| Konu: | ASKERLİK KANUNU İLE BAZI KANUN VE KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 58 |
| Tarih: | 06.02.2014 |
VELİ AĞBABA (Malatya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabii, son dönemde paralel devlet lafını ağzınıza doladınız, işinize geldiği gibi kullanmaya başladınız. Ama herkes merak ediyor "Ne oldu da çark ettiler, ne oldu birbirlerine düştüler?" diye. Bir zamanlar "Ne istediyse verdik, ne istediyse verdik." diyordunuz. O verdiklerinizi bugün vatan haini ilan ettiniz, şimdi "Haşhaşi" diyorsunuz; dün savcısı olduğunuz davalara bugün kumpas diyorsunuz. İnsan sormadan edemiyor: "Acaba dün ne istemişlerdi de sizler vermiştiniz?" İlker Başbuğ'u mu istemişlerdi, Teğmen Mehmet Ali Çelebi'yi mi istemişlerdi, Soner Yalçın'ı mı istemişlerdi, Aziz Yıldırım'ı mı istemişlerdi, şehit Ali Tatar'ı mı istemişlerdi? Ne zaman duvara tosladınız diye merak ediyoruz. Ayakkabı kutularında gördüğünüz yeşilleri yakalattığınızda, bas bas bağırmaya başladığınız zaman mı paralel devlet aklınıza geldi? Savcı, oğlunuzu ifadeye çağırdığında "Milletin ordusuna da kumpas kurdu." demeye başladınız. Eli kanlı El Kaide'ye silah gönderdiğinizde, tırlar yakalatıldığında "İşte, bunlar devleti ele geçirmeye çalışıyor." dediniz. Kumpası birlikte kurarken sorun yoktu, sonra, mevzu sizin dolarlara gelince feryat etmeye başladınız. Konu siyasi davalardan mağdur olanlara gelince yargısız infaz yaptınız, insanları hukuk yoluyla katlettiniz. "Bağımsız yargı" dediniz ama ucu size dokununca; hırsızlığa, yolsuzluğa dokununca "paralel devlet" dediniz. Ergenekon, Balyoz, askerî casusluk, KCK, Oda TV, Devrimci Karargâh gibi davalarda haysiyet cellatlığına soyundunuz. Sözde delilleri servis edenler, manşetler üzerinden insanları mahkûm edenler bugün yüzleri kızarmadan, utanmadan adalet, hukuk gibi sözcüklerle dolu konuşmalar yapabiliyorlar.
Değerli arkadaşlar, CHP Cezaevi Komisyonu olarak bütün siyasi davaları yakından takip ediyoruz; Ergenekon, Balyoz, KCK, şike, Oda TV, Cübbeli Ahmet, Devrimci Karargâh gibi davaları yakından izliyoruz. Hukuksuzlukları ortaya koyuyoruz, bugün övünerek söylemek istiyorum, bu Parlamentoda sadece bir grup, sadece Cumhuriyet Halk Partisi Grubu dün ne söylüyorsa bugün de aynı şeyleri söylüyor ve haklı çıktı. Dün bu davalar siyasidir diyorduk, dün bu davalarda insanlar özel yetkili mahkemeler yoluyla katlediliyor demiştik. Kumpasın ortasında cellatların önüne fırlatılıp atılan bu insanlara büyük acılar yaşatılıyor demiştik.
Askerlerin yargılandığı davalara bir bakalım, bugün konumuz askerlik. Kumpasın sacayaklarını artık herkes çok iyi biliyor: Ergenekon, Balyoz, askerî casusluk. Ne oldu bu davalarda? Ergenekon davasıyla üst düzey komutanlar, Balyoz davasıyla kurmay subaylar, askerî casusluk ile de orduda geriye kalan tüm doktor, hâkim, mühendis, pilot gibi subaylar askeriyeden tasfiye edilmiştir. Bu tasfiye nasıl başlatıldı? Başbakan önce "Askerî darbe yapacaklar." dedi, "Ergenekon" diye bir terör örgütü yarattı. Sonra askeri, sivili, bilim insanını bir torbaya koyup cezaevine gönderdi. Bugün burada askerlik kanununu konuşuyoruz. Ergenekon davasında cezaevine gönderilen askerlerle ilgili birkaç tane ismi size hatırlatmak isterim. Bir zamanlar birlikte görev yaptığınız, zaman zaman da selam durduğunuz İlker Başbuğ, Şener Eruygur, Hurşit Tolon, Dursun Çiçek, Hasan Iğsız, Nusret Taşdeler ve aralarında kuvvet komutanlarının da bulunduğu birçok asker. Bu davada Genelkurmay Başkanı başta olmak üzere Genelkurmay karargâhının tamamı terör örgütü olarak nitelendirildi. İlker Başbuğ'un da ifade ettiği gibi, söylediği gibi, Türk Silahlı Kuvvetlerinin karargâhı eğer terör örgütü ise, eğer terör örgütünü yönetiyorsa ki Türk Silahlı Kuvvetlerine ne denir? O sorunun da cevabını siz bilirsiniz, ama ben bir daha tekrar etmek isterim: Türk Silahlı Kuvvetlerine de "terör örgütü" denir.
Değerli arkadaşlar, burada, bu olaylar yaşanırken Millî Savunma Bakanı ne yaptı, Genelkurmay Başkanı ne yaptı? Sayın Millî Savunma Bakanı da burada, Genelkurmay Başkanının değerli temsilcisi de burada. Onlar ne yaptı? Bir tedbir aldılar; haksızlığa, hukuksuzluğa uğrayan o ordunun mensuplarına, yani kendi personeline orduevlerine giriş yasağı koydular. Almış oldukları tek tedbir oydu. Kendi personeline sahip çıkamadılar. Başta Hükûmet olmak üzere, siyasetçiler, yandaş aydın ve gazeteciler bu davada cellatlık yaptılar, sahte CD'lerle insanların yaşamlarını elinden aldılar. Bu davalarda, değerli arkadaşlar -birçok dava gibi, bu dava da- bir dava daha var ki o da Millî Savunma Bakanlığını ve Sayın Genelkurmayı çok yakından ilgilendiriyor: Balyoz davası.
Bu dava ilk önce 366 askerle başladı, sonra 237 askere verilen cezalarla son buldu. Dava 2010 yılında AKP ve iş birlikçilerin kurgusuyla başladı. Bu kurgu da yandaş gazeteler, köşe yazarları, candaş vakıflar, sivil toplum örgütleri ve özel yetkili mahkemeler eliyle desteklendi; masum, suçsuz, günahsız insanlara saldırıldı, onların onuruyla haysiyetiyle oynandı; askerler darbeci, cami bombalayan, suikast düzenleyen insanlar olarak gösterildi. Bu askerlerden bazıları bu duruma dayanamadı ve intihar etti. Bu askerlerin aileleri, çocukları sokağa çıkamaz duruma geldi. Yani göz göre göre bu insanların meslekleri, şerefleri yok edilmeye çalışıldı. Bu davalarda insanlar hukuk yoluyla katledildi.
Değerli milletvekilleri, şimdi Hükûmet ne diyor bu davalara? "Bu davada millî orduya kumpas kuruldu." diyor. Bu davada kumpas varsa, bu davada hukuksuzluk varsa, bu davada ahlaksızlık varsa, bu davada yargısız infaz varsa o zaman sorarlar adama, "Sen orada bostan korkuluğu musun?" diye sorarlar, "Sen nesin?" diye sorarlar.
Değerli arkadaşlar, gelelim bir başka davaya. Her yanı kumpas, her yanı sahte delil, her yanı ahlaksız suçlamalarla dolu askerî casusluk davasına. Bu davayla, değerli milletvekilleri, gencecik subayların mesleki namuslarına "casusluk", kişisel namuslarına "fuhuş" lekesi sürüldü. Bu dava öyle bir dava ki yok yok. Bu davada tıpkı Türk filmlerindeki gibi aşk var, nefret var, intikam var, acı var, gözyaşı var; üstüne üstlük mezhepçilik var, ırkçılık var, kin var, acizlik var; AKP Hükûmetinin Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı nefreti var; TSK'nın, Türk Silahlı Kuvvetlerinin kendi içindeki ihaneti var; mezhebe göre fişleme var, isme göre fişleme var; bu davada saz çalmak dahi suç unsuru olarak gösterilmiş, fişlenmiş. Bu davada bir kişinin ismi suçlamalara delil olarak kaydedilmiş. İsmini veriyorum: Kara Binbaşı Merdin Kışkan'ın Süryani olup olmadığı savcılar tarafından sorgulanmış. Merdin Kışkan'ın annesi Meclise geldi ve gözyaşları içerisinde bir şey anlattı. Dedi ki: "Biz aile olarak Süryani olmadığımızı kanıtlamak için çaba gösterdik. Süryani olmamızın bir önemi yok ama gittik Ahıska Türkü olduğumuzu kanıtlamak için soy kütüğümüzü çıkardık geldik, savcıya verdik." Tabii, bundan utanacaklar var mı bilemiyorum.
Değerli arkadaşlar, fişlemeler içerisinde bir insan için aynen şöyle söyleniyor: "Görevi savsaklar, alkol içer, Alevi'dir." O zaman sormak lazım: Bu yapılan zulümlerin, bu utancın sorumlusu Aleviler midir, yoksa Süryani olmakla suçlananlar mıdır? Hiçbiri değil. Bu utancın sorumlusu -açık söylüyorum- Hükûmettir, bu utancın sorumlusu Millî Savunma Bakanıdır, bu utancın sorumlusu Genelkurmay Başkanıdır.
Değerli milletvekilleri, askerî casusluk davasının yanında, askerlerin yanında, Maliye Bakanlığı, Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü, Sosyal Güvenlik Kurumu, Hazine Müsteşarlığı ve İçişleri Bakanlığı personeline dair fişlemeler var. Değerli arkadaşlar, ne hikmetse bu tür kurumların hiçbirinin personeli yargılanmadı, bir tek Türk Silahlı Kuvvetleri, kendisinin nitelikli personelinin eline kelepçe vurup dört duvar arasına yolladı, yani Millî Savunma Bakanlığı, yani Genelkurmay Başkanlığı Tapu Kadastro Müdürü kadar olamadılar. Tapu Kadastro Müdürü kendi personeline sahip çıktı, Hazine Müsteşarı kendi personeline sahip çıktı, bugün sanki başka yıldız alacakmış gibi -dört yıldızın var, yeter- Genelkurmay Başkanı, Millî Savunma Bakanı kendi personeline sahip çıkamadı ve eliyle dört duvar arasına teslim etti.
Şimdi bir haksızlık daha yapılıyor, bu davalar hâlâ sonuçlanmadığı hâlde insanlar emeklilik haklarını elde etmeden resen emekli ediliyor, ordudan atılıyor. Şimdi sizde vicdan varsa, sizde birazcık meslek dayanışması varsa buradan size sesleniyorum: Davalar sonuçlanmamış hâlâ, o insanları sivil cezaevlerine göndermeyin, o insanların özlük haklarını almayın. Geçtiğimiz gün askerî casusluk davasında -buraya sesleniyorum- askerî casusluk davasından yargılanan bir astsubay işsiz kalmış, ordudan atılmış; yanıma geldi ne yapabilirim diye ve açlık sınırıyla karşı karşıya.
Yine, askerî casusluktan yargılanan bir öğretmen, asker öğretmen açlık sınırıyla karşı karşıya; şu anda cezaevinden çıkmış durumda, ne yapacağını şaşırmış durumda.
Kendi personeline sahip çıkamayan ordu, Türk milletine sahip çıkamaz.
Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)