GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: DEVLET İSTİHBARAT HİZMETLERİ VE MİLLİ İSTİHBARAT TEŞKİLATI KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR (2/2011) (S. SAYISI: 563)
Yasama Yılı:4
Birleşim:74
Tarih:09.04.2014

MHP GRUBU ADINA HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) - Sayın Başkan, Türk milletinin saygıdeğer milletvekilleri; 563 sıra sayılı Kanun Teklifi'nin geneli üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum, yüce heyetinizi saygıyla selamlarım.

Sözlerimin başında, dün Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında ana muhalefet partisi lideri, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu'na yapılan menfur saldırıyı şiddetle kınadığımı ifade etmek istiyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)

Müzakere ettiğimiz teklif, basit bir kanun değişikliği olarak değerlendirilmemelidir. Müzakere ettiğimiz teklif, anayasal sistemimizi, siyasal rejimimizi, çoğulcu demokrasiyi, temel hak ve hürriyetleri doğrudan ilgilendiren bir tekliftir. Bu yönüyle teklif, toplumun tüm kesimlerini ilgilendirmektedir. Yasalaşması hâlinde ortaya çıkaracağı sonuçları itibarıyla, Türkiye Cumhuriyeti devletini ve Türk milletini karanlık bir döneme sokabilecektir. 2937 sayılı MİT Kanunu'nda değişiklik yapan teklif, bu kadar büyük önemi haiz iken etkilediği alanlar, ortaya çıkarabileceği muhtemel sonuçlar itibarıyla keşkeden öte, muhakkak tasarı olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine gelmiş olmalıydı. Malumunuz olduğu üzere tasarılar, Bakanlar Kurulunca imzalandıktan sonra Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulurken devletin bütün kurumlarının değerlendirme raporlarıyla birlikte, görüşleriyle birlikte sunulmaktadır. Buradan anlaşılacağı üzere MİT gibi Osmanlı dönemindeki Teşkilat-ı Mahsusaya kadar uzanan bir geçmişi, köklü bir tarihi ve önemli bir birikimi olan bu kurumun yetkilerinin, yapısının önemli değişiklikler içerdiği bu teklif, devletin kurumları tarafından değerlendirilmeli ve görüş verilmeliydi.

Birçok kesim ya da siyasal parti gibi Milliyetçi Hareket Partisi de güçlü devletin güçlü bir istihbarat teşkilatına sahip olması gerektiğine gönülden inanmaktadır. Milliyetçi Hareket Partisi, Millî İstihbarat Teşkilatının modern bir yapıya kavuşturulmasını, çağdaş usul ve teknolojiyle donatılmasını canı gönülden istemektedir. Ancak, müzakere ettiğimiz teklif böyle bir niyetten çok uzaktır.

İfade ettiğim gibi Teşkilat-ı Mahsusadan Millî İstihbarat Teşkilatına gelen süreçte Millî İstihbarat Teşkilatı, devlet aklının muhafaza edildiği kurumlardan biridir, cumhuriyetin inşasında harcı ve yapı taşı olan bir teşkilattır. Böyle bir teşkilatı yeni bir hâle dönüştürürken, Millî Savunma Bakanlığının, Adalet Bakanlığının, Dışişleri Bakanlığının, Genelkurmay Başkanlığının, Emniyet Genel Müdürlüğünün ve ilgili olabilecek tüm kurum ve kuruluşların görüşleri alınmamıştır. Kısaca, teklifin içerisinde devletin aklı, bilgisi ve tecrübesi bulunmamaktadır. Bunlar yapılmadan devlet aklının dâhil edilmediği bir düzenlemenin Meclis gündemine gelmesi, müzakere edilmesi son derece eksiktir, hele hele, kabul edilerek yasalaşması büyük bir tehlikedir.

Adalet ve Kalkınma Partili milletvekili arkadaşlarımızın, bu teklifin içeriği ve yasalaşırsa ortaya çıkaracağı sorunlar açısından çok dikkatli ve sorumlu davranmaları gerekmektedir. Bu, bir vebal meselesidir. Bizim payımıza düşen onları samimi olarak uyarmaktır.

Bu teklif, tartışanların hemen hemen tamamı tarafından Anayasa'ya aykırılığı açıkça dile getirilen bir tekliftir. "Anayasa'ya aykırılık" iddialarının sağlıklı ve isabetli olarak Meclis çatısı altında en iyi değerlendirileceği yer, şüphesiz, Meclis Anayasa Komisyonudur. Ancak, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı, teklifi Adalet, Millî Savunma, Plan ve Bütçe Komisyonlarına tali komisyon olarak, İçişleri Komisyonuna ise esas komisyon olarak havale etmiştir. Bu açıdan, teklifin Anayasa'ya aykırılığı, Anayasa Komisyonu tarafından ele alınamamıştır. Meclis Başkanlığına Anayasa Komisyonunda görüşülmesi için komisyon çalışmaları sırasında yapmış olduğumuz müracaat ise Meclis Başkanlığınca dikkate alınmamıştır. Son günlerde Anayasa'yı hatırlayan, Anayasa hükümlerine vurgu yapan Sayın Meclis Başkanının bu tutumu, sözleriyle taban tabana zıtlık içermektedir.

Saygıdeğer milletvekilleri, huzurlarınıza gelen teklif, Anayasa Komisyonunda incelenmeyen, havale edildiği tali komisyonlar tarafından incelenerek bir rapora bağlanmayan ve İçişleri Komisyonunda alt komisyona havale edilmesi taleplerimiz bile kabul edilmeyen hâliyle önünüzdedir. Kaba tabirle, Anayasa ve İç Tüzük hükümleri bir kenara bırakılarak kapkaç hukuku anlayışıyla Genel Kurula taşınmıştır.

Bu teklif, Anayasa'nın özüne, ruhuna ve felsefesine aykırıdır. Teklifin, Anayasa'mızın hangi maddelerine neden aykırı olduğuna ilişkin bir hususu da dile getirmem gerekmektedir. Ancak, bundan evvel, size arz etmek istediğim bir başka husus var ki Türkiye Cumhuriyeti devletinin yürürlükte, hükümlerine riayet edilen bir Anayasa'sının olup olmadığı tartışmasıdır. Bugün, birçok hükmü uygulanmayan bir Anayasa söz konusudur. Hatta, sözlerimi biraz daha ileriye taşıyarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın fiilen askıya alınmış olduğunu ifade etmem yanlış olmayacaktır.

Bu konuda sizlerle birkaç örneği paylaşmak istiyorum: Ana dilde savunma hakkı düzenlemesi, Anayasa'nın 3'üncü maddesine aykırı olmasına rağmen Meclisteki iktidar partisi çoğunluğu tarafından kabul edilerek yasalaşmıştır; maalesef, Cumhurbaşkanı tarafından da yayımlanmıştır. Devletin resmî dilinin Türkçe olduğuna dair Anayasa'nın amir hükmü ortada dururken, sırf PKK terör örgütü istiyor diye özel okullarda Türkçe dışında dillerde eğitimin önü açılmıştır. 6360 sayılı Yasa'yla büyükşehir düzenlemesi ortaya çıkarken, Anayasa'nın 10'dan fazla maddesine aykırı olmasına rağmen bu düzenleme kabul edilmiş ve yayımlanmıştır. "Açılım" adı verilen ihanet süreci kapsamında, terör örgütünün eli kanlı katillerine, devletin güvenlik güçlerinin gözleri kapatılarak, ellerini kollarını sallayarak silahlarıyla birlikte topraklarımızdan çıkabilecekleri taahhüdü verilmiştir. Teröristler, Türkiye topraklarını terk etmek yerine kasaba ve şehirlere yerleşmişler, terör örgütü daha da güçlenmiştir.

Bu arada, Anayasa'nın "Kanunsuz emir" başlıklı 137'nci maddesi yokmuş gibi davranılmıştır. Bugün, hâlâ gündemimizde yoğun bir şekilde yer alan 17 Aralık ve 25 Aralık yolsuzluk, hırsızlık ve rüşvet operasyonları çerçevesinde yapılan adli soruşturmalarda, özellikle 25 Aralık soruşturmasıyla ilgili olarak verilen yargı kararlarının Emniyet ve diğer idari birimler tarafından yerine getirilmediğine şahit olduk. Anayasa'nın 138'inci maddesinde zikredilen "Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarını değiştiremez, yerine getirilmesini geciktiremez." hükmünün ortadan kaldırılması, uygulanmayan bir Anayasa'ya tam da örnek teşkil etmektedir. Anlaşılan o ki, Adalet ve Kalkınma Partisi, iktidara gelirken vadettiği üstünlerin hukukundan hukukun üstünlüğüne geçişi iktidar olunca unutmuştur. Ayıp, günah ve suçları örtmek için, söylediklerinin tersine, üstünlerin hukukunu yaşatmak Adalet ve Kalkınma Partisinin işine gelmiştir.

Kamuoyunun ve Cumhurbaşkanının, hatta uluslararası örgütlerin bile özgürlükleri kısıtlayan, sansür getiren İnternet düzenlemesi hakkında Anayasa'ya aykırılık beyanları var iken, bu beyanlar Cumhurbaşkanı Gül tarafından açıkça deklare edilmiş iken bu düzenleme de Meclis tarafından kabul edildi, Cumhurbaşkanı tarafından da yayımlandı. Anayasa'nın hükümlerine açıkça aykırı bir düzenlemeyi yayımlayıp, mazeret olarak da Hükûmetle yaptığı pazarlığı dile getiren bir Cumhurbaşkanı olan devlette hangi anayasanın uygulandığından bahsedeceksiniz? Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu düzenlemesiyle Anayasa'nın 15 noktasında ihlal olduğunu düşünen ancak bu düzenlemeyi de yayımlayan bir Cumhurbaşkanının olduğu yerde nasıl anayasal sistemden ve hukuk devletinden bahsedebileceksiniz? İşte bütün bu hususlar Türkiye'nin anayasal sisteminin fiilen nasıl askıya alındığını ispat eder mahiyettedir.

Saygıdeğer milletvekilleri, bu teklif Anayasa'ya alenen aykırıdır. Bu teklifle, sadece istihbari görevlerle görevlendirilmiş olan Millî İstihbarat Teşkilatının görevleri "her türlü" kavramı çerçevesinde operasyonel hâle dönüşecektir. "Bakanlar Kurulunca verilecek görev" kavramı yoruma açık bir kavramdır. "Her türlü" kavramıyla, Hükûmetin ya da başındaki şahsın uygun göreceği tüm görevler MİT'in görev alanında olabilecektir.

17 Aralıktan bu yana Başbakan, ailesi, Hükûmet üyeleri ve yandaşlarına ilişkin olarak ortaya çıkan rüşvet ve yolsuzluk iddiaları için, bu iddiaları savuşturmak gayesiyle, Hükûmete yapılan bir komplo, kumpas, montaj şeklinde savunmalar yapmaktadır. Eğer bu teklif yasalaşırsa, bu iddiaların "her türlü" kavramı dâhilinde MİT'in görev alanına dâhil edilebileceği açıktır. Bu durumda, Hükûmet üyelerinin yakınlarının da içinde bulunduğu kişiler hakkında soruşturma yapmak mümkün olmayacaktır çünkü bu soruşturmaları yapanlar takip ve gözlem altına alınabileceklerdir.

Teklifle, resmî ve özel, toplumun tüm kesimlerinin, Bankacılık Kanunu kapsamındaki verileri dâhil, her türlü bilgi, belge ve kayıtları, herhangi bir izne tabi olmaksızın, elektronik ortama girme usulü de kullanılarak MİT tarafından takip edilebilecektir. Ankesörlü telefonlar bile dinlenip kayıt altına alınabilecektir. Bu konuda, herhangi bir yargı kararına ihtiyaç duyulmaksızın, MİT tarafından işlem yapılabilecektir. Teklifteki bu hükümler "Özel hayatın gizliliği" ve "Haberleşme hürriyeti" başlıklı anayasal esaslara açıkça aykırıdır.

Teklifle, yargı mercilerinde yapılan soruşturmaların her türlü bilgi ve belgesinin MİT'e verilmesi zorunluluk hâline getirilmektedir. Aksi davranışta bulunan yargı mensupları için iki ila dört yıl hapis cezası öngörülmektedir. Bu husus mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarını ihtiva eden Anayasa'nın 37'nci ve 138'inci maddelerine aykırıdır.

Saygıdeğer milletvekilleri, müzakere ettiğimiz teklifle, terör örgütleriyle görüşen ve irtibat kuran MİT görevlilerinin, MİT'in talebiyle hukuki ve cezai sorumluluk getiren fiilleri işleyenlerin, MİT'in görev ve faaliyetlerine yardımcı olanların hukuki ve cezai sorumlulukları ortadan kaldırılmaktadır. Yani kanun kapsamındaki görev ve bu görevlere ilişkin fiillerden dolayı, bu fiilleri suç bile olsa, hukuki ve cezai sorumluluğu olmayan imtiyazlı bir sınıf oluşturulmaktadır. Bu hükmün Anayasa'nın "Kanun önünde eşitlik" başlıklı 10'uncu maddesine aykırılığı tartışmasızdır. Ayrıca, geçmişte işlenmiş suçları da dolaylı olarak affedeceği için bu düzenlemeler suç işlemiş bazı kişiler için af niteliğindedir.

Teklifin 7'nci maddesiyle aynı konuda yeniden soruşturma yapılmasının önü kapatılmaktadır. Diğer yandan MİT mensuplarının devletin çıkarlarının zorunlu kıldığı hâllerde tanıklığının MİT Müsteşarının iznine yani lütfuna bırakılması söz konusudur. Devletin çıkarlarının zorunlu kıldığı hâllerde MİT mensuplarının tanıklığının Müsteşarın iznine bırakılması modern hukuk devleti açısından izah edilebilecek bir durum değildir. MİT Müsteşarının devletin çıkarlarının zorunlu kıldığı hâllerin üzerinde konumlandırılması cumhuriyet tarihinin gördüğü en ayıplı yaklaşımlardan biridir.

Teklifin MİT'e ait bilgi ve belgeleri yayınlayan basın mensuplarına öngördüğü ceza basın hürriyeti açısından oldukça ağır bir düzenlemedir. Toplumun tüm kesimlerinin bir şekilde bilgi sahibi olduğu hususların bile medyada yer alması hâlinde sahibinden matbaacıya varıncaya kadar hapis cezası düzenlemesi hukuka ve basın hürriyetine indirilmiş bir darbedir, üstelik bu hususta Türk Ceza Kanunu'nda var olan düzenlemeler yürürlükteyken.

Teklifle, bir suç ihbarı çerçevesinde cumhuriyet savcıları tarafından işlem yapılan, suç işlediği tespit edilen ancak MİT görevlisi olduğu tespit ve tevsik edilen MİT görevlilerine suç işledikleri kanaati oluşsa bile herhangi bir işlem yapılamayacaktır. Böylece suç işleme özgürlüğü olan imtiyazlı bir zümre ortaya çıkacaktır. Anayasa'nın özüne, ruhuna ve hükümlerine aykırı olan bu hüküm ister MİT mensuplarının isterse de MİT'le ilişkilendirilen yasa dışı oluşumların suç olan fiillerinin cezasız kalması, görmezden gelinmesi sonucunu doğuracaktır.

Bütün bu yetkileri ihtiva eden bu teklifte olmayan bir tek şey MİT'in denetimidir. Bu teklifle ortaya çıkacak olan yeni MİT, her türlü fiili sorumsuzca yerine getirme hürriyeti olan ancak yasama ve yargı önünde hesap vermeyen, denetlenmeyen bir kuruluş olacaktır. Yürütmenin bir parçası olan, dolayısıyla yürütme tarafından denetimi söz konusu olmayan MİT yasama ve yargıdan da denetim açısından uzak olacaktır.

Kısaca, bu teklif gerçekleşirse "Askerî vesayeti kaldırdım." diyen AKP, MİT vesayetini getirmiş olacaktır. Yani toplum kışladan kaçarken Ziverbey'e tutulmuş olacaktır. Türkiye, AKP'nin ileri demokrasisiyle, garnizon devletten Yenimahalle devletine dönüşecektir. Bu teklif yasalaşırsa Türkiye'de sıkıyönetim ilan edilmiş olacaktır. Ancak sıkıyönetimin yetkilileri asker değil MİT elemanları olacaktır. Teklif sahipleri bir önergeyle teşkilatın ismindeki "millî" kelimesini çıkarmalıdır. Bu, anlayışlarına ve bu teklife uygun bir davranış olacaktır.

İktidar partisine mensup saygıdeğer milletvekilleri, bu teklifle ilgili oylamalardan evvel sizlere bazı hususları hatırlatmak istiyorum. AKP tarafından kurulan hükûmetler iktidara geldiği günden bu yana istihbarat birimlerine ve istihbarata karşı aşırı bir ilgi duymuşlardır. İstihbarat birimlerinde kadrolaşmayı, kontrol edemedikleri istihbarat birimlerinin lağvedilmesini temin etmişlerdir. Bu çerçevede Genelkurmay Elektronik Sistemler Komutanlığını kapatmışlar, MİT ve Emniyeti dinleme amaçlı teknik cihazlarla donatmışlardır. Geçtiğimiz yıllarda bu birimlerin yaptığı iddia edilen yasal ve yasa dışı dinlemeler toplumda infial ve sansasyonların sebebi olmuştur. İstihbarat birimlerine yakın olduğu iddia edilen grupların, hatta bazı belediye başkanlarının yasa dışı dinlemeler için cihaz satın aldıkları iddiaları bizleri meşgul etmiştir. Bu yasa dışı dinlemeler Ümraniye davası, Balyoz davası, askerî casusluk davası gibi davalarda toplumun ikna edilmesi ya da yönlendirilmesi için sık sık kullanılmıştır.

Şimdi, MİT için sınırsız ve sorumsuz bir yetki içeren, ancak denetlenmesi hususu düzenlenmeyen bir teklif huzurlarınıza gelmiştir. Başbakan Erdoğan'ın evladı gibi sevdiği söylenen bir kişinin başında bulunduğu MİT'in operasyonel vazifeleri yokken bile Başbakan tarafından hukuksuzca ve fütursuzca kullanıldığına dair gerçeğe yakın iddialar söz konusudur. Hatırlarsanız, Başbakan KPSS sınavındaki kopyalarla ilgili "Bu konuyu MİT'e araştırtıp sorumlularını bulduracağım." demişti.

MİT, PKK'yla yapılan Oslo görüşmeleri, İmralı ve Kandil arasındaki trafikte başrollerde görev almıştı, terör örgütüyle içli dışlı olmuştu. Yine, MİT'in başındaki bürokratın bugünlerde de gündemde olan AKP'li Bingöl Belediye Başkanına referans olduğu iddiası hâlâ hafızalarımızdadır. AKP'li belediye başkan aday adayları hakkında MİT tarafından soruşturma yapılıp AKP Genel Merkezine sunulduğu iddiaları da konuşulmuştur. MİT'in Suriye'deki iç savaşta muhaliflere eğitim ve silah yardımında bulunduğu basına sıkça yansıyan hususlardan biridir. Paris'teki 3 PKK'lının öldürülmesiyle ilgili olayda MİT'in adı sıkça zikredilmektedir. Dışişlerindeki dinleme skandalıyla ilgili hususların ortasında MİT'in adı geçmektedir. Süleyman Şah Türbesi'ne birkaç füze attırmaktan bahseden MİT'in Müsteşarıdır. İki gün evvel, birçok gizli kalmış olayı açığa çıkaran ünlü gazeteci Seymour Hersh Suriye'de kullanılan kimyasal silahlarla ilgili çok ağır bir iddia ortaya atmış, bugünkü yazısında da bu iddialarına ilişkin belgelere sahip olduğunu iddia etmektedir. Burada da MİT bu konunun muhatabıdır.

Asıl yüzleşmemiz gereken şey, bütün bunların gerçek ya da gerçek dışı olmasından çok, son dönemde MİT'in en netameli, en riskli, en karanlık konularda adının geçtiğidir. Sizleri uyarmak isterim ki henüz istihbari görevi olan, operasyonel görevi olmayan MİT bunları yapıyorsa, operasyonel görev verildiğinde neler yapar, hangi sorumsuzluklara imza atar, bunu sizin takdirlerinize bırakıyorum.

Saygıdeğer milletvekilleri, Başbakan Erdoğan 17 Aralık sonrası Türkiye'de postalsız bir darbe gerçekleştirmiştir. Bütün ülkede sıkıyönetim ilan edilmiştir. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Yasası, İnternet Yasası ve MİT Yasası bu darbe döneminin üçüz kardeş sıkıyönetim yasalarıdır.

Çağdaş demokrasilerde esas olan, toplumu yöneten güçlerin birbirinden bağımsız ve eşit düzeyde olmasıdır. Güçlerin bağımsızlığı ve eşitliği, bu güçlerin birbiriyle dengeli işlemesini ve birbirini frenlemesini, denetlemesini, uyumlu çalışmasını sağlamak içindir.

Başbakan, yürütmenin başı olarak, on iki yıllık süreçte tüm idari kurum ve kuruluşları kontrolü altına almıştır. Meclis çoğunluğuna sahip olduğu için yasamayı da kontrol edebilmektedir. Bırakın hangi yasaların yapılacağını, Meclis televizyonunda nelerin yayınlanacağına bile karar verebilmektedir. Ancak, Başbakana bu iktidar yetmemiştir. Yasamayı ve yürütmeyi kendi yedikudretine almış olması, rüşvet ve hırsızlık, yolsuzlukları gizlemesine yetmemiştir. Yargı ve yargıya bağlı çalışan polis Başbakanı sobelemiştir. Başbakanın, bakanlarının, evladüiyalin, eş dost, hısım akrabanın ne kadar kirli çamaşırı varsa ortaya dökülmüştür. Bu nedenle, önce namuslu yargıçlar üzerinde tahakküm kurmak için HSYK Yasası değiştirilmiştir. Ancak, bu yetmemiştir. Bu defa, hırsızlık sanal medyada patlamıştır. Sanal medyayı İnternet Yasası'yla halletmek için sanal âlemde de sıkıyönetim ilan edilmiştir. Medya kuruluşlarını baskı altına alan, kurduğu havuzlarla medyayı ele geçiren, böylece mikrofonu Başbakanda olan bir hoparlör medya oluşturma çabası, "Alo Fatih" hatları yeterli olmamış, hâlâ namuslu gazetecilerin, fikri hür aydınların seslerinin duyulması Başbakanı ziyadesiyle rahatsız etmiştir. İşte bu noktada MİT Yasası devreye girmeliydi, bu düzenlemeyle muhalif kesimler istihbarat yoluyla bastırılmalı ve sindirilmeliydi.

Bu düzenleme Başbakan için bir erken uyarı sistemi kurmaktadır. Bu erken uyarı sistemi, yapılan yolsuzluk, rüşvet ve usulsüzlüklere dair fiiller cesaret sahibi birisi tarafından sorgulanmaya başlanmadan evvel, kaynağında yok edebilmek için yapılmaktadır; teklifin özü budur.

Bu düzenlemenin iki önemli gerekçesi vardır: Birisi, Sayın Başbakanın her şeyi kontrol edebildiği, her şeyden haberdar olduğu, dolayısıyla herkesi baskı altına aldığı bir Türkiye hedefidir. Diğeri ise PKK terör örgütüyle yapılan müzakereleri terör örgütü mensuplarının da talepleri doğrultusunda meşru ve yasal hâle getirmektir. Böylece amaçlanan, suç işlemiş MİT mensuplarının suçlarının ortadan kaldırılması ve İmralı'daki katilin memnun edilmesidir.

Bu gerekçelerden dolayı da bu teklife karşı olduğumuzu beyan eder, Türk milletinin milletvekillerini saygıyla selamlarım. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)