GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: MHP GRUBU ADINA, GRUP BAŞKAN VEKİLLERİ İZMİR MİLLETVEKİLİ OKTAY VURAL VE KAYSERİ MİLLETVEKİLİ YUSUF HALAÇOĞLU'NUN, RÜŞVET VE YOLSUZLUK İDDİALARIYLA İLGİLİ SORUŞTURMALARI YÜRÜTEN ADLİ KOLLUK VE YARGI MENSUPLARI ÜZERİNDE BASKI UYGULADIĞI, SORUŞTURMALARA MÜDAHALE ETTİĞİ VE BAZI BAKANLAR HAKKINDA DÜZENLENEN FEZLEKELERİN GEREĞİNİ YERİNE GETİRMEDİĞİ İDDİASIYLA ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ HAKKINDA GENSORU AÇILMASINA İLİŞKİN
Yasama Yılı:4
Birleşim:71
Tarih:01.03.2014

AK PARTİ GRUBU ADINA İDRİS ŞAHİN (Çankırı) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Adalet Bakanımız Bekir Bozdağ hakkında verilen gensoru önergesi hakkında AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Konuşmamı iki bölüm hâlinde Genel Kurula arz edeceğim. Bu, öncelikle, AK PARTİ iktidarı döneminde yargıda gerçekleşen düzenlemelere kısaca değinmek; sonrasında, gensoruda iddia edilen ve gerekçedeki hususlara cevap vermek suretiyle olacak.

Elbette ki, burada, bağımsız ve tarafsız yargının oluşabilmesi için on iki yıllık AK PARTİ iktidarı boyunca, hiçbir cumhuriyet hükûmetine nasip olmayacak köklü ve kapsamlı değişikliklerin altına imza attık. Yargı alanında âdeta Rönesans etkisi yapan ve ülkemizin hukuk sistemini çağdaş demokrasiler seviyesine taşıyan bu değişiklikleri görmemek, iyi niyet ve insaf sınırlarını aşan bir anlam taşımaktadır.

AK PARTİ hükûmetleri öncesinde yargımızın içinde bulunduğu hâli, daha doğrusu yargının hâli pürmelalini, yargı erkinin bir ayağı olan avukatlık mesleğini yıllarca onur duyarak icra etmiş biri olarak yargı camiasının içinde yakinen izleme ve görme fırsatı bulanlardanım. Bugüne kadar, yargının sorunlarının tespiti ve çözümü konusunda teorik tartışmaların dışında kalarak, gerçekçi bir gözle problemleri analiz etmenin ve atılacak adımları planlamanın doğru olacağını hep söyledim.

Demokratik modern devletlerin yasama, yürütme ve yargı olarak ifade edilen temel fonksiyonları, ülkeler arasındaki ilişkilerin gelişmesiyle birlikte değişime uğramaya başlamıştır. Küreselleşme olarak vücut bulan uluslararası değerler ulusal hukuk sistemlerini de etkilemiş ve bu husus, ulusal yasa koyucuların yasama fonksiyonlarını icra ederken göz ardı edemeyecekleri bir etken hâline gelmiştir. Bu sebeple, küresel değerleri uluslararası toplumla uyum içerisinde ulusal hukuk sistemlerinin bir parçası hâline getiremeyen ülkeler, genel dünya sisteminden izole olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmışlardır. Bu tehlike, gerçek anlamda tüm fonksiyonlarıyla varlığını devam ettiren demokratik hukuk devletinin önemini artırmıştır.

3 Kasım 2002 genel seçimleri sonrasında tek başına iktidara gelen AK PARTİ Hükûmetimiz, ülkemizi vesayet rejiminden kurtarmak ve demokratik bir hukuk devleti inşa etmek amacıyla demokratik reform sürecine güçlü bir ivme kazandırmıştır. Kendi coğrafyasında lider ülke olma iddiası ve çabası bulunan Türkiye'nin, bu hedefi gerçekleştirme amacı doğrultusunda kalkınmasını ilerletme, dünya standartlarında üretme, katılımcı demokrasiyi işler kılma, gelir adaletini sağlama gibi siyasi, ekonomik ve toplumsal reformlar yanında, hukukun üstünlüğünü sağlama ve bir bütün olarak insan haklarını uluslararası standartlara ulaştırma zorunluluğu da bulunmaktadır. Bu zorunluluklardan hareketle, ülkemiz, zamanında... Özellikle buradaki biraz önce konuşan hatibin bilgisine arz ediyorum bu cümleleri çünkü "Demokratikleşme noktasında AK PARTİ hiçbir adım atmadı, hiçbir şey yapmadı." diyenlerin, kısaca vereceğim örnekler kulaklarına küpe olmalı. Devlet güvenlik mahkemelerinin ve bilahare özel yetkili mahkemelerin kaldırılması, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkının tanınması, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun daha çoğulcu ve daha eşitlikçi bir yapıya büründürülmesi, ceza ve hukuk alanındaki mevzuatımızın çağın gereklerine uygun olarak yeniden kodifiye edilmesi, yargının fiziki imkânlarının çağın gereklerine uygun olarak yeniden düzenlenmesi, mahkemelerin teknik altyapılarının geliştirilmesi, tutukluluk sürelerinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ihlal kararlarına konu olmayacak düzeye çekilmesi gibi birçok hizmet ve ilerleme, çok şükür, Hükûmetimize nasip olmuştur.

2002 yılından sonra, Türkiye'nin insan hakları standardını önemli ölçüde yükselten Avrupa Birliği uyum yasa paketleriyle, özellikle, Türkiye Cumhuriyeti Anayasa'sında, Türk Ceza Kanunu'nda, Ceza Muhakemesi Kanunu'nda, Ceza İnfaz Kanunu'nda, Dernekler Kanunu'nda, Basın Kanunu'nda, Türk Medeni Kanunu'nda, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nda, Terörle Mücadele Kanunu'nda ve Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu ve diğer kanunlarda önemli değişiklikler ve ilerlemeler kaydedilmiştir.

Hükûmetimizin yapmış olduğu reformlar ve uyum çalışmalarıyla, çağdaş uygarlıkla bütünleşme vizyonu doğrultusunda, daha özgürlükçü, daha katılımcı bir demokrasiye ulaşma iradesi ortaya konulmuştur. Hükûmetimiz, yargı alanında, daha önce cumhuriyet hükûmetlerinin hiçbirine nasip olmayan pek çok köklü değişikliğin de mimarı olmuştur.

Hepimiz şöyle bir hatırlayalım: Hükûmet konaklarının altına sıkışmış, köhne ve harap binalarda yargı hizmeti veren bir Türkiye'den, bugün, modern teknolojik altyapıya sahip adliye saraylarında yargı hizmeti üretilen bir Türkiye görmekteyiz.

SAKİNE ÖZ (Manisa) - Binalar mı önemli?

İDRİS ŞAHİN (Devamla) - Elbette, yapılan altyapı harcamalarını daha da artırmamız gerektiğinin farkındayız. Tüm bu yapılanları görmemek, yapılan her yeniliği sadece ve sadece politik hesaplarla insafsızca eleştirmek artık gerçekçi bir siyasi duruşu ifade etmemektedir. Sağduyusuna ve bizlere olan güvenine her zaman inandığımız yüce milletimizde bu hizmetlerin karşılık bulduğuna ve bundan sonra da bulacağına yönelik inancımız da tamdır.

Ülkemizdeki insan hakları standartlarının çağdaş uygarlıklar seviyesine çıkarılabilmesi ve insan haklarının mevzuatta ve pratikte tam olarak sağlanabilmesi için, evrensel hukuk normları, AB ilerleme raporları ve özellikle de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları doğrultusunda pek çok yasal düzenlemeyi bu süreç içerisinde hayata geçirdik.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün de aynı prensip ve kararlılıkla, yargının 2002 öncesi ve AK PARTİ hükûmetleri sonrasındaki durumunun resmini çekip Sayın Adalet Bakanımız Bekir Bozdağ Beyefendi hakkında verilen gensoru önergesinin gerçeklerle ve hukuk normlarıyla nasıl bağdaşmadığı hakkındaki düşüncelerimi de sizlerle kısaca paylaşacağım:

Birileri laf üretirken biz çağdaş hukuk sistemlerini analiz ettik. Yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığını sağlamak adına Avrupa Birliği Anlaşması'nı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni, Hâkimlerin Statüsü Hakkında Avrupa Şartı'nı, Venedik Komisyonu raporlarını, Avrupa Yargı Kurulları Ağı'nın ilkelerini, Birleşmiş Milletlerin yargı bağımsızlığı hakkındaki temel prensiplerini, konuyla ilgili -başta Kıta Avrupası ve Anglosakson hukuk sistemleri olmak üzere- mukayeseli hukuk sistemlerini ve evrensel hukuk tarafından kabul edilen çağdaş hukuk ilkelerini hep göz önünde bulundurduk.

Hukuk alanındaki yapısal reformlarımızı, kendi sosyal yaşantımızı, tarihimizi ve hukuk pratiğimizi de dikkate alarak millî menfaatlerimize ve uluslararası taahhütlere uygun, gerçekçi ilkeler üzerine inşa ettik. Bizim dönemimizde Türkiye, daha demokrat, daha şeffaf, yargı alanında tam bağımsız bir ülke hâline geldi. Millî iradeyi vesayet altına alan, geçmişin kirli alışkanlıklarıyla bunu devam ettirme arzusunda olan tüm yapılarla hukuk kuralları içerisinde mücadele eden bir ülke hâline geldik. Hamdolsun, bugün için ülkemiz, kendisine yön verilen değil, büyüyen ekonomisi ve gücünü aziz milletimizin desteği ve duasından alan istikrarlı siyasi yapısıyla bölgesel ve küresel sorunlara yön veren prestijli bir aktör hâline geldi. Her türlü engellemeye, aslı olmayan isnatlara, karalamalara ve millî iradeye saygı duymadığı aşikâr olan girişimlere rağmen asla yolumuzdan vazgeçmedik. Çünkü, bu yol, demokrasi yoludur; bu yol, ezilen mazlumların yoludur; bu yol, millî iradenin tüm kurumlarıyla hayat bulduğu büyük Türkiye'nin yoludur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün burada Sayın Adalet Bakanımız hiçbir hukuki temeli olmayan birtakım afaki ve soyut isnatlarla karşı karşıyadır. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu başkan vekilleri tarafından verilen gensoru önergesinde, Adalet Bakanımız Sayın Bekir Bozdağ hakkında, İzmir, İstanbul ve Adana cumhuriyet başsavcılıklarınca yürütülen soruşturmalarda adli kolluk görevlileri ve yargı mensupları üzerinde baskı uyguladığı, görevden alınmaları sağladığı, yeni atanan adli kolluk görevlileri ve yargı mensupları üzerinde nüfuzunu kullanarak soruşturmalara müdahale ettiği ve bazı şüpheliler lehine sonuç almak amacıyla yargı makamlarını etkilediği iddia edilmektedir. Ayrıca, gensorunun gerekçesinde, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun 15 Ocak 2014 tarihinde yapılan toplantısında, HSYK'nın 1. Dairesinin 2 üyesinin kanuna ve teamüle aykırı şekilde değiştirilerek dairenin siyasi etki altına alındığı ve 20 cumhuriyet savcısının görev yerlerinin değiştirildiği belirtilmiştir. Özellikle, burada MHP Grubu adına konuşmalarını yapan değerli hatip, geçmişten beri tanıdığımız bir hukukçu kimliğine sahiptir ve HSYK'nın yapısının ne şekilde tecelli ettiği, dairelerin çalışma usullerinin nasıl olduğunu fevkalade iyi bilen birisidir. Sonuç itibarıyla, Sayın Adalet Bakanımızın buradaki kararlar alınırken dairede görev yapmadığını ve yine HSYK Genel Kurulunun 15 kişiyle toplanıp salt çoğunlukla karar aldığını da fevkalade iyi bilmektedir ve HSYK kanun düzenlemesi Meclis Genel Kurulundan çıkmadan da bu tür tasarrufların yapıldığı aşikâr ve açıktır. Dolayısıyla, her zaman hukuk devleti ilkelerini savunan, tam bağımsız ve tarafsız yargıyı burada savunmakla geldiğimiz süreç içerisinde, bu noktadaki bir telkini ve böyle bir tespiti asla ve asla kabul etmemiz mümkün değil.

Anayasa'nın 2'nci maddesinde Türkiye Cumhuriyeti'nin demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu, "Yargı yetkisi" başlıklı 9'uncu maddesinde de yargı yetkisinin Türk ulusu adına bağımsız mahkemelerce kullanıldığı net olarak ifade edilmiştir. Hâkim teminatı, savcı teminatı da yine Anayasa'da öngörülmüş olan düzenlemelerden biridir. Hukuk devleti ilkesinin temel bileşenlerinden olan yargı bağımsızlığı, insan haklarının ve özgürlüklerinin başlıca en etkin güvencesidir.

TUFAN KÖSE (Çorum) - Allah'tan kork ya!

İDRİS ŞAHİN (Devamla) - Mahkemelerin bağımsızlığı, genellikle hâkimlerin bağımsızlığı kavramıyla eş anlamlı olarak kullanılmakta ve biri diğerinin nedeni ve doğal sonucu olarak anlaşılmaktadır.

TUFAN KÖSE (Çorum) - İnanıyor musun bunlara?

İDRİS ŞAHİN (Devamla) - Hâkimlerin görevlerine ilişkin bağımsızlığı onlara tanınan bir ayrıcalık olmayıp, bunun amacı, adaletin dolaylı, dolaysız her türlü etki, baskı, yönlendirme ve kuşkudan uzak dağıtılacağı yolundaki güven ve inancı yerleştirmektir.

TUFAN KÖSE (Çorum) - İnanıyor musun bunlara?

İDRİS ŞAHİN (Devamla) - Evrensel hukukta ceza muhakemeleri usulü hukukuna egemen olan temel strateji, sosyal düzenin korunması ile bireyin temel hak ve özgürlüklerine saygı arasında bir denge kurulması suretiyle gerçeği ortaya çıkartmak ve adil yargılanma ilkesine uyarak adil yaptırımlara hükmedip uygulamaktır. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 2'nci maddesinin (1)'inci fıkrası da soruşturmanın kanuna göre yetkili mercilerle suç şüphesinin öğrenilmesinden, iddianamenin kabulüne kadar geçen evreyi ifade eder ve bu süreç içerisinde savcının gözetmekle yükümlü olduğu hadiselerden birisi de temel hak ve özgürlüklere saygı gösterilmesidir. Ceza hukuku sistemimize göre soruşturma aşamasında tek yetkili merci cumhuriyet savcılarıdır. Dolayısıyla, cumhuriyet savcısı maddi gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için emrindeki adli kolluk görevlileri marifetiyle şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür. Soruşturma işlemleri cumhuriyet savcısının emir ve talimatları doğrultusunda öncelikle adli kollukla yapılır. Adli kolluk görevlileri cumhuriyet savcısının adli görevlere ilişkin emirlerini yerine getirmekle yükümlüdür. Bu görevi yerine getirirken, cumhuriyet savcıları, maddi gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için emrindeki adli kolluk görevlileri marifetiyle şüphelinin veya mağdurun lehine ve aleyhine olan tüm delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüpheli ve mağdurların haklarını korumakla yükümlüdür.

Burada bir değerli hatip özellikle şunu ifade etti: Son atanan cumhuriyet başsavcısının, bir genelge yayımlamak suretiyle, adli kolluğun elinde bulunan belgeleri imha etmesi yönünde bir genelge verdiğini ifade etti. Böyle bir durumun olması kesinlikle söz konusu olamaz. Çünkü, adli soruşturmanın esaslarında var olan hadisede eğer bir delil varsa soruşturma dosyasına intikal etmiştir. Dolayısıyla, bunun dışında elindeki bir bilgi ve belgenin soruşturmanın selametine veya yönlendirilmesine etki edecek durumdaysa da asla ve asla bunu karartamazsınız. Bu, delilleri karartmaya girer ve kanunda bir suçtur. Suç olan bir hadiseyi İstanbul Cumhuriyet Başsavcısının yapmasını da olağan bir vatandaşın yapmış olduğu bir davranış gibi beklemek asla ve asla mümkün değildir. Bunu, buradan özellikle altını kalın çizgilerle çizerek ifade etmek istiyorum. Çünkü, yargılama aşamasında bir delili karartmaya yönelik her türlü işlemin suç olduğunu hukuk fakültesinin 1'inci sınıfındaki bir öğrenci de çok netliğiyle bilmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluşu Hakkında Kanun'da cumhuriyet başsavcılarına bir kısım yetkiler vermiştir. Hani, deniliyor ya: "Adalet Bakanın etkisiyle başsavcı, savcıların önünden dosyaları aldı, başka yerlere verdi." Şimdi, kanundan doğan bir hakkı var başsavcının, diyor ki: "Cumhuriyet başsavcısı tarafından verilen adlî ve idarî görevleri yerine getirmek." Bu, savcının görev alanına giren konulardan birisi ve yine, 18'inci maddesinde, kanunlarla verilen diğer görevleri yapmakla birlikte, başsavcılığın verimli, uyumlu ve düzenli bir şekilde çalışmasını sağlamak, iş bölümünü yapmak gibi bir yükümlülüğü söz konusudur ve yine, o bölgenin başsavcısının, maiyetinde çalışan savcıların elindeki evrakların tamamını alıp incelemek, istediği şekilde, savcılar önündeki bu hazırlık dosyalarını başka birine teslim etmek gibi hak ve yükümlülükleri de vardır. Bunları hiç görmeden, sadece İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturmada Başsavcılık görevini ifa eden Sayın Turan Çolakkadı'nın, yürütülen soruşturmanın niteliği ve tespit edilen mevzuata aykırı hususlarda kamuoyu tarafından da takip edilen ve bilinen beyanları dikkate alındığında, kanun tarafından kendisine verilen görev gereği, soruşturmayı yürüten cumhuriyet savcıları hakkında, adliye içerisindeki işleyiş ve kanun gereği birtakım tasarruflarda bulunmuş olması kendi takdirindedir; kanundan almaktadır bu yetkiyi ve bu yetkisini kullanmıştır. Yine, bu konuda Sayın Çolakkadı, yasal yetkisini kullandığını da her şekliyle ifade etmiştir.

Ayrıca, 1. Dairedeki görev değişikliğinin yapıldığı tarihteki düzenlemede de kurul üyelerinin hangi dairede görev yapacağını belirleme yetkisinin de HSYK'nın Genel Kurulunda olduğunun da bilinmesinde fayda vardır. Buradaki üyelerin, 20 üye, Müsteşar ve Bakan hariç, illaki 1. Dairede, 2. Dairede, 3. Dairede çalışacak diye, zorunlu olarak orada bulunacak diye bir yetki söz konusu değildir. 20 üyenin 20'si de birbirinden değerlidir. Sonuç itibarıyla daireler arasındaki bu değişikliği de normal karşılamak, bu noktada herhangi bir etki alanında, Bakanlığın etki alanında kaldığını söylemenin de o genel kurulun ruhuna aykırı düştüğünü özellikle ifade etmek istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Adalet Bakanının, ne cumhuriyet savcılarına ne de hâkimlere soruşturma işlemleriyle ilgili talimat verme yetkisi bulunmamakla birlikte, adalet politikalarının belirlenmesi ve bu bağlamda soruşturmaların hukuka uygun olarak yürütülmesi, adaletin doğru tecelli etmesi yönünde topluma karşı siyasi sorumluluğu vardır. Nitekim, yargısal konularda ortaya çıkan sorunlar bakımından sorumluluk ilk olarak Adalet Bakanına yüklenmekte ve bu sorunlara çözüm bulması da öncelikle Adalet Bakanından beklenmektedir.

Yine bir başka iddiayla alakalı, özellikle burada şu hususları da ilave etmek istiyorum: Sayın Bakanın kendisine gelen fezleke dosyalarını iade etmek gibi bir yetkisinin olmadığını, kırk beş günlük süre içerisinde inceleme gibi bir lüksünün bulunmadığını burada değerli hatipler ifade etti. Oysa, 4 bakan hakkında Adalet Bakanlığına gelen 32 klasör intikal eden fezlekeler içerisinde iddia edilen eylemlerin kişisel suç olup olmadığı, yasama sorumsuzluğu veya dokunulmazlığı kapsamında kalıp kalmadığı, Bakanlar Kurulunun genel siyasetiyle, bakanların görevleri nedeniyle işlendiğine ilişkin suçlar kapsamında olup olmadığı yönlerinden makul bir inceleme süresi olduğunu özellikle ifade etmek istiyorum.

Sonuç itibarıyla, eğer görevlerinden dolayı bir suç varsa dosya Türkiye Büyük Millet Meclisine gelmekle yükümlüdür ancak şahsi suçlarından dolayı bir sıkıntı varsa cumhuriyet savcılıkları fezleke düzenlemek suretiyle bunu Adalet Bakanlığına göndermekle yükümlüdür.

Sonuç olarak, iddia edilen eylemlerin görevle alakalı olup olmadığı ve şahsi suçlara ilişkin eylemleri içerip içermediği yönünden inceleme yapma yetkisi elbette ki, bağlı bulunduğu cumhuriyet başsavcılıklarındadır. Bu konuda titiz bir irdeleme yapıp, eğer şahsi sorumlulukları varsa bunu Adalet Bakanlığına, görev suçuyla alakalı bir sorumluluğu varsa bunu da Türkiye Büyük Millet Meclisine göndermekle yükümlüdür.

Buradan şunu ifade etmek istiyorum: Sözün özü, gerek demokratikleşme adına gerekse de yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı adına, AK PARTİ iktidarı...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İDRİS ŞAHİN (Devamla) - ... on iki yıldır üzerine düşen her türlü sorumluluğu bihakkın yerine getirmiştir. Bundan dolayı da vatandaşa karşı siyasi sorumluluğu olan Sayın Adalet Bakanının HSYK'nın sıkıştığı noktada HSYK'nın sorunlarını çözmeye dair kanun tasarısı da teklifi de getirmeye hakkı vardır.

Bunun dışında, özel yetkili mahkemelerde olan düzenlemeler de bu ülkenin daha demokratik normlarla yürüyüşüne devam etmesi için yapılan düzenlemelerdir diyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)