GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: ARAŞTIRMA ALTYAPILARININ DESTEKLENMESİNE DAİR
Yasama Yılı:4
Birleşim:111
Tarih:02.07.2014

CHP GRUBU ADINA MEHMET ALİ SUSAM (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; araştırma altyapılarının desteklenmesiyle ilgili kanun tasarısı üzerine Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Araştırma altyapıları, Türkiye'nin uzun süredir ihmal edilmiş olan AR-GE alanında üniversite-sanayi iş birliğinin oluşturulması ve bu alanda iyi niyetli bir çalışmanın ürünü olarak komisyonlarımıza geldi ve komisyonlarda eksikliklerini de belirterek AR-GE konusunda araştırma altyapılarının daha da geliştirilmesi konusundaki bu tasarıya genel çerçevesinde destek verirken eleştirilerimizi, önerilerimizi ve bu çalışmanın yetersizliğiyle birlikte Türkiye'nin bir ihtiyacına cevap verdiğinin altını çizerek bu konudaki görüşlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. (Gürültüler)

Sayın Başkanım, arkadaşlar bir sessizliği sağlarlarsa -onlarla ilgili olarak da- yapacağımız değerlendirmelerin onlara da katkısı olacağını düşünüyorum.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen hatibi dinleyelim.

MEHMET ALİ SUSAM (Devamla) - AR-GE ve günümüzde AR-GE'ye katkı koymak ülkelerin gelişmişlik düzeyinin temel hedeflerinden bir tanesi. Bugün Türkiye'nin kendisine koyduğu kalkınma planlarındaki hedefler, 2023 hedefi ilk 10 içerisine girme. Peki, bu hedefe varabilmek için Türkiye, koyduğu bu hedefe gitme yolunda nasıl bir ekonomik politika izleyebilir ve nasıl bir ekonomik politikayla bu noktaya gelebilir? Gelebilir mi? On iki yıllık Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının uyguladığı ekonomik politikayı değerlendirdiğimiz zaman da bunun olamayacağını görmek mümkündür.

Hem Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı hem Kalkınma Bakanlığının hedefleri içerisinde Türkiye'nin orta gelir tuzağını aşması ve ihracatıyla, gelişmesiyle, dünyadaki 10 büyük ekonomi içerisine girmesiyle ilgili çok güzel tanımlamalar, hedefler, vizyonlar var ama baktığımız nokta itibarıyla, bunların teorik bir yazılma olmaktan öteye geçmediği açıktır.

Bu kürsüden, yine, bunların doğru işlemediği konusunda eleştirilerim vardı, 2008 Sanayi Bakanlığı bütçe görüşmelerinde. O zaman AR-GE'ye ayrılan pay Türkiye'de 7,5 dolayındaydı. Eleştirim şuydu: Türkiye, bu hızla, AR-GE yatırımlarına gayrisafi millî hasıladan ayırdığı bu payla ileri teknoloji üreten, katma değeri yüksek, dünyadaki yüksek, gelişmiş katma değerli ürün üretme noktasına gelemez demiştim. O dönemin Bakanı demişti ki: "2009 hedefimiz yüzde 1,5 yani binde 15 olacaktır." Ve büyük bir iddiayla da 2013 yılında yüzde 3 rakamına ulaşacağını -o gün için- bu Parlamentonun bu mikrofonlarından söylemişti. Şimdi bu kanunu konuşuyoruz, rakama baktığımızda binde 9'dayız arkadaşlar. Yani, AR-GE yatırımlarına gayrisafi millî hasıladan ayırdığımız pay yüzde 3 değil binde 9 civarında. Demek ki kalkınma hedeflerimizin içerisine AR-GE yatırımları için koyacağımız payları yazmakla, çizmekle, teorik olarak olmuyor, bu konuda bütçe ayırmak, bu bütçeleri kullanmak ve bu kullanılan bütçeleri denetleyerek gerçekten ürün geliştirmede, AR-GE'de, inovasyonu yakalamada ve yüksek katma değerli ürünler üretmede bir noktaya gelmemiz gerekir. Bunun olmadığı çok açık bir gerçeklik.

Peki, Türkiye'de on iki yıldır uygulanan ekonomik politikada bu dediklerimizi kanıtlayan neler var?

Bir kere, toplam, büyüme olarak on iki yıllık süreç çok partili iktidar dönemlerinin büyüme oranlarının altında. Adalet ve Kalkınma Partisi on iki yılda 4,8 büyüme oranı gerçekleştirmiş, çok partili dönemin ortalama büyüme oranı ise 5,1 düzeyindedir.

Sanayi liginden düşmüşüz. Bakınız, sanayi tabanı erimiş; 1998 yılında gayrisafi millî hasılada sanayinin payı yüzde 35,5, bugün ise gayrisafi millî hasılada sanayinin payı yüzde 28 yani 8 puana yakın bir düşüşümüz var.

Rekabet ettiğimiz ülkelere baktığımızda, hiçbirisinde düşme olmadığı gibi, ya istikrarlı, bu yerlerini koruyor ya da yükselme içerisindeler. Bunlara Brezilya'yı, Meksika'yı, Hindistan'ı sayabilirsiniz, bunlar bizim rekabet ettiğimiz ülkeler.

Üretimin Türkiye'de niteliği bozuluyor. Ne demek üretimin niteliği bozuluyor? İmalat sanayisi içerisinde ithalatın payı giderek artıyor; 2002'de ithalatın 100 dolarlık bir üretim içerisinde 27 dolar payı var, bu 2007'de 39 dolara çıkıyor, bugün ise 43 dolara çıkmış durumda. Yani, biz üretimin niteliğinde kendi ürünlerimizi kullanma payını gittikçe kaybederek daha çok ithalata dayalı bir büyüme modeli yapıyoruz ve bu, giderek artan bir noktada kendini gösteriyor. Bunun sonuçları ne oluyor? KOBİ düzeyindeki üreticilerin piyasadan çekilmesi ya da ithalatçı konumuna geçerek ithal ettikleri ürünlere kendi montajıyla ülke pazarında pazarlanması noktasına geliyor. Bu, Türkiye'de neyi getiriyor? Cari açığın artmasını getiriyor. Giderek cari açık artıyor, üreten bir ekonomi yerine ithal eden bir ekonomi noktasına geliyoruz. Peki, bu sonuç insanların şahsi tercihi mi, KOBİ'lerin, üretim yapan insanların şahsi tercihi mi? Hayır, uygulanan ekonomik politikanın dayattığı bir sonuç olarak bu noktaya geliyoruz. Nedir o? Düşük kur, yüksek faiz politikası yani siz, düşük kur, yüksek faizle ülkede üretim yapmak yerine düşük kurla ithalat yapmayı tercih ediyorsunuz ve ithalat yapmak üretim yapmaktan ucuz hâle geliyor.

Enerji maliyetleriniz çok yüksek. OECD üzerinde, OECD ülkeleri içerisinde enerji maliyeti en yüksek olan üretim yapısı bize ait. Bunu bir üretimin ithalat niteliğinin artmasında ciddi faktör olarak görmek durumundayız.

Dolaylı vergilerle de aynı şekilde üretimin ithalatçı niteliği artıyor ve yasal düzenlemeler, asgari ücret dâhil vergiler üzerinden gelen yükler tümüyle üreticinin ithalatçı konumuna geçmesini bir ekonomik politika olarak, iktidarın uyguladığı ekonomik politikaların sonucu olarak zorluyor

Aynı şekilde bunun sonucudur ki gayrisafi yurt içi hasılada ara malı ithalatının oranı her geçen yıl artmaktadır. Gayrisafi yurt içi hasılayı artırırken aynı zamanda ithal girdilerin oranını da artırıyoruz. 2002 yılında yüzde 10 olan bu oran, 2012 yılında yüzde 16'ya yükselmiş durumda. Bütün bunların sonucu ne oluyor? Dünya üretim liginde Türkiye giderek düşüyor, ilk 15 ülkenin içerisinde artık Türkiye üretim liginde yok. Daha önce ne durumdaymış? 1990 yılında üretim liginde Türkiye 13'üncü sırada. Yani üretim ligi sıralamasında 13'üncü sıradayız. Hedeflerimiz, ilk 10'a girmek isteyen ülkenin hedefleri 1990'da 13'üncü sırada olmakla daha yakınmış. Peki, 2000 yılında kaçmış? 15'inci sıradaymış. 2007'de 15'inci sıradan da aşağı düşmüşüz, üretim liginden düşmüşüz. Yani, o yazdığınız kalkınma planlarındaki hedefler, 2023 hedefleri, gerçekleşmesi imkânsız hedefler noktasına gelmiş ve AR-GE noktası açısından da baktığımızda artık bu hedefler, gerçekten, Türkiye'nin çok uzağında hedefler noktasına gelmiş durumdadır. Peki, ne olmuşuz? Artık üretim liginden düşen, giderek üretimde dışa bağımlılığı artan, cari açığını yükselten ve üretmek yerine ithal etme noktasındaki bir ekonomiyle, Orta Doğu'da bir lojistik üs noktasına gelen bir ekonomiyi iktidarınız döneminde bu noktaya getirmişiz ve giderek, gelinen nokta itibarıyla, orta gelir tuzağından kurtulamamanın büyük riskiyle karşı karşıyayız.

Bu kanunda yeni bir yapı şudur: Bu kanunla üniversite-sanayi iş birliğini sağlayıp üniversitede yapılan çalışmaların, AR-GE çalışmalarının ticari hâle dönüştürülmesi noktasında bir iş birliği yapmaya çalışıyoruz ve bu iş birliğiyle ilgili olarak ürünlerin ve buluşların bir ticari niteliğe dönüşmesi konusunda sanayiyle iş birliğini gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Ancak burada da gene en önemli eksikliklerimizden bir tanesi Sayın Bakanım, sanayiyi bu kurulların içerisinde temsil noktasına koymuyoruz, yok burada. Sadece 3 bakanlık var, 3 bakanlıkla bu konular karar alınma ve gerçekleştirilme noktasında. Yönetim kurulu da 3 bakanlığın müsteşarı ve gerekli gördüğü alanlardaki uzman kuruluş veya kamu kuruluşlarından temsilci alır noktasındadır. Eğer bir ürünü piyasalaştırmak istiyorsanız, AR-GE'de özel sektörün daha çok yer almasını istiyorsanız yönetim yapılarınızın içerisinde de bunlara yer vermekle, sadece bakanlıkların çizdiği vizyon politikalarıyla değil, hayatın gerçeğinde ve sanayinin ihtiyaçlarının neler olduğunu bu şekilde bu kurumları içinize almakla mümkündür. Örneğin, bu anlamıyla bu kurulda TOBB'un, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinin olması lazım, KOBİ temsilcilerinin olması lazım, örneğin TESK'in olması lazım, örneğin KOSGEB'in olması lazım. Bu anlamıyla bunların bu kurullar içerisinde önemli bir şekilde kendini hissettirmesine ihtiyaç olduğunun altını çizmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, aynı şekilde, bu AR-GE'deki yeterli kaynağın ayrılmaması ve AR-GE'yle ilgili çalışmalarda geldiğimiz düzey açısından durumun ne noktada olduğunu ihracat incelemesi yaptığımızda çok net bir şekilde görme fırsatımız var. Türkiye 150 milyarın üzerinde bir ihracat yapıyor. Peki, bu ihracatta birim başına yani kilo başına bir değerlendirme yaparsak Türkiye ne kadar para kazanıyor, dünyada gelişmekte olan ülkeler, gelişmiş ülkeler neler kazanıyor, bunu bir kıyaslama yaptığımızda, Türkiye'nin, gerçekten, ileri teknolojiyi yakalama noktasında ne kadar zayıf olduğunu görme şansına sahibiz. Türkiye 1 kilo ihracat yaptığında 1,46 dolar para kazanıyor. Peki, Güney Kore ne yapıyor? 3 dolar kazanıyor. Japonya 3,5 dolar, Almanya 4,1 dolar. Demek ki bizim ihracatımız şöyle bir ihracat: Biz yükte ağır, parada hafif, düşük ücretli; AR-GE, inovasyon, yenilik, yüksek teknolojiden uzak, Avrupa'nın ve gelişmiş ülkelerin terk ettiği alanlarda ihracat yapıyoruz. Zaten, AR-GE'de bile verdiğimiz desteklere baktığınız zaman, oranlamayı yaptığınızda otomotiv sektörü ve başka birkaç sektörle, büyük oranda AR-GE destekleri o alana gidiyor. Yüksek teknolojiye yönelik AR-GE desteği kullanan firma sayımız bile çok az, ayrılan pay da o noktada az. Yani, ihracatımızın kalitesi düşük, düşük fiyatlı ürünlerle ihracat yapan noktadayız. Bunun neticesi olarak da, Türkiye, giderek, dediğim gibi, ciddi sıkıntılar içerisinde.

Bunun yanında, tabii ki iş gücü niteliğinde de Türkiye çok kötü bir noktada. İş gücü niteliğinde 148 ülke içesinde 130'uncu sıradayız. Küresel inovasyon sıralamasında 68'inci sıradayız. Küresel rekabet gücünde 148 ülke arasında 44'üncü sıradayız. Nerede ilk 10 hedefleri, nerede 2023 hedefleri, nerede AR-GE'deki hedeflerimiz, nerede bu? Bu iş gücü niteliğiyle bizim gelişmişlik düzeyimizi artırmamız mümkün değildir. Bu niye böyle oluyor? Çünkü, eğitim kalitemiz düşük, yedi yıllık ortalama bir eğitim kalitemiz var. 65 ülkenin yarıştığı PISA sınavlarında matematikte 44'üncüyüz, fende 43'üncüyüz, okuma-anlamada 42'ncideyiz, İngilizce pratikte 44'üncü sıradayız. Demek ki eğitim kalitesini yükseltmeden, üniversiteleri özerk, bağımsız, niteliği yüksek bilim adamlarıyla donatmadan, üniversitelerin üzerindeki siyasi iktidarın baskısını, YÖK'ün atanmış rektörleri yerine üniversitelerin kendi seçtiği rektörleri, bilim adamlarını üniversitelerin politikalarını tayin etmede etkin noktaya getirmeden bizim bilimsel niteliğimizi ve eğitim niteliğimizi geliştirme şansımız yok. Bu nedenle, kalan sürem içerisinde şunun altını çizmek istiyorum: Bu yasa tasarısı üniversitelerde yapılan çalışmaları sanayiyle bütünleştirmek ve sanayiyle birlikte ürüne dönüştürüp yüksek katma değerli ürünleri dünya piyasasına satan bir ülke noktasına gelebilmede devletin kamu olarak AR-GE'ye desteğini fazlalaştırma konusunda iyi niyetli bir çalışma ama ne kaynak olarak ne vizyon olarak bu çalışmaların Türkiye'nin sorununu çözme noktasında uyguladığınız ekonomik politikalar itibarıyla mümkün olmadığı açıktır. Hızla bu noktada ülkede uyguladığınız ekonomik politikayı değiştirmelisiniz. Üretimi teşvik eden, KOBİ'leri teşvik eden ve üretimin maliyetlerinde devletin engellerini ortadan kaldıran, üreten insanları baş tacı eden, düşük döviz kuru ve yüksek faiz yerine üretimin teşvik edildiği, üretim yapan insanlara da AR-GE teşviklerinin yoğun bir şekilde verildiği bir ekonomik politikayı uygulamaya ihtiyacınız var.

Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu yasa tasarısında yapılan olumluluklara destek verirken, genel olarak Hükûmetin, vizyonunu değiştirmeye, üretimi ön plana alan, üretimin niteliğini artıran, sanayide insanın iş gücünün niteliğini artıran bir politika uygulamasının gerekli olduğunu bir kez daha bu kanun tasarısıyla söylemek istiyor ve huzurlarınızı saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)