GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: HABERLEŞME ÖZGÜRLÜĞÜNE VE ÖZEL HAYATIN GİZLİLİĞİNE YÖNELİK İHLALLERİN TESPİTİ VE ÖNLENMESİNE İLİŞKİN TEDBİRLERİN BELİRLENMESİ AMACIYLA BİR MECLİS ARAŞTIRMASI AÇILMASINA İLİŞKİN ÖNERGELERİN GÖRÜŞMESİ NEDENİYLE
Yasama Yılı:4
Birleşim:109
Tarih:26.06.2014

CHP GRUBU ADINA İLHAN CİHANER (Denizli) - Herkesi saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, tabii, hem teknik yönüyle hem hukuki yönüyle benden önce konuşan milletvekili arkadaşlar söylenecek çoğu şeyi söyledi. Ben, değinilmeyen, tekrara düşmemek için... Zaten şurada 15-20 milletvekiliyiz, Mecliscilik oynuyoruz ama herhâlde izleyen yurttaşlarımız vardır. Onun için, benden önce özellikle AKP adına konuşan arkadaşımızın söylediği -en hafif tanımıyla- yanlış olan bir iki şeye vurgu yapacağım.

Bir kere "Komisyon uyum içinde çalıştı." dedi; uyum içinde falan çalışmadık. Biz bazı şeyleri açığa çıkarmaya çalıştık, çözüm önermeye çalıştık; AKP üstünü örtmeye çalıştı. Onun için, böyle "Uyum içinde çalıştık." falan diye hamaset yapmaya gerek yok. Bu bir yalandır.

İkincisi: Bunun en net ispatı, bu raporun içerisinde, kanun dışı dinlemelerin, hukuka aykırı ihlallerin asıl kaynağı olan, daha doğrusu en önemli kaynağı olan yargıya ilişkin hiçbir şey yok. Biz sorduk: Kimler vermiştir bu kararları? Bu kararların verildiği özel yetkili mahkemelerin hâkimleri, savcıları, en azından Ankara'daki, İstanbul'daki sorumlular gelsin bilgi versinler, sorunlar nedir? Kaç karar verildi, kimler tarafından verildi, hiçbirine ilişilmedi. Zaten, komisyon raporunun görüşüldüğü, bu kadar önemli bir raporun görüşüldüğü gündeki bu koltukların boşluğu da gösteriyor.

Şimdi, raporun tam adı "Haberleşme Özgürlüğüne ve Özel Hayatın Gizliliğine Yönelik İhlallerin Tespiti ve Önlenmesine İlişkin Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu." Ne kadar fiyakalı bir ad. Halkın daha çok "dinleme komisyonu" ya da "böcek komisyonu" dediği bir komisyon bu, adı çok fiyakalı ve çok da önemli. Gerçekten çok önemli çünkü güvenlik kaygısının küresel bir paranoyaya, teknolojik gelişmelerin sağladığı sonsuz olanaklarla bir izleme, hatta dikizleme ve özel hayatın yok edilmesine yol açtığı günümüzde, dünyada bu sorun gerçekten tüm boyutlarıyla tartışılıyor, tartışılmalı da ama bizim tartışma zeminimiz ve argümanlarımız çok farklı, detaylandıracağım.

Öncelikle, ben size bu raporu çöpe atmanızı tavsiye ediyorum çünkü rapor bu soruna dair hiçbir gerçek hususa temas etmediği gibi, teknik yöntemlere de, teknik boyutuna da çok doyurucu şeyler söylemiyor. Zaten teknik boyutu da çok önemsiz. Eğer siyasi irade isterse, samimi bir arzu içerisinde olursa bu olay çok rahatlıkla tüm boyutlarıyla ortaya çıkarılır ve tüm sorunlar çözülürdü. Bunu istemedikleri çok açık.

Raporu çöpe atmamızın gerekçesi tek bir cümlede bile açıklanabilir, o da raporun sonuç kısmında diyor ki: "Komisyonumuz yaptığı çalışmalar sonucunda, her ülkede olabileceği gibi ülkemizde de haberleşme özgürlüğüne ve özel hayatın gizliliğine yönelen somut, şahsi, bazen de organize tehditlerin var olabildiğini tespit etmiş ancak kamuoyunda yerleşmiş olan 'Hepimiz dinleniyoruz, izleniyoruz.' algısının teknik olarak mümkün olamayacağı sonucuna da ulaşmıştır." Bu bile yeterlidir bu raporu çöpe atmamıza çünkü ne diyor rapor? "Her ülkede olabileceği gibi ülkemizde de..." Türkiye'de olanlar yani dinleme, izleme işinin polisiyle, savcılarıyla, yargıçlarıyla bir cemaatin insafına terk edilmesi ve onların da bunları arşivleyip işlerine geldiği gibi servis etmeleri her ülkede olabilirmiş! Keşke bir ülke örneği verselerdi, daha önceden böyle olmuş bir ülke.

Gene ne diyor raporun ruhunu taşıyan cümle? "Tehditlerin var olabildiği..." Yani, somut bir olay yok, böyle bir tehdit var olabilir. Yani, somut tek bir vaka olsaydı, herhâlde analiz ederlerdi. Ama, biz biliyoruz ki daha önceden, Anayasa Mahkemesi üyelerinden başsavcılara, başsavcılardan kuvvet komutanlarına kadar bir sürü insanın konuşması dinlendi ve servis edildi. Bunların hiçbirini görmemiş raporu yazanlar, karşı oy yazanları ayrık tutuyorum tabii ki. Ve bu verilen örneklerin, yapılan dinlemelerin hiçbiriyle ilgili de zaten yasal bir karar yoktu ve hukuksuz dinlemeler servis edilmişti. Tabii, bunlar görünen kısmı. Biz bu özel hayatın ve konuşmaların tespit edilerek kimlerin tehdit edildiğini belki de hiçbir zaman bilemeyeceğiz; kimin, hangi bürokratın, hangi yargıcın, hangi savcının bu özel hayata ilişkin hukuksuz elde edilmiş bilgilerle tehdit edildiğini belki de hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Bu haberlerin, bu tarz elde edilen kayıtların hepsi de belli gazete ve web sitelerine, belli medyaya aynı anda servis edildi, buna da çok dikkat etmemiz gerekir ve hepsi de Hükûmete muhalif kişi ve kuruluşları hedef alan konuşmalardı.

Şimdi, bu kadar olay varken bunlar yokmuş gibi davranılması zaten raporu kökten anlamsız hâle getiriyor. Bir kere dinleme ve izlemeler söz konusu olduğunda hemen bir edebiyat şaheseri gündeme gelir; George Orwell'ın "1984" romanı. Tabii, "1984" romanı, toplumu tüm boyutlarıyla kontrol altına almak isteyen modern toplumları çok önceden teşhis edip bunun edebî bir şekilde dile getirilmesi bakımından çok önemli ama bizim şu anda yaşadığımız koşullar yani AKP Türkiye'si, bu romanı katbekat aşmış durumdadır, gerçeklik edebiyatı aşmış durumda. O romanın özeti sayılabilecek "Büyük birader seni izliyor." sözü gerçek olmuş ve "ileri demokrasi" adı altında bizlere her türlü telefon konuşmasının, mail yazışmasının, sosyal medya mesajının dinlendiği, izlendiği, okunduğu baskıcı bir rejim kurulmuştur. Yani, AKP'lilerin sık sık kaldırmaya çalıştığı Türkiye Cumhuriyeti kısaltması olan T.C'nin "Telekulak Cumhuriyeti" olarak yapılması yerinde olur bu gidişle.

Ama bu sınırsız, devasa izleme makinesi ne hikmetse iktidarın sorumlu olduğu cinayetlerde hiçbir işe yaramıyor. Ethem Sarısülük'ün katlinde MOBESE gözlerini başka yere çevirdi; Ali İsmail Korkmaz, Berkin Elvan, Abdullah Cömert cinayetlerinde tamamen kör olmuş bu kameralar. Ve bu görüntüler, birkaç namuslu gazeteci ve hukukçunun çabalarıyla ortaya çıkarılmıştır. Nedense, polisin yurttaşların güvenliği için kurduğunu iddia ettiği, Hükûmetin yurttaşların güvenliği için kurduğunu iddia ettiği MOBESE'lerin hiçbirinden bu soruşturmalarda faydalanılamamıştır.

Ancak bizim yaşadıklarımız, özellikle bu dönem -ki iktidarın Fethullah Gülen cemaatiyle balayı dönemine denk geliyor bu- iktidarların doğasında var olan toplumu denetim altına alma arzularından, isteklerinden çok daha farklı dinamiklere sahip. İşte, raporun göz ardı ettiği, üstünü örttüğü, görmediği, aslında görmediği değil, gizlediği gerçeklik de bu, sorunun gerçek kaynağına değinmemiştir. Öyle ki AKP, 17 Aralık 2013'e kadar onun gayriresmî koalisyon ortağı gibi hareket eden cemaat, yargı ve emniyet içerisindeki güçlerini kullanarak birlikte yasa dışı dinlemeler gerçekleştirmiş, bunları medyaya servis etmiş, haysiyet cellatlığına girişmiştir.

Albay Ali Tatar ve Albay Berk Erden, bu hukuk dışı servisler nedeniyle, izlemeler nedeniyle onur intiharında bulunmuş iki subayımızdı, ikisini de burada saygıyla anıyorum.

Bir dinleme komisyonunda yaşanan süreçle ilgili en doğru bilgileri alabilmek için bunların ilgili kurumlarına ziyaret yapmak en mantıklısıydı. Nitekim Komisyon, Emniyet Genel Müdürlüğünü, Jandarma Genel Komutanlığını, MİT'i, İletişim Başkanlığını ve Bilgi Teknolojileri Kurumundan gelen uzmanları dinledi, buraları ziyaret etti ancak bu uzmanlar sorduğumuz soruların hiçbirine tatmin edici cevaplar vermedi, âdeta hiçbir şeyden haberleri yokmuş gibi cevap verdiler. Çok kritik bir iki noktada bilgi aldık. Bunların da üzerine, maalesef, AKP'li üyeler nedeniyle gidilemedi.

Tüm uzmanlar -çok somut bir örnek vereceğim- "A1 ve A2-5 cihazları" denilen "sahte baz istasyonu" olarak sisteme kendini tanıtıp o bölgedeki tüm telefon trafiğini takip eden cihazlar için "Biz duymadık, adını bile duymadık." dediler ama ne hikmetse, cemaatle papaz olduktan sonra bu cihazlar birdenbire herkes tarafından bilinir oldu ve bu cihazların kaçırılmış olduğu tespit edildi ve birçok medyanın, havuz medyasının manşetlerine bile konu oldu ve peşine düşüldü. Daha ne dehşetengiz birtakım iddialar gündeme getirildi bu çerçevede.

Onun için, çok sık paralel, paralelci arayan Hükûmet, eğer gerçekten paralel ve paralelci arıyorsa, bu gerçeklikleri göz ardı eden, gizleyen bu Komisyondaki üyelerine ve bu Komisyonda gerçekleri gizleyen kamu görevlilerine, orada doğru bilgi vermeyen kamu görevlilerine baksa çok iyi olacaktır.

Gene, dinlemelerden medet uman, dinlemelerle iktidar olan, dinlemeleri siyasetin merkezine yerleştiren iktidar, koalisyon ortağıyla araları bozulduğunda "Zamanı gelince." denilerek, dinlenenlerin zamanının geldiğini acı bir şekilde öğrenmiş, dinlemeler iktidar partisine bir bumerang misali dönmüştür.

Emin Arslan çok ilginç şeyler anlattı komisyonda, eski Emniyet Genel Müdür Yardımcılarından. Aynen -tutanaklara geçen konuşmasından alıyorum- bir soruma şu şekilde cevap verdi: "Geçmişte sahte baz istasyonu olarak kullanılan yüksek teknolojik cihazları Emniyete aldık. Bu cihazlar Emniyet, Jandarma ve MİT'te vardır. 'Yok.' diyen varsa yalan söylüyordur." Komisyonun tamamında gelen uzmanlar "Yok." dedi.

Burada tabii Meclis İç Tüzük'üne de bir gönderme yapmak lazım: Eğer Meclisi gerçekten işlevsel kılmak istiyorsak -denetleme olanaklarını- Meclis komisyonlarından bilgi saklayan ya da yanlış bilgi veren kamu görevlilerini de yaptırım altına almak gerekir, hatta bir suç olarak tanımlanması gerekir diye düşünüyorum.

Emin Arslan konuşmasına şöyle devam etti: "Ben yıllarca bu iki dairenin yöneticiliğini yaptım, bunların Emniyete getirilmesine katkı sağladım, iyi veya kötü. Bu birimlerde kullanılan cihazlar son iki yıldır örtülü ödenekten alınıyor ve envantere kaydedilmiyor. Demirbaş kaydı yapılmaması için örtülü ödenekten alınıyor. Bazı büyükşehir belediye başkanlarının bile bu araçları yıllardan beri kullandıklarını biliyoruz." diyerek itirafta bulunmuştur. Bu büyükşehir belediye başkanının kim olduğunu da, geçmiş arşiv araştırılırsa Ankara'da Yargıtay'ın önünde o büyükşehir belediye başkanının şoförünün bu cihazların bulunduğu bir araçla suçüstü yakalandığını da biliyoruz ama bunların hiçbiri yok bu raporda.

İşin en yetkin isimlerinden birisi, yıllarca dinleme faaliyetlerinin merkezinde bulunmuş bir polis şefi, Komisyona verdiği ifadede, devletin sahte baz istasyonları üzerinden yasa dışı dinlemeler yaptığını itiraf ediyor, bizzat kendisinin bu cihazların alımına katkı da sağladığını söylüyor, son iki yıldır Emniyette kullanılan cihazların envantere kaydedilmediğini bildiriyor ve bunların örtülü ödenekten alındığını söylüyor. O zaman, bizim sormamız gereken birtakım sorular olması lazım. Bu raporda ne bu sorular var ne de bunların cevabı var.

Şu soruyu sormamız lazım: Böylesi bir devlete "hukuk devleti" diyebilir miyiz? Bu kadar delile rağmen, gereğini yapmayan Meclise "Meclis", soruşturmayan yargıya "yargı" diyebilir miyiz? Böylesi bir ülkede anayasal hak ve hürriyetlerin güvence altına alındığından söz edebilir miyiz? Kuşkusuz, bu soruların cevabının hepsi "Hayır"dır ve muhatabı, çözüm bulması gereken de iktidar partisiyken, iktidar partisi "ileri demokrasi hikâyeleri" adı altında, tam tersi, bu hukuk dışı delilleri kullanıyor.

Trajikomik olan gene başka bir durum var; Sabri Uzun da benzer şeyleri dile getirdi. Özellikle üstünü örtmeye çalıştığı bu gerçeklikleri açık bir şekilde ortaya koydu o da ve çok kısa bir sürede bunu yapanların teknik olarak açığa çıkarılabileceğini her iki eski polis şefi de dile getirdi.

Bizim mutlaka, mutlaka şu soruları sorup cevaplarını aramamız gerekir: Devlet hangi gerekçeyle kanun dışı dinlemeler yapmıştır? Emniyete alınan dinleme cihazları neden kaydedilmemiştir, örtülü ödenek neden kullanılmıştır? 17 Aralık sonrası "paralel yapı" olarak adlandırılan yapılanmanın elinde bulunduğu iddia edilen cihazlarla ilgili bir girişim yapılmış mıdır? Madem, iddia edildiği üzere, bu dinleme cihazları yasa dışı bir yapılanmanın elindedir, devlet buna önceden neden göz yummuş ve Başbakanlık neden bunların finansmanını sağlamıştır? Bu soruların mutlaka yanıtlanması gerekir ancak bir yanıt gelmeyeceği de açık çünkü 17 Aralık operasyonuna kadar Ergenekon, Balyoz, KCK, Devrimci Karargâh, Oda TV gibi bütün davalarda dinlemeleri bir silah olarak kullanmış, hem davaları bu dinlemeler üzerinden kurgulamış hem de davaların toplumsal meşruiyetini dinlemeler üzerinden sağlamıştır. 17 Aralık sonrasında yani AKP'yle cemaatin kavgasının başlamasının ardından ise iktidar medyasında ardı ardına dinlemelerle ilgili manşetler atılmış, cemaatin söz konusu dinlemeleri AKP'den bağımsız yaptığı gibi bir algı yaratılmaya çalışılmıştır. Geçmişte koalisyon ortaklığı yaptığı cemaatle arası bozulan iktidar partisi, rakiplerini tasfiye etmek için kullandığı dinleme silahı kendisine döndüğü anda en iyi bildiği yöntemden vazgeçmemiş, demokrasi ve şeffaflığı seçmek yerine "paralel yapılanmayla mücadele" adı altında bir istihbarat devleti kurmaya girişmiştir. 17 Aralık sonrası Meclisin gündemine gelen yasaların demokratik bir Türkiye'yle, temel hak ve hürriyetlerin iyileştirilmesiyle, yargı bağımsızlığının sağlanmasıyla uzaktan yakından bir alakası yoktur, Tamamı parti devleti kurulması amacıyla kurgulanmış yasalardır, Mahkeme kararlarını "Millî değildir." şeklinde nitelendirecek kadar da hukuktan uzaktır. Evrensel hukuk kurallarına dayanmayan bir rejim inşa eden AKP, kendini dinlemelerin mağduruymuş gibi gösterirken yapmış olduğu MİT Yasası düzenlemesiyle başta dinlemeler olmak üzere, MİT'in olası her türlü illegal faaliyetini hukuk denetiminin dışına çıkarmıştır. Kanun önünde hesap verme mekanizmalarını neredeyse bütünüyle devre dışı bırakmıştır. Artık MİT, doğrudan Başbakan tarafından kontrol edilen, önceliği ulusal güvenlik değil, Başbakanın kişisel çıkarları olan bir örgüt hâline dönüştürülmüştür. Dinlemelerden şikâyet edenlerin, paralel yapıyla mücadele ettiğini iddia edenlerin, anayasal mekanizmaların denetimi dışında bırakılmış ve âdeta gayriresmî bir olağanüstü hâl yönetiminin iç savaş aygıtı gibi görev yapacak bir istihbarat yapılanmasına gitmesini herhâlde tarih bir ironi olarak kaydedecektir.

Dinleme komisyonu da diğer komisyonlar gibi, iktidarın "Dostlar alışverişte görsün." kabîlinden uygulamalarından biridir. Nitekim Darbe Komisyonu, Uludere Komisyonu, Çözüm Komisyonu gibi, tamamen gaz almaya ya da bir görüntü oluşturmaya, algı oluşturmaya yönelik komisyonların hiçbiri doyurucu bir sonuç elde etmedi. AKP, aslında, Meclisi fiilen iş göremeyen, denetim mekanizmalarını çalıştırmayan bir kurum hâline getirmiştir. Parlamentosu işlevsizleşmiş ama adı hâlen "parlamenter demokrasi" olan rejimlerde demokrasiden, hukuktan ya da temel hak ve hürriyetlerden söz etmek mümkün olmayacağı gibi, özel hayatın gizliliği ya da haberleşme hürriyetinin dokunulmazlığı gibi özgürlüklerden de söz edilemez. Dolayısıyla sorun siyasidir, siyasi bakıştadır. Teşhisiniz yanlış olduğu gibi, bir kısmınız da suçluluğun telaşı içindesiniz.

Son olarak -bu izleme, dinleme teröründen rahatsız olan herkese- 16'ncı yüzyılda yaşamış Fransız filozof Etienne de La Boetie'nin -daha 18 yaşındayken söylediği- Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev'inden bir alıntıyla bitirmek istiyorum: "Tüm bu zarar, tüm bu kötülük, bu yıkım size düşmanlardan gelmiyor. Tam tersine, öylesine yücelttiğiniz, uğrunda cesaretle savaşa gidip kendinizi ölüme atmaktan çekinmediğiniz o kişiden geliyor. Size böylesine hâkim olan kişinin iki gözü, iki eli, bir bedeni var. Bunlar dışında, herhangi bir insandan daha fazla hiçbir şeye sahip değil. Sizde olmayıp da onda bulunan tek şey, sizi ezmek için ona sağlamış olduğunuz üstünlük. Eğer siz vermediyseniz, sizi gözetlediği bu kadar gözü nereden buldu? Sizden almadıysa, nasıl oluyor da sizleri dövdüğü bu kadar çok eli var? Kentlerinizi çiğnediği ayaklar sizinkiler değilse, bunları nereden almıştır? Sizin tarafınızdan verilmiş olmasa, üzerinizde nasıl iktidarı olabilir? Çocuklarınızı, onlara yapabileceği en iyi şey olan savaşlarına götürsün diye, katliamlara götürsün diye, onları tutkularının uşakları ve intikamlarının uygulayıcıları yapsın diye büyütüyorsunuz. Onun daha güçlü ve sert olması, böylece dizginleri daha da sıkması için kendinizi zayıflatıyorsunuz. Bunun için kurtulmaya çabalamanız gerekmez, yalnızca kurtulmak istemeniz yeterli olacaktır. Kulluk etmemeye karar verdiğiniz an, özgürsünüz demektir. Onu itmenizi ya da dengesini bozmanızı söylemiyorum size; fakat yalnızca onu desteklemeyin. İşte, o zaman, onun, altından kaidesi çekilmiş bir Apollon heykeli gibi tüm ağırlığıyla düşüp parçalandığını göreceksiniz."

Saygılarımla. (CHP sıralarından alkışlar)