailelerini görmezlikten gelmiştir.
Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)