GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: AK PARTİ Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:4
Birleşim:64
Tarih:19.02.2014

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AKP Grubunun grup önerisi üzerinde, aleyhinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Görünen o ki bir AKP klasiğiyle yine karşı karşıyayız, yine bir dayatmayla. Sanki Allah'ın günleri torbaya girmiş gibi yeniden cumartesi-pazar günleri, sabaha kadar, uykusuz bir biçimde, içeriğini AKP'li milletvekili arkadaşlarımızın da bilmediği bir torba yasası getireceğiz. Yine, sabahlara kadar burada küfrün, kötü sözün, tartışmanın, kavganın yaşandığı oturumlar düzenleyeceğiz.

Değerli arkadaşlarım, geçen hafta "HSYK" adı altında bir düzenleme yaptık. Daha düzenleme yarıdayken Sayın Cumhurbaşkanının itirazlarını da dikkate alarak bu görüşmeleri yarıda kestiniz, arkasından, birilerine gözdağı verip "İstediklerimizi yapmazsanız bu yasanın tekrar devamını getireceğiz." dediniz ve gerçekten getirdiniz. Tartışmaların, kavgaların, kötü sözün, küfrün uçuştuğu bir ortamda bir HSYK yasası düzenlediniz. Daha geçen hafta, yine, İnternet yasası adı altında, aslında İnternet'e getirilen bir yasak düzenlemesi yaptınız ve bir garabete hem siz hem Sayın Cumhurbaşkanını da ortak ettiniz. Sayın Cumhurbaşkanı bu yasayla ilgili çekincelerini baştan söylemişti. Yasa çıktıktan sonra da onaylarken "Bu yasanın falan falan maddelerine katılmıyorum." demesine rağmen iktidarın yeniden bir düzenleme vaadiyle hukuka ve Anayasa'ya aykırı olduğunu kendisinin ifade ettiği bu İnternet yasasını imzalamak zorunda kaldı.

Değerli arkadaşlar, şunu büyük bir samimiyetle söyleyeyim: Korkunun ecele faydası yok. Artık bu saatten sonra hangi yasakları getirirseniz getirin, hangi düzenlemeleri yapmaya çalışırsanız çalışın, Gezi Parkı olaylarıyla başlayıp 17 Aralık rüşvet operasyonundan sonra AKP iktidarının, hani "Hiç bitmeyecek ve bir ömür boyunca devam edecek." dediğiniz iktidarın sonunun bir başlangıç noktasıdır bu iki olay.

Biraz önce Sayın Naci Bostancı burada konuşurken üzüntüyle dinledim, Gezi Parkı'nda şiddetten bahsetti. İnsan elini vicdanına koyacak, eğer bu ülkede şiddet varsa, şiddetin en acımasız bir biçimi Mecliste yaşanıyor. Parlamentomuzun itibarının düşürüldüğünü Meclis Başkanı kendisi söyledi. Bu Mecliste, bu kürsüde konuşan insanlara ana avrat küfredildiğini, hakaret edildiğini, tekme tokadı sizin iktidarınız döneminizde yaşadık ve -üzülerek söylüyorum- belki cumhuriyet tarihinde ilk defa Meclise kan bulaştırdınız. O nedenle söylüyorum, ne kadar çırpınırsanız çırpının, artık bu gidişattan, iktidardan uzaklaşma döneminizi tersine çevirmeniz mümkün değil. Hırçınlaşmanızı anlıyorum çünkü bir iktidar, eğer kırıp döktüğü çok fazla şey olmasa, vatandaşa hesap vermekten korkuyor olmasa "Bugün iktidarım, giderim, yarın muhalefet olarak tekrar gelirim." diyebilir. Ama biliyoruz ki başta Sayın Başbakan olmak üzere AKP Hükûmetinin korkusu şu: Bir kere bile iktidardan uzaklaştığında artık geçmişte yaşanan yolsuzluğun, hukuksuzluğun hesabını veremeyecekler, belki bu ülkede yaşama şansları bile olmayacak. Bu korku sizi, Sayın Başbakanı, Hükûmeti giderek daha çok kavgaya, daha çok şiddete sürüklüyor.

Değerli arkadaşlarım, bir ülkede bir iktidar ister dikta yoluyla iş başına gelsin isterse sizin gibi demokratik yolla iş başına geldikten sonra diktatörleşmeye doğru gitsin, eğer o ülkede, toplumda iki alanda bir çürüme ve kokuşma yaşanıyorsa, insanlar bu konuda bir vicdani kanaat oluşturmuşlarsa artık o iktidarın iş başında kalma olanağı yoktur. Bunlardan bir tanesi adaletsizliktir.

Bugün Türkiye'de, sokakta, size oy veren ya da başkalarına oy veren hemen hemen bütün yurttaşlarımızın ortak kanaati o ki Türkiye'de devlet adalet dağıtmaktan uzaklaşmış, adalet âdeta iktidarın elinde bir sopa hâline dönüşmüştür. On iki yıllık iktidarınız boyunca olan adaletsizliği anlatmaya gerek yok. Ergenekon ve Balyoz davalarında ilk tutuklamalara başlandığında, geçen Parlamento döneminde, ben burada bunları ifade ederken AKP'li milletvekilleri üstümüze yürüyorlardı. "Darbeci" diye bize hitap ediyordunuz. Aradan geçen süreçte gördünüz ki özel yetkili mahkemeler bu memlekette hukuk dağıtmadı, adaletsizliğin kaynağı oldu ama bir yığın insan -günahsız insan- yıllarca cezaevinde yattı ve bunu bedeliyle ödediler. Şimdi adaletsizlik duygusunu toplumdan bir daha silmeniz mümkün değil.

İkinci olay rüşvet ve yolsuzluk.

Değerli arkadaşlarım, her yıl burada bütçe yaparız. Bütçe şu demektir, vatandaşın bütçeden algıladığı şudur: "Ey vatandaş, devletin geliri bu kadar, gideri bu kadar. O nedenle elimizdeki imkânlar bu." Yani asgari ücretliye ya da asgari ücretle çalışana, emekliye "Devletin imkânı buna yetiyor, sana bir simit ve çay parası ancak zam yapıyorum." diyebilirsiniz. Vatandaşlarımız da buna inanabilirler. Ne zamana kadar? Para kasalarından 4,5 milyon dolar para çıkmaya başladığında, bakanların, Başbakanın oğlunun servetleri toplumda tartışılmaya başlandığında artık o vatandaşın size güvenmesini beklemeniz mümkün değil.

Ve adaletsizliğe iki temel örnek vermek istiyorum: Bir, Deniz Feneri olayı yaşadık. Almanya'da bu konunun sanıkları yargılandılar, mahkûm oldular; Türkiye'de biz hırsızları yargılamadık, hâkimleri ve savcıları yargıladık. Şimdi 17 Aralık rüşvet operasyonundan sonra Başbakan çıktı, gazetelerde diyor ki: "Başta benim oğlum ve bakanların oğulları bu operasyonu yapan savcılar hakkında dava açacak." Kelimenin tam anlamıyla "Yavuz hırsız ev sahibini suçlu çıkarır." tam da bunu tarif ediyor olsa gerek.

Anadolu'da yaygın bir söylenti vardır, belki büyük çoğunluğunuz bilirsiniz: Bir köyden bir başka köye giden vatandaş akşamın karanlığında bakmış köydeki başıboş köpekler üstüne doğru saldırıyorlar. Mevsim kış. Kendini korumak için eğilmiş yerden bir taş almaya, tabii, don olduğu için taşı alamamış ve içinden demiş ki: "Ya, bu nasıl memleket, taşlar bağlı, köpekler serbest." Gerçekten, hırsızların, rüşvete bulaşanların yargılanmadığı ama onlar hakkında dava açan savcıların yargılandığı bir Türkiye'de bulunuyoruz.

Sözümü çok uzatmak istemiyorum, vaktim dar. Geçen hafta Sivas'taydım. Sayın Başbakan, bildiğime göre, seçim kampanyasını Sivas'tan başlatacakmış ve Sivas'taki sloganlardan, AKP'nin sloganlarından birisi şu: "Gücümüz seninle. Bu milleti ezdirme." Ya, insanların sağduyusuyla alay etmeye hakkınız yok arkadaşlar. Evet, gerçekten eğer millet tarifinizden işçiyi, köylüyü, dar gelirli insanları, atanamayan öğretmenleri, taşeron işçileri kastediyorsanız bu millet zaten on iki yıldırki devri iktidarınızda ezim ezim eziliyor. Ama eğer yok, milletten kastınız hırsızlığa bulaşan bakanın, Başbakanın çocukları, havuz kuran bir avuç müteahhitse vallahi onların ezilmesini engellemeye gücünüz yetmeyecek.

Ve Sayın Başbakan -bu seçimlerle- diyor ki: "Kurduğumuz yeni Türkiye'nin ulusal kurtuluş mücadelesini başlatacağız." Değerli arkadaşlarım, ulusal kurtuluş mücadelesi ulvi bir kavramdır. Biz Türkiye olarak ulusal kurtuluş mücadelemizi 19 Mayıs 1919'da Samsun'da, 4 Eylül 1919'da Sivas'ta yedi düvele karşı vermiştik, uluslararası emperyalist güçlere karşı vermiştik ve tam bağımsız bir Türkiye'yi, Anayasa'da tarif edilen demokratik, laik, sosyal hukuk devletini cumhuriyet devrimleriyle kurmuştuk. Şimdi merak ediyorum, Sayın Başbakan bu istiklal mücadelesini kime karşı, hangi güçlere karşı verecek? "İstiklal" kavramını kirletmeye hiç kimsenin hakkı yoktur ve ne yazık ki cumhuriyet devrimleriyle kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti devleti aslında fiilen Başbakan tarafından ortadan kaldırılmıştır. Bugün Anayasa'mızda tarif edilen devletten bir eser yoktur zaten. Anayasa'mız devleti "demokratik, laik, sosyal, hukuk devleti" diye tarif eder, sayenizde bugün devletin ne demokratikliği ne hukuk devleti ne laiklik ilkesi ortada kalmadı ve yine sayenizde bugün devlet üniter devlet olmaktan çıktı.

Sayın Başbakan bir "paralel devlet"ten bahsediyor durmadan. Evet, Türkiye'de bir paralel devlet var, o da sizlerin sayesinde kuruldu. Bugün Türkiye'nin doğusunda, güneydoğusunda başkalarının kimlik kontrolü yaptığı, başkalarının vergi topladığı ve başkalarının tapu dağıttığı bir paralel devlet var. Bu paralel devletin kurulmasında da, yapılamasında da en başta sorumlu Sayın Başbakandır.

O nedenle şimdi yaşanan bu kaosu ortadan kaldırmaya gücünüz yetmez. Ortada bir ölü var, 1,80 metre boyunda, elinizde bir avuç bez var, bir tarafını kapatmaya çalışıyorsunuz, geri tarafı açıkta kalıyor. Korkunun, telaşın ecele faydası yoktur. Güzel bir söz var: "Abbas yolcu, bağlasan durmaz." diyorum.

Hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)