| Konu: | BDP Grubu önerisi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 62 |
| Tarih: | 14.02.2014 |
ŞAMİL TAYYAR (Gaziantep) - Teşekkürler.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi tekrar sevgi ve muhabbetle selamlıyorum.
Önergenin konusu özgürlükler ve demokrasi ama maalesef, burada herkesin kullandığı bir sözcüğe bile tahammül edemiyoruz. Oysa "demokrasi" dediğimiz rejim, yönetim şekli de bir tahammül rejimidir. Eğer biz bu sözcüklere bile tahammül edemiyorsak o zaman basın özgürlüğü ve demokrasi konusundaki çabalarımız ya da anlattıklarımız da -bence- samimiyetle çok örtüşmüyor diye düşünüyorum.
Tabii ki böyle bir şeyi arzu etmezdim, keşke yaşanmasaydı. Ama, sonuçta, şahsımı hedef alan ağır lafları da yine sahibine buradan aynen iade ediyorum.
HASİP KAPLAN (Şırnak) - Sizinkileri de ben size iadeli taahhütlü...
ŞAMİL TAYYAR (Devamla) - Eyvallah. Ama, benimki reaksiyonel bir tepkiydi. Keşke olmasaydı ama siz söylediğiniz için ben cevap vermek zorunda kaldım ama sonuçta ateşi yakan sizdiniz. İnşallah, bundan sonraki süreçte de bunlar bir daha yaşanmaz.
Ben, benden önce kürsüye çıkan değerli hatiplerin, gerek Sayın Hasip Kaplan'ın gerek Sayın Mustafa Balbay'ın konuşmalarını da bir miktar not aldım. Fakat üzülerek gördüm ki ya Türkiye'de kendileri yaşamıyorlar ve başka bir âlemdeler ya da başka bir şeyin, hesabın içerisindeler. Mesela, Sayın Hasip Kaplan diyor ki: "Son zamanlarda basın özgürlüğünden söz edemeyiz." Oysa "basın özgürlüğü" kavramı cumhuriyetin kurulduğu tarihten bu yana her zaman tartışmalıdır ve her zaman üzerinde en fazla konuştuğumuz konulardan birisidir.
Bugün basın özgürlüğü konusunda, tabii ki herkesin üzerinde mutabık kaldığı, herkesin aynı şeyleri söyleyebildiği bir durumdan söz etmek mümkün değil. Ama, yirmi altı yıl gazetecilik yapmış ve bunun da on yedi yılını Sabah ve Milliyet gibi merkez medyada geçirmiş birisi olarak, bunları bizzat yaşamış, bu problemleri bizzat meslek hayatında yaşamış birisi olarak şunu söylüyorum: Basın özgürlüğü, öteden beri Türkiye'de kötürüm bir yapıdadır. Yine üzülerek söylüyorum ki Türkiye'de medya çoğu zaman, her ne kadar demokratik rejimin olmazsa olmaz mekanizmalarından biri olarak tarif edilse de çoğu zaman vesayetçi anlayışın kaldıracı gibi hareket etmiştir.
Özellikle çok partili siyasi hayata geçtikten sonra, 1950'den sonra bu etkileşimin ve diyalektiğin daha etkin bir şekilde hayatımıza girdiğini görüyoruz. 1950 sonrası millî iradenin sandığa güçlü bir şekilde yansımasından rahatsız olanlar, basın üzerinden bir karalama kampanyası başlatmışlardır. 1952 yılında, daha henüz ortada bir şey yok, Ulus gazetesi sekiz sütun manşet atıyor "Diktatör Menderes" diye. Altında spot bir cümle var, diyor ki: "Sen diktatörlüğe soyunuyorsun ancak senden diktatör falan olmaz, sen diktatörcüksün." Ve daha sonra, 1955'ten itibaren birçok basın organı da buna katılıyor ve 1960'a kadar darbe tezgâhının, darbe planlarının bir aracı olarak görev yapıyor. Ne zamana kadar? Günümüze kadar.
Ben geçtiğimiz günlerde Parlamentoda da benzer şeyleri anlattığımda muhalefet milletvekilleri dedi ki: "Ya, tarihten niye bahsediyorsunuz?" E, kardeşim, tarihi bilmezseniz, dünü bilmezseniz bugün yaşananları anlayamazsınız. Aktörler ayrı olabilir ama tezgâh aynıdır, tezgâha hâlâ devam ediyorsunuz.
Şimdi, efendim "Medyayı özgürleştirmek Meclisin görevidir." diyor Sayın Hasip Kaplan. Ben önergenin konusuna bakıyorum: "Türkiye'de basın özgürlüğünün önündeki engellerin bütün boyutlarıyla araştırılması." Ya, Allah aşkına, siz diyorsunuz ki: "Yasama, yürütme, yargı ve medya." Hem bunu söyleyeceksiniz hem de medyayı yasamanın arka bahçesi hâline getireceksiniz yani medyadaki düzenlemeyi yasama organının bir temel işlevi gibi göreceksiniz. Yani burada bir temel tezat, bir temel çelişki yok mu? O zaman hâlâ kavramlar bizim zihnimizde yerli yerine oturmuş değil.
Hasan Cemal, efendim "Beni Başbakan görevimden aldırdı." diyor. Ben yıllarca bunları yaşadım. Mesut Yılmaz'ın talimatıyla Milliyet gazetesinden, işten atılmış biriyim ama şunu da biliyorum ki medyada kendi iç hesaplaşmaları, çoğu zaman siyasiler üzerinden görülür. Hasan Cemal'in gazetesinden ayrılmasının ne Sayın Başbakanla ne Hükûmetimizle doğrudan, yakından, uzaktan hiçbir ilgisi yoktur. Ama o yayın organı, kendi içerisindeki iç hesaplaşmasını eğer Başbakanlık ya da Hükûmet üzerinden görmek istiyorsa onun hesabını kendisi ayrıca versin.
KAMER GENÇ (Tunceli) - Yani, şimdi, "Alo Fatih" hattı yok mu?
ŞAMİL TAYYAR (Devamla) - Sayın Genç, bir saniye.
Biz bunları gördük. Mesela Altan Öymen, CHP'de Genel Başkanlık yaptı, CHP kurultayıyla ilgili bir yazı yazıyor: "Bir CHP'li ve bir gazeteci olarak..." diyor. Ben kalksam ya da bir başka arkadaşımız, bir gazeteci arkadaşımız kalksa dese ki: "Bir AK PARTİ'li ve bir gazeteci olarak..." diye cümlesine başlasa adama söylemediğimizi bırakmayız. Yani siz, CHP'li olduğunuzu alnınız açık, başınız dik bir şekilde gazeteci sıfatınızın önüne koyacaksınız, yazılar yazacaksınız, makaleler yazacaksınız, sonra da bunu bağımsızlık olarak söyleyeceksiniz. Medya bunları yıllarca yaşadı, bu hikâyeleri artık bize anlatmayın.
Şimdi Mustafa Balbay konuşuyor, efendim "Bir gün size de lazım olur." Zaten problem şu: Siz bunu yeni anladınız, siz. Biz Ergenekon'la ve Balyoz'la mücadele kapsamında yazılar yazdık, 7 bin gazeteciye dava açıldı. Ben 4 ayrı davada 65 ay hapis cezası aldım. Aldığım cezalardan biri şudur: Cumhuriyet tarihinde ilk kez, düşünerek kitap yazmaktan ceza almış bir adamım. Bakın, düşünerek kitap yazmaktan ceza aldım 20 ay. Sonra, Malatya misyonerler davasında bir belgeyi Ergenekon soruşturmasında gizliliği ihlal gerekçesiyle 15 ay hapis cezası aldım. Hâkime dedim ki: "Efendim, bakın, bu belgede 'Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı' yazıyor. Bunun Ergenekon davasıyla ne ilgisi var?" "Hayır, hayır efendim, geçin bunları." dedi ve ben Malatya davasındaki bir belge yüzünden, Ergenekon davasını etkilemekten ceza aldım. Hakkımda açılmış davalarda 100 yıldan fazla hapis cezası istendi, 1 trilyonu aşkın, birçok davada para cezaları talep edildi. Star gazetesinde, görev yaptığım Star gazetesinin sorumlu yazı işleri müdürü hakkında istenen toplam ceza miktarı 700 yıldı.
Ama, yıllarca bu acıları yaşamayanlar işin ucu kendilerine dokunduğu zaman basın özgürlüğünü anlamaya başladılar. Onun için biz hep şunu söyledik, dedik ki: Bir gün size de lazım olur ve o size bu Ergenekon ve Balyoz sürecinde lazım oldu.
TUFAN KÖSE (Çorum) - Boş konuşuyorsun ya! Çok boş konuşuyorsun, hep yalan, hikâye anlatıyorsun!
ŞAMİL TAYYAR (Devamla) - Geçin bunları, geçin, biz bunları yaşadık.
Efendim, Derya Sazak'ın bir demeci var bugün bir medya kuruluşunda.
TUFAN KÖSE (Çorum) - Hikâye anlatıyorsun!
ŞAMİL TAYYAR (Devamla) - Efendim, bunların hepsi yaşanmış şeyler. Eğer ortada bir hikâye varsa oturduğunuz yerdir orası.
Bu memlekette her şeyi söylüyorsunuz ama darbecileri milletvekili yapan sizsiniz. Silivri'den buraya tünel kazıp getirdiniz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Ben yıllarca gazetecilik yaptım ama hiçbir zaman jandarma istihbaratının göbeğinde akıl hocalığı yapmadım, evet. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Şimdi, efendim, Derya Sazak bir demeç vermiş, diyor ki: "Başbakan ve bakanlar Yüce Divanlıktır." Neden? Efendim, medyaya baskı uyguluyormuş. Ey Derya Sazak, sen gazetede yöneticiyken "Mesut Yılmaz'a git kardeşim, özür dile, Milliyetle ilişkisini sana endekslemiş, eğer özür dilemezsen seni atarım." diyen Derya Sazak bugün basın özgürlüğü adına ahkâm kesiyor ve ben arkasından da Milliyet gazetesinden işten atıldım. Bunları anlatıyorum, son dönemde yazılıp çizilenler üzerinden fikir inşa etmeyin.
KAMER GENÇ (Tunceli) - Mesut nerede, Mesut? Biz Mesut'u savunmuyoruz ki!
ŞAMİL TAYYAR (Devamla) - Bunları anlatıyorum işte Sayın Genç.
HASAN ÖREN (Manisa) - Mesut Yılmaz nereye gittiyse oraya gideceksiniz.
ŞAMİL TAYYAR (Devamla) - Yahu, zaten, bakın, bu memleket, bu millet sizi 1960'tan bu yana tek başına iktidara getirmedi çünkü eliniz kana bulaştı 1960 darbesiyle beraber. (CHP sıralarından gürültüler)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
İZZET ÇETİN (Ankara) - Geç, işine bak sen, geç.
ŞAMİL TAYYAR (Devamla) - O gün sizi lanetledi, o gün bugündür tek başınıza iktidara gelemiyorsunuz, Allah'ın izniyle de yine gelemeyeceksiniz ve bu millet sandıkta her zaman size gereken dersi verdi ve vermeye devam edecek. (AK PARTİ sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler)