| Konu: | SAĞLIK ÇALIŞANLARINA YÖNELİK ARTAN ŞİDDET OLAYLARININ ARAŞTIRILARAK ALINMASI GEREKEN ÖNLEMLERİN BELİRLENMESİ AMACIYLA BİR MECLİS ARAŞTIRMASI AÇILMASINA İLİŞKİN ÖNERGELER VE MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU RAPORU |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 94 |
| Tarih: | 28.05.2014 |
AYTUĞ ATICI (Mersin) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, Sağlık Çalışanlarına Yönelik Artan Şiddet Olaylarının Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu üzerine söz almış bulunuyorum. Yurt içinde, yurt dışında, özellikle de milletin kürsüsünde konuşanlara şiddet uygulamayan ve şiddet uygulayanları aklamayan milletvekillerini saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, şimdi sizlere iki soru soracağım ve bazı şıklar vereceğim.
Soru 1) AKP milletvekillerinin özgür iradeleriyle veya talimatla bir araştırma önergesine kabul oyu vermeleri için aşağıdakilerden hangisi gerekir?
a) Birilerinin ölmesi gerekir.
b) Bu işten bir çıkar elde edilmesi gerekir.
c) Kamuoyunun oyalanması gerekir.
d) Yukarıdakilerden herhangi biri, hatta mümkünse birden fazlası gerekir.
Cevabınız elbette ki (d) şıkkıdır.
Şimdi 2'nci soruyu soruyorum değerli arkadaşlar: Herhangi bir konuda verilen araştırma önergesi kabul edildiğinde ne olur?
a) Komisyon çalışması olabildiğince ötelenir.
b) Tarafların ve toplumun gazı alınır.
c) Büyük bir çoğunluğu uygulanmamak üzere çeşitli kararlar alınır.
d) Yukarıdakilerden herhangi biri, hatta mümkünse birden fazlası...
Evet, cevabımız yine (d) seçeneği.
Şimdi 1'inci sorumuzu irdelemek istiyorum. 1'inci sorumuzda "Milletvekillerinin özgür iradeleriyle veya talimatla kabul oyu vermeleri için ne gerekiyor?" diye sormuştum. Niye bu soruyu sordum?
Bakın arkadaşlar, tarih: 14 Mart 2012 yani Tıp Bayramı. Sağlık çalışanlarına yönelik giderek artan şiddetin araştırılması ve çözüm üretilmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisinin devreye girerek bir araştırma komisyonu kurmasını istedik. Ne oldu? Henüz daha kimse ölmemişti. Tabii ki AKP milletvekillerinin oylarıyla bu komisyonun kurulması reddedildi. AKP milletvekili kürsüye çıkarak şu açıklamayı yaptı, tutanaklardan okuyorum: "Şimdi bilinç arttığı için artık sağlık çalışanlarına şiddet daha da azalmıştır. Hekim ile vatandaş bütünleşmiştir." Bu sözlerinizin üzerinden sadece otuz üç gün geçti, sadece otuz üç gün ve ne yazık ki bir meslektaşımız Operatör Doktor Ersin Arslan öldürüldü. Allah rahmet eylesin. Yeniden araştırma önergesi verildi. Bu sefer aynı iktidar, aynı milletvekilleri bu kürsüye çıkarak dedi ki: "Basının, meslek örgütlerinin samimi desteğine ihtiyacımız var. Elbette muhalefetin de desteğine ihtiyacımız var. Sorun böylesine kadim bir sorundur." Siz dediniz bunu. Otuz üç gün önce "Sorun yok." demiştiniz, birisi öldürüldü, sorunu ortaya çıkardınız hem de kadim sorun olarak.
Peki, başka araştırma komisyonları için benzer olaylar yaşandı mı? Hemen çok canlı bir örnek vereceğim size: Doping olayları için yine benzer olaylar yaşandı. Sporcumuzun ölümünden önce, yine bu kürsüye çıkıp dedik ki: Doping zararlıdır, doping sporcularımızı öldürür, doping yüzümüzü kara çıkartır; gelin, bir komisyon kuralım. Ne yaptınız? AKP oylarıyla reddettiniz. Şimdi de hemen arkasından bir sporcumuz aşırı doz dopingden ölünce derhâl bir araştırma önergesi vererek, yine o mübarek ellerinizi kaldırarak bu araştırma önergesini kabul ettiniz ve kabul ederken de bizim sözlerimizi kullanarak bu kürsüden konuşmalar yaptınız. Peki, ders aldınız mu bunlardan? Hayır.
Üçüncü örneğini Soma'da yaşadık. Nisan ayında, Soma'da maden cinayetleri olabilir, araştıralım diye bir önerge verdik, yine reddettiniz, yine insanlar öldü, 301 canımız gitti ve araştırma önergesi verdiniz. Katliamdan önce, iktidar milletvekilleri, bu kürsüden Soma'daki maden işletmelerinin madencilik sektörü açısından dünyadaki ve Türkiye'deki pek çok madene göre çok iyi konumda olduğunu söyledi ama katliamdan sonra yine aynı insanlar çıkıp burada "Enerji ve madencilikle ilgili politikalar mutlak surette masaya yatırılmalı." dedi. İşte, yaptığınız bu ikircikli politikalar yüzünden, sizin yüzünüzden siyaset kurumuna olan güven iyice azaldı.
İşte, size verdiğim bu üç örnek nedeniyle size 1'inci soruyu sordum. "Bu üç örnekten bir özet çıkarıp iki kelime söyler misiniz?" diye sorarsanız, evet söylerim, iktidar acizdir derim.
Şimdi, 2'nci sorumuzu irdeleyelim. 2'nci sorumda da size demiştim ki: Araştırma önergesi kabul edildiğinde ne olur? Bakın canlı örnekleriyle sizlere anlatacağım ve bundan sonra özellikle Soma için verilen araştırma önergesinde neler olabileceğini sizlere aktarmaya çalışacağım.
25 Nisan 2012 tarihli ve 1014 sayılı, Komisyonun kurulmasına ilişkin TBMM Kararı yani Şiddet Komisyonunun kurulmasına ilişkin karar 3 Mayıs 2012 tarihinde Resmî Gazete'de yayımlandı. Bu Komisyon yani Sağlık Çalışanlarına Yönelik -altını çiziyorum- Artan Şiddet Olaylarının Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Komisyon Ocak 2013'te çalışmalarını tamamladı ve çok güzel bir çalışma yaptı, o çalışmada hepimizin emeği vardı ve çok iyi bir iletişim örneği sergileyerek Komisyon üyeleri bu kararın altına oy birliğiyle imza attı arkadaşlar. Oy birliğiyle dedik ki: Bu kararın, bu raporun altında hepimizin imzası var çünkü şiddet ve ölümler, özellikle halkın kendini emanet ettiği sağlık çalışanlarına yönelik şiddet kesinlikle partilerüstü bir kavramla ele alınmalıdır. Evet, sizin sağlık politikalarınızı beğenmiyoruz, sizin sağlık politikalarınız halkımızı mağdur etti ama bütün bunları bir kenara bırakacağız, konumuz şiddettir. Şiddet konusunda bütün partilerin milletvekilleri oy birliğiyle bir karar aldı. Ne zaman aldı? Ocak 2013. Bugün 28 Mayıs 2014, hiçbir muhalefetimiz olmadığı hâlde Komisyon kurulduktan tam iki yıl kırk üç gün sonra Komisyon Raporu ancak buraya gelebiliyor. İşte, sizin samimiyet dediğiniz şey bu; işte, sizin arkasına sığındığınız komisyonlar bunlar. Yani "Gerçek amacınız bunlar mı acaba, toplumun gazını almak mı acaba, toplumu oyalamak mı acaba?" diye Allah rızası için kendi kendinize sorun. Yani "a" şıkkı işliyor.
Peki, bu kadar geciktirdiniz raporu, şiddet durdu mu acaba hani "Yok." falan diyordunuz ya? Hayır, tam tersi, sağlık çalışanlarına şiddet giderek artmaya devam etti. Bakın, şimdi size dudaklarınızı uçuklatacak rakamlar vereceğim şiddetle ilgili. Sağlık Bakanlığı "Alo 113 Beyaz Kod" sistemini devreye soktu ve buradan aldığım rakamları sizlerle paylaşacağım. 14 Mayıs 2012'de kuruldu bu sistem, Aralık 2013'e kadar yani bir buçuk yıl içerisinde toplam bakın, 15.137 sağlık çalışanı sözel veya fiziksel olarak şiddete maruz kaldı. Bunun bu kadar olduğunu zannetmeyin, bunlar sadece ve de sadece Beyaz Kod sistemine bildirilen şiddetlerdir. Korkusundan veya gereksizliğinden bildirmeyenlerin sayısını bilmiyoruz yani bu, buz dağının görünen bir parçasıdır sadece. Bu süre içerisinde 5.165 fiziksel şiddet var değerli arkadaşlarım, bakın, 5.165. 10.572 sözel şiddet, küfür vakası yaşanıyor. Şiddete maruz kalanların yaklaşık 10 bini hekim. Canını, malını emanet ettiği evladını, karısını, namusunu emanet ettiği hekime doğrudan şiddet uygulamaya başladı vatandaşımız. Nedenlerini birazdan sizlerle paylaşacağım.
Peki, hani biz Ocak 2013'te raporumuzu yayınlamıştık, tam 66 tane karar almıştık, bunlar uygulansaydı acaba değişiklik olur muydu, şiddet azalır mıydı? İnanın azalırdı. Peki, uygulanmadı diye...
Bakın, Beyaz Kod'dan aldığım rakamlar: 2012 yılında ayda 721 vaka bildiriliyor. 2013 yılında 721 çıkıyor 890'a. 2014 yılında -çok yeni veriler bunlar- 721, 890 çıkıyor ayda 976 şiddet bildirim vakasına. E, insaf!
"Biz keşke bu Komisyonu kurmasa mıydık acaba?" diye şimdi düşünüyorum. Komisyonu kurmuşuz, şiddet artmış yani sanki insanlara "Gidin, şiddet uygulayın." demişiz gibi bir kavram ortaya çıkıyor ama aslında böyle değil. Şiddetin artmasının bir tek nedeni var, bu raporda oy birliğiyle verdiğimiz kararların bir ikisi dışında hiç ama hiçbir tanesi uygulanmadı.
Peki, toplumda "AKP çalışıyor." algısı yaratıldı mı? Evet, yaratıldı yani sorumdaki (b) şıkkı da işlemeye başladı. O nedenle dönüp kendi kendimize şimdi soracağız. Diyeceğimiz şu ki: İktidarın daha önce kurulan bu Sağlıktaki Şiddeti, Artan Şiddeti Araştırma Komisyonunda yaptıkları yapacaklarının göstergesidir.
Ben buradan iddia ediyorum, aynı olaylar doping için de, Soma için de yapılacak araştırma önergelerinde karşımıza çıkacaktır. Ben bunu deyince acaba abartmış mı oluyorum? Hayır, daha dün bu yüce Mecliste ne yapacağınızı gösterdiniz. Geçen hafta görüşülmesini kabul ettiğiniz ve taşeron sistemini yani sizin Çalışma Bakanınızın söylemiyle "kölelik sistemi"ni bitirecek kanun teklifini görüşmek için el kaldırdınız. Dün ne yaptınız? Dün gözümüzün içine baka baka hiç utanmadan sıkılmadan "Hayır, bunu şimdi görüşmemize gerek yok." dediniz. Tutanaklar var.
Şimdi, sizin güvenirliğiniz kaldı mı Allah aşkına? Sizin aldığınız bu 66 tane sağlıkta şiddetin azaltılması için gerekli olan kararları bürokratlarınız uygular mı acaba, halk size inanır mı acaba? İnanmaz çünkü bir yaptığınız bir yaptığınızı tutmuyor.
Şimdi, bakın, birkaç tane örnek okuyacağım size aldığımız kararlardan ve ne olduğunu hep birlikte göreceğiz.
Aldığımız kararda demişiz ki: "Şiddetle karşılaşan sağlık çalışanına hukuki, tıbbi ve sosyal destek sağlanmalıdır." İyi mi? İyi, çok güzel. Hukuki destek sağlansın diye çeşitli temaslarda bulunulmuştur. Sağlandı, sağlanmadı ama size bir örnek vereceğim. Bakın, vereceğim bütün örnekler, tamamı, bizim Komisyon raporu yayınlandıktan sonra ortaya çıkan örneklerdir. Yani, burada hamasi nutuk atıp ta sizin iktidarınızın başından beri söylediklerinizi konuşmayacağım; sadece ve de sadece rapor yayınlandıktan sonra gereken önlemleri alsaydınız neler olacaktı, şiddet nasıl olmayacaktı, bunu anlatacağım.
Hani şiddetle karşılaşana hukuki, tıbbi destek sağlanmalı dedik ya, tarih: 29 Ekim 2013, Cumhuriyet Bayramı kutlamaları. Kargaşa çıkıyor ve polislerden de, vatandaşlardan da yaralananlar oluyor. Yer: Ankara Numune Hastanesi. Polisler buraya getiriliyorlar ve muayene ediliyor bir doktor tarafından. Sağlık Bakanlığından üst düzey bir yetkili açık, net bir şekilde geliyor, başhekim marifetiyle "Bu polislere rapor vereceksin, istirahat raporu vereceksin." diye doktora emrediliyor yani mobbing de uygulanıyor, her türlü sözel şiddet de uygulanıyor. Arkadaşımız direniyor, raporu vermiyor ve başhekimi dava ediyor ve başhekim suçlu bulunarak tazminata mahkûm ediliyor. Peki, bu başhekime ne oluyor arkadaşlarım? Şu anda hâlâ başhekim, şu anda hâlâ başhekim. Şimdi, siz böyle yapan bir adamı ödüllendirirseniz şiddeti nasıl azaltacaksınız? Yani, bir söylediğiniz diğerini hiçbir şekilde tutmuyor.
Aldığımız bir diğer karar, demişiz ki: "Sağlık personelinin dengesiz dağılımı ve sayılarının yetersizliği giderilmeli. Hastalara ayrılan süre arttırılmalı." Ne kadar insani bir şey değil mi? "Hastaya ayırdığın süreyi arttırsan şiddet olmaz." demişiz.
Sonra demişiz ki: "Hasta ve hasta yakınlarının bilinçlendirilmesine özel önem göstermeliyiz." Sonra bakmışız ki bu sistemin işlememesinin bir tek nedeni var: Performans sistemi. Aynı Komisyon karar alıyor -ve ben tebrik ediyorum bütün Komisyon üyelerimizi- cesaretle bir karar alıyor, diyor ki: "Performans uygulamasının çalışma barışını ve ekip anlayışını bozduğu yönündeki eleştiriler dikkate alınmalı ve performans sistemi yeniden gözden geçirilmelidir." Bakın, bu kolay alınacak bir karar değil. Yani, size "On iki yıllık uygulamanızı bir noktada yeniden değerlendirin." diyor AKP'li milletvekilleri, CHP'li, HDP'li, MHP'li arkadaşlarım. Hepsi diyorlar ki: "Bu sistem kötüdür." Ne yaptınız? Hiçbir şey yapmadınız. Hâlâ kaç kelleye baktıysa o kadar para alıyor doktor. Yani, doktor hastaya daha çok zaman ayırırsa aç kalacak, evine ekmek götüremeyecek, o yüzden de süreler hâlâ son derece düşük kalıyor.
Sonra demişiz ki: "Sağlıkta Dönüşüm Programı halka iyi anlatılamamış. Şiddetin nedenleri arasında sayılan hastaların ve toplumun beklenti düzeyini yükseltecek yanlış bilgilendirmeler yapılmamalı." Yani ne demek istemişiz? "Ayağınıza profesörler gelecek." demeyin demişiz. Yani "Doktor efendi dönemi bitti." demeyin, bunlar şiddeti çağrıştırıyor demişiz. Yani "Hadi hastayı bir geri çevirsinler bakalım, ben gösteririm onlara." demeyin demişiz Sayın Başbakan, Sayın Sağlık Bakanı. Bunları yapmayın demişiz. Peki ne oldu? Aynı söylemler devam ediyor.
Sağlık yöneticileri... Bakın, burada çok... Yani "Başbakan" diyemiyor arkadaşlarım, haklılar ya da "Sağlık Bakanı" diyemiyor, haklılar, başlarına iş gelir ama açıkça diyorlar ki: "Sağlık yöneticileri, özellikle sağlık politikalarını belirleyen siyasetçiler şiddeti kınayan ve sağlık çalışanlarının verdiği hizmetin önemini ve vazgeçilmezliğini vurgulayan söylemler geliştirmelidir." Bunu biz söylemişiz hep beraber, bütün milletvekilleri, partilerüstü söylemişiz. Sonra ne yapmışız? Gelmişiz, sanki bunları hiç söylememişiz gibi aynı şiddet uygulamalarına devam etmişiz. Kürsülere saldırmışız, milletvekillerini burada yine dövmüşsünüz; kalkmışsınız ondan sonra "Şiddet acaba niye artıyor?" demişsiniz.
Ondan sonra demişiz ki: "Sağlık çalışanlarına yönelik şiddet toplumdaki genel şiddet eğiliminden ayrı olarak düşünülmemeli ve toplumdaki genel şiddet eğilimini azaltmaya yönelik politikalar oluşturulmalı." Mesaj çok açık, diyoruz ki: Ey siyasetçiler, özellikle ülkeyi yönetenler; toplumdaki şiddeti azaltmaya yönelik politika oluşturun.
Şimdi, biz size kalkıp da "Başbakana yuh çekersen tokadı yersin." de mi dedik, bunu mu söyledi size Komisyon ey Başbakan?
Kalkıp biz size "Yerdeki vatandaşa tekme atın." mı dedik, toplumdaki genel şiddeti azaltın derken bunu mu yapın dedik? Biz size "Tekme atan müşaviri savunun." mu dedik ey AKP sözcüleri? Siz bunları yaparsanız başımıza daha neler gelecek?
Peki, biz size "İnsanlara 'mezar soyguncuları' deyin." mi dedik? Şiddeti niye çağrıştırıyorsunuz; bunları mı yapın dedik, yoksa toplumdaki şiddeti azaltın mı dedik?
Biz sizlere "Yazarlara 'sürüngen' deyin." mi dedik?
Bakın, bunlar son birkaç haftada mübarek ağızlarınızdan çıkan laflar. Başbakanın, parti sözcünüzün ve Türkiye'yi yöneten bakanların ağızlarından çıkan laflar bunlar.
Biz sizlere "Yurttaşa gidin 'İsrail dölü' diyerek nefret suçu işleyin." mi dedik, şiddeti azaltırken bunu mu yapın dedik?
Değerli arkadaşlarım, bunların hepsini gözden geçirmeniz lazım.
Biz size "Soma'daki insan acısını yaşarken gidin tokat atın." mı dedik Sayın Başbakan, bunu mu yapın dedik size, toplumdaki genel şiddeti azaltın derken bunları mı söyledik?
"Berkin Elvan öldü diye her gün tören mi yapacağız, ölmüştür gitmiştir." deyin mi dedik? Bu, şiddeti çağrıştırmaz mı?
Polisi vatandaşa karşı âdeta kışkırtarak "Bu olaylar karşısında polis nasıl sabrediyor anlamıyorum." deyin mi dedik Sayın Başbakan? Açıkça şiddete davet değil midir, açıkça insanları öldürmeye yönelik, yaralamaya yönelik bir davet değil midir?
Sayın Başbakan, ben şimdi, kalkıp size desem ki: Ben de vatandaşı anlamıyorum bunca yıldır sizin zulmünüze nasıl katlanıyorlar, size nasıl dayanıyorlar, hâlâ oy veriyorlar ben de bunu anlamıyorum mu diyeyim yani ben de mi şiddet dili kullanayım? Hayır.
Soma katliamının acıları yaşanırken kendi sorumluluğundan kaçarak, sizin gibi düşünmeyenleri suçlayarak "Vicdanınıza beton dökülmüş." mü deyin dedik Sayın Başbakan?
Kızılay'ın İstanbul'daki Müdürü "Ya bu ülkede eşek gibi yaşayacaksınız ya da defolup gideceksiniz." diyecek ve bir bakanın kardeşi olan bu insan -tırnak içinde bir soruşturma açılmış- hâlâ şu anda görevinin başında olacak. Biz size bunları koruyun mu dedik Sayın Başbakan? Yapmayın.
"Genel şiddeti azaltın." dedi bu Komisyon bütün milletvekilleriyle, "Toplumdaki genel şiddet azalmazsa sağlıkçılar da, milletvekilleri de, herkes de bu şiddetten nasibini alır, bunlara dikkat edin." dedi. Umarım bundan sonra dikkat edersiniz.
Saygıyla selamlıyorum. (CHP, MHP ve HDP sıralarından alkışlar)