GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: SAĞLIK ÇALIŞANLARINA YÖNELİK ARTAN ŞİDDET OLAYLARININ ARAŞTIRILARAK ALINMASI GEREKEN ÖNLEMLERİN BELİRLENMESİ AMACIYLA BİR MECLİS ARAŞTIRMASI AÇILMASINA İLİŞKİN ÖNERGELER VE MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU RAPORU
Yasama Yılı:4
Birleşim:94
Tarih:28.05.2014

MHP GRUBU ADINA ALİ ÖZ (Mersin) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmama başlamadan önce bugün dost ve kardeş ülkemiz Azerbaycan'ın 28 Mayıs Cumhuriyet Bayramı'nı kutluyorum.

Yine sıkça elimize ulaşan bir bilgi, özellikle Hükûmetinizin 9 Mayıs 2014 tarihinde afetten zarar gören çiftçilerin borçlarının ertelenmesiyle alakalı olarak borç ertelemesini bir yıl yapmış olması olumlu olmakla beraber, özellikle toplumumuzda önemli bir sorun olan 2/B arazilerinin satışında çiftçilerimizin büyük çoğunluğu, hâlâ birinci taksitini ödedikten sonra diğer taksitlerini bu afetler münasebetiyle ödeyemez duruma gelmişler. Dolayısıyla Hükûmetinizden bu konuda da acil yardım beklemekte olduklarını ifade ederek başlamak istiyorum.

Sağlık Çalışanlarına Yönelik Artan Şiddet Olaylarının Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırma Komisyonu Raporu üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi, bizleri izleyen sağlık çalışanlarını ve vatandaşlarımızı saygılarımla selamlıyorum.

Tabii ki burada, aslında konuyu çok detaylı değerlendirmenin gerekliliğine inanıyorum. Sağlık hizmetinde, gerçekten sunumu son derece zor olan, hasta yakınları ve sağlık çalışanları arasında geleneksel olarak karşılıklı saygıya dayanan bir ilişki yaşandığını bilerek işe başlamak lazım.

Son yıllarda -zaten komisyonumuzun kurulma amacı da buydu- artan şiddet olaylarını önlemek, alınması gereken tedbirleri belirlemek amacıyla, "Çaldığımız çaldık, biz ne dersek o doğrudur." anlayışında yaşanmış olaylardan ders almayarak 17 Nisan 2012 tarihinde Gaziantep'te Ersin Arslan kardeşimizi, bir operatör doktorumuzu şiddet sonucu kaybettikten sonra bu komisyonun kurulmasına karar verildiğini hepimiz biliyoruz.

Bu Parlamento, aslında, gerçekten, millî irade noktasında, millî iradenin tanımını doğru yaparak, sadece iktidarın millî iradenin temsilcisi olmadığı gerçekliğini kabul ederek muhalefet partilerinin de millî iradenin bir parçası olduğunu, başta Başbakan olmak üzere siz bu sıralarda oturan milletvekilleri kabul etmiş olsanız belki ülkemizde yaşanan sorunların büyük çoğunluğuyla alakalı önceden muhalefet tarafından teklif edilen komisyonları kurmakta bu kadar çekingen, bu kadar kararsız davranmayabilirdiniz. Bunu özellikle sizlere vurgulamak istiyorum.

Tabii ki bu komisyon kurulduktan sonra komisyonda görev alan çoğunluğu hekim kaynaklı meslektaşlarımız, tıp doktorları, eczacılar, hukuk insanları; diğer taraftan, konunun sosyal paydaşları, sivil toplum örgütleri, medya temsilcileri ve bu komisyonun görüşmeleri aşamasında görüşlerini ifade eden, olumlu katkı sağlayan herkese teşekkür etmeyi de buradan bir borç olarak bildiğimi ifade etmek isterim. Ancak, şunu da üzülerek ifade etmek isterim ki "Öneriler" kısmında 66 maddelik bu şiddetin önlenmesi ve alınması gereken önlemlerle alakalı bu Parlamentonun, işin asıl sahibi ve sorumlusu olan Hükûmetin hiç olumlu bir adım atmamasını da kınadığımı ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, sağlık hizmetlerinin yerine getirilmesinde risk ve belirsizlik yüksektir. Dolayısıyla, sağlık hizmeti tüketimi rastlantısaldır. Kimin ne zaman hastalanacağı, hastalandığında kime ve hangi kuruma başvuracağı, hangi sağlık ve mal hizmetlerini talep edeceği ve kullanacağı önceden bilinemediğinden sağlık hizmetlerinin tüketimi belirsiz ve tesadüfidir. Sağlık hizmetinin ikamesi yoktur. Sağlık hizmetleri kişiye ve hastalığa özgü olduğundan, ihtiyaç duyulan sağlık mal ve hizmetleri dışında başka bir sağlık mal ve hizmeti kullanmak, onun yerine kullanmak mümkün değildir. Sağlık hizmetlerinin tüketimi normal şartlarda ertelenemez. Sağlık hizmetlerinin depolanma özelliği olmadığından yerinde üretilmesi ve anında tüketilmesi gerekmektedir. Sağlık hizmeti, talep edildiği anda olanaklar ölçüsünde verilmelidir çünkü ucunda ölüm kalım meselesi ve hastalığın ilerlemesi söz konusudur. Bu açıdan, sağlık hizmetlerinin büyük kısmı acil ve ertelenemez niteliktedir. Bu ölüm kalım meselesi ve hastalığın iyileşmeme ihtimaliyledir ki sağlık hizmetlerini alan, kullanan kişiler ve yakınları agresif, kırılgan, endişeli, çökkün bir ruh hâline sahiptirler. Sağlık hizmetlerini talep eden hasta ve yakınları bu ruh hâliyle sağlık hizmetlerinin üretim sürecine dâhil olurlar. Bu nedenledir ki hizmet alan ve hizmeti verenler arasında yoğun bir etkileşim süreci yaşanır.

Sağlık hizmetlerinin boyutunu -yoğun bir etkileşim süreci yaşanmasına rağmen- kapsamını hizmetten yararlanan değil süreci asıl olarak hekim belirler. Hasta ile hekim arasında yazılı olmayan ancak oldukça güçlü bir vekâlet ilişkisi vardır. Hizmetten sağlanan doyum ve kaliteyi önceden belirlemek çok zordur. Çok genel olarak kalite, hasta ve yakınlarının beklentilerini karşılayabilme kapasitesidir. Sağlık hizmetlerinin üretimi ve tüketimi eş zamanlı olarak gerçekleşmektedir. Dolayısıyla, sağlık hizmetlerinde kalite, sağlık hizmeti tüketildikten sonra belirlenebilmektedir.

Şimdi, bu gerçekler önümüzdeyken "Sağlıkta şiddete sıfır tolerans." diye yola çıktığımız bir yerde, on iki yıllık Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı döneminde Sağlıkta Dönüşüm Programı'yla başlayan, belki bu ülkenin daha önce tanışmadığı, sağlık alanında yapılan birtakım iyileşmeler olduğunu çekinmeden bir muhalefet milletvekili de olsak ifade etmenin gerekli olduğuna inanıyorum. Yani, yaptığınız her şey için, bu memleketin menfaatine ve faydasına ne yapmışsanız onlar için müteşekkir olduğumuzu ve teşekkürü de bir borç bildiğimizi her defasında ifade ediyoruz.

Ancak şunu da unutmamak lazım ki bizler sizleri bazı olaylar ortaya çıkmadan önce uyarmak görevimizi sık sık yerine getirmiş olmamıza rağmen, bunlara kulak kapatmanızın kabul edilemez olduğu gerçeğini de ifade etmek istiyorum.

Tabii ki, bizim, aslında, on iki yıllık Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı döneminde sağlıkta kaliteyi nasıl yok ettiğimizi, nasıl düşürdüğümüzü, sağlık harcamaları konusunda insanların Sosyal Güvenlik Kurumunun karşıladığının dışında kendi ceplerinden ne kadar katkı sağlamak zorunda olduklarını, Türkiye'nin hekim ihtiyacı olması gerçeği bir tarafta dururken bu hekim ihtiyacını karşılama ve kapatma adına altyapısı, fiziki şartları ve öğretim elemanları kadrosu tamamen yerine gelmeden fakülte üzerine fakülte açarak aslında gelecekteki sağlıkla alakalı büyük sorunları da davet ettiğimiz gerçeğini hepimizin bilmesi gerekmektedir. Bugün, Anadolu'nun her tarafına, dört duvar arasına bir üniversite açıp adını fakülte olarak koymak marifet değildir. Önemli olan, bu fakülteden yetişecek olan özellikle tıp fakültesi öğrencilerinin, tıp fakültesini bitirdikten sonra, ben bir hastayla karşılaşırsam acaba ona nasıl yardımcı olabilirim, onun derdini nasıl gideririm noktasında bu konuyla bilinçli bir şekilde mezun olması gereği vardır. Ama bugün üzülerek ifade ediyorum ve görüyoruz ki sağlıktaki dönüşüm programlarıyla ortaya koyduğunuz, özellikle üniversite hastanelerindeki tam gün yasası garabetiyle, tıp fakültesindeki eğitimin niteliğini nasıl yok ettiğinizi, sadece tıp fakültesi eğitiminin teorik bir süreç olarak öğrencilere bol bilgi yüklemekten ibaret olduğu anlayışınızın doğru olmadığını ifade etmek istiyorum. Tıp fakültesi eğitimi, teorik ve pratik yan yana giden bir eğitimdir. Başlangıçta bu gerçeği kabul etmek zorundayız. Yoksa, yetiştirdiğimiz öğrenciler dünyanın en gelişmiş bilgi ve donanımına sahip de olsunlar, eğer teorik olarak eksik kalıyorlarsa bu hiçbir anlam ifade etmez. Burada hekim kökenli meslektaşlarım, değerli milletvekilleri çok iyi bilirler ki bazen ciltler dolusu kitap okursunuz, ondan hiçbir şey sizde kalmaz ama pratik eğitimde... Çünkü tıptaki genel kaide olan "Hastalık yoktur, hasta vardır." ifadesinden yola çıkarak siz bir hastanın tüm özelliklerini bir vakada gördüğünüz zaman hayatınızın sonuna kadar onu unutmanız mümkün değildir.

Toplumda her alanda artan bir şiddet olduğunu hepimizin net bir şekilde görmesi lazım yani Türkiye gerçekten bir cinnet geçiriyor. Sayın Başbakanın, bu ülkeyi yöneten Türkiye Cumhuriyeti Başbakanının özellikle Soma ziyaretindeki ülkemizin ve dünyanın kabul etmediği görüntüleri buradan şiddetle kınadığımı da ifade etmek istiyorum. Bunlar bize yakışmıyor. Bunların demokratik bir ülkede, sosyal bir hukuk devletinde görülmemesi gerektiğine ve hele ki bunlar olduktan sonra hiçbir şey olmamış gibi bunların savunulmasının daha büyük haksızlık olduğuna, yüce Türk milletinin bunları hak etmediğine inanıyorum.

Tabii ki Sağlıkta Dönüşüm Programı'nı konuşurken en fazla eleştirdiğimiz, sağlıkta artık hizmet kalitesi dışında hekimleri ne hâle getirdiğiniz noktasında her defasında bu kürsüden bir şeyler ifade ettik. Artık ülkemizde hekimler neredeyse yoldan geçen her insanı alıp defterine kaydedip onu döner sermayeden alacağı gelirin bir mükellefi olarak görme yoluna gidiyorlar. Bu alışkanlığınızdan vazgeçin. Daha önceki Sağlık Bakanına da benzer şekilde konuyu ilettiğimizde, özellikle performans sisteminin gözden geçirileceği, döner sermaye dağıtımı konusunda sabit bir ücret, çok az bir kısmının döner sermaye içereceği ifade edilmiş olmasına rağmen maalesef olumlu hiçbir adım atılmamıştır. Özellikle döner sermaye dağıtımı konusunda Kamu Hastaneler Birliğiyle merkez ve taşra teşkilatında yeni kurmuş olduğunuz yapılanmadan sonra, başta genel sekreterleriniz olmak üzere aşırı siyasallaşan bu yapıya döner sermayede, komisyonlarda hastanedeki toplam döner sermaye dağıtılanların yüzde 5'i kadarına yüzde 20 ile yüzde 80 oranında fazla puan verme hakkını lütfen ellerinden alınız çünkü bunlar objektif kriterlere dayanmamaktadır. Dolayısıyla da her şeyden önce, on iki yıllık Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidarı hekimler arasındaki iş barışını bozmuştur. Hekimler âdeta "Kim ne kadar döner sermaye alıyor? Ben bu ay kaç puan topladım? Ayın sonuna doğru da puanım eksikse hangi uygunsuz işleri yapabilirim bu puanı toplarım?" derdine düşmüştür. Bunlar maalesef ülkemizde yaşanan gerçeklerdir. Bu konuşmalarımızla hekimlerin tamamını suçladığımızı hiç kimse bize izafe etmesin; derdimiz o değil ama böyle bir gerçeğin olduğunu, hekimlerin artık yavaş yavaş ekmek parası için bu noktaya doğru adım adım gönderildiği, yönlendirildiği gerçeğini de göz ardı etmemek durumundayız.

Yine, sağlıktaki dönüşümle alakalı olarak bakın bir şey yaptınız, dediniz ki: "Sözleşmeli olarak verimli bulduklarımızla devam edeceğiz." Biz sizin o sözleşmeli kadrolarınızı nasıl teşekkül ettirdiğinizi açık ve net bir şekilde gayet iyi biliyoruz. Ancak orada şunu da yaptınız: Hem sözleşmeli olarak perifere, taşraya doktor veya öğretim görevlisi atadınız, daha sonra oradan yüksek oranda döner sermaye almasını temin ederek getirdiniz Bakanlıkta onları görevlendirdiniz. Bunlardan vazgeçiniz Sayın Bakanım. Türkiye'de eğer samimi olacaksak, Türkiye'deki sağlıktaki dönüşümün, yaptığınız çok orijinal, milletin de takdirine mazhar olan işlerin üzerine gölge düşmesini istemiyorsanız iş barışını mutlak surette kurmak ve mağdur olan insanları gözetmek zorunda olduğunuzu ifade etmek istiyorum.

Tabii ki sağlık çalışanlarına şiddetin uygulanmasında en çok karşılaştığımız yerler devlet hastanelerinin acilleri. Hem "Sağlığı ücretsiz hâle getiriyoruz." deyip daha sonra da sağlıkta her gün cepten harcamayı artırdığınız zaman insanlar doğal olarak bir reçete yazdıracaklarsa bile acillik vaka olmamalarına rağmen acillere gitmek zorunda kalıyorlar. Orada gerçek acil olan, çok sayıda ihmal edilen, vebalini taşıdığınız çok sayıda insan olduğunu unutmayınız. Gerçek manada acil olanları son bazı hastanelerde uygulamaya koydunuz, bu triaj sistemiyle yeni yeni düzeltmeye başlıyorsunuz ama bunlara hızlı bir şekilde el atılması gerektiğine inanıyorum.

Ülkemizin gerçekten sağlık çalışanları noktasında büyük açığı olduğu, büyük eksiği olduğu bir gerçek. Yani, Türkiye'de Avrupa ülkeleriyle karşılaştırdığımız zaman 35 Avrupa ülkesi arasında sonuncu durumda olduğumuz, ciddi manada bir hekim açığımız olduğu aşikâr. Türkiye'nin 100 bin kişiye düşen doktor sayısında Avrupa ortalamasını yakalaması için doktor sayımızın 250 bine çıkması gerekiyor ancak bu ihtiyacı karşılamak adına, başta da söylediğim gibi, altyapısı, öğretim kadrosu ve şartları tam sağlanmadan yeni açılan tıp fakülteleri ve kontenjan artışı bir çözüm elbette ki değildir.

17 Nisan 2012 tarihinden sonra sağlıkta şiddet bu kadar öneriye rağmen, benden önce ilk grubu adına konuşmasını yapan Sayın Aytuğ Atıcı'nın da ifade ettiği gibi, maalesef, rakamları siz de görüyorsunuz ki azalmamış ve giderek artmış durumdadır. Tabii ki, başlangıçta bize sağlıktaki şiddet rakamlarını verirken ülkemizde neredeyse sözel olarak hakaret etmenin, şiddet uygulamanın yok sayıldığını, insanların ve hekimlerin, sağlık çalışanlarının bunları bir fıtrattanmış gibi, kadermiş gibi kabul etmek zorunda olduğunu bizlere kabul ettirmeye çalışmanızı yadırgadığımı da ifade etmek istiyorum. Türkiye'de sağlık çalışanlarının çalışma hayatındaki sorunlarını araştıran sendikaların ortaya koymuş olduğu rakamları hepimizin bilmesi gerekiyor. Şiddete gerçekten sağlık çalışanlarının büyük çoğunluğu meslek hayatları boyunca en az bir kez, bazen birkaç kez mutlaka fiilî şiddete de maruz kalıyorlar. En fazla şiddete uğrayan meslek grubunun hekimler olduğunu ifade etmek istiyorum. En az şiddete uğrayanlar ise yüzde 44'le memurlar ve hizmetliler; hemşire ve ebelerin yüzde 69'u, sağlık memurlarının yüzde 62'si, sağlık teknisyenlerinin yüzde 60'ı şiddet yaşıyorlar.

Bizde, bu normal hekim ve hastanın karşılaşması dışında bir de kurum içerisinde uygulanan "mobbing" olarak ifade ettiğimiz şiddetin de Türkiye'de her geçen gün arttığını ve bunun aynı zamanda hekimin karşısına gelen bir hastayla olan ilişkisine olumsuz yansıması olduğunu, karşısındaki insana belki hekim normalden daha farklı davranarak onun da daha agresif bir hâle geldiğini de ifade etmek lazım. Ama kurum içerisinde bu son zamanlardaki iktidarınızla beraber artan sarı sendikacılıkla liyakatten uzak öyle kadrolaşmalar yaptınız ki bunlar özellikle sağlık alanında hiç de kabul edilebilir düzeyde değil. Bunlardan bir an önce vazgeçmeniz gerekiyor.

Döner sermaye dağıtımı aşamasında, başta da bahsettim, gerçekten adaletsiz bir dağıtım yapıyorsunuz. Sadece partinizin adında "Adalet" varsa o zaman bu işleri sonlandırmamız, çözmemiz gerçekten mümkün değil.

Daha son on yıl öncesine kadar hekimin yanına gittiğinde bir vatandaşın davranış tarzını herkesin gözden geçirmesi lazım. Hekimlik mesleğinin son derece zor, şartları çok ağır ancak insanlar tarafından da saygı duyulur bir meslek olmasına rağmen bugün özellikle iktidardaki siyasilerin, Başbakanın ve Sağlık Bakanının söylemleriyle hekimlerin âdeta hepsinin azarlanmasının doğalmış gibi karşılandığını ve dolayısıyla onlara ağır hakaretler etmenin, küfretmenin, fiilî saldırıda bulunmanın nasıl olsa bir talimat gibi algılandığını hiç kimsenin unutmaması lazım.

Bu sorunun çok önemli olduğunu belirtmekle beraber, burada ortaya konulan önerilerde gerçekten komisyondaki özellikle hekim kökenli milletvekili arkadaşlarımız da benzer şeyleri, 17 Nisandan önce söylemeseler de, aslında orada söylediler. Onun için, orada, Meclis Araştırma Komisyonu Raporu'nda yer alan, gerek sağlık çalışanlarının kendisine gerekse iktidara, siyasi partiye, medyaya, sendikalara, herkese, neler yapılması gerektiği konusunda çok ayrıntılı bilgiler 66 madde olarak rapor edildi. Ben ümit ediyorum ki, burada ifade edilen bu maddelerin her zaman olduğu gibi Meclisin raflarında beklemeye kalmadan uygulamaya geçmesini temenni ediyorum.

Bu sağlıktaki emeklilik haklarında her defasında düzeltme olacağını ifade ediyorsunuz. Bakın, sağlık çalışanları özellikle mesleğinin belli verimlilik dönemini tamamladıktan sonra "Emekliye ayrılırsam yaşamımı ve hayatımı nasıl idame edeceğim?" sorusunu kendisine sık sık sormakta. O yüzden, Hemşireler Günü'nde Sayın Başbakanın da ifade ettiği gibi, hekimlerin yıpranma payını beş yılda bir yıl olarak öneriyorsunuz. Bakanlara Sayın Başbakan talimat verdiğini ifade etti. Bunu hiç gecikmeden, ivedilikle önümüze gelecek olan ilk torba yasa içerisinde bu yıpranma payını, fiilî hizmet zammını mutlaka yerine getirmenizi ve bunu yasalaştırmanızı sizden beklediğimi ifade etmek istiyorum.

Performans sisteminin kesinlikle gözden geçirilmesi gerektiği, performans sisteminde sabit ödeme olması, eğer illaki performansa ait bir ödenek ayrılacaksa bunun yüzde 15, yüzde 20 gibi sembolik bir oranda kalmasının gerekli olduğunu ifade etmek istiyorum.

Sağlık çalışanları arasındaki huzur ve barışın, meslekteki dayanışmanın, sağlığın bir ekip ruhu içerisinde eğer hizmete yansıtılırsa verimli olacağını herkesin bilmesini istiyoruz. Bugün neredeyse hastanelerde hekimler birbirleriyle yarışır, komplike ve kompleks vakalardan kaçar hâle geldiler. Çoğu hastanelerde hekim bulma zorlukları var. Bunları biz seçmenlerimizden aldığımız telefonlarla her gün yaşıyoruz. Evet, diyorsunuz ki: "İnsanlara hekim seçme özgürlüğü getirdik." Doğru, getirdiniz ama vatandaş maalesef seçeceği hekimi gittiği hastanelerde bulamıyor. Yapmış olduğunuz uygulamalarla hekimlerin büyük çoğunluğunu özel sektöre kaçırdınız. Dolayısıyla, özel sektörde de başlangıçta övünerek ifade ettiniz, "O kapıları size açıyoruz. Sizden oralarda kimse fark istemeyecek." dediniz ama son yaptığınız uygulamayla yüzde 100'e kadar alınan farkları yüzde 200 noktasına getirdiniz.

Onun için, sağlıkta şiddetin bundan sonraki süreçte önerilen maddelerle de beraber önlenmesi noktasında herkesin, Parlamentonun, siyasilerin, medyanın, sağlık çalışanlarının kendine ait de sorumlulukları varsa bunları yerine getirmesini talep ediyor, yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)