| Konu: | BDP GRUBUNUN, BDP GRUP BAŞKAN VEKİLİ BİNGÖL MİLLETVEKİLİ İDRİS BALUKEN TARAFINDAN ÜNİVERSİTELERDEKİ BAZI KESİMLERİN SOLCU VE KÜRT ÖĞRENCİLERE YÖNELİK PROVOKASYON VE SALDIRILARLA GÜNDEM OLUŞTURMASININ ARAŞTIRILMASI AMACIYLA 6/2/2014 TARİHİNDE TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA VERİLMİŞ OLAN MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGESİNİN, GENEL KURULUN 12 ŞUBAT 2014 ÇARŞAMBA GÜNKÜ BİRLEŞİMİNDE SUNUŞLARDA OKUNMASINA VE GÖRÜŞMELERİNİN AYNI TARİHLİ BİRLEŞİMİNDE YAPILMASINA İLİŞKİN |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 60 |
| Tarih: | 12.02.2014 |
AYKAN ERDEMİR (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şiddet ülkemizde gerçekten kanayan bir yara, fakat şiddet yalnızca üniversite kampüslerinde yok, üniversite yerleşkelerinde yok, şiddet toplumumuzun her alanına sirayet etmiş bir salgın.
Bir ülkede otoriter siyaset yükselirse, ataerkil siyaset yükselirse, beraberinde kaçınılmaz olarak şiddet de yükseliyor. Türkiye'de de yalnızca vatandaşa karşı şiddet yok gazetelerin manşetlerinde, kadına karşı şiddet var, çocuğa karşı şiddet var, hatta geçtiğimiz günlerde gördüğümüz gibi, hayvanlara karşı şiddet var. Demokratik kanalların tıkandığı tüm toplumlarda ne yazık ki şiddet egemen olur, şiddet o toplum üzerindeki varlığını güçlendirir.
İşte üniversitelerimiz de, üniversite yerleşkelerimiz de ne yazık ki bugün şiddetin egemen olduğu, kaba kuvvetin egemen olduğu, demokratik müzakere kültürünün ise gün geçtikçe zemin kaybettiği kurumlar, mekânlar olmuş durumda. Gün geçmiyor ki bir üniversite yerleşkemizde karşıt görüşlü öğrenciler arasında ya da kolluk kuvvetleriyle öğrenciler arasında bir nahoş olay yaşanmasın. İşte, benim de temsil etmekten gurur duyduğum Bursa şehrinde Uludağ Üniversitesinde sık sık, gazete manşetlerinde, karşıt görüşlü öğrenciler arasında yaralamaya varan ciddi sonuçlar doğuran kavgalar olduğunu görüyoruz. Bu noktada, acaba devlet, üniversitelerimiz için, öğrencilerimiz için, öğretim üyelerimiz için nasıl bir eğitim hayatı, öğretim hayatı öngörüyor, buna bakmak gerek.
Bakın, günümüzdeki üniversitelere ilişkin pek çok sıkıntıyı biz hep 12 Eylülle özdeşleştiriyoruz, 1980 darbesiyle özdeşleştiriyoruz, YÖK'le özdeşleştiriyoruz. YÖK'ün üniversiteler, öğretim üyeleri ve öğrenciler üzerindeki o çelik disiplininin, antidemokratik baskılarının en büyük örneklerinden biri, en büyük kanıtlarından biri 21 Ağustos 1982 tarihli Yükseköğrenim Kurumları Disiplin Yönetmeliği. Peki, bu disiplin yönetmeliği eğer millî egemenlik üzerindeki bir vesayetin yansımasıysa, temel hak ve özgürlükler üzerindeki sınırların yansımasıysa, Türkiye'deki demokrasinin üzerindeki bir ayıbın gölgesiyse bugün biz bu disiplin yönetmeliğine nasıl yaklaşıyoruz? Ne yazık ki geçtiğimiz günlerde bu disiplin yönetmeliğinde bazı değişiklikler yapıldı. Gönül isterdi ki, arzu ederdik ki disiplin yönetmeliğinde yasaklar kaldırılsın, üniversite yerleşkelerine demokrasinin, müzakerenin, uzlaşmanın kültürü yansısın ve şiddetin önünde yeni engeller konulsun. Ama ne yazık ki şunu gördük: Disiplin yönetmeliğinin "Kınama cezası gerektiren fiil ve hâller" bölümüne bir (ö) fıkrası eklendi ve bakın, hangi -tırnak içinde söylüyorum- suç kınama cezası gerektiren bir fiil ve hâl olarak öngörüldü: "Bilimsel tartışma ve açıklamalar dışında, yetkili olmadığı hâlde basına, haber ajanslarına veya radyo ve televizyon kurumlarına resmî konularda bilgi veya demeç vermek."
Evet, dünyanın bütün üniversitelerinde, bütün özgür üniversitelerinde, bir öğretim üyesi, üzerine vazife olmadığı düşünülen, toplum olsun kültür olsun eğitim olsun çevre olsun, bu konularda açıklama yaptığında bir kamu hizmeti yapıyor olarak algılanır çünkü çağdaş üniversitenin temelini atan Humboldt'un, üniversite misyonunu oturttuğu bir sacayağı vardır, üç temel vardır: Biri eğitim, biri araştırma, biri topluma hizmet. İşte, öğretim üyelerinin "topluma hizmet" ayağından kastı da toplumu ilgilendiren konularda bilim insanlarının kendi özgür, kendi bağımsız görüşlerini, hangi konuda olursa olsun toplumla paylaşmasıdır ama ne yazık ki bugün Türkiye'deki iktidar, 12 Eylül rejiminin âdeta bir devamı niteliğinde, kınama cezası gerektiren fiil ve hâller içine, öğretim üyelerinin özgür ve bağımsız görüşlerini açıklamasını eklemiştir.
Şimdi, eğer iktidarın üniversiteye tavrı bu olursa, baskıcı, yasakçı bir anlayış olursa, işte, o üniversitede, o yerleşkede demokrasi kültürü, tartışma kültürü, müzakere kültürü, düşünce hürriyeti, fikrini ifade etme hürriyeti de gelişmez. Müzakere kültürünün, uzlaşma kültürünün, tartışma kültürünün gelişmediği yerleşkelerde de ne yazık ki şiddet, kaba kuvvet, hakaret egemen olur. İşte, biz umuyoruz ki 12 Eylülden Türkiye Cumhuriyeti'ne miras bu disiplin yönetmeliğinde, bir an önce, demokrasinin önünü açan, düşünce özgürlüğünün, ifade özgürlüğünün önünü açan, müzakere kültürünü güçlendiren adımlar atılsın.
Yine öğrencilerimiz, elbette ki Hükûmete bakıyor, Hükûmetin kendilerine nasıl bir yükseköğrenim vizyonu çizdiğini, nasıl bir üniversite vizyonu çizdiğini görmek istiyor.
Yine geçtiğimiz aylarda, belki hatırlayacaksınız, Hükûmetimiz şöyle bir sinyal vermişti, arkası gelmedi; dediler ki: Üniversite öğrencilerinden evlenenlere kredi borçlarının silinmesi müjdesi geldi. Yani Hükûmetimiz üniversite öğrencilerine "okuyun, araştırın, tartışın, konuşun" şeklinde bir inisiyatif sunmadı, aksine, dedi ki: Bir an önce evlenin, çoluk çocuk sahibi olun, bu eğitimden de önemlidir; eğer bunu yaparsanız biz, sizin kredilerinizi, kredi borcunuzu siliyoruz. Şüphesiz ki biz parasız eğitimi savunuyoruz, şüphesiz ki biz üniversite öğrencilerimiz için en iyi maddi koşulları savunuyoruz fakat kredi borcunun silinmesi ya da öğrenci kredileri, bir öğrencinin evli olup olmadığına bakılmaksızın yürütülmesi gereken bir siyaset alanı.
Yine Hükûmetimizin bir diğer alanı, üniversitelerdeki barışçıl gösterilere tepkisiyle ortaya çıkıyor. Geçtiğimiz günlerde -bütün izleyicilerimiz de, bütün milletimiz ve milletvekillerimiz de şahittir, tanıktır- ODTÜ'de fidan diken öğrenciler, oradaki hukuksuz inşaata engel olduğu gerekçesiyle yargılanıyorlar, iddianamede isimleri geçiyor. Yani bir fidan dikme bile bugün Türkiye'de Hükûmet tarafından tehdit unsuru olarak algılanabiliyor.
Kısacası, Türkiye'de iktidar, üniversiteye ilişkin, üniversite yerleşkelerine ilişkin, öğretim üyelerine ve öğrencilere ilişkin çok yanlış bir çerçeveden meseleye yaklaştığı için, üniversitelerimizde de demokrasi kültürü, müzakere kültürü, uzlaşma kültürü gelişmiyor, şiddet egemen oluyor.
Bakın, geçtiğimiz günlerde, Orta Doğu Teknik Üniversitesinde yaşanan olaylara ilişkin, Rektörümüz Sayın Ahmet Acar önemli bir açıklamada bulundu ve tüm üniversite yerleşkeleri için örnek olabilecek bir kurallar bütünü sundu. Dedi ki: "Dört kırmızı çizgi aşılmadığı sürece üniversitelerde her tür eylem, her tür konuşma, her tür kendini ifade etme serbest olmalı. Birincisi, şiddet içermesin. İkincisi, üniversitenin araştırma, eğitim faaliyetleri engellenmesin. Üçüncüsü, çevreye zarar vermesin ve dördüncüsü, demokratik bir kültür içinde bütün bunlar ifade edilsin."
İşte, biz de bugün buradan diyoruz ki: Hükûmetin bugün yapması gereken, üniversitelere ilişkin en geniş temel hak ve özgürlükler vizyonunu Türkiye'deki bütün yerleşkelere bu şekilde ifade etmesi. Şiddetin önünü siz yalnızca kolluk güçleriyle, polisiye tedbirlerle alamazsınız. Eğer siz bir ülkede demokrasi kültürünü kurumsallaştırmazsanız, eğer siz bir ülkede basın özgürlüğünü, İnternet özgürlüğünü tesis etmezseniz, eğer siz bir ülkede kamusal alanda gençlerimizin, kadınlarımızın, işçilerimizin, emekçilerimizin kendilerini ifade etme imkânlarını tanımazsanız elbette ki meşru zeminler zamanla kaybolur ve şiddet egemen olur.
Son olarak, bu konuda Toplum Gönüllüleri Vakfı tarafından yapılan bir araştırmadan bahsetmek istiyorum. "Üniversite Öğrencilerinin İfade ve Örgütlenme Özgürlüğü" araştırmasında karşımıza şöyle hazin bir tablo çıkıyor: Türkiye genelinde yapılan bu araştırmaya göre, Türkiye'de dezavantajlı pek çok üniversite öğrencisi -bunların içinde kadınlar da var, Kürt öğrenciler de var, LGBT öğrenciler de var, yoksul öğrenciler de var, sol görüşlü öğrenciler de var- diyor ki: "Tedirginiz, kendimizi baskı altında hissediyoruz. Şiddet mağduruyuz." İşte, bu olumsuz tabloyu aşmak istiyorsak Türkiye'nin ihtiyacı -bir kez daha söylüyoruz- ileri demokrasi değil, gerçek demokrasi.
Teşekkür ediyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)