| Konu: | 2014 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI İLE 2012 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI NEDENİYLE |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 37 |
| Tarih: | 20.12.2013 |
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Bursa) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum, hepinize iyi akşamlar diliyorum.
KAMER GENÇ (Tunceli) - Saygını kabul etmiyoruz Bülent Bey.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Kamer Genç hariç hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
2014 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı üzerinde görüşmeler tamamlanmış ve bütçemiz değerli oylarınızla kabul edilmiştir.
Öncelikle, bütçemizin kabulü dolayısıyla Sayın Başbakanımız adına, Hükûmetimiz adına yüce Meclise saygılar sunuyorum. Başta, görüşmeleri başından bu yana dikkatle ve titizlikle takip eden Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli olmak üzere, partilerimizin grup başkan vekillerine, şüphesiz başta Meclis Başkanımız ve Divan Heyetine, bütçemizi Plan Bütçe Komisyonunda takdim eden, Genel Kurulda savunulmasını üstlenen tüm arkadaşlarımıza ve bütçe görüşmeleri sırasında da büyük bir dikkatle görevlerini yerine getiren tutanak kâtiplerimize, kavaslarımıza, tüm çalışanlarımıza çok teşekkür ediyorum. Bütçemizin milletimiz için hayırlı olmasını diliyorum, ülkemizin büyümesi ve güçlenmesine, aziz milletimizin huzur, refah ve mutluluğuna vesile olmasını diliyorum.
Değerli arkadaşlar, bütçe, Hükûmetimiz için, Parlamentomuz için çok önemli bir belge. Bunun, inşallah, takibini de birlikte yapacağız. Elbette, bütçe görüşmelerinde sarf edilen görüşlerden, düşüncelerden, eleştirilerden, önerilerden istifade etmek istiyoruz. Sayın Başbakanımız yoğun çalışma gündemi içerisinde Meclisimizde hazır bulunamadılar, Hükûmetimiz olarak bizler hazır bulunuyoruz. Bunlar her zaman olagelen işlerdir. Daha önce de, bildiğiniz gibi, başka sebeplerle Başbakan Mecliste bulunamamış olabilir. Bunu bir başka sebebe bağlamak çok doğru değil. Bunu da bilgilerinize malumaten arz ediyorum.
Bu teşekkür konuşmama iki hususu eklemek isterim, Sayın Başkan, izin verirseniz. Bir tanesi, görüşmeler sırasında, sizlerde takip ettiniz, Barış ve Demokrasi Partili milletvekili arkadaşlarımız yüksek sesle bir konuyu protesto ettiler. Tutuklu bulunan Barış ve Demokrasi Partisi milletvekilleri tahliye talebinde bulunmuşlardı, bu talepleri reddedilmiş. Bunun millî iradeye bir saygısızlık olduğunu, bunun seçmenlere bir saygısızlık olduğunu, Parlamentoya karşı bir saygısızlık olduğunu ifade ettiler ve o arkadaşlarımızın nezdinde seçmenlerin büyük bir infial içerisinde olduklarını söylediler. Ben bu infiali haklı buluyorum. Arkadaşlarımız, bir yanlış uygulama neticesinde milletvekillerinin hukukunu korumak için bunu protesto edebilir, infial gösterebilir, düşüncelerini açıklayabilir. Arkadaşlarımıza bu davranışları sebebiyle herhangi bir tarizde bulunmak doğrusu mümkün değil. Ancak, bu protestolarını Meclis Başkanımızın şahsına, onun şahsında Başkanlık Divanına âdeta bir tehdide dönüştürmeleri ve Sayın Başkanımızı belli bir konuda açıklama yapmaya davet etmeleri hiçbir zaman doğru değil; Meclisin ne İç Tüzük'ünde ne teamüllerinde ne de Başkanın şahsında Başkanlık Divanına böyle bir eylemin yapılması kesinlikle mümkün değil. Daha sonra arkadaşlarımız bu davranışlarından vazgeçtiler ve Hükûmetimizin de bu konudaki düşüncelerini almak istediler.
Değerli arkadaşlar, sıralarından konuşma yapan arkadaşlarımızı takip ettim, Sayın Ahmet Aydın, Cumhuriyet Halk Partisinden sanıyorum Hamzaçebi arkadaşımızdı -tam takip edememiş olabilirim- onlar da bunun yanlış olduğunu ifade ettiler. Milliyetçi Hareket Partisinden bu konuda bir görüş şahsen duymadım; bu bir eksiklik değil, onların bir tavrıdır.
Hükûmetimizi ilgilendiren boyutu ne olabilir diye düşündüğümüzde: Verilen bir yargı kararıdır. Savcıların bile tahliye talep ettiği bir hususta mahkemelerin kendilerine göre bir sebeple, dört yılı aşkın bir zamandır tutuklu bulunan milletvekillerinin bu hâllerinin devamına karar vermelerinin Hükûmetle ne ilgisi olabilir? Elbette bir ilgisi bulundu ve ben de Sayın Başbakanımızla görüşerek bu konuda Hükûmetimiz adına bir açıklama yapmanın doğru olacağını ifade ettim, kendileri de uygun buldular.
Şahsi düşüncelerimi herkes biliyor. Birkaç yıldan bu yana, özellikle milletvekillerinin durumları, uzun tutukluluk hâlleri, yargılamanın uzaması gibi sebeplerle hak ihlalleri yaşandığını şahsi düşüncelerim olarak ifade etmiştim ama üzerimde Hükûmet sözcülüğü sıfatı da bulununca bu konuşmalarım genelde Hükûmet adına yapılmış gibi de kabul edildi. Bugünkü sözlerimi geçmişten bu yana yaşadığımız süreçle ilgili olarak tekrar arz etmek istiyorum. Bir defa Türkiye bir hukuk devletidir, hukuk devletinin gereklerine uyulmalıdır.
İkincisi, bağlı olduğumuz, yargı yetkisini kabul ettiğimiz ve Anayasa gereğince uluslararası sözleşmeler Meclis tarafından da uygun bulunup kanun hâline geldikten sonra doğrudan uygulanma gerekliliğini de dikkate alarak bu sözlerimi ifade etmek istiyorum. Bir: Sadece avukatlık yapmış bir hukukçu kardeşiniz olarak değil, eminim mesleği işletmecilik olan da, diş tabipliği olan da herkes bilir ki tutukluluk bir tedbirdir. Bu tedbirin istisna olması gereklidir. Ceza Muhakemesi Kanunu'nda bunun usulleri gösterilmiştir, hepimiz bunu ezbere biliriz; kaçma ihtimali, delillerin toplanmamış olması, ağır cezalık mevâddan olması eski tabirle.
Şimdi, özel yetkili mahkemeler de olsa, diğer mahkemeler de olsa, aslında bunları bilmekle beraber asıl kaidenin serbest olmak, tutuklamanın da bir istisna olduğudur. Dolayısıyla, bu tedbire başvurduktan sonra en kısa zamanda, bana göre, iddianame tanzim edildikten sonra, sorgular yapıldıktan sonra, deliller tartışılmaya başlandıktan sonra en ağır durumlarda bile tutukluluğun sona erdirilmesi gerekir. Bu, hukukun evrensel prensiplerinden birisidir, tutukluluk cezaya dönüşmemelidir, tutukluluk tedbir olarak kalmalıdır. Bu konuları son yıllarda açılan birçoğu siyasi nitelikli davalar için de geçerli olarak söylüyorum. Adını söylemeyeceğim ama şu şu şu davalar için de bu gerekliliği hepimizin bildiği kanaatindeyim. O günden bu yana biz bunları söylediğimizde yargı tarafından itirazlarda, çok sanıklı davaların olduğu, çok davaların bir araya gelerek birleştiği, delillerin takdir edilmesinde süreç alacağı, belki kaçma ihtimallerinin bulunduğu gibi birtakım gerekçeler yayınlandı. Bunların hiçbirisi söylediğimiz asıl prensip karşısında güçlü değildir. Burada şunu yapmamız gerekirdi: Bir, mahkemeler tutuklarken de kendilerine göre bir gerekçe bulmak, tahliye taleplerini reddediyorlarsa bu gerekçeyi de doyurucu, ikna edici bir şekilde yazmak zorundadırlar. Bu kanunda eskiden beri var ama ben de biliyorum, siz de biliyorsunuz ki dosya ve delil durumuna göre başlayıp -avukatlar çok iyi bilirler- üç satırda biten basmakalıp, klişeleşmiş gerekçelerle hem tutuklama mümkün olur hem de tahliye talepleri reddedilir.
Geçtiğimiz yıl temmuz ayında, yanlış hatırlamıyorsam, üçüncü yargı paketi -zannediyorum- çıkarken bunları düşünerek bir madde ilave etmiştik. Yargıçlar, kararlarını verirken bu basmakalıp üç maddelik veya üç satırlık sözlerle değil, doyurucu, ikna edici gerekçelerle bu kararı vermelidirler.
Açıkça ve üzülerek itiraf ediyorum, madde yazmasına, yazılı hukuk bunu gerektirmesine rağmen yine biz eski usullerle tutuklama ve tahliye taleplerinin reddini gördük. Ne dördüncü yargı paketi ne onun öncesi bu konudaki taleplerimizin hukuk yoluyla karşılanmasına yetmedi. Bunları milletvekillerimiz açısından da konuşabilirim, sivil şahıslar bakımından da yani adi suçlar işlemiş insanları da dikkate alarak tutukluluk hâlini görüşmemiz lazım. Aslında milletvekillerimiz açısından durum daha da vahim. Aday gösterilmiş, yanlış olabilir ama millet seçmiş. Millet seçtikten sonra yargılama devam etmek ve hüküm noktasında, hüküm giydiği takdirde de gel bakalım denmek şartıyla tutukluluk hâli sona erdirilebilir çünkü kanaatimce, milletvekili seçildikten sonra yeri Parlamentodur, görevine başlamalıdır, ant içmelidir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, bunlar da dikkate alınmadı. Şimdi "Hukuk açısından ne yapılabilir?" diye konuşuldu. CHP bu konuda hassas, Barış ve Demokrasi Partisi hassas. Milliyetçi Hareket Partisinden de bir değerli milletvekilimiz var, onun durumunu düşünerek de bir orta yol bularak yani kişiye göre özel düzenleme değil, güzel bir genel düzenleme yapmak mecburiyetindeyiz. Mesela denildi ki o zaman, bir kayıt koyalım, iki seneyi geçmez, üç seneyi geçmez. Özel yetkili mahkemeler veya katalog suçlarında esasen böyle bir süre var, o süreyi indirebilirsiniz ama karşımıza bir olay çıktı. Sanıyorum, 2012'nin son aylarında tahliyeler başladı o süreyi dolduranlar için ama kamuoyu ayağa kalktı "Onların içerisinde ırz düşmanları var, "Onların içerisinde ırz düşmanları var, onların içerisinde bilmem hangi örgütün elemanları var." vesaire O zaman hepimiz şaşırdık, "Dur bakalım." dedik. Yani, kişiye özel bir düzenleme yapamıyorsak genel bir düzenleme yaptığımızda da o genel düzenlemede hiç istenmeyen, arzu edilmeyen, vicdanların kabul edemeyeceği uygulamalar da olabilir. O zaman durdu herkes. Arkasından, işte, birtakım iyileştirmeler yaparak mesela -dördüncü yargı paketindeydi zannediyorum- basın-yayın yoluyla işlenmişse veya fikir ve düşünce açıklamasıysa beş yıla kadar, zannediyorum, bir tecil getirdik, o tecilden de bir milletvekili arkadaşımız istifade etti. Çünkü Meclis Başkanlığında zannediyorum ki bir yıl sekiz aylık kesinleşmiş bir mahkûmiyeti vardı, burada okunduğu takdirde milletvekilliği düşecekti, genel düzenlemeyi yaptık, arkadaşımız ondan istifade etti ama bu, esas, asıl meseleyi çözmeye de yeterli olmadı.
Değerli arkadaşlarım, şunu sevinerek söylemeliyim: Bu sıkıntılar içerisinde Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru üzerine verdiği bir karar âdeta imdada yetişti. Ben böyle görüyorum. Neden? Çünkü bireysel başvuru yoluyla bile olsa ki bu hakkı tanıyan 12 Eylül referandumunda halkımızın yüzde 58'inin destek verdiği bir düzenlemenin hukukumuz için, insan hakları için ne kadar önemli bir kurum olduğu da ortaya çıktı. Bunu, bugün, elbette büyük bir sevinçle konuşabiliriz. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru üzerine verdiği kararda "Başvuran açısından uzun tutukluluk hâli vardır." dedi, sembolik olarak da tazminat ödenmesine karar verdi. Şimdi burada görüşler farklı. Deniyor ki: "Bireysel başvuru üzerine verilen kararlar o kişi hakkında hüküm ifade eder." Benim de içinde dâhil olduğum başkaları "Hayır, bu, aynı noktada, aynı konuda, eşit şartlar içerisinde bulunan herkesi de ilgilendirir." Neden? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına dikkat etmeyecek miyiz? Edeceğiz. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne dikkat etmeyecek miyiz? Edeceğiz. Bütün yazılı belgelerde uzun tutukluluk hâllerini eleştiren pek çok kararın niçin, neden verildiğine dikkat etmeyecek miyiz? Edeceğiz. O zaman, bence, savcı bile tahliye talep ettiğine göre, o kişilerin isminin ne olduğuna bile bakmaksızın -ki, en azından dört yıldan aşağısı yoktur bildiğim kadarıyla- tutukluluk hâlleri devam eden insanların neyle suçlandıklarına ve eğer suçları sabitse ne kadar ceza alacaklarına da bakarak bir göz ucuyla, tahliye kararlarının verilmesi gerekirdi. Bugün, Diyarbakır'daysa o mahkeme, o mahkemenin verdiği kararların eşitlik ilkesine tamamen aykırı olduğunu düşünüyorum. Bu, yanlış bir işlemdir. Yargı derhâl bu hatasını düzeltmelidir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Değerli kardeşlerim, bunun siyasi sonuçları farklı olabilir. Arkadaşlarımız, feryatlarını ifade ederken, işte halkın çok büyük bir infial içinde olduğunu, sokakların karışacağını belki de bunu bir endişeyle söylüyorlar, onu da anlayışla karşılamak lazım. Ama bu tehditler bir tarafa, yargının verdiği karara karşı, biz, hukuk açısından ne yapabiliriz, bundan sonra onu düşünmemiz lazım. Dört siyasi parti, bence bu konuda -Sayın Bahçeli de izin verirlerse- grup başkan vekillerimiz lütfen bir araya gelsinler, biz de Hükûmet olarak bu konu üzerinde çalışalım ve eğer bir yasal düzenleme gerekiyorsa en kısa zamanda gerçekleştirelim, hukuksuzluğu ve adaletsizliği ortadan kaldıralım, söylemek istediğim budur. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, ikinci bir konu: Tabii ben, grup başkan vekillerinin bir kısmını bulunduğum yerden, bir kısmını da buradan dinledim. Özellikle bütçe üzerinde teknik görüşmelerini yapan, rakamlarla geçmişten bugüne Türkiye'nin geldiği noktayı isabetle gösteren arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Bunların karşılığı verilir; biz söyleriz, siz yanlış dersiniz, karşılığını söylersiniz. Ama bunun içerisinde iki şey dikkatimi çekti. Bir: Son yaşanan olaylar sebebiyle Hükûmetimizin tamamı hakkında suçlayıcı ve bir linç kampanyasına dönüşen bir hakaret kampanyası var. Bunu hak etmedik, bu doğru değil. Türkiye'de her zaman, ta Özal zamanından da başlayarak değil, çok öncesinden de bazı bakanlar hakkında iddialar olmuştur. Yapılacak şey ikidir: Hukuk ne diyor, ona bakacağız; siyasi etik ne diyor, ona bakacağız. Ben, Hükûmet adına yaptığım toplantıda, basın toplantısında meseleyi ikiye ayırdım. Bir: mesele yolsuzluksa, yolsuzlukla mücadele Hükûmetimizin varlık sebebidir. Yolsuzluk kimden gelirse, kim işlerse, kiminle birlikte yapmışsa lanetli bir iştir, onunla mücadele edeceğiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Onun dışında, söylenir veya söylenmez ama neden bu zamanda, hangi yanlışlıklar yapıldı, kim hangi maksatla hareket etti; e, lütfen bırakın onları da söyleyelim veya birileri söylesin. Bu sırada yapılan her türlü işlemi bütün siyasi partilerin de takip etmesi gerekir. Yolsuzlukla mücadele hepimizin ortak kavgasıdır. Bu konuda Milliyetçi Hareket Partisi de, Cumhuriyet Halk Partisi de, Barış ve Demokrasi Partisi de süreci ciddiyetle takip etmelidir, yanlışlıkları ortaya koymalıdır...
KAMER GENÇ (Tunceli) - Ya, her şeyi örttünüz, her şeyi örttünüz ya!
BAŞKAN - Lütfen...
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - ...ve bizi de mücadele konusunda her zaman teşvik etmelidir.
Değerli arkadaşlarım, ben sadece bunu istiyorum, burada bir bakan arkadaşımız müzakereleri takip ediyor.
BAŞKAN - Sayın Arınç, toparlar mısınız lütfen; evet, rica edeceğim.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Hemen iki dakikada toparlayayım.
KAMER GENÇ (Tunceli) - Zaten yeni bir siyasi konuşma veriyorsun Sayın Başkan, bu ne teşekkür konuşması ya! Böyle bir şey olur mu? (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
İHSAN ŞENER (Ordu) - Dinlemiyorsan çek git!
BAŞKAN - Lütfen, lütfen, tamam.
KAMER GENÇ (Tunceli) - Yani artık kesin... Ben bunun yalanlarını çok dinledim.
İHSAN ŞENER (Ordu) - Dinlemiyorsan çek git!
AHMET AYDIN (Adıyaman) - Ya sus ya, Allah Allah! Bu kadar şey olur mu ya!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, sabır gösterin, bu her zamanki hâlidir.
KAMER GENÇ (Tunceli) - Sabahtan beri yalanlarını dinliyoruz ya! (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
AHMET AYDIN (Adıyaman) - Her gün senin yalanlarını dinliyoruz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Ben Hükûmetimizin bu konu üzerinde ciddiyetle mücadele edeceğini ve sizlerin de eleştirilerine her zaman açık olduğumuzu, bunun sonucunun da Türkiye için...
KAMER GENÇ (Tunceli) - O polisleri niye görevden aldın, onu söyle, onu söyle evvel.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - ...Türk siyaseti için mutlaka çok hayırlı olacağını düşünüyorum.
Sayın İnce'ye bir şeyler söyleyecektim, gerek kalmadı.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Ben söylemenizi beklerdim.
BAŞKAN - Yo, lütfen, lütfen...
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)