GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: AMME ALACAKLARININ TAHSİL USULÜ HAKKINDA KANUN İLE BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI VE TEKLİFLERİ
Yasama Yılı:2
Birleşim:114
Tarih:31.05.2012

CHP GRUBU ADINA AYDIN AĞAN AYAYDIN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi adına, Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.

Bugün burada görüşmeye başladığımız ve Maliye Bakanlığınca hazırlanan kanun tasarısı, ülkemizin en acil ihtiyaçlarından biri olan vergi sisteminde köklü bir reform anlayışından uzak, makroekonomik dengeleri etkileme kapasitesi oldukça sınırlı, etkin ve istikrarlı bir vergi sistemi içermeyen bir düzenlemedir. Ancak özellikle bu tasarının Genel Kurulda görüşülme usulüne yönelik eleştirilerimi belirtmek istiyorum.

Gündemimizde yer alan bu tasarı temel kanun olarak görüşülmektedir. Temel kanunların Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda görüşülme biçimi Meclis İçtüzüğü'nün 91'inci maddesinde düzenlenmiştir. Hangi yasaların temel kanun olarak görüşüleceği belirlenmişken, artık bir AKP klasiği hâline gelmiş bir uygulama sonucunda, madde sayısı fazla olan hemen her tasarı temel kanun olarak görüşülmeye başlanmaktadır. Bu tasarı da temel kanun olma özelliği olmamasına rağmen temel kanun olarak görüşülmektedir. Bugün "temel yasa" adı altında o kadar çok ve farklı alanlardaki maddeleri sadece iki bölümde görüşme imkânı bulabileceğiz. Birbirinden farklı içerikli maddeleri ne yazık ki aynı bölümde görüşmek ne kadar doğrudur, sizlerin takdirinize bırakıyorum.

Nitekim, temel kanun olmayan bir yasanın Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda temel kanun olarak görüşülmesi Anayasa Mahkemesinin kararlarına da aykırıdır.

Temel kanun dayatması, özel görüşme ve oylama usulünün nasıl yaygınlaştırılabileceğine, milletvekillerinin yasama etkinliklerine gereği gibi katılmalarının nasıl sınırlanabileceğine uygulamalı bir örnek oluşturmaktadır.

Demokratik hukuk devleti anlayışıyla bağdaşmayan bu durum, Anayasa'nın Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkileriyle ilgili 87'nci maddesi yönünden de sakıncalar içermektedir. Daha önce de defalarca dile getirmemize rağmen tüm bu hususların AKP tarafından dikkate alınmaması, AKP'nin Parlamentoya olan saygısını da gözler önüne sermektedir.

Gelelim tasarının esaslarına. İzin verirseniz, öncelikle bu tasarı ekseninde ülkemizin ekonomik ve mali durumu üzerinde bazı tespit ve değerlendirmelerde bulunmak istiyorum.

Uzun süredir başta Sayın Maliye Bakanımız olmak üzere ekonomi yetkililerinden sık sık duyduğumuz cümlelerden biri, Türkiye'nin kamu mali dengesi açısından çok iyi noktada olduğudur.

Belirtmeliyim ki 2011 bütçe performansı sıkıntılı görülmektedir. Ancak bu tablo ne kadar kalıcı ve sağlıklı bir mali yapıdan kaynaklanmaktadır, ona bakmak gerekir. Zira asıl olan, rakamsal analizler değil, nedensel analizler yaparak içinde bulunduğumuz durumu en iyi şekilde ortaya koyabilmektir.

2011 yılına ilişkin pembe mali tablo esas itibariyle iki temel nedenden kaynaklanmaktadır: Bunlardan birincisi, ithalden alınan katma değer vergisindeki artış; ikinci neden ise, 6111 sayılı Kanun uyarınca vergi alacaklarının yeniden yapılandırılması yani af kapsamında elde edilen 13,3 milyar Türk lirasından kaynaklanmaktadır. İyi analiz edildiğinde görülecektir ki bütçe performansına etki eden bu iki unsur aslında Türkiye ekonomisinin sağlıksız yapısının işaretleridir ve görünürde bütçenin gelir yapısını düzeltiyor gibi gözükmesine karşın çok temel sorunları beraberinde getirmektedir.

Ne demek istediğimi biraz daha açmak istiyorum: Bugün Türkiye ekonomisinin en kırılgan alanı yüksek cari işlemler açıklarıdır. Bunu yaratan etken ise yanlış faiz ve kur politikaları nedeniyle gereğinden fazla değerli olan Türk lirasının ithalatı coşturmasıdır. Bu denli artan ithalat doğal olarak ithalden alınan katma değer vergisinin de beklentilerin üzerinde artışına yol açmakta ve bütçede gelir rakamlarını düzeltme eğilimine götürmektedir.

Yine, vergi alacaklarının yeniden yapılandırılması yani af kanunu kapsamında toplanan para ise vergi borcunu zamanında ödeyen mükelleflerin cezalandırılması pahasına çıkartılan dördüncü vergi affının sonucudur. Bu, bir başarı öyküsünden ziyade, Maliye Bakanlığının aczini ortaya koymaktadır. Zira, AKP İktidarı ortalama iki-iki buçuk yılda bir vergi affı çıkarmaktadır. Bu kadar sıklıkla mali afların çıkması o ülkenin ne kadar sağlıksız bir mali yapıda olduğunu göstermeye başlı başına yeterli bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Sorun affa ihtiyaç duyan mükellefte değil, onu vergisini ödeme sıkıntısına düşüren sözde başarılı AKP İktidarındadır.

Şimdi sormak istiyorum: Bu iki unsura dayalı bütçe performansı sürdürülebilir mi? Elbette hayır çünkü 6111 sayılı Kanun'la getirilen af kapsamında bu yıl geçen yılki kadar gelir gelmeyecektir. 2011 yılı sonu itibarıyla 13,3 milyar Türk lirası gelir elde edilmişken Ocak-Nisan 2012 döneminde ancak 2,7 milyar Türk lirası gelir elde edilmiş ve toplamda 16 milyara ulaşılmıştır.

Af kanununa rağmen, borcunu yapılandıran mükellef, ne yazık ki işler iyi gitmediği için, bu düzenleme kapsamında eşi ve benzeri bir başka ülkede görülmeyen affın affını da AKP İktidarı sayesinde görmüş bulunmaktadır.

İthalat azaldıkça ithalden alınan KDV tutarı da azalacaktır. Bu nedenle, 2012 bütçe performansı ne yazık ki sıkıntılı olacağa benziyor. Nitekim, Sayın Bakan da bu gerçekleri bildiğinden, ekonomideki yavaşlamaya paralel olarak söz konusu performansta bir bozulmanın söz konusu olduğunu belirtmiştir.

Öte yandan, 2012 yılı Ocak-Nisan döneminde vergi gelirleri geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 10 oranında artarken, faiz hariç bütçe giderleri ise yüzde 14,1 oranında artmıştır. Gelir-gider arasındaki makas günden güne açılmaktadır. Daha vahim ve endişelendirici olan ise faiz giderlerindeki yüksek artışlara dikkatlerinizi çekmek istiyorum.

Anlaşılıyor ki pembe tablolar yerini ülke gerçeklerine bırakmaktadır. Büyüme yüksek iç talepten kaynaklanmış, iç talep ithalatı tetiklemiş, ithalat rekor düzeyde cari açığa ve vergi gelirleri artışına sebep olmuş; artık, deniz bitmiştir. Büyüme rekor düzeydeki cari açıktan ve 2010-2011 yılında genişleyen iç talepten kaynaklanmaktadır. Dış kaynaklardan elde edilen döviz açığıyla ve banka kredilerine dayalı yüksek iç talep ile büyüme ne kadar sürdürülebilir, bunu sizlerin takdirine bırakıyorum.

Tasarruf düzeyi yüzde 13'lere inmiş. Hane halkının yarısı gelirinden fazla harcama yapan bir ülkede böylesi bir büyüme modeli sürdürülemez. Nitekim, bunu geç de olsa fark eden ekonomi yönetimi tasarruf paketi hazırlamış ancak hâlâ yasalaştıramamıştır. Özetle, göstergeler de işaret ediyor ki 2012 o pek övünülen kamu dengesi açısından dahi zor bir yıl olacaktır.

Tüm bu söylediklerim doğru olduğu ve pembe tablolar gerçek olmadığı içindir ki  kamu mali dengesindeki başarıyla fazlasıyla övünen, hatta diğer ülkelere akıl vermeyi düşünen AKP Hükûmeti beş aydır memurlarına zam vermeyerek ancak vergilerini zamlı toplayarak tarihe geçtiği gibi, kamu çalışanlarına ancak yüzde 3,5+4 oranında zam önerebiliyor. Hükûmet  bütçe açığı, cari açık, orta vadeli mali plan, kamu disiplinini gerekçe göstererek çalışanlarına tatmin edici bir zam verilmemesinin gerekçesini ilan etmiştir.

Sayın Maliye Bakanı ise atanmış bu heyetin yüzde 4+4 oranında zam tespitinden bile -ki yıllık ortalama yüzde 6'ya tekabül etmektedir- şikâyet ediyor ve "Memur maaş zamları imkânların çok ötesine taştı." diyebiliyor. "Şimdi bütçe ile ilgili ne tedbir alacağız, ona bakacağız." diyor. Hani Türkiye ekonomisi çok parlaktı, hani Türkiye ekonomisi çok başarılıydı? Madem parlaktı, neden kamu çalışanlarınıza yüzde 4+4 verebiliyorsunuz? Kamu çalışanları bunu mu hak ediyor?

Yeri gelmişken belirtmek isterim ki kamu çalışanlarına yönelik zam tespiti süreci maalesef öngördüğümüz şekilde gerçekleşmiş, toplu sözleşme süreci bir mizansenden öteye gidememiştir. Toplu sözleşmeye imkân sağlayan kanun tasarısının görüşmeleri sırasında söylemiştik. Yapılan şey, dikensiz bir gül bahçesi yaratılarak toplu sözleşme yapılıyor izlenimi vermektir. Zira toplu sözleşme süreci sonunda anlaşma sağlanamaması nedeniyle konu Kamu Görevlileri Hakem Kuruluna götürülmüştür. Peki, hangi hakem kuruluna? Bakanlar Kurulunca atananlardan oluşan Hakem Kuruluna.

Açıkçası, böylesi bir yapı ile toplu sözleşme görüşmelerine gerek yoktur. Hükûmetin toplu sözleşmeyi getirdiği nokta, Bakanlar Kurulunun kararını Hakem Kurulunun açıklamasından ibarettir. Öyle görünüyor ki kamu emekçilerinin hakları parlak Türkiye ekonomisine kurban edilmiştir.

Peki, sağlıklı bir ekonomi ve mali yapının anahtarı nedir? Tabii ki etkin bir vergi sistemi. Bir vergi sistemi ne kadar etkin olmalı ise bizim vergi sistemimiz de etkinlikten o kadar uzaktır. İzninizle, bazı verileri sizlerle paylaşmak istiyorum.

2011 yılında 254 milyar Türk lirası vergi geliri tahsil edilmiş. Vergi gelirlerinin kompozisyonuna baktığımızda bu tutarın 75,8 milyar Türk lirası gelir üzerinden; 6,2 milyarı servet üzerinden ve geri kalan, aslan payı olan 172 milyar Türk lirası ise harcama üzerinden yani vatandaşımızın kullandığı benzin ve mazot, sigara ve alkollü, tütünlü içeceklerden elde ediliyor. 

2011 yılında tahsil edilen beyana dayalı gelir vergisi toplamı sadece 2,7 milyar Türk lirasıdır. Bu tutar, tahsil edilen vergi gelirlerinin yaklaşık yüzde 1'ine tekabül ediyor.

Vergi gelirlerinin yüzde 68'i harcamalar üzerinden alınan dolaylı vergilerden oluşuyor, adaletsizlik de burada başlıyor. AKP İktidarı döneminde artarak bütçenin temel  finansman aracı haline geliyor dolaylı vergiler.

Bu duruma tipik örnek özel iletişim vergisidir. 1999 depremi sonrası geçici olarak çıkarılan, uygulama süresi her yıl uzatılan ve nihayet AKP İktidarınca 2004 yılında 5228 sayılı Kanun'la kalıcı hâle getirilen özel iletişim vergisi bir türlü kaldırılamamakta çünkü 2011 yılında beyana dayalı olarak ancak 2,7 milyar Türk lirası gelir vergisi alabilen devletin bu dönemde özel iletişim vergisi geliri tam 4,4 milyar Türk lirası olmuştur. Evet, hazır halk bu vergiye de alışmışken, doğrudan vergi toplayamıyorken böylesine bir hazır gelirden vazgeçmek AKP İktidarının da pek işine gelmiyor.

Akaryakıt üzerindeki yüksek vergi yükü gittikçe artmaktadır. Akaryakıt üzerinden önce ÖTV, ÖTV'li fiyat üzerinden de KDV alınmaktadır. Devlet, akaryakıt istasyonlarını ve Tekel bayilerini vergi tahsil bürosu gibi kullanmaya devam ediyor.

ENGİN ALTAY (Sinop) - Eczaneler de öyle.

AYDIN AĞAN AYAYDIN (Devamla) - Bakınız, gelir üzerinden alınan kurumlar vergisi ile gelir vergisi tahsilatının millî gelire oranı Türkiye'de yüzde 6 iken Avrupa Birliği ortalaması yüzde 13'tür, bazı Avrupa ülkelerinde bu oran yüzde 30'lardadır.

Yapılan inceleme ve analizlerden görüyoruz ki, Türkiye'de kayıt dışılık gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 30'u dolayındadır. Sormak istiyorum, bu tablo dünyanın 18'inci, Avrupa'nın 6'ncı büyük ekonomisine yakışıyor mu? Böylesi bir tablo ile Türkiye daha ne kadar gidebilir, nereye gidebilir?

Kayıt altına alınamayan ekonomi sonucu tahsil edilemeyen vergi, sisteme alınmışlara, işçiye, memura, esnafa yüklenmekte, kümesteki kazlar ha bire yolunmaktadır. Kayıt dışı ekonomi, kamu finansman dengesi üzerinde yarattığı olumsuz sonuçların yanı sıra, vergisini tam ve zamanında ödeyen mükelleflerle kayıt dışı çalışan mükellefler arasında rekabet eşitsizliğine yol açıyor.

Tasarının 12'nci maddesiyle gelir vergisi stopajı teşviki öngörülüyor. Buna göre, 31/12/2023 tarihine kadar belirlenen illerde gerçekleştirilmiş yatırımlarda istihdam edilen işçilerin ücretlerine tekabül eden vergi, on yıl süreyle, beyanname üzerinden tahakkuk eden vergiden asgari geçim indirimine öncelik vermek suretiyle terkin edilecektir. Yani işverene sağlanan teşvik hesaplama yöntemiyle sınırlandırılmaktadır. Örneğin, 886 lira maaş alan evli ve 2 çocuklu bir asgari ücretliden kesilen 133 lira vergiden önce 100 Türk lirası asgari geçim indirimi mahsup edilecek, kalan 33 Türk lirası ancak işverene teşvik olarak yansıyacaktır.

Şimdi sormak istiyorum: Ülkemizde pek çok işçinin asgari ücret aldığı ve bu ücret üzerinden istihdam edildiği gerçeği çerçevesinde bu işveren için teşvik bu kadar mı? Bu teşvik yeterli mi? Elbette hayır. Maddeyi gören de sanki işverene büyük bir teşvik getiriliyor sanacak.

İşverene bu kadar desteği lütfeden AKP Hükûmeti tasarıda işçilerimizi de unutmamış. Hâlihazırda işsizlere ödenen işsizlik maaşından kesinti yapılmazken İşsizlik Fonu'nun değerlendirilmesi sonucu ortaya çıkan gelirleri üzerinden vergi stopajı yapılmaktadır. Ancak İşsizlik Fonu gelirlerinden kesinti yapılamayacağına ilişkin kanun hükmü nedeniyle ihtilaflar yaşanmaktadır.

Tasarının 26 ve 27'nci maddeleri ile AKP Hükûmeti, 2008 yılında çıkardığı 5754 sayılı Kanun'la getirdiği "İşsizlik sigortası gelirleri vergiye tabi değildir. Bu gelirlerden hiçbir vergi, resim ve harç kesintisi yapılamaz." hükmünü yine kendi kaldırıyor. Önce kendi getirdiği "Vergiye tabi tutulmaz." hükmünü kaldırıyor, sonra da vergi alınmasını sağlayan düzenlemeyi ekliyor ve adını da "açıklık getirmek" koyuyor. Doğrusu, tebrik ediyorum AKP Hükûmetini.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tasarının en önemli bölümlerinden bir tanesi de 150 metrekarenin altındaki konut inşaatlarına yüzde 18 KDV getirilmektedir. Yani konut sahibi olmak isteyen dar gelirli vatandaşlarımız, bundan sonra zaten alamadıkları konutlara bir de yüzde 18 KDV uygulaması geldiği vakit, artık hiç konut sahibi olamayacaklardır.

Şimdi, deniliyor ki: "Biz bölgesel ranta göre 150 metrekarenin altındaki konutlara KDV getireceğiz." Bunun kıstası ne olacaktır, hangi kesimin alacağı konutlarda KDV'yi yüzde 18'e çıkaracaksınız, bunu Bakanlar Kurulu belirleyecektir. Böyle bir uygulama olmaz.

Siz, kime, hangi oranda vergiyi getireceksiniz, bu kanunda bunu yasayla belirlememiz gerekiyor. Aksi takdirde sübjektif bir değerlendirme olacaktır, kim hangi konutu hangi vergiyle alacağını bilemeyecektir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AYDIN AĞAN AYAYDIN (Devamla) - Beni sabırla dinlediğiniz için hepinize teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ayaydın.