GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: MİLLİ EĞİTİM TEMEL KANUNU İLE BAZI KANUN VE KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR
Yasama Yılı:4
Birleşim:68
Tarih:26.02.2014

BDP GRUBU ADINA HALİL AKSOY (Ağrı) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 562 sıra sayılı Kanun Tasarısı üzerine söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Türkiye'de eğitim sistemi, cumhuriyet tarihi boyunca, Türklüğün ve asimilasyon politikalarının aracı olarak kullanılmıştır.

İDRİS BALUKEN (Bingöl) - Sayın Başkan, önemli bir konu görüşülüyor, çok yüksek bir uğultu var, duyamıyoruz.

BAŞKAN - Lütfen sakin olalım.

Buyurunuz Sayın Aksoy.

HALİL AKSOY (Devamla) - Değerli milletvekilleri, Türkiye'de eğitim sistemi, cumhuriyet tarihi boyunca, Türklüğün ve asimilasyon politikalarının aracı olarak kullanılmıştır. Özellikle, 80 askerî darbesi sonrası benimsenen neoliberal politikalarla da eğitim sistemi küresel kapitalizmin ihtiyaçlarına uyarlanarak piyasacı bir doğrultu almıştır. Son otuz yıllık süreçte de, piyasa koşullarına göre, eğitimin finansmanı ve müfredatı sürekli değişmiştir. Bu değişiklikler özellikle AKP iktidarıyla birlikte hız kazanmış ve bu politikalar sonucunda eğitim ticarileşmiştir. Kamu okulları güçsüzleştirilmiş, eğitim eşitsizliği gittikçe artmıştır. AKP iktidar olduğu 2002 yılından bugüne, eğitim biliminin en temel ilkeleri ve sistemin acil ihtiyaçları göz ardı edilerek eğitimin sorunları çözülmek bir yana, daha da ağırlaştırılmıştır. Bunun yanında AKP, on iki yıllık iktidarı boyunca eğitimi hem işlevsel hem de örgütsel açıdan piyasa merkezli bir işletmecilik mantığıyla sürekli olarak dönüşüme tabi tutmuştur. Geldiğimiz noktada, AKP Hükûmeti, görüştüğümüz yasa tasarısıyla birlikte, dershanelerin özel okullara dönüştürülmesi ve kamu kaynaklarının özel okullara aktarılması tartışmasını bahane ederek eğitimde tarihinin en büyük ve en kapsamlı tasfiye operasyonunu da başlatmıştır.

Değerli milletvekilleri, Türkiye, dil ve kültürün çeşitliliği açısından oldukça zengin bir ülkedir. Kürtçe, Gürcüce, Hemşince, Lazca, Çerkezce, Pontusça, Süryanice, Abazaca, Ermenice, Rumca, Arapça, Çeçence, Acemce, Mıhallemice ve Pomakça bunlardan yalnızca bir kaçıdır. Anadolu ve Mezopotamya'nın biokültürel çeşitliliğinin ve zenginliğinin göstergesi olan kültür ve dillere yönelik anayasal ve yasal engeller çıkarılmıştır. Bölünme paranoyasıyla bu zenginlik yok edilmek istenmiştir. Bugün, bu kültür ve diller, Anayasa güvencesi altına hâlâ alınamamıştır. Bu temelde hak talep eden kişi, kurum ve kuruluşlar hedef hâline getirilmiştir. Tüm bu politikalara karşı en fazla direnen halk, dün olduğu gibi bugün de Kürtler olmuştur. Gerek nüfuslarının büyüklüğü gerekse belli bir coğrafi bölgede yaşıyor olmaları ve siyasal bir bilince sahip olmaları dillerine sahip çıkmalarına neden olmuş ve asimilasyon politikaları büyük ölçüde boşa çıkarılmıştır.

Türkiye'de Kürtler ve Kürtçe uzun yıllar inkâr edilmiştir. Kürtlerden ve Kürtçeden söz etmek bazen vatan hainliğiyle eş değer kabul edilmiştir. 2000'li yıllarda bir bakan "Kürtçe eğitim istemek vatan hainliğidir." derken, Kürtçenin bir medeniyet dili olmadığı zaman zaman bu yakın tarihlerde de ifada edilmiştir. EĞİTİM-SEN hakkında, tüzüğünde ana dili destekleyen bir hüküm olduğu için, kapatma davası açılmıştır. Tüm bunlara rağmen Kürtlerin ana dillerinde eğitime ilişkin talepleri artarak devam etmiştir. Bugün Kürtlerin yürüttükleri ana dilde eğitim hakkı mücadelesi, Türkiye'deki diğer halkları ve demokratik kamuoyunu da içine alarak genişlemekte ve büyümektedir. Resmî ideolojinin bu ülkedeki farklı dilleri yok etme politikaları nasıl iflas etmişse, günümüzde de Hükûmetin; özel kurslar, haftada bir iki saat seçmeli ders ya da özel okullarda ana dilde eğitim öngören palyatif, günü kurtarmaya dönük yaklaşımları da iflas etmeye mahkûmdur. Ana dilde eğitim hakkı, bugün bütün gelişmiş demokratik ülkelerin üzerinde ortaklaştığı, tartışmasız, pazarlıksız, temel bir insan hakkı olmaya devam ediyor. Bugün Türkiye'de de, Kürtler başta olmak üzere, ana dili resmî dil dışında olan tüm halklar, ana dillerinde kamusal eğitimin bir an önce hayata geçirilmesini talep etmektedirler. Bu konuda Hükûmet, acilen ana dilinde kamusal parasız eğitim ve öğretimin önünü açacak yasal ve anayasal düzenlemeler hayata geçirmek zorundadır. Bu hizmetin Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının hepsi için bir devlet görevi olduğu gereği göz önüne alınarak sayıya bakılmaksızın talep eden, farklı dil konuşan her yurttaş için kullanılabilir bir hak olarak tanzim edilmelidir. Bu temelde, talepler dikkate alınarak üniversitelerde ilgili dillerde kürsüler açarak gerekli eğitim personelinin hızla yetiştirilmesine olanak sağlanmalıdır. Söz verildiği hâlde atanamayan Kürtçe öğretmenleri bir an önce göreve başlamalıdırlar.

Değerli milletvekilleri, görüştüğümüz bu yasa tasarısı "dershanelerin kapatılması" adı altında kamu kaynaklarını özel okullara peşkeş çeken, sayılar 100 bini bulan bütün eğitim yöneticilerine yönelik tarihin en kapsamlı tasfiye planı ve yine en büyük kadrolaşma hamlesini içeriyor. Bu tasarı, yıllardır uygulanan piyasa merkezli politikaların ve siyasal kadrolaşma hamlelerinin çok daha ilerisini ifade etmektedir.

Yasa tasarısından anlaşıldığı üzere, AKP iktidarı, kendi döneminde dershane sayısının yüzde 200 artışla 4.262'ye kadar yükseldiğini görmezden gelmektedir. Yıllardır cemaate alan açmak için yaptığı dershaneleri teşvik edici politikalarını yok saymaktadır.

Ayrıca, eğitim kurumları arasındaki nitelik farklılıklarını, öğrenciler arasındaki sınıfsal, cinsel, bölgesel, etnik ve inançsal eşitsizlikleri görmezden gelmektedir. Mevcut merkezî sınavlar olduğu gibi ortada dururken, bu nitelik farklılıklarını ve eşitsizlikleri hangi politikalar ve uygulamalarla kapatacağı açıkça belirsizdir.

Dershanelerin kapatılması olumlu bir düzenleme olmakla birlikte, eğitim kurumları arasındaki sınıfsal ve bölgesel eşitsizlikler bir realite olarak karşımızda durmaktadır.

Türkiye'nin son yıllarda katıldığı uluslararası karşılaştırma çalışmalarında, PISA'nın çalışmalarında, özellikle aynı tür ve düzeydeki okullar arasındaki bölgesel eşitsizlikler açıkça görülmektedir. Okulların ortalama başarı puanları açısından değerlendirildiği zaman, bölgesel eşitsizliğin iki yılı bulduğu da görülmektedir.

Bu duruma ek olarak, özellikle Kürtlerin yoğun yaşadığı bölgelerde ve illerde, bir devlet politikası olarak yıllardır düşük nitelikli eğitimin sürdürüldüğü, önceliğin öğrencinin akademik başarısına değil asimile süreçlerine verildiği, ana dillerinin yok sayıldığı, ağırlıklı olarak deneyimsiz eğitim emekçilerin gönderildiği bilinmektedir.

Bu politikalarla bölge okullarında eğitimin niteliği düşürülerek, Kürt öğrencilerin bir üst eğitim düzeyine geçmeleri, daha nitelikli eğitim alabilmeleri önüne engeller çıkarılmaktadır. Bu durum, uluslararası karşılaştırma çalışmalarından da açıkça anlaşıldığı üzere, bölgeler arası derin eşitsizliklerin doğmasına neden olmuştur. Bu nitelik farklılıkları ve eşitsizliklerin etkisini azaltmak için özellikle sosyoekonomik açıdan az gelişmiş bölgelerde yaşayan öğrenciler destekleyici eğitime ihtiyaç duymaktadırlar. Yani, şimdi, Ankara Çankaya'da eğitim gören bir çocuk ile Ağrı'da, Hakkâri'de, Şırnak'ta bir okulda eğitim gören çocukların eşit koşullarda eğitim aldıklarını kim öne sürebilir? Keza, bırakın Ağrı'yı, Hakkâri'yi, Şırnak'ı, o kadar uzağa gitmeye de gerek yok, zaten onlar üvey evlat kabul ediliyor, Ankara'nın varoş semtlerine gidin bakın, Mamak'a gidin, Türközü'ne gidin, Şentepe'ye gidin, Şentepe Mahallesi'ne gidin, oradaki farklılıkları göreceksiniz. Arada çok fark var şüphesiz. Peki, tüm bu eşitsizliklere rağmen, sınav sistemli eğitim sistemini de kaldıramıyorsunuz, o hâlde bu çocuklar arasındaki farkı siz nasıl kapatacaksınız? Bu konuda bir düşünceniz var mı? Bu anlamda dershanelerin kapatılması desteklenmekle birlikte aynı tür ve düzeydeki eğitim kurumları arasındaki nitelik farklılığından dolayı sadece yerel yönetimlere kamu hizmeti niteliğinde okulu destekleyici eğitim-öğretim amaçlayan belediye kursları açma yetkisi belediyelere verilmelidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüştüğümüz bu yasa tasarısı her anlamda büyük mağduriyetler yaratacaktır. AKP iktidarı kendi döneminde ataması yapılmayan öğretmen sayısının 60 binden 400 bine tırmandığını görmezden gelemez. Başbakan, iktidar koltuğuna oturmadan önce meydanlarda verdiği vaatlerde ataması yapılmayan öğretmenleri âdeta ülkenin kanayan yarası olarak niteleyip göreve geldiklerinde ilk işlerinin tüm öğretmenleri göreve başlatacaklarını belirtmişti. Oysa bugün resim ortadadır. Sadece çok az sayıda dershane öğretmeninin kadroya alınmasının bu gerçeği kapatamayacağı da açıktır.

Ataması yapılmayan öğretmenler ortada dururken, AKP, ayrıca ataması yapılmış aday öğretmenleri görevden el çektirilmesini kolaylaştıran düzenlemeleri hayata geçirmek istemektedir. AKP iktidarı, bu tasarıyla kamu kaynaklarını da ayrıca sermayeye peşkeş çekmektedir. Hazine arazileri yirmi beş yıllığına, Millî Eğitim Bakanlığına tahsisli taşınmazlar üzerindeki okul binalarının tamamı veya bir kısmı ile bu binaların eklenti ve bütünleyici parçaları eğitim ve öğretim faaliyetlerinde kullanılmak üzere on yıla kadar sermayenin hizmetine sunulacaktır. Bunlar yetmiyormuş gibi, kamu kaynaklarını "özel okullara eğitim öğretim desteği" adı altında aktaracaklardır. Bu durum, kamusal eğitime yönelik, iktidarın en büyük darbesi anlamını da taşımaktadır. Yapılması gereken, halkın ödediği vergilerden oluşan kamu kaynaklarının kamusal eğitim için kullanılmasıdır.

Kamu kaynakları özel çıkarlar için değil halkın yararı gözetilerek değerlendirilmeli ve sadece eğitimde değil bütün hizmet alanlarında kamu harcamaları artırılmalıdır. Halktan toplanan vergilerin içler acısı durumda olan on binlerce kamu okulları için harcanmayıp çeşitli yöntemlerle özel okullara aktarılmak istenmesi kabul edilemez ve karşısında durulması gereken bir durumdur.

Dershaneleri kaldırmanın bahane olduğu, asıl meselenin sağlıkta olduğu gibi eğitimde de neoliberal politikalar temelinde özelleştirme politikalarının hayata geçirilmek olduğu da anlaşılmaktadır.

Kamu kaynaklarının özele aktarılmasıyla kamusal eğitimin niteliği daha da düşürülecek, aileler özel okullara mahkûm edilecektir. Bugün Türkiye'de 2013-2014 Eğitim Öğretim Yılı özel okul ücretleri ilkokullarda ortalama 16 bin, ortaokullarda 18 bin ve liselerde ise 20 bin liradır. Türkiye'de kaç milyon aile bu şartlarda çocuğunu özel okula gönderebilecektir? Bu uygulama beraberinde derin ve telafisi imkânsız sınıfsal ve bölgesel eşitsizlikler doğuracaktır.

Değerli milletvekilleri, AKP iktidarı bu tasarıyla Millî Eğitim Bakanlığında müsteşar yardımcısından müdür yardımcısına kadar tüm yöneticileri görevden el çektirecek, tarihin en büyük tasfiye ve kadrolaşma operasyonuna imza atacaktır. Eğitim emekçilerinin kazanılmış tüm hakları yok sayılacak, yönetici atamalarına ilişkin tüm yetkiler Hükûmetin il başkanları gibi çalışan valilere ve Bakanın kendisine verilecektir.

Kısa bir süre önce, Millî Eğitim Bakanı Müsteşarının tüm Millî Eğitim Bakanlığı personelini fişlediği haberleri basına yansımıştı, hatırlıyorsunuz. Anlaşılan, Hükûmet, güvenebileceği tek bir müdür yardımcısı dahi bulamadığı için tamamına görevden el çektiriyor. AKP'nin, valiler ve Bakan eliyle, yeni yönetim kadrolarını partizanca bir yaklaşımla hiyerarşik olarak inşa edeceği de artık gün gibi ortadadır. Bugüne kadar cemaat ve yandaş sendikaların kadrolaştığı alanı, bugün doğrudan doğruya Başbakan dolduracaktır.

AKP, bu tasarı ile, Millî Eğitim Bakanlığına doğrudan ya da özerk bir şekilde bağlı olan kurum ve kuruluşlardaki kurulların görevlerini de tırpanlamaktadır. Bu kurulları daha demokratik, çoğulcu ve katılımcı hâle getirecek uygulamalar yerine, yetkilerinin doğrudan Bakana devredilmesi öngörülmektedir. Merkezîleşme tavan yapmış durumdadır. Süper bakan dönemi başlatılmıştır. Bakana verilen yetkiler sadece bunlarla da sınırlı değildir.

Yurtdışında görevlendirilecek tüm personeli doğrudan belirleme, görevden alma yetkisi de Bakana verilmektedir. Ayrıca, yurt dışına lisansüstü eğitim için gönderilecek öğrencilerin belirlenmesinde hiçbir kaydın yapılamayacağı sözlü sınavlar ile Bakana istediği kişiyi hesap verme kaygısı duymadan kayırma yetkisi de tanımıştır.

Tasarıda yer alan düzenlemeyle, Bakanlık, "Ben yurtdışına gidecek kişileri seçerken istediğim gibi sınav yaparım, istediğim sınav sonucunu hesaba katarım, sözlü sınav komisyonunu istediğim gibi belirleyebilirim, komisyona istediğim adayı seçtirebilirim, bu konuda da hiçbir kimseye de hesap vermem." demektedir. Maddede yer alan "Sözlü sınav ile ilgili herhangi bir kayıt sistemi kullanılamaz." ibaresi, Anayasa'nın 125'inci maddesinde belirlenen "İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır." hükmüne açıkça aykırıdır. Yurtdışına gidecek kişilerin belirlenmesinde uygulanacak sınavlar net bir şekilde belirlenmeli, kayıt altına alınmalı ve itirazlarda da yargı yolu açık olmalıdır.

Sözlü sınavlarda hiçbir ahlaki, bilimsel ve etik ilke hesaba katılmamakta, tam bir keyfiyet oluşturulmaktadır. Bu tasarıdan da anlaşılacağı üzere, AKP, kendi adamlarını göreve getirmek için herkesin her işi yapabileceği şiarıyla hareket etmektedir. Yani bir mühendisin açık kalp ameliyatı yapabileceği, bir avukatın bir yolcu uçağını kaldırabileceği düşünülmektedir. Eğer öyle olmasa işletme mezunlarının, fen-edebiyat mezunlarının, hukuk mezunlarının eğitim denetmeni olarak görevlendirilmesini teklif etmezdi. Keza Talim-Terbiye Kurulunda eğitim ile ilgili alanlar dışında tüm öğretim üyelerinin görevlendirilebileceği bir düzenlemeyi önümüze de koymaktadır.

Değerli milletvekilleri, yine, tasarının 5'inci maddesiyle öğretmenlerin bir yıl fiilen çalıştıktan sonra -performans değerlendirmesinde başarılı olmak ve disiplin cezası almamak koşuluyla tabii- asaleten atanmaları için yazılı veya sözlü sınava girme zorunluluğu getirilmektedir. İlk sınavda başarılı olamayan aday öğretmenler başka bir ile ya da ilçeye sürgün edilecekler ve ikinci sınavda da başarılı olamazlarsa memuriyetten ilişikleri kesilecektir.

İlk bakışta, bu düzenlemenin sadece aday öğretmenlere özgü olduğu düşünülse de, düzenlemenin Millî Eğitim Bakanlığının Ulusal Öğretmen Stratejisi Belgesi'ne uygun bir şekilde yapıldığı anlaşılmaktadır. Millî Eğitim Bakanlığı, Ulusal Öğretmen Strateji Belgesi ile öğretmen yetiştirme sistemi ve öğretmen istihdamını günümüzün piyasa değerleri olan "rekabet", "verimlilik", "kariyer", "performans", "stratejik hedefler" vb. gibi kavramlar üzerinden şekillendirmek istemektedir; ilk adımı, aday öğretmenlerin asli kadrolara atanması aşamasında uygulamak istemektedir. Bu uygulamanın bir sonraki adımı, önce eğitim yöneticilerinin, ardından tüm eğitim emekçilerinin iş güvencelerinin kaldırılması ve eğitimde sözleşmeli istihdamın hızla yaygınlaştırılmasıdır.

Aday öğretmenlerin daha nitelikli bir hâle getirileceği gerekçesiyle yapılan bu düzenleme ile öğretmenlikte niteliğin sadece sınav başarısına indirgenmesi de bir haksızlıktır.

Mevcut uygulamada KPSS, KPSS Eğitim Bilimleri ve KPSS Alan sınavı olmak üzere üç sınavı geçmek zorunda olan öğretmen adaylarının atandıktan sonraki ilk yıl asli kadroya geçiş yapabilmeleri için bir sınav zorunluluğunun daha getirilmesi doğru değildir.

Öğretmenlikte niteliği artırmak eleme sınavlarıyla değil, daha bütüncül politikalarla mümkündür. Öğretmenlik mesleği AKP iktidarı tarafından tamamen sınava dayalı teknik bir meslek hâline dönüştürülmektedir. Adaylıktan asil kadroya geçiş koşulu sınav odaklı değil, uygulama ve süreç odaklı olmak zorundadır. Eğitimde her türlü güvencesiz istihdam uygulamasına derhâl son verilmelidir, bu, ücretli öğretmen, vekil öğretmen, taşeron öğretmen vesaire.

AKP, eğitime yönelik piyasacı ve hegemonik müdahalelerden bir an önce vazgeçip eğitimin kamusal niteliğini öne çıkaran uygulama ve düzenlemeleri hayata geçirmelidir.

Bu temelde herkesin ana dilinde, bilimsel, demokratik, laik, kamusal, parasız eğitim hakkını gözeten, düzenleyen ve sağlayan politikalar geliştirmelidir.

Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)