| Konu: | HDP GRUBUNUN, BİNGÖL MİLLETVEKİLİ GRUP BAŞKAN VEKİLİ İDRİS BALUKEN TARAFINDAN DERSİM İLİNİN LAÇ DERESİ BÖLGESİNDEKİ MAĞARALARDA DERSİM 38 KATLİAMINDA HAYATINI KAYBEDEN YURTTAŞLARIMIZIN KEMİKLERİNİN BULUNMASINDAN SONRA DERSİM KATLİAMIYLA YÜZLEŞİLMESİ AMACIYLA 12/7/2013 TARİHİNDE TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA VERİLMİŞ OLAN MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGESİNİN, GENEL KURULUN 8 MAYIS 2014 PERŞEMBE GÜNKÜ BİRLEŞİMİNDE SUNUŞLARDA OKUNMASINA VE GÖRÜŞMELERİNİN AYNI TARİHLİ BİRLEŞİMİNDE YAPILMASINA İLİŞKİN |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 87 |
| Tarih: | 08.05.2014 |
HAMZA DAĞ (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de hepinizi sevgiyle saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, biraz önce kısa söz almada grubumuz adına Anneler Günü hususu dikkate alınmadığı için, ben tüm annelerin pazar günkü Anneler Günü'nü kutluyorum ve 1937-1938 yıllarında Dersim'de vefat eden bütün vatandaşlarımıza da Allah'tan rahmet diliyorum.
1937-1938 yıllarında Dersim'de yaşananlar herkesin malumudur. Dersim olaylarında hayatını kaybedenlerin sayısı bugün dahi ne yazık ki bilinememektedir. Tahmin edilen rakamlara göre binlerce insan, kadın ve çocuk katlediliyor, yuvalar yıkılıyor, binlerce insan batıya göç ettiriliyor, binlerce çocuk ailesiz kalıyor, evlatlık veriliyor ve hizmetçi olarak başka ailelere verilmektedir.
Türkiye'nin tabularında olan ve konuşulamayan bir konu olan bu konu, -Allah'a çok şükür ki- AK PARTİ iktidarıyla birlikte konuşulmaya başlandı. 23 Kasım 2011 tarihinde Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan partimizin il başkanları toplantısında aynen şu ifadeleri kullandı: "Eğer devlet adına özür dilenecekse ve böyle bir literatür varsa ben özür dilerim ve diliyorum." İşte bu konuşma, Türkiye'de yeni bir dönemin yaşandığının en açık göstergesidir. Bu dönemde Türkiye, bütün gerçekleriyle bir bir yüzleşmeye başladı. 1915 olaylarıyla ilgili geçtiğimiz haftalarda yayınlanan taziye mesajı da bunun çok açık göstergesidir. Bugün artık Türkiye'de geçmişte yaşanan her türlü sıkıntı, acı çok rahat konuşulabiliyor, tartışılabiliyor.
Başbakanımızın daha önce açıklamış olduğu birkaç belgeden ve o dönemle ilgili yaşananlardan kısaca bahsetmek istiyorum. Bizim kültürümüzde çok anlamlı bir söz vardır: "..."(x) Evet, tekrar etmek iyidir çünkü bu millet tek partili dönemde yaşanan zulümleri unutmadı ve unutmayacak da. 1935 yılında bir kanun çıkarılıyor, kanunun adı Tunceli Vilayetinin İdaresi Hakkında Kanun. Kanunun ilk maddesinde şu belirtiliyor: "Tunceli vilayetine ordu ile irtibatı baki kalmak ve rütbesinin salahiyetini haiz bulunmak üzere korkomutan rütbesinde bir zat vali ve kumandan olarak seçilir." Sonra, bu vali ve kumandana yasada çok enteresan haklar tanınıyor. Mesela, vali ve kumandan gerek görürse aileleri bir yerden bir yere göç ettirebilir. Mesela, idam hükümlerinin vali ve kumandan tarafından teciline lüzum görülmezse hemen infaz edilir. Mesela, ceza mahkemelerinde verilen kararların temyizine gerek yoktur, bugünkü Mısır'da yaşananlar gibi. İşte bu kanunun ardından hazırlıklar yapılıyor, 1937, 1938 ve 1939 yıllarında Dersim'de maalesef büyük bir dram yaşanıyor. Havadan, karadan toplarla, hatta gaz bombalarıyla Dersim'de hareket eden her şey, çocuklar, kadınlar katlediliyor. Dersim olayları sırasında orada asker olan Muhsin Batur anılarında aynen şu ifadeyi kullanıyor: "Günlerden bir gün emir geldi. Elâzığ'a hareket ettik. Oradan da ilk durak Pertek olmak üzere harekete geçtik. İki aya yakın Dersim'de görev yaptım. Okuyucularımdan özür diliyorum. Bugünlerle ilgili anılarımı anlatmaktan kaçınıyorum."
Üstat Necip Fazıl, Dersim'deki facianın tarihte bir benzerinin olmadığını ifade ediyor. Babalarını arayan ve yanına gitmek istediğini söyleyen 2 çocuk, Hozat Kaymakamı tarafından süngületilerek ne yazık ki babalarının yanına gönderiliyor. Kendisinin öğretmen ve köy halkıyla alakasız olduğunu söyleyen bir şahıs alevler içinden fırlamak isterken kalasla alevlerin içine itiliyor ve karşısında da sigara içiliyor. Bir köy halkı önce kurşunlanıyor, sonra buğday sapları üzerinde yakılıyor. Üstat faciayı şu satırlarla anlatıyor: "Mazgirt Tersemek nahiyesinin halkı doğranmakta. Merhamet sahiplerinden biri, 1 ile 10 yaş arasında 20 kadar çocuğu alıp bir derenin içine saklamıştır. Vaziyet birden haber alınıyor. Çocukların öldürülmeleri emri veriliyor fakat bu emri yerine getirecek hiç kimse yok. En katı yürekliler bile böyle müdafaasız masumlara silah doğrultamayacaklarını ifade ediyorlar. Nihayet, kara suratlı bir adam bulunuyor ve bir dere içinde titreşe titreşe bekleyen 20 masumun işi bitiriliyor. Murat suyunun kandan kıpkızıl aktığını görenler olmuştur."
Dersim vakasının en büyük mazlumlarından Seyit Rıza'nın hikâyesi bir başka yürek burkucu. Dönemin Malatya Emniyet Müdürü İhsan Sabri Çağlayangil bir röportajda bunu şöyle anlatıyor: "Son sözünü sorduk '40 liram var, oğluma verirsiniz.' dedi. O ara Fındık Hafız asılıyordu. Asarken iki defa ip koptu. Seyit Rıza görmesin diye ben arabanın önünü kapattım. Fındık Hafız'ın idamı bitti. Seyit Rıza'yı meydana çıkardık. Soğuktu ve etrafta kimseler yoktu ama Seyit Rıza, insanlarla doluymuş gibi sessizliğe ve boşluğa hitap etti: 'Evlâdı Kerbelayıh. Bi hatayıh. Ayıptır, zulümdür, cinayettir.'"
Evet değerli arkadaşlarım, sayısı bugün dahi bilinmeyen, tahmin edilen binlerce insan, kadın ve çocuk katlediliyor, yuvalar yıkılıyor, binlerce insan batıya göç ettiriliyor, binlerce kız çocuğu evlatlık veriliyor.
8 Ağustos 1939 tarihli bir başka belge de Jandarma Umum Komutanlığından Başvekâlet Yüksek Makamına gönderilmiş, Dersim'e yapılan müdahalenin bilançosunu veriyor, kati netice alınıncaya kadar baskınların devam edeceği bildiriliyor. Ekte de bir cetvel var, ölü, diri, teslim olanların rakamları açıklanıyor. 1936, 1937, 1938, 1939'da toplam 13.806 kişinin öldürüldüğü bu belgede ifade ediliyor. Belgenin altındaki imza Faik Öztrak, Dâhiliye Vekili yani İçişleri Bakanı.
23 Aralık 1938 tarihli bir kararnamede -Atatürk'ün vefatından yaklaşık bir ay sonra, İsmet İnönü Cumhurbaşkanı, Celal Bayar Başbakan- şöyle ifade ediliyor: "Tunceli'den garba nakillerine karar verilen ceman 12 bin kişinin 11.683 mürettep mahallerine sevk ve iskânları icra edilmiş ise de, muhtelif mahallerde aynı evsafı haiz ve sevke hazır bir vaziyette bulanan 514 şahıs ile birlikte yekûnu kararnamelerde tespit edilen miktarı geçeceğinden, dağlarda ve mağaralarda saklanmaları ve kış münasebetiyle barınamayarak dehaletleri umulanlarla beraber daha 2 bin kişinin ilişik listede yazılı yerlere sevk ve iskânları Dâhiliye Vekilliğinin teklifi üzerine İcra Vekilleri Heyetinin toplantısında onanmıştır." Yani tehcirden bahsediyor.
Bir başka belge, Dersim operasyonlarının hemen ardından Sason'da yapılan temizlik ve takip operasyonlarının raporunu içeriyor.
Az önce ifade ettiğim belgeler, o dönemin Türkiye'sini yani tek partili dönemin yönetim mantığı ve zihniyetini ne yazık ki çok açık ve net bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu nedenledir ki Dersim olaylarına olan yaklaşım eski Türkiye'yle yeni Türkiye arasındaki farkın en güzel göstergelerinden birisidir. Eski Türkiye'yle yeni Türkiye arasında çok farklılık var ama değişmeyen ne yazık ki bazı şeyler de var. Örneğin, Cumhuriyet Halk Partisi: Eski CHP'ye bakıyoruz, Dersim'in acılarından rahatsız olmayan bir CHP var; yeni CHP'ye bakıyoruz, hem Dersim'in hem Suriye'nin hem Mısır'ın acılarından rahatsız olmayan bir CHP görüyoruz.
Şimdi buradan size 2009 yılında bu kürsüden konuşma yapan bir Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilinin konuşmasını okumak istiyorum: "Kimse çıkıp da 'Analar ağlamasın. Biz şu Yunanlılarla anlaşalım.' dedi mi? Şeyh Said isyanında analar ağlamadı mı? Dersim isyanında analar ağlamadı mı? Kıbrıs'ta analar ağlamadı mı? Bir tek kişi Türkiye'de çıkıp da 'Analar ağlamasın diye, bu mücadeleyi durduralım.' dedi mi?" İşte, Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilinin yapmış olduğu 2009 yılındaki konuşma aynen budur.
Bakın, 1937'de CHP ne ise 2009'da da, 2004'te de odur. Hatta bu yeni CHP, eski CHP'nin bir adım ilerisine geçmiş, sadece Türkiye'de yaşanan acıları, katliamları değil, dünyanın neresinde bir vahşet, katliam olursa savunuculuğuna soyunmuştur. Bugün CHP'nin izlemiş olduğu Suriye politikası da CHP'nin geçmişten kalan alışkanlıklarından vazgeçmemesinden kaynaklanmaktadır.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Ha, silahları biz yolluyoruz Suriye'ye, CHP yolluyor silahları! Suriye'ye silahları kim yolluyor, onu söyle. Silahları sanki biz yolluyoruz!
HAMZA DAĞ (Devamla) - 1937-1938 yıllarında yaşanan bu acı olaylarla ilgili Barış ve Demokrasi Partisinin -önceki ismi BDP, yeni ismi HDP olan, ilk defa Anayasa Mahkemesi tarafından parti kapatmayla değil, siyasi mücadeleyle ismini değiştirmek durumunda kalan BDP'nin- vermiş olduğu bu öneriyi anlamlı buluyorum, doğru buluyorum, mantıklı buluyorum...
HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Silahları kim yolluyor Suriye'ye?
HASİP KAPLAN (Şırnak) - BDP yaşıyor, yaşıyor. BDP kapanmadı, çatı partisi. Siz particilikten anlamıyorsunuz. BDP kapatılmadı beyim.
HAMZA DAĞ (Devamla) - ...ama Meclis araştırma komisyonunun bu işe faydalı olmayacağı düşüncesiyle hepinizi saygıyla, sevgiyle, muhabbetle selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)