| Konu: | TÜRKİYE CUMHURİYETİ İLE AVRUPA BİRLİĞİ ARASINDA İZİNSİZ İKAMET EDEN KİŞİLERİN GERİ KABULÜNE İLİŞKİN ANLAŞMANIN ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 106 |
| Tarih: | 19.06.2014 |
MHP GRUBU ADINA TUNCA TOSKAY (Antalya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti ile Avrupa Birliği Arasında İzinsiz İkamet Eden Kişilerin Geri Kabulüne İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün dünyamızda bir yasa dışı göç olgusuyla hep birlikte karşı karşıya bulunmaktayız ve yası dışı göçmen sayısı her geçen yıl hızla artmaktadır. 2012 yılındaki bir yıldaki yasa dışı göçmen sayısı 1,1 milyon, 2013'ün ilk altı ayında bu rakam 1,3 milyon kişiye ulaşmıştır. 2012 rakamlarına göre dünyada yası dışı göçmen statüsünde olan kişilerin sayısı 45,2 milyon kişidir. Bu rakam da çok ciddi şekilde hızlı bir artış göstermektedir. Yasa dışı göçmen sorunu bütün ülkeler arasında ciddi problemlere yol açmaktadır.
Şimdi "Bu kadar büyük kitlelerin kendi yaşadıkları yerleri terk edip başka ülkelere gitmelerine sebep olan faktörler nelerdir?" diye baktığımızda, iki grupta mütalaa etmek mümkün. Birinci grup faktörler ekonomik olan faktörler. İkinci grupta olan faktörler ise siyasi ve güvenlikle ilgili sorunlar. Bugün eğilim şöyle: Yasa dışı göçler ana trend itibarıyla az gelişmiş, en az gelişmiş bölge ve ülkelerden gelişmiş ülkelere doğru seyretmektedir ve burada bu sorun esas itibarıyla gelişmiş ülkelerin bir sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bugün dünyaya hâkim olan ve gittikçe de hâkimiyet alanını yaygın hâle getiren küresel kapitalizm dünyayı tek pazar hâline getirmekte ve üretim faktörlerinden sermaye ve girişimcinin serbest dolaşımını öngörmektedir. Dünya Ticaret Örgütü, Uluslararası Para Fonu, Dünya Bankası gibi kurumlar bu söylediğimiz düzenin hedefine varması için, enstrüman olarak faaliyet göstermektedir.
Bugün gelişmiş olan ülkelerin sermayedarı ve girişimcisi şunu söylüyor, diyor ki: "Az gelişmiş ülkelere serbestçe gelirim, oranın doğal kaynaklarını işletirim, malları ve hizmetleri üretirim, canımın istediği her yere, dünyanın her yerine serbestçe satarım, kâr ederim, kârımı da rahatlıkla transfer ederim." Ancak üretim faktörlerinin en önemlisi olan emeğin serbest dolaşımı söz konusu olduğu zaman, bu söylediğimiz düzenin hâkimleri şunu söylüyorlar: "Emeğin, gelişmiş olan benim ülkeme gelip benim refahımdan pay almasına izin vermem, ona sınırlama getiririm. Sınırlamayı, emek miktarını ancak benim ihtiyacım olduğu kadar veya nitelik olarak tanımlarım, onlara serbestliği tanırım, benim kaynaklarımla benim refahımdan kendilerine pay vermem." Bunu dediğiniz zaman, gelir adaletsizliği sebebiyle az gelişmiş ekonomik yörelerden gelişmiş ülkelere bir yasa dışı göç hareketiyle karşı karşıya kalıyoruz; birinci faktör bu.
İkincisi, bu söylediğimiz ülkelerde siyasi ve güvenlik sorunları söz konusu. Mesela, en yakın, bizim içinde yaşadığımız büyük Orta Doğu'ya baktığımızda, Kuzey Afrika'dan Afganistan'a kadar olan bölgedeki ülkelerin şu andaki siyasi ve güvenlik sorunlarına baktığımızda bu çok açık ve net olarak ortaya çıkıyor. Bu ülkelerin hepsinden siyasi karışıklık var, güvensizlik var, totaliter rejimler var, siyasi baskılar var ve genel anlamda bir güvenlik sorunu var. Bu söylediğimiz sorunlar da bu ülkelerden gelişmiş ülkelere doğru bir yasa dışı göç hareketini tahrik etmektedir.
Şimdi, bu durumda bu, kabul edelim ki bugün dünyaya hâkim olan ve hâkimiyet alanını gittikçe genişleten küresel, kapitalist sistem yasa dışı göç olayını tahrik etmekte ve doğurmaktadır. Bu problem gelişmiş ülkelerin problemleridir ve bu yasa dışı göçle karşı karşıya kalan ülkeler, ya bu göçmenleri sınırlarından içeriye sokmamak için tedbir almaktadırlar veya girenleri de en az maliyetle geldikleri ülkelere veya kaynak ülkelere, menşe ülkelerine göndermeye gayret etmektedirler.
Bundan çok kısa süre önce Berlin Duvarı'na "Utanç duvarı" diyen çevreler, bugün Türkiye ile Yunanistan arasında, Filistin ile İsrail arasında, Amerika Birleşik Devletleri ile Meksika arasında duvar inşaatını son derece olağan karşılamaktadırlar ve sınırlardaki güvenlik tedbirlerini artırabildiği kadar artırmaktadırlar.
İşte Türkiye ile Avrupa Birliği arasında imzalanan geri kabul anlaşmasını bu genel çerçeve, resim içinde mütalaa etmek lazım. Avrupa Birliği, 1960'larda Avrupa Ekonomik Topluluğu hâlindeyken kendi içindeki yasa dışı göçleri düzenleyen birinci nesil geri kabul anlaşmaları yapıyor idi. Daha sonra, Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra ikinci nesil geri kabul anlaşmalarını yapmaya başladı. O da merkezî ve Doğu Avrupa ülkelerinden kendisine gelen yasa dışı göç hareketlerini kontrol etmeye çalışmak için. 1999 Tampere Zirvesi'nden sonra da üçüncü nesil geri kabul anlaşmalarının hukuki temeli hazırlandı ve Avrupa Birliği üçüncü ülkelerle geri kabul anlaşmaları imzalamaya başladı.
Avrupa Birliği, birbiriyle çok da alakalı olmamakla beraber, vize kolaylığı veya vize muafiyeti enstrümanını, geri kabul anlaşmasını muhataplarına kabul ettirmek için kullanmaktadır. Bugün Türkiye'ye de aynı şeyi söylemektedir. "Sen bendeki yasa dışı göçmenleri kabul et, ben de sana vize muafiyeti verip vermeyeceğimi ciddi şekilde değerlendireceğim." gibi bir yaklaşım içindedir.
Türk Dışişleri Bakanlığı, 2003'ten günümüze kadar, geçen seneye kadar bu konuda ciddi olarak Türkiye'nin menfaatlerinin savunucusu olarak direndi bu anlaşmanın imzalanmasına, daha uygun hâle, menfaatlerimize ve çıkarlarımıza uygun hâle getirmeye çalıştı ancak siyasi iktidarın son dönemlerdeki tercihi sebebiyle bu anlaşma önce paraf edildi ve daha sonra da imzalandı.
Bu anlaşmanın özeti şudur değerli milletvekilleri, Avrupa Birliği Türkiye'ye şunu söylüyor: "Türkiye üzerinden, yasa dışı, üye ülkelere girmiş olan göçmenleri ben size iade edeceğim. Sorun çıkarmadan bunların hepsini alırsan senin vatandaşlarına sınırlı üç ay süreyle vize muafiyeti vermeyi de değerlendireceğim." Şimdi, bizim yükümlülüğümüz bu, bize verilecek olan taviz de üç aylık bir serbest seyahat, vize imkânını Avrupa Birliğinin değerlendireceğini, vermeyi düşünebileceğini ifade etmesi. Bu anlaşmayla eğer, uluslararası anlaşma olarak, çıkarların dengeli olarak korunduğunu söylemek istiyorsanız kusura bakmayın bunu bizim kabul etmemiz mümkün değil. Böyle bir anlaşmada bir çıkar dengesi söz konusu değil. Avrupa Birliğinin en önemli sorunlarından bir tanesini Avrupa Birliği hiçbir maliyete katlanmadan kendisi bize karşı çözüyor, biz de göçmenler için bir depo ülke olma niteliğini kabul etmiş oluyoruz. Size şu kadarını söyleyeyim -Avrupa'da bu, Almanya'da özellikle çok tartışıldı- SPD'de İçişleri Bakanlığı yapmış olan Otto Schiff şunu söyledi, dedi ki: "Acaba Kuzey Afrika'da biz bir ülkeyi razı etsek de, orada geniş kamplar yapsak, bu yasa dışı göçmenleri oraya göndersek mümkün olur mu?" Şimdi ona gerek kalmadı, Türkiye gönüllü olarak "Bana belki vize muafiyeti verirler." diye bunları almayı kabul ediyor. Bunun kabul edilecek bir tarafı yoktur.
Şimdi, anlaşmanın kapsamına gelince: Türkiye veya AB'nin üye devletlerden birinin topraklarına girme, bulunma ve ikamet etme şartlarını taşımayan veya artık taşımayan kişilerle ilgili olarak bu anlaşma geçerli olacak. Şimdi, kimleri gönderecek Avrupa Birliği Türkiye'ye göndermeye kalkarsa? Şunları gönderecek: Türk vatandaşlarını, bu söylediğim şekilde üye devletlere girme, o ülkede bulunma, ikamet etme şartlarını sağlamayan ve artık sağlamayan Türk vatandaşlarını, tüm üçüncü ülke vatandaşlarını ve vatansız kişileri Türkiye'ye gönderebilecek. Ama burada çok önemli bir şey daha var, artık sağlamayan -Sayın Cumhuriyet Halk Partisi sözcüsü de bunun altını çizdi- bu çok büyük bir risk teşkil ediyor. Diyeceksiniz ki "Kazanılmış haklara hiçbir şey olmaz." Kazanılmış haklara hiçbir şey olmuyor da Berlin Yüksek İdare Mahkemesi Mart 2014'te bir karar verdi "Kazanılmış haklara dokunamazsınız." diye bir karar verdi hizmet sunanlarla ilgili. Demek ki ilgili ülkeler istedikleri zaman kazanılmış haklara ne yapabiliyorlar? Dokunabiliyorlar. Bunu garantiye alan bir hüküm burada bulunmamaktadır.
"Bizim vatandaşlarımızla ilgili hiçbir sorun yok." diyorlar. Ben size şunu söyleyeyim: İkamet iznine sahip olan Türklerin evlendikleri Türk veya yabancı eşler ve çocuklar, eğer onlar yasa dışı olarak orada bulunuyorlarsa aileler bölünecek, eşler ve çocuklar Türkiye'ye iade edilebilecek. 2'nci maddenin birinci fıkrasında ayrıca "İkamet etme şartlarını artık taşımayan" ibaresi de biraz evvel ifade ettiğim gibi ciddi bir risk oluşturuyor.
Şimdi, Dışişleri Komisyonunda biz bunu müzakere ettik. Ben, şahsen AB Uyum Komisyonunun ve İçişleri Komisyonun raporlarını ve tutanaklarını da aldım, inceledim. Bu üç komisyona gelen İçişleri Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı yetkilerinin hiçbirisi bize "Siz bu anlaşma imzalandığı zaman yaklaşık belli bir süre dâhilinde Türkiye'ye ne kadar yasa dışı göçmen iade edilebilir onu söyleyebilir misiniz?" sorumuza kimse bize bir rakam ifade edemedi. Bunu bilmiyor, İçişleri Bakanlığı da söyleyemiyor, Dışişleri Bakanlığı da söyleyemiyor. O zaman biz hangi rakamı taşıyabiliriz, bizim açımızdan hangi rakam mantıklıdır bu anlaşmanın karşılığında diye kafamızda bir şey var mı? Yok. 50 bin kişi mi gelecek, 500 bin kişi mi gelecek? Bunu şey yaptığımız zaman o zaman şuraya gidiyoruz: EUROPOL, Avrupa polisi diyor ki: "Her yıl Avrupa Birliğine 500 bin civarında yasa dışı göçmen giriyor." FRONTEX de diyor ki: "Avrupa Birliğine kaçak giren göçmenlerin yaklaşık yüzde 50'si Türkiye üzerinden geliyor." Yani şimdi, biz, yıllık 250 bin yasa dışı göçmenle mi karşı karşıyayız? Bu konuda biz aydınlanmak istedik, bize kimse bilgi vermedi.
Şimdi, ayrıca bir başka nokta daha var. Şimdi, bürokratlarımız bize şunları söylüyorlar dolaylı olarak: İşte "Bu üç yıl sonra başlayacak, altı aylık bir pilot uygulama var vesaire. Şu kadar kişi gelir, bu kadar kişi gelmez ama kesin rakam yok." Ama bu anlaşmanın 2'nci maddesinin üçüncü fıkrasını bir dikkatli okumak lazım. Orada şu söyleniyor: Avrupa Birliğine üye olan ülke, bir kişinin o ülkede yaşa dışı ikamet ettiğini anladıktan sonra, bildikten sonra beş yıl içinde iade edebilecek. Fiilen bu, şu anlama geliyor: On beş yıl evvel Avrupa Birliği üye ülkelerinden bir tanesine yasa dışı girmiş olan bir kişi, 2009 yılının temmuz ayında o ülke bunun orada yasa dışı bulunduğunun farkına varır, tespit edebilirse Türkiye'ye iade edilebilecek; böyle bir riskle karşı karşıyayız.
Şimdi, o zaman, hakikaten, ben bürokratlara hak veriyorum, İçişleri Bakanlığı bürokratlarına. Ya, böyle bir riskle, bu kadar büyük bir bilinmeyenle karşı karşıya olduğumuz zaman Türkiye'ye kaç kişinin geleceğini nasıl bilebileceğiz?
Efendim, "Fesih hakkımız var, uygularız. Altı ay pilot uygulamayı yaparız, ondan sonra da feshederiz." Ben Dışişleri Komisyonuna gelen bürokrat arkadaşlara bir soru yönelttim "Bana söyler misiniz, Avrupa Birliğiyle ilgili hukuki ilişkimiz başladığından bu tarafa Türkiye'nin fesih hakkı olduğu herhangi bir alanda bir fesih talebi oldu mu?" dedim. "Bizim bildiğimiz kadarıyla olmadı..." Ya, Avrupa Birliğine karşı biz sadece anlaşmayı imzaladık, şimdi "Cayıyorum, feshediyorum." demek diplomaside çok realist bir yaklaşım biçimi değil. Eğer böyle bir şeyi aklımızdan geçiriyorsak sayın iktidara ben şunu söylüyorum: Avrupa Birliği ile Amerika Birleşik Devletleri arasında şu anda serbest ticaret anlaşması görüşmeleri var. Onun Türkiye'ye ekonomik maliyeti milyarlarca dolar olacak, Amerika'nın bütün sınai ürünleri Türkiye'ye gümrüksüz girecek. Eğer gücünüz yetiyorsa "O serbest ticaret anlaşmasını biz feshediyoruz." deyin bakalım edebiliyor musunuz. Burada bize "Geri kabul anlaşmasını biz istersek feshederiz." gibi kahramanlık yapmakla bu problemleri çözemeyiz.
Bizim, bugün, Türkiye'de çok ciddi bir yasa dışı göçmen sorunumuz var. Ben Dışişleri Komisyonunda sordum, bana verilen rakam şuydu: Suriye'den gelen 247 bin kişi kampta, 500 bin civarında da -Sayın Başbakanın ifadesine göre- yurt içine dağılmış vaziyette. Dün medyada yer alan bir rakam var; 227 bin kişi kamplarda, 1 milyon kişi de Türkiye'nin 10 tane iline dağılmış vaziyette. Bunlar, yalnız Suriye'den yasa dışı göçmenler, bunun diğer komşu ülkelerden gelmiş, daha uzak coğrafyalardan gelmiş olanlarını dikkate alırsak Türkiye çok ciddi bir yasa dışı göçmen sorunuyla karşı karşıya.
Şimdi, bu anlaşma imzalandığı zaman bizim Türkiye'ye Avrupa Birliği ülkelerinde bulunan yasa dışı göçmenlerin ne kadarının geleceğini de bilmiyoruz. Yani, biz o kadar çok güçlü bir ülke miyiz? Suriye'den gelen göçmenlerle ilgili olarak resmî makamların medya mensubuna verdiği rakam şu: "3,5 milyar dolar harcadık." Demek ki para çok, o zaman harcayın! 3,5 milyar dolar da Avrupa Birliğinden gelenlere harcarız.
Bu olacak şey değil, bunun mantığı falan yok yani. Böyle bir anlaşmayı kabul etmek, bunu bu tarihte buraya getirmek gerçekten tarihî bir sorumluluk ve tarihî bir hatadır. Böyle bir anlaşma... Avrupa Birliğinin bu kadar sıkıntıda olduğu bir konuyla ilgili biz eğer anahtar ülke konumundaysak bu kozu elimizde tutmamız lazım bizim. Bana, Dışişleri Bakanlığı mensupları şunu söylesinler: "Biz Avrupa Birliğinde şu tarihte bir anlaşma imzaladık, o da şu kadar tarihte onlar tarafından onaylandı, ondan sonra da bize yazı gönderip 'Hadi, siz ne zaman onaylayacaksınız?'" dedikleri bir anlaşma var mı? "16-17 Aralıkta bu anlaşma Ankara'da imzalandı, 14 Nisan tarihi itibarıyla Avrupa Birliğinden biz onay sürecini tamamladık. 'Siz ne zaman imzalayacaksınız, tamamlayacaksınız?' diye bize yazı geldi."
Şimdi, bu anlaşmada kimin kârlı olduğunu, kimin lehine olduğunu zaten bu acele bile ortaya koyuyor. Biz hepimiz Türkiye'nin çıkarları için buradayız, Avrupa Birliğiyle çatışmayı içimizde isteyebilecek, bir ihtilaf çıksın, anlaşamayalım diyecek hiç kimse yok. Bizim söylediklerimizi yanlış anlamayın ama bu anlaşmanın şu anda burada onaylanması Türkiye'nin millî çıkarlarına aykırıdır. Bu kozu elimizde tutup müzakere masasında kullanmamız gerekir diye düşünüyorum. Ne olacak? İşadamlarımız zaten, biraz evvel söylediğimiz gibi, Katma Protokol ile ilgili, (1/80), (3/80) sayılı Konsey kararlarıyla ilgili Avrupa Birliği Adalet Divanından aldığı kararlar, Berlin Yüksek İdare Mahkemesinden aldığı kararlarla zaten onlar yollarını az çok açtılar. Bizim orada diğer vatandaşlarımızın da serbest seyahat etmesi için bastırmamız lazım. Oturup da hiç gereksiz yere taviz vermenin anlamı yok.
Şimdi, bu külfeti biz nasıl karşılayacağız? Efendim, teknik yardımı düzenleyen 23'üncü maddeye atıfta bulunuluyormuş teknik desteğe ilişkin ortak bildiride, Avrupa Birliği ülkeleri, Avrupa Birliği bize teknik yardım ve mali yardım yapacakmış. Hiç somut bir şey yok. Avrupa Birliğinin bu tarzdaki ifadelerini herhâlde Türk diplomasisi çok yaşadı. En yakın örneğimiz, Annan Planı'nı kabul ederseniz Kıbrıs'a mali yardım yapılacaktı, ambargo kalkacaktı, havaalanları açılacaktı. Hangisi oldu? Hangisi oldu?
"Altı aylık pilot uygulamadan sonra biz size vize muafiyetini vereceğiz." Nasıl verecekler? Sayın Loğoğlu söyledi: Konseye tavsiyede bulunulacak, Konseyde de nitelikli oylama yapılacak ve nitelikli oylamayla biz negatif listeden pozitif listeye geçer isek bizim vatandaşlarımız üç ay vize muafiyetinden yararlanarak serbestçe seyahat edebilecekler; tek kazanılacak şey bu. Peki, ama orada Fransa, Avusturya -ki tutumları malum- bunlardan iki tane dişli ülke "Hayır, biz bunu vermek istemiyoruz." dedikleri zaman siz oradan vize muafiyetini nasıl alacaksınız?
Şimdi, olay şu: Ben gördüğümü çok samimi olarak sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu iktidar içeride ve dışarıda zayıfladı, dışarıda kim bastırırsa dediğini kabul etme aşamasına geldi ve maliyeti de Türkiye Cumhuriyeti devleti ödeyecek.
Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak Türkiye'nin çıkarlarına bu kadar aleyhte olan bir anlaşmanın onaylanmasına hayır diyoruz ve aleyhte oy vereceğiz.
Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)