| Konu: | CUMHURİYET HALK PARTİSİ GRUBUNUN ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ İLE ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK HAKKINDA (11/32), ŞIRNAK MİLLETVEKİLİ HASİP KAPLAN VE 28 MİLLETVEKİLİNİN, ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ HAKKINDA (11/33), ŞIRNAK MİLLETVEKİLİ HASİP KAPLAN VE 28 MİLLETVEKİLİNİN, ŞIRNAK MİLLETVEKİLİ HASİP KAPLAN VE 28 MİLLETVEKİLİNİN, ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK HAKKINDA (11/34) GENSORU AÇILMASINA İLİŞKİN ÖNERGELERİ |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 92 |
| Tarih: | 22.05.2014 |
HDP GRUBU ADINA SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) - Değerli arkadaşlar, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. 432 tane evladımız yetim kaldı. Eğer rakamlara vuracaksak, bunun en önemli bilançosu bu; gerisi lafügüzaf. Bunların bu kaybını hiçbir şey yerine getirmeyecek.
Bütün muhalefet partileri bu meseleyi anlatırken taziyeyle başladılar, ben de taziyeyle başlamak istiyorum ve meselenin teknik, sayısal, siyasal yönlerine dair aşağı yukarı söylenecek her şey söylendi, bir tek bir şey biraz gözden uzak tutuldu. İzninizle biraz ben de ona değinmek istiyorum.
Bu iş cinayeti, bu katliam bugünün işi değildi. Sizi, 70'li yılların sonunda Suluova Yeni Çeltek maden direnişini bir araştırmaya davet ediyorum; buradaki konuşmaya sığmayacak kadar önemlidir. YERALTI MADEN-İŞ'in, sarı sendika tarafından kapatılan, kapattırılan bir maden işletmesini alıp nasıl verimli ve insan onuruna, emeğin onuruna yakışır bir vaziyete getirmesinin hikâyesidir.
Ben sadece finalini söyleyeyim size: "Verimsiz" diye kapatılan ocağa, oradaki devrimci işçiler el koymuş, üretimin bütün gelirini hazineye bloke ettirtmiş, bir kuruşuna dokunmadan, yaklaşık 60 misli verimliliği artırmıştır. Finali şu olmuştur: 12 Eylül faşist darbesi geldiğinde o madendeki bütün işçiler işkenceli sorguya alınmış, dövülerek öldürülen, felç bırakılanlar olmuş.
Devlet, eskiden beri sistem, yer altında çalışan işçiden korkar. Onları sistem içine çekme çabası ta o zamandan başladı Amasya Sıkıyönetim Mahkemesinde görülen Yeni Çeltek davasına bir dikkatinizi çekmek istiyorum.
Şimdi, Kemal Derviş'i de anmadan bu cinayeti anmak olmaz, en az değinilen yanı burası oldu. Ben biraz önce bir arşivleri karıştırdım. Kemal Derviş Sayın Başbakanla -o zaman Başbakan değil- bir görüşme yapıyor, diyor ki: "3 günde 3 yasa çıkarmamız elzem." Nedir bu? Birisi tütün ekiminin sınırlandırılması hakkında yasa, ikincisi ihale yasası, üçüncüsü borçlanma yasası. Bu "10 günde 10 yasa" dedikleri şey var ya, onun 3 tanesi için bütün partileri ziyaret ediyor -hükûmet ortağı olmayanları- bunlara destek isteniyor.
Somalı cinayete kurban giden işçilerimizin kaderi, Soma'da ve bütün Ege'de ve bütün tütün ekimi yapılan yerlerin -580 bin ailenin bölgesel dağılımı neyse o zaman- hepsinde tütün ekiminin sınırlandırılmasıyla birlikte, kalanın da özel sektörün ya da neoliberal sistemin azgın iştahının ve olmayan vicdanının eline bırakılmasıyla birlikte, buradaki işçi madene ya da yerin altına ya da diri diri kabristana o gün mahkûm edilmiştir, o gün mahkûm edilmiştir. Siz cenazelerin, rahmetli olanların hangi köylerden olduğuna bir bakın, bu acı gerçeği olduğu gibi göreceksiniz. Tarlasında tarımla uğraşan insanı artık, gübre ve tohumu, bırakın insan emeğini, bırakın geçinebilmeyi, girdisini bile kazanamayacak şartlara getirmekle bu işçiyi toprağın altına itmeye mahkûm olmuşsunuz. O gün iktidar ortağı olanlar, o gün muhalefette olanlar, hiç kimse, Allah rızası için, solculardan başka, sosyalistlerden başka, hiç kimse... Kardeşim, o gün alınacak para 10 milyar dolar; 5,5 milyar doları faize gidecek, 5,5 milyar doları! O gün görüşülen hiç kimse, "Ya, bize para vermek için bizim tütün ekimimizi niye yasaklıyorlar, bu hangi mukaddesata sığar?" diye muhafazakâr partiler sormamış, "Bizim toprağımızda ne ekeceğimize Amerika ne karışır?" diye milliyetçiler sormamış. Siz bunu peşkeş çekmişsiniz. Bugünkü cinayetin bütün halkaları o gün örülmeye başlamış.
Sarı sendika: Burada, Anayasa Komisyonunda olan arkadaşlarımız vardı. İşi durdurma yetkisi var bir sendikanın iş güvenliği söz konusu olduğunda. Oradaki sarı sendikanın temsilcisinin bu yetkiden haberi bile yok.
Şöyle bir olayı hatırlamadan geçemiyorum: Biz Anayasa Komisyonunda dinlemeler yapıyoruz, emek temsilcilerini de çağırdık, sendikaları da çağırdık. DİSK geldi, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu, hem biz ziyaret ettik hem onlar geldiler, bir kitap bastırmışlar yeni anayasa konusunda. Bu ülkenin bütün sosyal, toplumsal meselelerine emek gözlüğüyle bakarak, emek perspektifinden bakarak bozucu alanları tespit etmişler ve bir kitapçık hâline getirmişler, bunun için bir arama konferansı, bir çalıştay düzenlemişler. Bugün, orada Hükûmet tarafından yönetim kurulu üyelerine bile müdahale edilen, işveren tarafından yönetim kurulu üyeleri atanan, bu şartla başkanlığa icazet verilen bu sarı sendikanın temsilcileri de geldi Anayasa Komisyonuna. Bütün diğer partilerden arkadaşlarımız, o toplantıya katılanlar bilirler. Kimi göndermişler biliyor musunuz? Avukat göndermişler. Herhâlde "Anayasa hukukla ilgilidir, bizdeki hukukçuyu gönderin, orada bir iki şey söylesin." demişler, geldi avukatları. Avukatları geldi, elinde 3 tane mektup kâğıdı, matbu bir şey de yok, notlar almış. Konuşmaya şöyle başladı: "Biz, TÜRK-İŞ olarak ana dilde eğitime karşıyız." "Aferin." dedim, dayanamadım. Normalde biz müdahale etmiyorduk dinlenilenlere. "Bak, burada 4/C var, 4/B var, taşeronlaştırma var, emek başından aşağı meselelerin içine gömülmüş, senin emek meselesi hakkında söyleyecek bir tane önerin yok mu?" dedim, boyunlarını büktüler. O toplantıyı terk ettim.
Şimdi, emek örgütlerinin, emeğin değersizleştirilmesi iktidarın ve sistemin emek örgütlerine böyle müdahil olup "kastrasyon"a uğramasıyla başlamıştır. İşte, bakıyoruz, Yeni Çeltek direnişi nerede, burada işçilerine zebanilik eden, orayı onlara bir cehenneme çeviren madenin kapısında zebanilik eden sarı sendikacılık anlayışı nerede?
Hükûmetin de bulup bulabildiği bir tek savunma var; 2 tane tutum geliştirdiler:
1) Çalışma Bakanının adını anmayarak onu zillete düşürüp hani "Bunu kurban veririz, geri kalanını kurtarırız." tutumu. İçinde Başbakan böyle yapınca, ondan sonraki hiçbir konuşmacı da adını anmıyor. Yani, el insaf! Vefa ve yoldaşlık bu mudur? Hep beraber yaptınız, niye sahip çıkmıyorsunuz? O anmayınca diğerlerinin de anmaya cesareti kalmıyor.
2) İnsani bir davranışı, oradaki acıyı paylaşma meselesini çok büyük bir vazifeyi yerine getirmek gibi takdim ediyorlar. Elbette kıymetlidir, elbette önemlidir. Fakat, siz, buraya gelene kadar, işte bu taşeronlaştırma meselesinde bu kadar muhalefetteki her siyasal parti çıktı bu konuya cayır cayır isyan etti, bir gün "Nedir?" diye bakmadınız.
Bakanlar Kurulu sırasında... Şöyle oluyordu: Şu an yolsuzluktan dolayı istifa eden bir Bakana kendi alanıyla ilgili biz değişiklik önergesi vermiştik. Değişiklik önergesine, soruldu "Katılmıyoruz." dedi. Ben buraya çıktım -hatırlarsınız- "Sayın Bakan, ben ne dedim de siz katılmadınız? Sadece, katılmadığınız şey ne, onu söyleyin." Maaş alıyorsunuz burada...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - Bu 432 yetimin de hakkını alıyorsunuz. "En azından, neyi reddettiğinizi biliyorsanız ben buradan özür dileyip ineceğim." dedim.
Bu kadar egemenlik kullanıyoruz biz burada ya! Egemenliği kullanıyoruz, bundan daha büyük bir yetki var mı? Peki, bu egemenliği kullananlara, bu kadar saygısız, bu kadar nezaketsiz, bu kadar yok sayan bir anlayışla, nasıl gelip diyeceksiniz, bu acılar karşısında hep beraber ortaklaşalım? Bu muhalefet, cayır cayır, bu konuda sizi uyarmış, bir gün dönüp bakmamışsınız. Oraya işçi bir gün polis çağıramamış ama patron "zınk" dediğinde oraya bütün TOMA'lar yığılacak. Bundan vicdanen siz muzdarip olmayacak mısınız? Bütün kalanlarını paraya boğsanız ne olur? Bu 432 yetimin gözüne bir ışıltı, gidenleri telafi edecek bir şey yapabilir misiniz? Yok. Onun için, bu neoliberal politikalara onay veren, sorgulamayan, oy veren, sessiz kalan herkes de bugünkü Hükûmet kadar bu meselenin failleri arasındadır.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)